Dijital bağımlılığın çocuklarda nasıl bir etki bıraktığını anlayabilmek için öncelikle bağımlılık kavramı üzerinde durmak gerekiyor. Bağımlılık her şeyden önce yerli yerinde kullanılması gereken bilimsel bir kavram. Bağımlılık, kişinin bir madde ya da eyleme aşırı derecede tutkun olup onsuz yapamaması anlamına geliyor. İnternet ve dijital oyun bağımlılığı ise son dönemlerde çokça konuşulan bir davranışsal bağımlılık türü. Günümüzde çocuklarda, ergenlerde ve hatta erişkinlerde oyun bağımlılığı çok ciddi bir problem haline gelmiş durumda. Bağımlılık yapan unsurun oyun mu yoksa ekranın kendisi mi olduğu ise başka bir tartışma konusu. "Bunun içerisine sosyal medyayı katacak mıyız, kısa video seyredimlerini katacak mıyız?" gibi sorular da bu çerçevede sorulabilir. Muhtemelen uzun vadede ya da kısa vadede bunlar da bir bağımlılık türü olarak literatüre girecekler. Ama belli ki adı bağımlılık olmasa da çocukların günlük rutinlerinde çok fazla süre işgal ettikleri de aşikâr.
Ekran karşısında uzun süre kalma, ekrandan bir şekilde vazgeçememe, karşısından kalktığında kendini aşırı huzursuz hissetme, ekransız kaldığı
zaman ağır öfke nöbetleri hatta zaman zaman bazı davranış problemleri gösterme, fiziksel şiddet kullanma, eşyaya zarar verme gibi yoğun davranış
bozukluklarının ortaya çıktığı bir süreçten bahsediyoruz. Yani bağımlılık kavramını ekrana indirgeyecek olursak ekranda uzun süre geçirme, bir türlü
ekranı bırakamama, ekransız kaldığı zaman çok ciddi bir tepki gösterme ve onu tekrar arama yani en kısa süre içerisinde tekrar ona ulaşmaya çalışma... Bunlar söz konusu olduğunda yani ekran olmadığı zaman aşırı huzursuz olmaya "yoksunluk" diyoruz.
Ekran bağımlılığıyla ilgili bahsedilmesi gereken bir başka kavram da "tolerans." Toleransı basitçe "ekranda vakit geçirme isteğinin ivmelenerek artması durumu" olarak tanımlayabiliriz. Günde bir saat vakit geçiren bir çocuk bir süre sonra bu süreyi iki saate çıkartmak istiyor. Çünkü ekrana maruz kaldıkça haz oranı da katlanarak artıyor. Daha fazla haz alabilmek için de süreyi uzatıyor. Bu süre bazen aşırı noktalara vardığında ciddi bir sosyal problem yaşamaya başlıyor. Çocuklar kendi çevrelerine göre sosyal hayatlarında ve yaşam kalitelerinde bazı problemler yaşamaya başlıyorlar. Erken çocukluk döneminde, özellikle 2-3 yaşlarında ekran maruziyeti olan çocuklarda birtakım psikiyatri problemler de oluşabiliyor.
Bunlardan en önemlisi çocuklardaki konuşma gecikmesi ve iletişim bozuklukları. Özellikle ailelerin tamamen çocuğu ekrana bıraktıkları durumlarda ya da ekranı bir çocuk bakıcısı gibi kullandıkları durumlarda çocuk ekrana karşı olan yoğun ilgisi nedeniyle orada var olanları anlasa da anlamasa da ekranın cazibesine kapılıp uzun süre ekranda kalmaya alışıyor. Bu da çocuklarda bizim "bağlanma bozukluğu" dediğimiz ya da bazen literatürde kullanılabilen "yalancı otizm" dediğimiz bir tablo oluşturuyor. Bu tablonun en bariz göstergeleri çocukların komutları algılamada güçlük çekmeleri, göz kontağı kurmamaları, konuşmalarının gecikmesi… Bu tür belirtileri gözlemleyen ebeveynlerin acilen harekete geçmeleri gerekiyor.
Dijital dünyadaki riskler
Aşırı derecede ekran maruziyeti sosyal ilişkileri de engelleyen bir durum. Çünkü çocuk ekranın büyülü dünyası varken onu tercih ediyor ve dışarı çıkmak, arkadaşları ile iletişim kurmak ve onlarla oyun oynamak istemiyor. Pasif olarak evde, sanal bir ortamda kendine bir dünya kuruyor ki bu çok tehlikeli bir süreç. Eğer çocuğunuzda böyle bir durum varsa gelecek yıllar içerisinde daha büyük krizlerin karşınıza çıkma ihtimali mevcut. Özellikle ergenlik dönemlerinde okulu reddetme şeklinde tezahür ediyor bu durum.
En önemli sorunlardan biri de bu kadar içe kapanan, kendi dünyasında yaşayan, aileyle de iletişim kurmak istemeyen, odasından çıkmak istemeyen bir çocuğun duygusal olarak giderek negatife doğru yani çökkünlüğe doğru gitmesidir ki bu çocuklarda depresif belirtileri su yüzüne çıkarır ve çocuk oyun dışında hiçbir şeyden keyif almamaya başlar. Diğer taraftan ekrandaki içerikler de yavaş yavaş değişmeye başlar. Videolarda ve oyunlarda şiddet içerikli görüntüler, hatta vahşete varan şeyler çocuklara normal gelmeye başlar. Çocukların bunun oyun olduğunu bilse dahi sürekli bunlarla meşgul olmaları zihinlerini bulandırır ve zihin dünyalarında ciddi sıkıntılar yaratır. Bu tür oyunlarda vahşet normalleştirilmeye çalışılır ve hayatın sanki bir parçasıymış gibi anlatılır.
Çocukların bu oyunları, karşı tarafta gerçek kişilerle online olarak oynadığını düşünürsek, karşı taraftaki kişilerin vereceği zararlar da olası bir risktir. Eğer çocuk online ilişkiyi nasıl sürdüreceğini bilmiyorsa gerek ahlaki gerek hukuki birtakım süreçler de yaşanabilir. Kandırılma, ahlaki olmayan birtakım istekler, ekonomik olarak çocukları sömürme, cinsel istismar gibi çok ciddi riskler taşıyan bir süreçle karşı karşıya kalıyoruz. Diğer taraftan çocukların birbirini özellikle duygusal anlamda kötüye yönlendirmesi şeklinde kendini gösteren süper zorbalık da gözlemlenebiliyor.
Süre ve içerik sınırına dikkat Dijital bağımlılık bence dünyanın önünde duran en önemli tehlikelerden biri. Bilgi kirliliğinin oluşturduğu bir dünyada o
bilgileri doğru kabul etme gibi olumsuz bir süreçle karşı karşıyayız. Çocuklarımızı yaygın hastalık diyebileceğim bu durumdan uzak tutabilmek aslında temel amacımız olmalı. "Bu çok kolay mıdır" derseniz maalesef çok kolay olmadığını söylemem gerekiyor. Çünkü dijital alanları çocuklara tamamen yasaklamak bugün yaşadığımız çağda mümkün değil. Birtakım zararlı maddelerden çocukları uzak tutabilirsiniz; ona ulaşmasını sağlayacak imkânları
ortadan kaldırmak mümkün. Ya da ona ulaşmasıyla ilgili net bilgiler verebilirsiniz. Fakat dijital hayata açılan aletlerin hepsi elimizin altında, hatta evimizde çok sayıda mevcut. Bunların nasıl kullanacağını daha erken dönemden itibaren öğretmek bugünün ebeveyninin asıl görevi.
Ekranla ilgili sınırları öğretirken, daha bebeklik döneminden itibaren dikkat edilecek iki kriter var: Birincisi süre. Bir çocuk en fazla ne kadar süre ekrana maruz kalabilir? Bu sorunun cevabı değişken olabilir ama genel anlamda biz çocuğun iki yaşına hatta bazı bilim insanlarına göre üç yaşına kadar hiçbir şekilde ekranla karşılaşmaması gerektiğini düşünüyoruz. Üç yaşından sonra yavaş yavaş kendi yaşına uygun içeriklerle günde 15 dakikadan başlayan sürelerle ve kontrollü bir şekilde ekran maruziyeti olabilir. Bu durum en başından sıkı bir şekilde kontrol altına alınmazsa aileler, günde 6-7 saat ekranın karşısında duran çocukları artık nasıl engelleyeceklerini bilemez hale geliyorlar.
Çocukların ekranla ilişkisini sağlıklı bir zemine oturtmak için ihtiyacımız olan tek kriter süre sınırı değil tabii ki. Çocuğun ekranda muhatap olduğu içerik de süre kadar önemli. Çocuğun davranışlarını ve duygularını olumsuz etkileyecek içerikler bir sınır konmadan çocukla karşı karşıya kalabiliyor.
Bu konuda ailelerin çok bilinçli olması ve kontrolü elden bırakmaması gerekiyor. Özellikle şiddet içerikli videolar ve oyunlar bu anlamda çok tehlikeli.
Alternatifler üretmeliyiz
Danışanlarım son dönemlerde şöyle bir argüman sunmaya başladılar: "Çocuğumun dışarıda hiç arkadaşı yok, en azından internette sosyalleşebiliyor." Bunun bir mazeret olmadığını en baştan söylemem gerekiyor. Çünkü sosyalleşme sanal ortamda gelişebilecek bir olgu değildir ve bu tür bir sosyalleşmenin çocuğa hiçbir faydası yoktur. Dijital sosyalleşme çocuğa en fazla eğlence ve haz verebilir. Bu kısır döngüden çıkmak için süre ve içerik sınırına gelindiğinde ailelerin geç kalmadan müdahale etmesi gerekiyor.
Bunu başarabilmek için çocuğa çeşitli alternatifler üretebilmeliyiz. Ailece eğlenceli programlar yaparak, çocukları spora yönlendirerek, kabiliyetlerine göre birtakım kurslara göndererek bunu başarabiliriz. Hiçbir şey yapamıyorsak, iletişiminin iyi olduğunu düşündüğümüz çocuklarla çocuğumuzu
bir araya getirerek oyun oynamalarını sağlamaya çalışmalıyız. Özetle ekran dünyasına mümkün olduğu kadar eğlenceli alternatifler üzerine odaklanmamız gerekiyor.
* Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Profesörü