Beşer zihnini yeni yaftalarla şekillendirmek
"Yeni insan" ya da "yeni bir insanlık" oluşturma fikri kulağa ilk bakışta dini motifli bir yaklaşım gibi geliyor. Aslında öyle; bu kavramların yabancı dillerdeki karşılıkları dini ve felsefi bağlamda eskiden beri sık sık kullanılıyor. Yeni bir insan veya insan türü yetiştirme fikri bazı Hristiyan camialardan tutun Bahailer ya da Nietzche'ci mahfiller tarafından öteden beri seslendirilen bir ütopya. Bu kavramlarla ifade edilen bu ütopya daha ziyade belli bir bilinç seviyesine ulaştırılmak üzere yetiştirilmiş bireyleri kastediyor ancak günümüzde "yeni insan" ya da başka şekillerde ifade edilen bir idealden bahsedenlerin dini veya ruhani mahiyetli, bir bilinç seviyesine çıkarılmış birey ve toplumları kastetmedikleri gün gibi aşikâr. Kastettikleri şeyi kısaca şöyle özetleyebiliriz: Binlerce yılın bilgi ve hikmet birikimiyle kayda değer bir tekamül gösteren insanı ve insanlığı bu birikiminden ve özellikle onun manevi yönünden koparmak, canlılardan herhangi bir canlı türü olduğuna inandırmak, zihnini daha kolay yönlendirilmesini sağlayacak hazır kalıplarla doldurmak ve tabii ki sonra da isteğe ve ihtiyaca göre herhangi bir yöne yöneltmek.
Normal algısının kırılması üzerine oynanıyor
Kimi zaman komplo teorisyenlerinin eyyamcı sözleriyle, kimi zaman da tekno-baronların kibirli öngörüleriyle yeni bir insan ya da yeni bir insanlık tasarlandığını duyarız. Dijital, robotik, yapay zek ve biyo-genetik teknolojilerin yeni bir getirisi olarak "İnsan 2.0, Yeni İnsan, Bağlantılı İnsan" gibi cafcaflı tabirlerle anılan bu insan tasarımı ne kadar ciddidir, gerçekleşmesi ne kadar muhtemeldir, bilemiyorum ama bildiğim şu ki yeryüzündeki insanı değiştirmek, dönüştürmek ve yeni bir tasarım olarak şekillendirmek üzere harekete geçmiş birileri gerçekten varsa bu işe öncelikle insanın zihniyetini değiştirmek ve şekillendirmekle başlamış olmalılar. Günümüzde bu taktiğin en önemli aracını ise teknoloji ve yeni söylemler teşkil ediyor. Teknoloji baronu Bill Gates "dünyayı teknoloji ile değiştiriyoruz" derken kastettiği dünyanın en önemli unsurunu insan zihniyeti teşkil ediyor.
Çünkü insan ve insanlık dediğimiz şey öncelikle bir zihniyet meselesidir ve eğer yeni bir insan tasarlanmak isteniyorsa bu konuda işe öncelikle zihinlerin dönüştürülmesinden başlanmıştır. Zira insanların değiştirilip dönüştürülmesine yönelik en büyük çaba zihinlerin şekillendirilmesinden geçiyor. Bu ise özellikle son yüz yılın hikayesini teşkil ediyor. "Propaganda, reklam, beyin yıkama, algı mühendisliği, algı yönetimi, kamu diplomasisi" gibi birçok kavramın bu dönemlerde icat edilmiş olması bütün meseleyi özetlemeye yeterli aslında. Bu çabanın günümüzde almaya çalıştığı en önemli virajı ise insanların "normal" algısı oluşturuyor. İnsanın normal algısının üzerine oynanıyor: Bugüne dek anormal kabul ettiklerimizi birkaç sene içinde normal görmemizi isteyen bir bombardımanla karşı karşıyayız. Normal algımızı oluşturanların başında ise geleneksel değerler geliyor.
Geleneksel kurum ve değerlerin yerine çakma ikâmeler
Sadede gelecek olursak; gelişme, teknoloji ve yeni söylemler şemsiyesi altında geleneksel dünyanın binlerce yılın birikimiyle meydana gelmiş olan tüm kurum ve değerlerini, daha açıkçası din, maneviyat, ahlak, değerler, cinsiyet, eğilimler ve en önemlisi insan anlayışını dışlayan yeni bir anlayış tüm dünyaya telkin edilmeye çalışılıyor. Bu yeni anlayış insanlığın zihniyetinde önemli bir yer tutan bu kurum ve değerleri haliyle inkâr edip hepten sıfırlamıyor ama her birinin yerine sözüm ona "daha rasyonel ve modern" kılıflı "yenilerini" yani tasarlanmış ikamelerini -amiyane tabirle çakmalarını- koyma telaşı içinde. Bir bakıyorsunuz insanın on binlerce yıllık maneviyat ihtiyacına hitap eden din kavramı örseleniyor ve yerine New Age düşünceler pompalanıyor, olmazsa oluşturulan maneviyat boşluğuna "bilim+teknoloji+felsefe" formülü öneriliyor. Sözde tahtından edilmesi öngörülen Tanrı'nın yerine bilim ve teknoloji, peygamber ve velilerin yerine de teknoloji baronları geçirilmek isteniyor. Bu hengamede insanı diğer canlılardan ayıran en önemli unsurlardan biri olan ahlak izafileştirilerek yerine egoizm, hedonizm ve sorumsuzluğu baş tacı eden bir anlayış başta pop ve film yıldızları üzerinden enjekte ediliyor. Kadim dünyanın her biri türlü toplumların testinden geçerek bugüne ulaşmış değerleri bugün sanat, felsefe ya da kişisel gelişim sosuyla zamanı geçmiş ilkel kalıplara indirgenmeye çalışılıyor. Biyolojik ve fıtri olarak somut bir esasa dayanan ve böylelikle insanlığı bugüne dek getiren cinsiyet dahi bir tercihten ibaret sayılarak yerine her türlü terkibi içerebilen bir cinsel eğilimler furyası telkin ediliyor. Ve en önemlisi varlıklar içinde maddi ve manevi mahiyetiyle son derece özel bir yere sahip olan "insan" anlayışı salt biyolojik evrim geçirmiş bir hayvandan ibaretmiş görüşüyle yerinden edilip, özne olmaktan çıkarılıp nesneye dönüştürülmek isteniyor. İşin ilginç tarafı insanı bu duruma düşürmek isteyenlerin de yine, "insan olmaları" demiyorum ama insan türüne dahil olmaları.
Her şey gibi insanın da sahtesi, yapayı, inorganik olanı çıktı
Gelişim, değişim, gerektiğinde dönüşüm, yükselmek, daha fazla, daha üstün, daha makul, daha faydalı, daha üretken olmak… Bunlar bizatihi kötü şeyler değil hatta çoğu zaman gerekli de. Ama değişenin, dönüşenin hatalar, eksiklikler, bozukluklar, düşüklükler olması şartıyla. Değiştirilmek, dönüştürülmek istenen orijinal, gerçek, asli ve faydalı olan olunca burada biraz durmakta fayda var. Özellikle modernitenin, sanayinin, teknolojinin itici gücüyle yeryüzünde sayısız değişiklik yapıldı. 100 yılı aşkın süredir bu anlamda birçok olumlu gelişme olduğu gibi pek çok olumsuzluğa da imza atıldı ne yazık ki. Tüm bu değişim furyasının neticesinde geldiğimiz noktada etrafımıza baktığımızda yediklerimizin, içtiklerimizin, giydiklerimizin, kullandıklarımızın büyük ölçüde asli fıtratından, doğal niteliğinden uzaklaştırıldığını açıkça görüyoruz. Gıdalarımız, giysilerimiz, ilaçlarımız, eşyalarımız ilaçlı, sentetik, genetiği değiştirilmiş, çoğu bünyeye zararlı katkı maddeleri içeren, kimyasal, sahte, modifiye, inorganik maddelerle işgal edildi. Binlerce yıldır tüm bunlar organik-doğal-fıtri nitelikteyken bir anda bize gelişmenin ve değişimin nimetleri olarak sunulan binlerce ürün ve yaşam şartından uzak kalabilmek adına şimdi adına organik-biodoğal denilen pazarlara para akıtır hale geldik. Peki, her şeyi hatta biyolojik organizmaları bile sahteleştiren, katkılı hale getiren, inorganikleştiren, sentetikleştiren bu sözde gelişim ve değişim sürecinden insanın beri kalmasını beklemek ne kadar makul olabilir dersiniz? Maalesef günümüzde hızını artırarak ilerleyen bu eğilim insanı da yapaylaştırdı, sahteleştirdi, kaypaklaştırdı, genetiğini değiştirdi, katkılı ve zehirli bir organizmaya çevirdi, çevirecek. Hepimizin çoğu zaman gerçek insan arayışına girmemiz bu yüzden olsa gerek.
İnsanlığı dönüştürmek isteyenlerin sözcüsünden al haberi
İsrailli tarihçi Yuval Noah Harari insanlık ve geleceği üzerine yazdığı kitaplarla tüm dünyada büyük ses getirmiş olsa da şahsen ben onu ve tespitlerini
dünyayı ve insanlığı değiştirerek yeni küresel bir sömürü sistemi kurmak isteyen mahfillerin sözcüsü olarak görme eğilimindeyim. Ancak böyle gördüğüm birinin görüşlerinden bile ibret alınabileceğini düşünüyorum. Harari'nin 21. Yüzyıl İçin 21 Ders adlı kitabı vesilesiyle bir internet dergisinde (tarihdergi.com) yayınlanan "Harari: 200 sene içinde bizden farklı varlıklar dünyada egemen olacak" başlıklı söyleşisinden alıntıladığım aşıdaki pasajları temamız çerçevesinde bu gözle değerlendirmeniz mümkün: "… İnsanlığın, ani bir felaketin sonucu olarak değil, kademeli bir değişim sürecinin sonucunda yok olacağına inanıyorum. Artık insan olamayacağımız ana kadar bedenlerimizi, beyinlerimizi ve zihinlerimizi değiştirmek için teknolojiyi kullanacağız. Sanırım bir ya da iki yüzyıl içinde, tıpkı bizim Neandertallerden ya da şempanzelerden farlı olduğumuz gibi dünya bizden daha farklı varlıkların egemen olacağı bir yer olacak. (…) 200 yıl içinde biyoteknoloji ve yapay zekâ kombinasyonu, hominid kalıbından tamamen farklı bedensel, fiziksel ve zihinsel özelliklerle sonuçlanabilir. Örneğin, beyin-bilgisayar arayüzleri, organları uzayda geniş bir alanda dağıtılmış bedenler getirebilir. (…) Tehlike, insan zihninin gerçek potansiyelini tam olarak anlamadan, yeni güçlerimizi insanları değiştirmek için kullanabilmemiz. Bizler temel ihtiyaçlarına göre değil, esas olarak ekonomik ve politik sistemin acil ihtiyaçlarına göre insan yeteneklerini geliştirmeye yatkınız. Şirketler ve hükümetler, bazı yetenekleri geliştirirken bazılarını da tamamen göz ardı etmekte. (…) Bilgi işleme gibi bazı alanlarda bizi çok aşan süper insanlara dönüşebiliriz ama daha az duyarlı ve şafkatli insanlara da… Henüz sahip olduğumuzun farkında olamadan insan potansiyelimizin büyük bir kısmını kaybedebiliriz."
Makineler karşısında Prometeusvari bir utançla kıvrananlar
Aslında teknoloji ve bilimin sunacağı imkân ve yöntemlerle insanoğlunu daha yüksek nitelikler ve güçlerle donatıp yeni bir insan türü meydana getirme fikri yeni bir şey değil. Frankenstein gibi kurgusal ya da daha önceki mitolojik tahayyülleri bir kenara bırakılırsa 20. yüzyılın başında Fancis Galton biyolojinin sağlayacağı araçlar sayesinde insan türünü geliştirecek ve makine düzeyine çıkaracak bir dönemi hayal ediyordu. Aynı dönemlerde Marinettin başta olmak üzere 1920'lerin İtalyan fütüristleri de benzer hayaller kuruyor ve özellikle çelik endüstrisini kullanarak bedenin sınırlılığından ve zaaflarından kurtulacak çelikten bir adam yaratma hayali kuruyorlardı. Nitekim o zamanın fütüristlerinin bu hayaline kısa süre sonra yükselen faşizm sahip çıkmakta gecikmeyecekti. Teknoloji ve biyoloji sayesinde yeni bir insan türü üretme düşüncesi günümüzde son derece aktif bir ideoloji olarak sürüyor. Transhumanizm adı verilen bu ideoloji çerçevesinde harekete geçen bu etkin grupların öncüleri arasında 1991'de kurulan Extropiens hareketi, 1998'de ABD'de kurulan Dünya Transhumanist Birliği, 2000'lerde Google ve NASA'nın finansal destekleriyle Ray K urzweil öncülüğünde kurulan Singularity Institute geliyor. Buna son katılanlardan biri de "Humanity+" adlı bir hareket ile Fransız menşeli Technoprog adlı transhümanist kuruluş. Bu tür hareketlere göre yeni teknolojiler, insanları biçimlerine ve işlevsel gereksinimlerine göre yeniden keşfederken yeni bir evrimsel sürece de sürüklüyor. Zaten durum böyle olmasa bile onların amacı insanı bu sürece sürüklemek. Bunlara göre insan, bu sürecin sonunda kendi ürettiği makinelerle birleşip bütünleşecek ve bildiğimiz insandan çok farklı bir şeye dönüşecek. Bu fikrin günümüzdeki temsilcileri olan transhümanistlerin aslında bir tür utançtan kurtulma güdüsüyle hareket ettiklerini söylemek de mümkün. Bu utancı, bundan 70 yıl önce filozof Gunthers Anders şöyle tanımlamıştı: "Makinelerimizin peşinden koşuyoruz ve onlar karşısında artan çaresizliğimize üzülüyoruz. Onların karşısında dayanılmaz bir utanç, Prometheusvari bir utanç duyuyoruz."
Homo Distractus: Odağını şaşırmış insan
Gelecekte yeni bir insan oluşturmayı hedefleyenler var diyoruz ama zihinsel olarak yeni bir insan türünün zaten çoktan imal edildiğini söyleyebiliriz;
bu insan türü aslında biziz, yani bu çağın insanı. Neden derseniz zaten bu çağın Batılı kültüre maruz bırakılan insanının zihni çoktan yönlendirilmiş ve değiştirilmiş durumda. Geçmişte yaşayan insan türlerine antropologlar "homo erectus, neandertal, homo antecessor, homo sapiens" gibi isimler veriyorlar. Homo sapiens'in bir uzantısı olan bugünün zihinsel dönüşüme uğratılmış insanına da verilen isimler var. Bunlar içinde en dikkat çekici olanı ise -aslında eleştiri amaçlı verilen- "homo distractus" (odağını şaşırmış insan). Bu, 21. yüzyıl insanını tanımlamak üzere Kanadalı felsefeci Jean-Jacques Pelletier'in kullandığı bir terim. Sebebini şu sözlerle açıklıyor: "Sürekli eğlenen, bedenine, sağlığına, gençliğine takıntılı, hayatın her alanına yayılan çok yönlü şiddet tehdidi altında olan Batılı tüketici, yeni bir hayal kuruyor: Tamamen güvenli ve rahat bir koza, benzersizliğini ortaya koyabilecek, kaynaklarını öne çıkarabilecek her şeyi en ufak bir kısıtlama olmadan deneyimleyebileceği bir yer hayali. Kısacası, kendisini yumuşak bir aşırılıkçı olarak hayal ediyor, tekilliğini geliştirmenin ve gençliğini süresiz olarak uzatmanın zevkini rahatça yaşıyor." Felsefeciye göre bu "odağını şaşırmış insan" olağanüstü bir zamanda yaşıyor; hızlanma, bireycilik ve aşırı iletişimin zirve yaptığı, sosyal bağların darmadağın olduğu, özel ve toplumsal hayat arasındaki sınırın belirsizleştiği, hayal gücünün tek tipleştirildiği, topyekûn tüketim ve anlık heveslerin damga vurduğu bir dönem. Kısacası bizden, yani 20. yüzyıla kadar niteliklerini iyi kötü koruyarak gelen ama 21. yüzyıla daha girmeden bir bombardıman şeklinde boca edilen imajlar yığını altında gerçek odağını kaybeden, değişime uğramış yeni bir tür olarak bahsediyor.