Ahmet Özhan: SES, SÖZ, SEVGİLİ

SES, SÖZ, SEVGİLİ
Giriş Tarihi: 21.08.2024 12:05 Son Güncelleme: 21.08.2024 12:07
Bizim önceliğimiz ilmini irfana dönüştürebilen insanların sayısını artırmak olmalı. Entelektüeller, dini ve milli hassasiyetleri olan akademisyenlerle buluşarak sohbet kültürünün gelişmesine katkı sağlamalı ki gençler de bilgiye doğru bir istikamet vesilesiyle erişsin.

Z kuşağını anlamaya çalışmalıyız

Bu gençlere doğru imkânları doğru mekânlarla birlikte sunabildik mi? Kur'an-ı Kerim'de Tevbe Suresi 19. ayette şöyle deniliyor: "Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun." Yani salihlerle, âlimlerle, ariflerle oturun kalkın… İnsanın Cenab-ı Hak tarafından anatomisine konulmuş olan somut ve soyut nöronlar var. Yani gördüğünün tesirinde olma duygusu var; kalpte de var, gözde, beyinde de. Niçin "salihlerle, ariflerle, âlimlerle oturun kalkın" diyor? Çünkü o nöronların etkisiyle, onlarla beraber olduğun müddetçe onlara benzeyeceksin sen de.

Günümüzde insanların böylesi etkiler alabileceği, hakikat yolunda ilerlemiş ve yanında olduğun zaman senin de hakikat yolunda mesafe kat edebileceğin kaç meclis, kaç kişi kaldı? "Sui (kötü) misal emsal teşkil etmez" diyorlar. Ancak müsaadenizle tekrar tekrar söyleyeceğim. 1925 senesinde dergâhlar neden kapatıldı? Sui misalden işte. Bu geleneğin tashihi mümkünken imhasına ne gerek vardı? Üstelik yerine de başka bir şey koyamadın. Halkevleri gibi denemeler yaptın ve yer yer başarılı da oldun; orada eğitimi verilen birçok sanat dalında insanlar yetişti ama o da bir yerde kesildi, devam etmedi.

Niçin Z kuşağına iftira atıyoruz?

Dergâhlar kapatılmasaydı belki o kültür düzelerek devam edecekti, fakat geriye kültürü kaldı. Eh, kültürü yok edemezsin çünkü. Ritüellerini kanun marifetiyle durdursan da çok insani bir şekilde kültürü yaşamaya devam eder. Dönelim yine Z kuşağına. Tüm bu ortamların hiçbirini göremeden büyüdüler. Bu çocuklardan başka ne bekleyebilirsin ki? Sonra konjonktürün bugünlerde ortaya çıkardığı kavramların tartışma alanına çekildiler.

Bu kavramlardan birisi de "deizm." Güzel örnek diye deizm propagandası yapan düşünürler, bilim adamları manşetlere çekilirse olacağı bu. Niçin Z kuşağına iftira atıyoruz. Onlara ne verdik ki ne istiyoruz. Bunları unutmamakta fayda var diye düşünüyorum. Öte yandan dergâhlarla ilgili söylediklerim yanlış anlaşılmamalı. Z kuşağının kurtuluş reçetesi olarak dergâhların açılmasını sunmuyorum. Çünkü elinizde yetişmiş kadrolar yoksa dergâhlar açılamaz. Sui misal teşkil eden dergâhların kapanması dolayısıyla doğru örneklere ulaşma imkânı fersah fersah uzağa düşmüştür. Kadrosu olmayan böylesi hiçbir kurum hakikati yaşayamaz ve yaşatamaz.

Bizim önceliğimiz ilmini irfana dönüştürebilen insanların sayısını artırmak olmalı. Kültür platformlarında görmek istediğimiz entelektüeller, dini ve milli hassasiyetleri olan akademisyenlerle buluşarak sohbet kültürünün gelişmesine katkı sağlamalı ki gençler de bilgiye doğru bir istikamet vesilesiyle erişsin. Köhnemiş, her tarafıyla iflas etmiş bugünkü Batı kültürünün tesiri altında kalmamalılar. O sebeple Z kuşağını reddederek, sürekli eleştirerek bir yere varamayız. Onlara şefkatle yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum. Düşünmek ve o düşündüğünü gençlere ulaştırabilmek çok değerli bir eylem.

Akademik zihin de gençleri sınırlıyor

Bir insana saygı, o insanın söylediklerine değer vermekle ortaya çıkar. O insana bir sual sorarak onun fikrini öğrenmiş olursun. O da kendi düşünce birikimiyle sana bir cevap verir. İşte o düşünce kişinin ürettiği bir değerdir aynı zamanda. Doğru düşünmeyi başarabilmek belirli bir süreçten sonra gerçekleşiyor. Beyinde başlayan düşünce serüveni, oradan gönle ininceye değin, insan birçok başka düşünceden istifade eder; mesela Kur'an'dan, hadislerden, kelam-ı kibardan… Hatta dünyanın başka başka kültürlerinden, seküler alanın birikiminden de istifade etmesi mümkün. Ama netice itibariyle bu yolculuk ona kendi fikrini söylemesi için bir imkân sağlıyor. Yani bütün o malzemeleri kendinde öğütmüş, kıvama getirmiş ve bir hikmet olmuş onda artık. Onu açığa çıkartıyor. Buna ancak saygı duyulur. Her tartışmanın ortasında "Delilin ne" diye sorduğun zaman o insana hakaret ediyorsun aslında. Ve belki de onu hiçe sayıyorsun. İnsan bir hoparlör değil ki. İnsan terkibi esmanın sahibi olan bir varlık. Sende, bırak 99'u, yüzlerce hatta binlerce esmanın kesiştiği noktadan bir fikir çıkıyor. O yüzden bu delil meselesini artık bir tarafa bırakalım. İnsanın varlığı kendi başına bir delildir.

Arı ne yapıyor? Çıkıyor ormana, menekşeden, gülden, papatyadan, aklına gelebilecek bütün bitkilerden polenleri toplayıp getiriyor, kovanında kendi balını yapıyor. Arı bal yapar ama izah edemez. Balın delili mi olurmuş? Sen bana bir sual sorarsın. Ben de bunca yıllık deneyimim, donanımım, tefekkürüm, duyduklarımla bir cevap veririm. Öte yandan benim de cevaplayabileceğim konular kendi birikimimle maluldür. Kalkıp da bana pankreasın çalışmasını sormazsın çünkü biliyorsun ki o donanım bende yok. Ama benim mesleğimle alakalı bir şey söylediğin zaman, delilin ne diye bana sorarsan bana saygısızlık etmiş olursun. Ama maalesef bugünün akademisi öyle. Delil göstermeden, kaynak göstermeden hiçbir şeyi kabul etmiyorlar. Ne makaleni ne tezini… İşte öğrenciyi indirgemek budur. Sadece başka düşünürlerden ve eserlerden alıntı yapmayı kabul ediyorlar. Bence bu da gençlerin gelişmesini engelliyor. Akademik zihin gençlerin kendi fikirlerinin oluşmasının önüne geçiyor. Bu da Z kuşağına uygulanan başka bir baskı biçimi. Oysa insan halifetullahtır. Ve her insan ayrı birer kaynaktır.

Son dönemde insanların ve özellikle de gençlerin inanç krizine yakalandığına dair makaleler okuyoruz sağda solda. Önceki sayılarda ötekisizlik üzerine yazılar yazmıştım. Oradan yola çıkarak şöyle diyebilirim ki, inanç krizi de iman krizi de hiç farkındalık sahibi olmayan beyinlerin ve cahillerin meselesidir. Dünyaya baktığında işleyen sistem de insan bedenindeki o harikuladelik de sana bir şeyler anlatır. Gök haritasının marifetleri, insanların oradan etkilenmesi… Sonbaharda her şeyin kuruyup bitip, ilkbaharda tekrar yeninden canlanması... Bunları ne kadar değerlendirebiliyoruz? Buradan bir derinlik mi çıkaracağız yoksa tüm varlığa tesadüf mü diyeceğiz Tesadüf bir kere olan bir şeydir. Halen devam edip giden bir muhteşem varlık âleminin düzenini, sistemini kavrayamıyorsan yapılacak bir şey yok.

İnanç krizi diye bir şey yok

Bol bol tefekkür ettiğimizde, hakikate ulaşmak için gayret ettiğimizde, hakikatin de bize on adım yaklaştığını göreceğiz. Ve zamanla kavrayışımız da artacak. Fakat kulaktan dolma bilgilerle, şartlanmalarla sıkışıp kaldığımız müddetçe hakikati anlamamız çok zor. Rahmetli Şerif Mardin hocanın "mahalle baskısı" diye bir kavramı vardı. Bağlamı çok başka yerlere ulaştı ama şunu çok net söyleyebilirim ki o baskı aslında hocanın bahsettiğinin ötesinde Müslümanlara uygulanmıştır daha çok. Yani bir yüz yıla yaklaşan süreçte yaşanmış bir baskı bu. Kılığıyla, kıyafetiyle, diliyle, imanıyla, ibadetiyle. Say sayabildiğin kadar. İşte 28 Şubat'ı hatırlayalım. Dönemin cumhurbaşkanı, arkasındaki senfonik orkestrayı göstererek "İşte çağdaş Türkiye" demişti hatırlarsanız.

İşte bu salvoları yemiş bir jenerasyonun da onların çocukları olan Z kuşağının da kafasının karışmaması için çok düşünebilen, düşündükçe de çok araştırabilen insanlar olmaları gerekiyor. Aksi takdirde hem mahalle baskısının ortaya çıkarttığı unsurlarla hem de bazı yanlış şartlanmalarla kendilerine yazık ederler.

Son günlerde İslamofobi'nin bazı kavramların altına gizlenerek yayıldığını gözlemlemekteyim. Gençlerin zihnine de sızıyor İslamofobi kavramı. İslamofobi denilen şey, Batı sermaye grubunun Müslüman lemine daha çok hücum edebilmek için siyaseten ortaya çıkarmış oldukları bir meseledir. Özellikle de 11 Eylül'ü milat sayabiliriz İslamofobi konusunda.

Bu hadise hiçbir zaman açıklanamamıştır ama Müslümanların üzerine yıkılmıştır ve ondan sonra da Arap Baharı etkisiyle Mısır'da demokratik olarak kazanılmış bir iktidar devrilmiştir. Ve zaten bu tayfanın kucağına oturan Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri de onlarla beraberdir. Saltanatlarının korunması karşılığında her şeylerini vermişlerdir onların ellerine. Şunu burada özellikle belirtmek isterim; İslam'ın gücünü bu Batı maddecileri, sermaye grupları bizden daha iyi biliyorlar. Bizi bize bırakmamak için bizi birbirimize kırdırmaya çabalıyorlar. Toplum tarafından reddedilmemizi, soyutlanmamızı istiyorlar. Çünkü Müslümanların şuurlanarak bir araya geldiklerinde karşılarında durulamayacağını bizden daha iyi onlar biliyor. Bu inanç krizi, iman krizi yine bunlara bağlanıyor. Kafaların karışması, kriz diye naralar atılması onların işine geliyor.

Bu baskıların getirmiş olduğu caydırıcılıkla, şahsiyet zafiyeti ve psikolojik savaşı kaybedişin neticesi olarak yıllar içinde özgüvenini yitirmiş, madde tapıcı hale gelmiş bir millete dönüştük. Zahir bu ama benim milletimin içinde öyle bir damar vardır ki sırası geldiği zaman o damar kabardı mı bütün bu kiri, pası üzerinden atıp esas şahsiyetiyle şahlanır ve gereğini yerine getirir. İşte o Muhammedî damardır. Kabardığı zaman, o Efendimizin mübarek alnında kabaran damar gibi, işte o zaman önümüzde durulmayacağını Batı sermaye grubu çok iyi biliyor. "Bunlar en fazla diz üstü kalksınlar.
Tam ayağa kalkarlarsa yanarız" diyorlar içten içe. Amerika'da bir akademisyenle sohbet ettiğimde bana şunları söyledi: "Bugün Amerika'nın bir yaptırım gücü varsa dünyada, takip ettiği politika Osmanlı politikasıdır." İsmini de vereyim, New Jersey Üniversitesi'ndeki Profesör Lu. "Osmanlı arşivlerini hâlâ ve daima araştıran biziz" dedi. Biz elimizi kımıldatmıyoruz. Amerika bakıyor, dünya üzerinde asırlarca iktidar olabilen devletler hangi politikaları yürütmüşler diye? Hangi sosyal iletişim içerisinde olmuşlar? Bizi deforme edip, kendilerini forma sokuyorlar bu taktikle. Bu bir gerçek. Allah uyanmayı nasip etsin.

BİZE ULAŞIN