Siz fanatizmi sosyolojik olarak nasıl tanımlıyorsunuz? Fanatizmin ölçütleri nelerdir?
Fanatiklik, sosyalleşmede sorunlu bir durumdan kaynaklanıyor. Özellikle de sosyal kimliğin oluşumunda anormal bir durumu ifade ediyor. Fanatizmi nasıl tanımlıyoruz? Körü körüne, sorgusuz sualsiz belli bir fikrin, grubun, siyasi görüşün, futbol takımının ya da bir markanın peşine takılıp gitmek ve onunla aşırı derece özdeşleşmek. Bu tabii o kişinin eğitiminde, büyümesinde, sosyalleşmesinde bazı sorunlar olduğunu gösteriyor. Dipteki bazı sorunların tezahürü olarak, bu sorunlardan kaynaklı boşlukların doldurulması ihtiyacıyla ortaya çıkıyor. Fanatizmin en bariz özelliği çok kuvvetli ve sorgusuz sualsiz aidiyet ve bağlılık duygusu. Aslında sosyal aidiyet duygusu insanlarda sosyolojik ve psikolojik bir ihtiyaçtır. Bir yere ait olmaya ihtiyaç duyar insanlar. Ama zararlı bir yere aidiyet duyduğu zaman veya nereye olursa olsun aidiyetin sınırları aşıldığı zaman bu durum ciddi bir sorun teşkil eder. Mesela kişinin bir futbol takımı tutması normal bir durumdur. Ama bunu aşırıya götürdüğünde, körü körüne bağlanıp fanatizmin şiddete dökülmüş hali olan holiganizme vardırdığında ortaya anormal durum çıkar. Burada, doğal olarak karşılanmamış veya doğru yollardan karşılanmamış olan bazı sosyolojik ve psikolojik ihtiyaçların fanatizm yoluyla karşılandığını söyleyebiliriz.
Bir de kendini değerli ve önemli hissetme ihtiyacı vardır insanın. Kişi yanlış bir davaya kapılıp o davanın adamı olduğu zaman bir anda kendini kahraman görmeye başlayabilir. Mesela bir terör örgütüne ya da bir siyasi partiye dahil olduğunda orada kendini misyon sahibi önemli bir insan, hatta üstün bir insan zannedebilir. Bu tür insanlar genelde kendi hayatlarının başka tüm alanlarında önemsiz kişilerdir. Yani hayatında hiçbir şey başaramamış, sıradan bir insan olmuş. Böyle bir aidiyetle kendini kahraman görme durumu aslında bir illüzyon. Mesela fanatik bir şekilde bir futbol takımını tutan kişi, takım şampiyon olduğunda kendini büyük bir başarı göstermiş zannediyor. Hatta takım bir futbolcu satıyor, "Şu kadar para kazandık" diyorlar. Takımın başarısını kendi başarısı gibi görüyor. Böylece hayali bir aşırı özdeşleşme duygusu ortaya çıkmış oluyor.Anladığım kadarıyla fanatizme bizi götüren sebepler daha çok psikolojik ve sosyolojik. İnsanlar grup fanatizmine kapıldığında "Biz mutlak doğruya sahibiz. Bizim doğrumuz tektir, başkaları yanlış yoldadır" gibi bir anlayış mı hâkim oluyor?
Bir fıkra var. Adam ters istikametten yola girmiş. Radyodan anons yapılmış, "Dikkat dikkat, bir şoför ters istikamette gidiyor" diye. Adam da demiş ki, "Ne bir tanesi? Hepsi ters istikamette gidiyor." İşte bu tam fanatik, dogmatik bir tutum. Kendini asla sorgulamıyor, devamlı doğru görüyor. Eleştiriye ve düzeltilmeye açık değil. Şüphe de duymuyor herhangi bir şeyden. Ötekileştirme de tam olarak bu noktada başlıyor. Kendini üstün gören insan için diğer herkes "öteki"dir. Hani İsrail Savunma Bakanı "Biz insansı hayvanlarla savaşıyoruz" dedi ya, işte bu fanatizmin bir insanı hangi noktaya getirebileceğiyle ve başkalarını nasıl göreceğiyle ilgili tipik bir örnek. Böyle körü körüne bir bağlılık, bir üstünlük vehmi ırkçılığa götürüyor sonunda. O da şiddete dönüşüyor. Zaten bu fanatik yaklaşımın sonucu olarak, biz Gazze'de hiçbir vicdana, akla, insanlığa sığmayan zulümler görüyoruz. Bu, fanatizm bağlamında değerlendirildiğinde bir anomali ve sosyal bir hastalık, psikolojik bir hastalık.
Tarihsel süreci göz önünde bulundurarak bir değerlendirme yaptığınızda fanatizmin nerelerden beslenerek bugüne geldiğini söylersiniz?
Kendini üstün gösterme hali tarih boyunca olan bir şey. Kabil Habil'i niye öldürdü? Kendini daha üstün gördüğü için. Şeytan, Hz. Âdem'e neden saygı secdesinde bulunmadı? Niye Allah'ın Adem'e secde etmesi emrine karşı gelip, "Ben ondan daha üstünüm. Sen onu topraktan, beni ateşten yarattın" dedi? Kur'an-ı Kerim'de buna "tefâhur" denir. Yani böbürlenme, övünme, kendini üstün gösterme. İnsanın kendini üstün görme veya gösterme biçimleri var. Mesela başarılı bir insandır ve bundan dolayı kendini üstün görebilir ya da kendi başarısı yoktur da bir gruba aidiyet duyar, o grubun başarısıyla kendini üstün gösterir. Dolayısıyla bu evrensel bir fenomen. İnsanlık tarihinin başından günümüze kadar devam ediyor. Bir de bu işin Kur'an-ı Kerim'de "ğulüv" diye isimlendirilen aşırılık boyutu var. Kişi bir davayı veya kimliği benimsemede aşırıya gidip diğer insanları aşağılayacak bir noktaya geldiğinde ortaya ğulüv çıkıyor. Mesela ehl-i beytten bazı zatlara ilahlık atfeden Ğulât-ı Şia dediğimiz gruplar böyle. Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de ehl-i kitabı uyarıyor, diyor ki: "Dininizde ğulüv yapmayın, aşırıya gitmeyin." Hristiyan rahiplerinin ve rahibelerinin evlenmemelerini Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de ğulüv olarak isimlendiriyor. Peygamberimiz zamanında sahabeden bazıları "hiç evlenmeyeceğim", "hayat boyu oruç tutacağım" gibi sözler sarf ederek işi aşırılığa götürmek istiyorlar, Peygamberimiz onları normal çizgiye çekiyor.
Günümüzde fanatizm hangi biçimlerde kendini gösteriyor? Modern dünyada fanatik davranış biçimlerinin arttığını düşünüyor musunuz?
Düşünüyorum. Modern dünyada fanatizmin artmasının en önemli sebebi insanların içine düştükleri manevi boşluk. O manevi boşluğu ibadetle değil de maça gidip bağırarak, küfrederek gidermeye çalışıyorlar. Bu bir vecd hali yaşatıyor ki insanı tatmin ediyor. Halbuki o kişi aidiyet ve vecd ihtiyacını sahih bir şekilde dini hayatta giderse futbol maçına gittiğinde aşırı fanatik davranışlar sergilemez, o dengeyi bir şekilde kurar. Ahlaki unsurlar fanatizme müsaade etmez. Fanatizm, ahlakı bir ölçüde devre dışı bırakıyor. Genel olarak baktığımızda fanatizmin tezahür biçimleri de modern zamanlarda artmış durumda. Ama unutmamak lazım ki en başta fanatikliğin yöneldiği unsurlar fanatizmi pompalıyor. Siyasi partiler, gizli örgütler, sahih olmayan dini oluşumlar, futbol takımları, markalar, sanatçılar zaten fanatiklerden besleniyorlar. Sıkı takipçiler onların müşteri kaynağı. Dolayısıyla bu kuruluşlar fanatizmi pompalıyorlar. Elde edilen kazanç sadece maddi değil tabii. Bazı ünlüler için, insanların kendi peşlerinde koşması ve kendilerine tapınır şekilde bağlanmaları hastalıklı bir psikolojik tatmin sebebi.
Hep aidiyet kavramı üzerinde duruyoruz. Aidiyet veya asabiyet her zaman kötü bir duygu mudur yoksa tabii bir ihtiyaç mıdır? Aidiyetin sınırlarını nasıl çizersiniz?
Asabiyet İbn Haldun'un kullandığı önemli bir kavram, grup aidiyeti anlamına geliyor. Son derece tabii hatta zorunlu bir durum bir toplumun oluşabilmesi için. Bir memlekete aidiyet, bir toprağa aidiyet, bir siyasi görüşe aidiyet, bir dine aidiyet son derece insani bir durum. Aidiyet aşırı bir özdeşleşmeyle fanatizme dönüştüğü zaman sorun haline gelir. Bağlanılan unsurlara koşulsuz itaat ve bu unsurları dogma haline getirmek çok tehlikeli. Çünkü bu durumda artık akıl devreden çıkıyor, insan hadiseleri makul bir süzgeçten geçirme yeteneğini kaybediyor. İslamiyet bu konuda güzel bir ölçü koyuyor: Allah'a isyan gerekiyorsa faniye itaat edilmez. Dolayısıyla bağlılığın, aidiyetin, itaatin bir sınırı var. FETÖ gibi grupların insanları dini kuralları bile çiğnemeye nasıl ittiğini, takiyenin her türlüsünü nasıl meşru kıldığını hepimiz gördük. Bu durum, koşulsuz bağlanmanın, itaatin sınırını çizememenin ve ölçüyü kaybetmenin tipik örneği. Bir kült yapısı oluşturuyorlar ve insanın hayatını toptan kontrol etmek istiyor. Halbuki Cenab-ı Hak bile insan hayatını toptan kontrol etmez. Kuran-ı Kerim'de helaller ve haramlar dışında bir de mübah alan vardır. Bizim hayatımızın büyük çoğunluğu mübah alandır zaten. Yeme içmeyle, giyimle alakalı kaç tane kural var? İki elin parmağını geçmez. Allah-u Teala bile insanın hayatının %10'unu ancak düzenlemiş, gerisini insanın tercihlerine bırakmış. Ama bu dogmatik gruplar insan hayatının üzerinde tamamıyla bir hakimiyet kurmaya çalışıyorlar. Bu kişiyle evleneceksin, sadece buralara gideceksin, sadece şuralardan alışveriş yapacaksın gibi.
Dini grup fanatikleri belki bireysel hayatlarında dini kuralların dışına pek çıkmıyorlar ama grup olarak ortaya çıkan fanatik davranış biçimleri çok şiddetli. Dini grup fanatizmi nasıl bir altyapıdan çıkıyor?
Fanatik dini gruplarda bir kibir var. Kendini diğer dini grupların hepsinden üstün görüyorlar. Bu tamamen İslamiyet'e aykırı bir şey. "Bizim tarikatımız, bizim cemaatimiz diğer bütün Müslümanlardan üstün" anlayışı fanatizm doğuruyor. Müslüman'ın tevazu içinde olması lazım. Diyecek ki, diğer Müslüman kardeşlerimiz bizden daha iyi. Tevazu İslam ahlakının temelini teşkil ediyor. Bırak diğer Müslümanları, bütün mahlukattan kendini daha aşağı görmen lazım. İslam ahlakının bize öğrettiği şey bu. Dini fanatizm en temelde böyle bir kibir ve kendini üstün görmeyle ilgili. Diğer taraftan bahsettiğim koşulsuz itaati suiistimal ederek Allah-u Teala'nın koyduğu sınırları çiğnetip yasak olan eylemlere sürüklüyorlar insanları. Bunlar belli sosyolojik ve psikolojik mekanizmaları kullanıyorlar. Mesela, Hristiyanların dinleri için en çok kullandığı argüman merhamet. Hz. İsa diyor ki, bir yanağına tokat atana öbür yanağını çevir. Peki Haçlı Seferleri nereden çıktı? Terör meyilli İslami gruplarda da aynı durum var. Ben onlara diyorum ki, Müslümanlıktan fazla Müslüman olmaya çalışmayın. Çünkü Allah-u Teala gerekli sınırı çizmiş. Yalan söyleyerek, sahtekarlık yaparak, takiye yaparak, kısacası haram işleyerek İslam'a hizmet edemezsin.
Dijitalleşmenin fanatizme farklı bir boyut kazandırdığını düşünüyor musunuz?
Evet. Tabii burada daha derin süreçler işliyor. En önemlisi de sosyalleşme problemi. İnsanlar dijital teknoloji ortaya çıkmadan önce diğer insanlarla yüz yüze, fiziksel ortamlarda sosyalleşiyorlardı. Şu anda Türkiye'de ve dünyada insanlar günde ortalama 5 ila 8 saat dijital ortamda vakit geçiriyor. Fertler, fiziksel ortamda gerçek insanlarla gerçekleştirdikleri sosyalleşme ve o sosyalleşmenin doğal sonuçlarını yaşamak yerine artık dijital ortamlarda yapay sosyalleşmeyle sosyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarını tatmin ediyorlar. İnsanlar arası iletişim çok boyutludur. İki insan yüz yüze oturup konuştukları zaman bu iletişimde vücut dili devreye girer, karşılıklı tebessüm devreye girer ve çok katmanlı bir iletişim ortaya çıkar. Çünkü fiziksel iletişim sadece sözlü değildir, duygusaldır da. Dijital iletişim bunun fakirleşmiş ve birkaç cümleye indirgenmiş halidir.
Bir de dijital ortamda tek boyutlu bir kimlik ortaya çıkar genelde. Örneğin sen Lacivert Dergi'de çalışıyorsun, filanca memlekettensin, şöyle eğitim almışsın, karşındakiyle konuşurken şu tepkileri gösteriyorsun; ses tonun, soru sorma biçimin, nelere güldüğün, hangi fikirleri beğendiğin, saygı seviyen gibi hususlar hakkında beraber otururken biraz fikir sahibi olabiliyorum. Ama dijital ortamda ben seninle haberleşirken seni tek bir boyuttan görüyorum: Lacivert'te çalışan biri. Zaten fanatizm dediğimiz kavram da kimlik oluşumunda bir sorunun ortaya çıkması, kimliğin tek katmana indirgenmesi. Dijital ortamda kontrol mekanizması da yok; fiziksel iletişimde insanlar sınırlarını daha çok biliyorlar ve saygı sınırını aşmamaya gayret ediyorlar. Sosyal medyada yazdığı şeyi o kişiyle yüz yüze olsa belki hiç söylemeyecek.
Ayrıca sosyal medyanın hayatımızdaki varlığı çok taze olduğu için bir sosyal medya adabı, etiği de henüz oluşmuş değil. Günlük hayatta biriyle karşılaşınca selam verirsin, selamını alırsın, hatırını sorarsın. Sosyal medyada direkt konuya giriyoruz. Pragmatik ve doğrudan sonuç almaya yönelik bir yaklaşım ortaya çıkıyor. Sanki karşıda bir tane makine var, sen de o makineye komut giriyorsun ve sonuç alıyorsun. Zaten bu durum günlük iletişime yansımaya başladı. İnsanları makine gibi görüyoruz, ilişkiler de mekanikleşiyor. Düğmeye basıp sonuç almaya çok alıştık. Diyalog, uzlaşı, müzakere, ikna gibi süreçler devre dışı kalınca iletişim tekdüzeleşir ve fanatizm gibi problemli anlayışların yolu daha fazla açılır. Sosyal medya kullanımı ve dijitalleşme de bu eğilimi dolaylı da olsa körüklüyor.
Fanatizmin aslında bir kimlik problemi olduğunu söylediniz. Büyük devletlerin, çok uluslu şirketlerin, sosyal medyanın kimlik politikaları da fanatizmi besliyor anladığım kadarıyla.
Evet, mesela bazen ulus devlet anlayışı milliyetçiliğin fanatizmini pompalar. Fransızlar, Almanlar, İsrailliler kendi milletlerini üstün insan görür. Milli devlet ideolojisi genellikle böyle bir fanatiklik üzerine kurulmuştur. Ve bu fanatizm okullarla ve medyayla insanlara enjekte edilir. Fanatik davranış biçimlerinin son zamanlarda artması da doğal bir seyrin sonucu değil. Bu, beslenen ve pompalanan bir durum. İdeolojilerde de durum aynıdır. İronik bir örnek üzerinden gidersek, liberal düşünce söylemde kendini fanatikliğe en uzak ideoloji gibi konumlandırır ama fiiliyatta en fanatik davranışları da kendileri sergilerler. Ben onları "liberal fanatikler" olarak adlandırıyorum. Mesela liberalizme aykırı olan bir düşünceye asla müsamaha göstermezler. Sosyal cinsiyet, LGBT, milli kimliği reddetmek gibi konulardaki tutumları kendini ele veriyor zaten. Sen cinsler arası açık ilişkiyi bir değer olarak görebilirsin ama benim namus kavramını değer olarak görmemden de rahatsız olmamalısın. Mesela şu anda Avrupa'da vatandaş olabilmek için belli testler yapıyorlar. Liberalizmin değerlerini kabul etmen gerekiyor. Yani fanatizme karşı çıkmak adına müthiş bir fanatiklik yapıyorlar. Fanatizm, kimliği tek boyuta indirgeme demiştik ya; insanın kendini bir futbol takımına indirgemesiyle LGBT savunuculuğuna indirgemesi arasında bir fark göremiyorum ben. Bir Alman'ın kendini üstün ırk görmesiyle bir liberalin kendi ideolojisini tartışılmaz üstün bir ideoloji olarak görmesi arasında da bir fark yok.
Geçenlerde bir haber okudum, Amerika'da bir eyalette çocuklara sosyal cinsiyet ideolojisi daha anaokulundayken anlatılıyor. Hristiyan ve Müslüman aileler buna karşı çıkıyorlar. Sonra iş mahkemeye gidiyor. Mahkeme, devletin koyduğu müfredatı doğru buluyor. Çocuklar mutlak surette o liberal, seküler, sosyal cinsiyet ideolojisinin, LGBT'nin ne kadar özgürlükçü bir düşünce olduğunu öğrenecekler. Bunun faşist otoriteryanizmden veya sosyalist otoriteryanizmden ne farkı var? Bir de bunu yapan insanlar ilerici, progresif, pluralist filan. Bu da böyle bir ironik, paradoksal bir durum ortaya çıkartıyor.
Sizce hangi alanda ve ne biçimde olursa olsun fanatikliğin bir panzehri var mı?
Bizim dinimizde eğitimin amacı insanları taklitten tahkike geçirmek. Tahkik, delile dayalı bilgi ve davranış anlamına geliyor. İşte fanatizmin, dogmatizmin ilacı budur. "Ben yaptığımı niçin yapıyorum" diye sorgulamak. İkincisi de tevazu. Bir Müslüman'ın mütevazı olması gerekiyor. Gerçek entelektüel, gerçek akademisyen mütevazı insandır. Karl Popper, bilimsel bilginin "yanlışlanabilir" bilgi olduğunu söyler. Ama maalesef günümüzde aydınlar çok kibirli, fanatik ve dogmatik; yanlışlanmaya tamamen kapalılar ve eleştiriye tahammülleri yok.
Bir de bizim dinimizde içtihat anlayışı var. Bizim farklı içtihatlara, farklı mezheplere saygımız var. "Hanefi olmayanlar cehenneme gidecek" diye bir anlayış bize öğretilmiyor. Yine Kur'an-ı Kerim'de ehl-i kitaba saygı bize öğretiliyor. Hatta bırakın ehl-i kitabı, "Kafirlerin putlarına küfretmeyin" diye bir emir var. Dolayısıyla İslam'ın ruhunu gözettiğimiz zaman ortaya fanatik anlayışların çıkması mümkün değil. "Yaratılanı sevdik, Yaratan'dan ötürü" anlayışı bizim kültürümüzde hakim. Hiçbir insanı bizden farklı olduğu için, bizim dinimizde olmadığı için, bizimle aynı kulübe gitmediği için, bizimle aynı siyasi görüşü paylaşmadığı için dışlayamayız. Tabii buradan, postmodern rölativist ahlak anlayışında olmamız gerektiğini söylemiyorum; saygıdan bahsediyorum. Dolayısıyla fanatizmin ilacı bizim İslam ahlakını hayatımızda tatbik etmemizde, kimlik oluşumunu sağlıklı bir şekilde sosyal hayatta sağlamamızda, insanı ve onun sosyal kimliğini çok katmanlı bir varlık olarak görmemizde saklı.
Prof. Dr. Recep Şentürk kimdir?
1964'te Çankırı'da doğdu. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde lisans eğitimi aldı. 1988'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi sosyoloji bölümünde yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra aynı bölümde asistan oldu. 1998'de ABD'de Columbia Üniversitesi'nde doktora çalışmalarını tamamladı. 2003 yılında doçent, 2008 yılında profesör oldu. İslam Araştırmaları Merkezi'nde araştırmacı olarak çalıştı. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Medeniyetler İttifakı Enstitüsü'nün kuruluşunda görev aldı ve enstitünün ilk müdürü oldu. 10 Mart 2017 tarihinde İbn Haldun Üniversitesi rektörlüğüne atandı ve 21 Nisan 2021 tarihine kadar bu görevini yürüttü. 2022 yılından beri Katar Hamad Bin Khalifa Üniversitesi'nde İslami İlimler Fakültesi Dekanlığını yürütmektedir.