Filistin'de 2. İntifada başlayalım iki sene olmuştu ve büyük şair Mahmud Derviş'in yaşadığı Ramallah şehri de işgal altındaydı. Çatışmalar uzun süredir devam ediyordu. Ve 2002 senesinin Mart ayının sonlarında, içlerinde Jose Saramago ve Wole Soyinka gibi Nobel ödüllü yazarların ve Oliver Stone gibi ünlü yönetmenlerin de olduğu sekiz kişilik bir grup, yaşananları yakından görmek için Mahmud Derviş'in çağrısıyla Ramallah'ı ziyaret ettiler. Hepsinin de ilk kez Filistin'e gelişiydi bu.
Mahmud Derviş, bir akşamüzeri misafirlerini alarak Kudüs'ü yukarıdan gören bir tepeye çıkardı. Serin bir sonbahar akşamüzeriydi. Bir süre sessizce şehri izlediler. Kimse konuşmuyordu. Sessizliği bozan Mahmud Derviş oldu ve onları bu tepeye getirmesinin sebebini şöyle açıkladı: "Amacım reklam yapmak değil, sadece gerçeklerle sizi baş başa bırakmak."
Jose Saramago Filistin'den ayrıldıktan sonra Ramallah'ı Auschwitz Ölüm Kampı'na benzetecek ve "Henüz gaz odaları yok. Fakat bu hiçbir zaman gaz odaları olmayacağı anlamına gelmiyor. Ayrıca insanlar gaz odaları olmaksızın da öldürülebilir" diyecekti. Ünlü yazarın bu ifadeleri İsrail'i çok kızdırmıştı ancak Saramago için gördüklerinin ve arkadaşı Mahmud Derviş'in etkisi çok daha büyüktü. Bu nedenle 2010 senesindeki ölümüne değin anti-semitizm suçlamasına maruz kalacak hatta ölüm haberi Siyonist yayın organlarında "Yahudi düşmanı bir adamın ölümü" olarak verilecekti.
Filistin dili, milliyeti, inancı fark etmeksizin dünyanın farklı yerlerinden milyonlarca insanın ortak paydası haline geldi artık. Vicdanın aslında ne kadar evrensel bir kavram olduğunu bize hatırlatan bir toprak parçası oldu. Filistin halkı, Nekbe'den yani 1948 yılında İsrail'in kurulmasından bugüne -ki aslında Filistin'in bağımsızlık mücadelesi daha da eskiye, İngiliz mandasının başladığı 1920'li senelere dayanıyor- büyük bir açık hava hapishanesinde yaşıyor ve kesintisiz olarak direnmeye devam ediyor. Hiçbir şekilde kirlenmemiş, asaletini muhafaza etmeyi başarmış, insanların zihninde "acaba" sorusunu uyandırmamış, su gibi berrak bir mücadele var ortada.
Filistin'in sesi edebiyatçılar
Neredeyse yüz seneden bu yana süren bu mücadelenin dünyaya duyurulmasını, özellikle de batılı edebiyat çevrelerinde yankı bulmasını sağlayan en önemli güç ise Filistin'in yazarları, şairleri ve sanatçıları oldu. Ve düşmanlarının varlığını dahi inkâr ettikleri bir toplumun yaşadıklarını anlatmada öncü bir role sahip oldular. Şiirlerinin bir mısraı, öykülerinde geçen bir cümle ya da kalemlerinin ucundan dökülen bir çizgi, en gelişmiş silahlardan daha büyük bir etki bıraktı kalplerde.
Filistin edebiyatı üzerine bir belgesel hazırladığımız 2015 senesinde, Bernard Bouton isimli ünlü bir Fransız karikatüristle röportaj yapmıştık. Bay Bouton'la görüşmek istememizin sebebi, Fransa'da yayınlanan Hanzala albümünün editörü olması ve Naci el-Ali hakkında pek çok konuşma yapmasaydı. Kendisi de önemli bir karikatür sanatçısı olduğu için heyecanlıydık ancak bizler açısından en etkileyici olan, Fransa'da doğan ve büyüyen Bernard Bouton'un Naci el-Ali'yi anlatırken gözlerinin dolmasıydı. Hanzala'dan bahsederken ise elleri titriyordu ve sürekli şöyle söylüyordu; "Çok güçlü, hayatımda gördüğüm en güçlü çizimler. Ben Filistin'i Naci el Ali'nin çizimleri sayesinde öğrendim."
İntifada şairi Semih el-Kasım, 1968 senesinde çıkan kitabı Ve Yıldırım Kuşları Gelir yayınlandıktan birkaç gün sonra tutuklanmış ve hapishaneye gönderilmişti. Ve aynı anda kitap hakkında da tutuklama kararı çıkmıştı. Yazarını tutuklamakla kalmamışlar, kitabı da arıyorlardı. Bu gerçekten trajikomik bir durumdu. Polis merkezlerine kitap kapağının resmi asılmış ve bulanların derhal getirmesi emredilmişti.
Yaşananların duyulması ile Semih el-Kasım'a gerek Filistin içerisinden gerekse dünyanın çeşitli ülkelerinden pek çok destek mesajı gelecekti. İsrail'e yaklaşık 70 protesto telgrafı gönderildi ki bu telgrafları gönderenlerin içerisinde John Berger, Allen Ginsberg, Joan Baez ve Arnold Wesker gibi çok sayıda dünyaca ünlü entelektüel ve sanatçı da vardı. Her biri milyonlarca okura, dinleyiciye sahipti ve ağızlarından çıkan bir söz, çektikleri bir telgraf, tüm gözlerin Filistin'e ve Semih el-Kasım'a çevrilmesine yetmişti bile.
Savaşçılarla yazarlar kol kola
John Berger, daha sonra Filistinli yazarlarla olan dayanışmasını göstermek için 1972 senesinde 36 yaşında şehit edilen, Filistin modern öyküsünün kurucularından Gassan Kenefani'nin "Gazze'den Mektup" öyküsünü okuduğu bir video hazırlayacaktı. John Berger'in etkileyici bir ses tonu ve üslupla okuduğu "Gazze'den Mektup" kısa sürede dünyanın her yerinden milyonlarca insana ulaştı. Gassan Kenefani, Beyrut'taki evinin önünde arabasına konan bombanın patlaması sonucu şehit edildiğinde de cenazesine dünyanın pek çok yerinden yazarlar ve şairler katılmış, kendilerine halkının yaşadığı acıları öyküleriyle anlatan Filistin'in bu yiğit evladının tabutuna omuz verebilmek için sıraya girmişlerdi.
Filistin'de yaşananlar, Siyonizmin bir halkı ortadan kaldırmaya yönelik tüm çabalarına ve bağnazlığına rağmen edebiyatın muazzam gücünü tekrar tekrar gösteriyor bizlere. Bir toplumu ve bu toplumun mücadelesini anlamak için en kıymetli aynanın o toplumun edebiyatı ve sanatı olduğunu Filistin'e baktığımızda öyle açık bir şekilde anlıyoruz ki. Semih el-Kasım, Filistin'de cephede savaşan savaşçıların ve yazarların kol kola girmiş iki yoldaş olduğunu yani birlikte mücadele ettiklerini söyler. Gerçekten de, Filistin edebiyatının 70'li yıllardan bu yana başta İngilizce olmak üzere batı dillerine çevrilmesi, batılı okuryazarların Filistin'de olup bitenleri anlamasına ve Siyonizmin yıkıcı bağnazlığını görmesine fevkalade bir etki sağlamış. Bizim gibi Filistin ile ortak bir tarihsel bağa ve inanca sahip olmayan toplumlar açısından edebiyat çok daha önemli hale geliyor.
Her şiir bir silah
Bugün Gazze'de 7 Ekim'den bu yana devam eden soykırım esnasında en çok hedef alınanların başında da yazar ve şairler geldi o nedenle. Korkusuzca kendileriyle mücadele etmeye devam eden ve en ağır bedeller karşısında bile geri adım atmayan yazar ve şairleri suikast listelerinin en başına yerleştirdi daima. İsrail, edebiyatın ne denli etkili olduğunu çok iyi bildiği için doğrudan hedef alarak Rıfat el Ariri, Salim en-Naffar, Heba Ebu Nad, Yusuf Davvas ve Nureddin Haccac gibi onlarca yazar ve şairi katletti geçtiğimiz aylar boyunca.
Ve Rıfat el-Ariri, şehit edilmeden önce yazdığı son şiiri ile bir vasiyet bırakmıştı hepimize esasında. "Ben ölürsem" diyordu; "Ben ölürsem sizler benim hikâyemi anlatmaya devam edin." Bu vasiyet dünyanın bütün vicdanlı insanlarınaydı ve kısa sürede milyonlarca kalpte etki gösterdi, son sözleri onlarca pankartta yer aldı, büyük şehirlerin meydanlarındaki duvarlara yazıldı. Ve sözün, özellikle de Gassan Kenefani'nin söylediği gibi haklı bir davaya bağlı olmaktan doğan sözün etkisinin ölümsüzlüğü bir kez daha haykırdı zalimlerin yüzüne.
Filistinli yazar ve şairlerin bize verdiği en büyük ders de, sözün haysiyetinin şeytani bir bağnazlık karşısında nasıl da güçlü bir kale gibi durabileceği oldu. Bir şiirin mısraının, bir romanın, bir öykünün cümlesinin insan onurunu korumada nasıl böylesine güçlü bir silah olabileceğini öğrettiler bize. Ve büyük şair Mahmud Derviş'in o sözleri mıh gibi çakıldı zihinlerimize.
Bir Filistin vardı, bir Filistin gene var!