Hakkı Öcal: KAYITSIZ-ŞARTSIZ SEVGİNİN SONU FELAKETTİR

KAYITSIZ-ŞARTSIZ SEVGİNİN SONU FELAKETTİR
Giriş Tarihi: 21.08.2024 14:09 Son Güncelleme: 21.08.2024 14:09

Sosyal medya çıktı hepimiz herşeyolog olduk ya! Bu arada kimden gelirse gelsin, her video linkini tıklıyoruz ya! Belki bir şey çıkar umuduyla… Çıkmıyor ama! Kırk yılda bir anlamlı, öğretici, bildiğiniz bir şeyleri yerine oturtmanızı sağlayan şeye rastlarsanız ne mutlu!

Böyle bir videoya geçenlerde rastladım. Baba ile bir buçuk-iki yaşındaki oğlu birlikte televizyonda maç izliyorlar. Babanın takımı gol üstüne gol atıyor. Babanın bir iki saniye ardından minik seyirci de onun gibi havalara uçuyor! Bu sırada babanın takımı bir gol yiyor; baba yıkılıyor, arkasına devriliyor. Elleri ile başını tutuyor. Tüm bir "Ah, naaptınız ya!" havasında. Bu sırada minik seyirci babanın farkında değil, deminki gibi havalara sıçrıyor. Yan tarafta babaya bakıyor; aaa, baba kendini arkaya atmış, üzülüyor. Bizimki anında kolları indiriyor, başını tutuyor arkasına devriliyor ve başlıyor üzülmeye…


Neden? Çünkü biz bebekken öğreniriz sevginin de, saygının da şartlı olduğunu. Anamız babamız, onun eğitimi, bunun tavsiyesi ile fıtratlarını yitirmemişler (veya psikoloji doktorası yapmışlarsa), bize iki üç yaşımıza kadar karşılıksız sevgiyi aşılayabilirler. Ama hepimiz bu kadar şanslı olmayız; takdir edilsek de, hatta popomuza bir iki sevgi tokadı yesek de, "Anam babam beni çocukları olduğum için karşılıksız severler. Onları üzmeyeyim; dediklerini yapayım!" deriz.

Ama dedim ya herkes bu kadar ana-babadan yana talihli olamıyor. "Şunların dediğini yapayım da beni sevmeye, karnımı doyurmaya devam etsinler!" diye büyüyenimiz de hiç az olmuyor aramızda. Hele erken yaşta hayata atılır, iş arkadaşı, amir, müdür, belediye otobüsünün şoförü, metro istasyonunun güvenlik memuru gibi kişilerle erken yaşta temasa geçersek, o zaman sevginin de saygının da şartlı olduğunu, bu şartlara riayet suretiyle hayatımızın daha kolay olacağını anlıyoruz.

Ortada Hitler filan yokken…

Bir de bunun tersi var: Koca çocuk oluncaya kadar kendisine "Gözünün üstünde kaşın var" denmemiş bir velet düşünün. Bırakın anayı-babayı taklit ederek öğrenmeyi, ilkokulda ortaokulda bile el-bebek gül-bebek büyütülmüş bir beyzade veya hanım sultan. Bazen lokantada kafede örneğini gördüğünüz türden, yedi yaşındaki çocuğun yemeğini lokma-lokma yediren anneler vardır ya. Aynen öyle. Yediği önünde, yemeği ardında. Sınıfta mı kalıyor? Aman git hocasıyla konuş. Aman filanca özel okulda sanki işler daha kolay gibi... Küçük beyi, küçük hanımı o okula naklettir. Vardır sizin de tanıdığınız bu tipler.

Örnek İsrail!
Ne alakası var diyeceksiniz. Babasıyla maç seyreden bebekten veya el-bebek gül-bebekten İsrail'e nasıl atladık? Şöyle ki:

Bu İsrail, yeni kurulurken yani daha ortada Hitler falan filan yokken, yani Avrupa Yahudilerinin başına bu felaketler gelmeden çok önce, Birinci Dünya Savaşı'ndan çook önce banker ve baron Lionel Walter Rothschild, ki kendisi Siyon Derneği'nin yani modern çağda Siyonizmin kurucusudur, İngiltere'nin Dışişleri Bakanı Arthur Balfour'a gelir ve çantasından bir harita çıkartıp, masanın üstüne serer.

Bu, Katip Çelebi'nin 1732'de yayınlanan, Kitab-ı Cihannüma'sında yer alan bir Orta Doğu haritasıdır.

Rothschild elini üzerinde "Arz-ı Filistin" yazan yere koyar veee "İşte" der, "Sayın Bakan, biz dünya Musevileri Kral Hazretleri George'dan burayı istiyoruz."

İngiliz bakan, bakar ki burası Osmanlı'ya ait bir yerdir ve o sırada İngiltere birçok sebeple Osmanlı'dan hazzetmemektedir; "O kolay!" der. "Burayı Osmanlı'dan alır size veririz. Ama önce Fransa'yı ve Amerika'yı ikna etmemiz gerekir."

Soykırım hazırlığı çoktan bellidir

Nitekim işin o tarafı kolaydır; birkaç İttihatçı Osmanlı paşasının da yardımıyla, İngiliz komutan general ve kont Edmund Allenby Kudüs'e girer; birkaç gün sonra da Bakan Balfour, baron Rothschild'e meşhur mektubunu yazarak, adeta Filistin'in tapusunu Siyonist Derneğine verir. Tapu tamamdır ama anahtarın teslimi biraz zaman alır. Sadece Filistin değil Osmanlı'nın bütün toprakları, Avrupa'da (Balkanlar) 7, Orta Doğu ve Afrika'da 8 devletin yeniden kurulması ve 11 devletin de sınırlarının yeniden çizilmesi gerekmektedir.

Bu işler biraz zaman alır. Ama bu arada bir talihsizlik olur; dünya savaşı yeniden başlar. Filistin'in bölüştürülmesi, Yahudi devletinin kurulması ve saire ile uğraşmaktansa, Avrupalılar hazır Hitler de arzu ediyorken, bütün Yahudilerini toplar trenlere doldurur ve Almanya ile Polonya'daki ölüm kamplarına gönderirler.

Hikâyenin gerisi iğrenç, acıklı, insanlık dışı… Ama bütün dünya Yahudi düşmanı Avrupalılar kadar aşağılık ve alçak değildir; işlenen bu korkunç günahın vebali, kefareti olarak, Balfour'un Filistin'in bölüştürülmesi projesi raftan indirilir ve hazırlıklar başlar. Gerçekte, Avrupa'daki bu soykırım hazırlığı çoktan beri bellidir ve Siyon Derneği, imken buldukça dünyanın her tarafından Filistin'e Yahudi göçünü başlatmıştır.

El-bebek gül-bebek meselesi de bu noktada başlar. ABD Başkanı Harry Truman ki çok direndiği halde Amerikalı Musevilerin baskısı ile sonunda ülkesini savaşa sokan kişi olur (Bu işin de başlıca kotarıcısı ABD'nin İstanbul Büyükelçisi Henry Morgenthau'dur; Prof. Heath W. Lowry'nin Büyükelçi Morgenthau'nun Öyküsü'nün Perde Arkası kitabını okumalısınız.)

Batı'nın şımarttığı arsız

Truman'ın (ve o günden sonra bütün ABD başkanlarının) seçilebilmek için ABD'deki Musevi Lobisine muhtaç olması, kurulmakta olan Musevi devletinin İngilizlerin öngördüğü gibi Filistin'in Müslümanlarla Yahudiler arasında "paylaştırılması" şeklinde değil, sanki bütün Filistin arazisi Siyon Derneğine verilmiş gibi bir Birleşmiş Milletler kararının çıkmasına sebep oldu. Bu o kadar adaletten uzak bir karardı ki, atom bombasının babası ünlü fizikçi Albert Einstein ve Musevi felsefeci, bilim insanı Hannah Arendt ve yüze yakın Yahudi- Hristiyan Amerikalı bir mektupla Truman'dan bu kararı reddetmesini talep ettiler.

Truman, eminim, bu mektubun tamamını okumadı bile. Çünkü İsrail kurulmalı, şımarır filan demeden ne isterse verilmeliydi, bizim genç annelerin oğulcuklarının ağzına lokmalar sokuşturduğu gibi (bunu kız çocuklarına asla yapmazlar!). ABD'nin, İsrail'in ağzına gak deyince su, guk deyince et sokuşturmaları, o gün başladı; bugüne kadar devam edegeldi.

Şimdi bu sevginin, bu kayıtsız şartsız şımartmanın İsrail'i, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya'yı getirdiği felaketi izliyoruz. Felaket Filistin halkına değil, Siyonistlere ve onların fanatiklerine geliyor. Filistin halkı, Kudüs Osmanlı'nın elinden çıktığı günden beri verdiği şehitlere 50 bin daha ekledi. Filistin'in şehitleri 7 Ekim öncesine kadar 5 milyon 100 bin olarak hesaplanıyordu. Şimdi bu rakama 50, belki de 60 bin şehit daha eklenecek. Ama fanatizm hiçbir yerde, hiçbir zaman kazanmadığı için Filistin'de de kazanmayacak; kaybeden Siyonizm ve onları destekleyen Yahudiler ve Hristiyanlar olacak.

Siz, siz olun çocuklarınızı ama sadece çocuklarınızı kayıtsız-şartsız sevin ki vereceğiniz disiplin, terbiye, güzel ahlak işe yarasın. Ama müttefik ülkelerinize karşı, fanatik sevgi beslemeyin ki sizi de kendileriyle birlikte dünya halkları nezdinde şerefsizlik çukuruna sürüklemesin.

BİZE ULAŞIN