Muhammed Bâkır Köse: BAŞKA BİR ÇİFTÇİLİK MÜMKÜN

BAŞKA BİR ÇİFTÇİLİK MÜMKÜN
Giriş Tarihi: 22.5.2024 12:41 Son Güncelleme: 22.5.2024 12:46
Gıdanın geleceği konusunda pek hoş olmayan ihtimallerin konuşulduğu mevcut şartlarda, doğa ile uyumlu yaşamamıza olanak verecek üretim ve tüketim sistemlerine doğru bir geçişe ihtiyaç olduğu kesin. Agroekoloji bunların içinde en çok umut vaat edeni.

İklim değişikliği, doğal afetler, salgın ve savaşların varlığı gıdaya erişim zorluğunun ve gıda kalitesinde düşüşün de konuşulmasına sebep oluyor. Konunun uzmanları gelecekte gıda tedarikinde daha ciddi sorunların olabileceğini, özellikle az gelişmiş ülkelerdeki açlık ve yetersiz beslenme problemlerinin daha can acıtıcı biçimde ortaya çıkabileceğini söylüyor.

Gıdanın geleceğini güvence altına almak ve olası krizlerin önünde geçebilmek için başta tarımda uygulanacaklar olmak üzere çeşitli çözüm önerileri bir süredir konuşuluyor. Üretimde kimyasal içerikli ilaçları ve pestisitleri azaltmaktan sulama sistemlerini geliştirmeye ve toprağı daha fazla su tutabilir hale getirmeye; satış kanallarında ise üretici pazarı uygulamasından gıda gruplarına kadar birçok alternatif, tarımın ve dolayısıyla gıdanın geleceğini kurtarmak için sunulan çözümlerden bazıları.

Aracısız tedarik ve taze tüketim

Hem sağlıklı ve taze gıdaya güvenli yoldan ulaşabilmek için hem de uzun ve maliyetli tedarik zincirini kırmak için üretici-tüketici veya başka ifadeyle kır-kent bütünlüğünün bir şekilde sağlanması gerekiyor. Bu konudaki mevcut uygulamalar arasında mahalli ölçekli üretici pazarlarını desteklemekten tarım-hayvancılık üreticileriyle satın alma garantili anlaşmalar yapmaya kadar çok çeşitli örnekler bulunuyor.

Türkiye'de tüketicinin doğal ve taze beslenme yönünde bir talep artışı bulunuyor ve bu durum sağlıklı gıdaya erişim yollarının çeşitlenmesini sağlıyor. Günümüzde sağlıklı gıdaya ulaşmak isteyen tüketiciler doğal ürün dükkânları, üreticilerin web-siteleri, tüketici kooperatifleri, üreticiyle doğrudan etkileşim halinde olan gıda toplulukları ve seçtikleri üreticilere alım garantisi veren topluluk destekli tarım organizasyonları gibi çeşitli yollar kullanıyor. Yerelde kurulan üretici pazarları ve ekolojik pazarlar kırsal nüfusun refahına ve yerel çeşitliliğin devamlılığına destek olurken aynı zamanda üreticilerle tüketicilerin iş birliğine de zemin oluşturuyor.

Topluluk destekli tarım modeli (TDT), aracısız ve sağlıklı tedarik konusunda bahsedilmesi gereken bir yöntem. 1960'ların ortasında Almanya, İsviçre ve Japonya'da gıda güvenliği konusundaki kaygılar sonucu ortaya çıkan ve Türkiye'de de giderek yaygınlaşan TDT sayesinde çiftçilerle tüketici toplulukları bir ortaklık kuruyor. Destekçiler genelde hasattan pay satın alarak ve bazen de çiftlik işlerine destek olarak çiftliğin yıllık işletme giderlerini karşılamaya yardımcı oluyor. Karşılığında, çiftlik mümkün olan en sağlıklı ve taze mevsimlik ürünü tüketiciye sunuyor. Günümüzde ABD'de üç bine yakın TDT girişimi bulunuyor. Japonya'da, ülkenin önemli yaş ürün kaynağı durumundaki TDT sisteminin içinde milyonlarca kişi yer alıyor.

Katılımcılığa dayalı bir diğer gıda temini yolu da, yerel olarak odaklanmış bir kalite garanti sistemi olan Katılımcı Garanti Sistemleri (KGS). KGS'de üreticiler, tarafların aktif katılımına dayanan ve kriterlerini tamamen katılımcıların belirlediği bir yöntemle sertifikalandırılıyor. Bu sistem, güven, sosyal ağlar ve bilgi/deneyim takası esasına dayanıyor. KGS, özellikle yerel pazarlar ve kısa tedarik zincirleri için uygun bir sistem. Böylece üreticiler, tüketiciler ve diğer taraflar standartların tanımlanmasından, değerlendirme ve kontrol yöntemlerinin belirlenmesine kadar çeşitli uygulamaları kapsayan sürece doğrudan dâhil olabiliyor.

Abonelik sistemi de taze gıdaya aracısız erişim noktasında elverişli bir yöntem. Abonelik sisteminde çiftçi, o hafta tarlasından ne hasat ettiyse birer pişirimlik porsiyonlardan oluşan bir kutu hazırlıyor ve müşterisine gönderiyor. Bu yöntem tüketicilerin mevsiminde ve taze gıdaya doğrudan üretici elinden ulaşmasına, çiftçilerin de ürünlerini nerede satacağını düşünmeden hazır müşteriye peşin tahsilatla satabilmesine olanak tanıyor.

Hem TDT hem KGS hem de abonelik modeli, büyükşehirlerde yaşayan insanların üzerinde önemle durması gereken tedarik yöntemleri. Bu modellerde tüketici, temin ettiği ürünlerin nasıl yetiştirildiği konusunda bilgi sahibi oluyor, çiftçilere doğrudan geri bildirimde bulunabiliyor. Bu tedarik yöntemleri sayesinde uzun tedarik zinciri kırılıyor, hem çiftçi için daha kârlı bir satışa hem de tüketici için daha uygun maliyetli bir alışverişe olanak sağlıyor. Bu modeller, sürdürülebilir tarım uygulamalarının teşvike, yerel ekonomilerin desteklenmesine ve tüketicilerin daha sağlıklı ve çevre dostu gıdalara erişmesine imkân tanıyor.

Sağlıklı gıdaya erişimin önündeki en büyük engellerden biri de bilgi kirliliği. İnternetten yol kenarındaki tezgâhlara, turistik tesislerden köy pazarlarına kadar hemen her yerde organik sertifikalı olmayan ürünlerin "organik" adı altında satılması, kontrollü ve sertifikalı organik üretim yapan üreticilerin zaten kısıtlı olan pazarında haksız rekabete neden oluyor. Bunun yanında herhangi bir kritere ya da kontrole tabi olmadan "doğal, naturel, köy ürünü" gibi etiketler de bilgi kirliliğinin başka yönünü oluşturuyor.

Bu tür haksız rekabete neden olan etiketlemelerin engellenmesi, büyük emek ve fedakârlıklarla sağlıklı gıda üretmeye çalışan organik sertifikalı ve agroekolojik ürün üreticilerini söz konusu kirliliğe karşı koruyacak önlemlerin alınması gerekiyor. Üretici ile tüketicinin arasındaki bağların onarılması ve güvene dayalı ilişkilerin kurulmasını temel alan yerel üretim ve yerel tüketim modelleri, bilgi kirliliğinin de önüne geçecek fırsatlar sunuyor.

Tarımda su israfını azaltmak

Dünyadaki su tüketiminin yaklaşık olarak yüzde 70'ini tarım sektörü teşkil ediyor. Ülkemizde ise bu oran yüzde 77 seviyelerinde. Araştırmalara göre, talep artışını karşılayabilmek için tarımsal sulamada kullanılan su miktarının 2050'ye kadar iki katına çıkması gerekebilir. Kullandığımız temiz su hızla azalıyor ve bunun sorumlusu sadece nüfus artışı değil.

Üretim ve tüketime dair yöntem ve alışkanlıklarımız eskisinden çok daha fazla su tüketmemize neden oluyor. Son 100 yıl içinde dünya nüfusu üç kat büyürken su kaynaklarına olan talep yedi kat arttı. Üstelik suyu sadece aşırı kullanmakla kalmıyoruz, kullanırken kirletiyoruz. Kullandığımız su doğal döngüde temizlenebilirken, onu kimyasallarla kirleterek yüzlerce, binlerce yıl kullanılamayacak zehirli bir sıvıya dönüştürüyoruz. Dolayısıyla kullanım alışkanlıklarının değişmesi ve iklim krizinden sonra tarım ve hayvancılık sektörleri su kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı konusunda giderek daha fazla zorlanıyor. Ancak, bazı yöntemlerle su kaynaklarını koruyarak ve daha verimli kullanarak, tarım ve hayvancılık üretiminde su tüketimini azaltmak mümkün.

Damlama sulama sistemleri, tarım alanlarına suyun doğrudan bitkilerin kök bölgesine uygulanmasını sağlayarak verimli kullanımını teşvik eden bir yöntem. Bu sistemler, toprak yüzeyindeki su kaybını minimize ediyor ve suyun bitkiler tarafından daha etkili bir şekilde kullanılmasını sağlıyor. Ayrıca, damlama sulama sistemleri sayesinde gübre ve pestisit gibi tarımsal girdilerin doğrudan bitkilerin kök bölgelerine uygulanması da mümkün oluyor. Başka bir sulama yöntemi olan yağmurlama sistemlerinde, suyun doğru şekilde yönlendirilmesi ve püskürtme düzeneklerinin doğru seçilmesi suyun kaybını azaltıyor ve bitkilere daha etkin bir şekilde ulaşmasını sağlıyor. Modern teknoloji ile entegre edilen yağmurlama sulama sistemleri, sulama miktarını ve zamanlamasını hassas bir şekilde ayarlayarak su tasarrufu sağlıyor.

Sulama sistemlerinin dışında su ihtiyacının belirlenmesini sağlayan yöntemler de su tasarrufu konusunda önemli. Toprak nem sensörleri, toprağın nem seviyesini sürekli olarak izler ve sulama gereksinimlerini belirler. Bu sayede, gereksiz sulama önlenir ve suyun verimli kullanımı sağlanır. Çiftçiler, toprak nem senyörlerinin verilerine dayanarak sulama zamanlamasını optimize edebilir ve suyun israfını önleyebilirler. Yağmur suyu depolama sistemleri ise tarım işletmelerinde yağmur suyunu depolar ve depolanan su, sulama için kullanılır. Ayrıca, sulama ve hayvan sulama atıklarının geri kazanılması da su tasarrufu sağlar. Bu uygulamalar, suyun verimli bir şekilde kullanılmasını teşvik eder ve suyun israfını önler.

Bunların dışında toprak işleme tekniklerinin ve organik madde eklemenin, toprağın su tutma kapasitesini artırarak sulama ihtiyacını azaltabileceği de biliniyor.

Tarım ve hayvancılık sektöründe suyun verimli kullanılması, su kaynaklarının sürdürülebilirliğini artırır ve olumsuz çevresel etkileri azaltır. Bu uygulamaların bir araya gelmesiyle, tarım ve hayvancılık sektörü suyun daha etkili bir şekilde kullanılmasını sağlayabilir ve gelecek nesillere daha sağlıklı bir çevre bırakabilir. Suyu korurken verimi artırmak, tarım ve hayvancılık sektörünün önündeki en önemli hedeflerden biridir ve bu hedefe ulaşmak için çeşitli uygulamaların bir araya getirilmesi gerekiyor.

Sürdürülebilirlik için zehirsiz üretim

Gıdanın geleceği konusunda pek hoş olmayan ihtimallerin konuşulduğu mevcut şartlarda, doğa ile uyumlu yaşamamıza olanak verecek üretim ve tüketim sistemlerine doğru bir geçişe ihtiyaç olduğu kesin. Endüstriyel tarımın yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan toprak verimsizliği, doğanın gitgide kirlenmesi, su kaynaklarının azalması, tedarik zincirinde yaşanan israf, kimyasalların meyve-sebzeler yoluyla vücuda girmesi gibi olumsuz sonuçlara bir çözüm olarak agroekoloji anlayışı, güvenilir ve besleyici gıdaların doğa dostu yöntemlerle üretilip herkese ulaşabildiği bir gıda sistemine geçiş için uygulanabilir yollar sunan bir yaklaşım ve toplumsal hareket olarak karşımıza çıkıyor.

Kısa bir tarifle agroekoloji, gıda sistemlerinin ekolojik açıdan duyarlı, ekonomik açıdan uygulanabilir ve sosyal açıdan adil olacak şekilde dengelenmesini amaçlar. Sosyal adaleti teşvik eder, kültürel kimlikleri besler ve kırsal yaşamı güçlendirir. Agroekolojik tarım, endüstriyel tarımın sınırlarını aşan bir yaklaşımı temsil eder. Doğal kaynakları koruyan ve çevresel etkileri en aza indiren bu tarım modeli, insanın doğayla uyumlu bir şekilde yaşamasını ve doğal döngülerle birlikte çalışmasını vurgular. Kimyasal gübreler ve pestisitler yerine organik gübreler, doğal zararlı kontrol yöntemleri ve biyolojik çeşitliliği teşvik eden uygulamalar bu tarım anlayışının temelini oluşturur.

Agroekolojik tarımın gücü, toprak sağlığını ve verimliliğini artırmasıyla da ortaya çıkar. Sentetik kimyasalların kullanımının azalması veya tamamen ortadan kalkması, toprağın doğal dengesini korur ve uzun vadeli sürdürülebilirliği sağlar. Organik gübrelerin kullanımı, toprağın besin değerini artırırken, yeşil gübreleme ve kompostlama gibi uygulamalar toprağın yapısını iyileştirir ve erozyona karşı da savunma mekanizması geliştirir. Bununla birlikte, agroekolojik tarım biyolojik çeşitliliği destekleyen bir yaklaşıma dayanır. Farklı bitki ve hayvan türlerinin bir arada yetiştirilmesi, ekosistemlerde dengeyi sağlar ve zararlıların kontrolünde doğal düşmanların kullanılmasını teşvik eder. Bu da doğal dengenin korunmasına ve ekosistemlerin sağlıklı kalmasına yardımcı olur.

Agroekolojik tarım, sadece doğayı korumakla kalmaz, aynı zamanda insan sağlığına da katkıda bulunur. Sentetik kimyasalların azalması veya ortadan kalkmasıyla, tarımsal ürünler daha sağlıklı ve besleyici hale gelir. Bu da insanların daha sağlıklı bir yaşam sürmelerine olanak tanır.

Son olarak, agroekolojik tarımın gücü, yerel ekonomilere ve küçük ölçekli çiftçilere de destek olmasıyla ortaya çıkar. Bu tarım modeli genellikle yerel pazarlara odaklanır ve yerel toplulukları güçlendirir. Böylece, yerel gıda güvenliği artar ve topluluk bağları güçlenir. Bu üretim ve dağıtım modellerini teşvik eden agroekoloji yaklaşımı; gıda güvenliği, iklim değişimi, ekosistem restorasyonu, sosyal adalet, açlık ve yetersiz beslenme gibi pek çok yakıcı konuda çözüm reçeteleri sunar.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO) rakamlarına göre, dünyadaki çiftliklerin yüzde 90'dan fazlası bireylere veya ailelere aittir ve bunlar büyük ölçüde aile işgücüne dayalıdır. Aile çiftlikleri toplam çiftlik arazisinin yüzde 70 ila 80'ini oluşturur ve dünyanın besininin yaklaşık yüzde 80'ini üretirler. FAO'ya göre küçük ölçekli aile çiftçiliği "hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde gıda üretiminde tarımın en etkin unsurlarından biridir" ve sosyo-ekonomik, çevresel ve kültürel bakımdan stratejik öneme sahiptir. Sunduğu ürün çeşitliliğiyle gezegenin gıda güvenliğine en büyük katkıyı verir, geleneksel gıdaların korunmasını ve halkın dengeli beslenmesini sağlar, tarımsal biyoçeşitliliğin korunmasına ve doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımına katkı sağlar, sosyal politikalarla desteklendiğinde yerel ekonomileri canlandırır.

Agroekoloji, köylü örgütlenmeleri ve diğer sivil toplum örgütlerinin çabaları sonucu, FAO tarafından da üst düzeyde desteklenir hale geldi. BM özel raportörü Olivier De Schutter'in "Agroekoloji ve Gıda Hakkı Raporu"na göre, agroekoloji yöntemleri gıda üretimini 10 yıl içinde ikiye katlayabilir, iklim değişikliğinin yavaşlamasına ve kırsal yoksulluğun azalmasına katkı verebilir. Rapora göre, şu ana kadar agroekoloji projeleri gelişmekte olan 57 ülkede ortalama yüzde 80 ürün verimi artışı olduğunu gösteriyor. Afrika projelerinde ortalama yüzde 116 oranında bir artış var. 20 Afrika ülkesinde yürütülen yeni projeler, 3 ila 10 yıllık bir süre zarfında ürün veriminin ikiye katlandığını gösteriyor. Endonezya, Vietnam ve Bangladeş'teki projelerde pirinç üretiminde böcek ilaçları kullanımında yüzde 92 oranında bir azalma var ve bu da yoksul çiftçilere önemli bir tasarruf sağlıyor. Diğer Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde de benzer sonuçlar elde edilmeye devam ediyor.

Rapora göre sonuç olarak: "Büyük ekim alanlarıyla, endüstriyel çiftliklerle açlık sorununu durduramayacağız. Çözüm, küçük ölçekli çiftçilerin bilgi ve deneylerini desteklemekte ve küçük çiftçilerin gelirlerini artırarak kırsal kalkınmaya katkı vermekte yatmaktadır."

BİZE ULAŞIN