Ekrem Demirli: BATI NERESİDİR VE İSLAM NERELİDİR?

BATI NERESİDİR VE İSLAM NERELİDİR?
Giriş Tarihi: 25.01.2024 12:30 Son Güncelleme: 25.01.2024 12:31
Batı daha çok bir dünya görüşüne, dünyanın kendisine göre şekil alması gereken bir idealler bütününe, insan zihninin nihai yetkinliğini teşkil eden bir perspektife atıf yapan bir tabirdir. Günümüzde tartışmamız gereken, “Batı tanımı geride dünyanın kalan kısmı için bir alternatif teşkil edebilecek bir Doğu bırakmış mıdır, bırakmamış mıdır” sorusudur.

Batı derken bir coğrafi bölgeden söz etmediğimiz kesin, tıpkı Doğu derken belli bir mekândan hatta güneşin doğduğu yerden söz etmediğimiz gibi. Batı daha çok bir dünya görüşüne, bazı yazarların iddiasına göre ise dünyanın kendisine göre şekil alması gereken bir idealler bütününe, insan zihninin nihai yetkinliğini teşkil eden bir perspektife atıf yapan bir tabirdir.

Batı'nın mukabili Doğu için geçmişte efsanevi anlatımlar vardı, günümüzde o kadar cazip tabirler bulmak mümkün değil. "Işık doğudan gelir" ciddiye almamız gereken bir tabir miydi veya Müslüman filozofların "meşrıkî hikmet (Aydınlanmacı veya Doğulu hikmet)" tabiriyle aynı belirsizliğe maruz kalması gereken bir cümle midir, bunu da bilmiyoruz. Günümüzde artık tartışmamız gereken şey "Doğu" diye bir yer var mıdır, yok mudur sorusu olabilir. Daha doğrusu "Batı'" tanımı geride dünyanın kalan kısmı için bir alternatif teşkil edebilecek bir "Doğu" bırakmış mıdır, bırakmamış mıdır?

Batı ile Doğu hakkında bilinen en iyi hikâye bir karşılaştırma hikâyesidir. Bir imparator Batılı sanatçılar (Rumlar, Romalılar) ile Çinli sanatçıları bir araya getirerek hangisinin daha güzel resim yaptığını görmek ister. Rivayete göre ressamlar bir mekâna yerleştirilir, odalardan bir duvar Çinli ressamlara tahsis edilirken öteki duvar Rumlara tahsis edilir. Araya bir perde çekilir, böylece birbirlerini görmemiş olurlar. Ressamlardan
bir grubu kendilerine ayrılmış olan duvarlarına resimlerini yapar, öteki gurup ise sadece duvarı parlatmak ve cilalamak ile meşgul olurlar. Aradan perde kaldırıldığında ise birinin yaptığı resimlerin karşı duvara yansıdığı görülür.

Burada hikmet yapanlarda değil cilalayanlarda ortaya çıkar. Demek istedikleri açıktır: Biz ressamlar gerçekte aynı işi yapıyoruz ve aramızda Doğulu veya Batılı olmaktan neşet eden bir ayrım yoktur. Doğu ile Batı'nın aynı işi yaptığı ve aynı oldukları iddiasını herhalde bir tek bu hikâyede bir de günümüzde Batı'nın ideallerini "tarihin sonu" sayan Doğulu yazarlarda görebiliriz.

Gerçekte Batı derken neyi anlamak gerekir?

Batı derken akla gelen ilk şey Akdeniz merkezinde teşekkül etmiş bir tanımlama üzerinden bu tabirin anlamının takibidir. Avrupa kültüründen söz edilirken Greko- Romen ve Latin tabiri kullanılır. Bu tabir gerçekte meselenin ana kısmını tespit etmek üzere bize yardımcı olabilecek mahiyettedir. Öncelikle Batı denilince zihnimizde şekillenecek kavramın özünde Grek yani Greklerin bilim ve felsefe anlayışı yer alır. O zaman Batı öncelikle Grek tarzı bir bilgi ve felsefeyi savunan bir geleneği temsil eder. Bu itibarla bu felsefenin öncü isimleri olan filozoflar Batı'nın kurucu babaları olarak kabul edilmiştir.

Grekler hiç kuşkusuz kadim dünyanın yegâne felsefe yapan zümreleri değillerdi. Onların dışında İran ve Mısır başta olmak üzere birçok merkezde bilim ve felsefe vardı. Üstelik dikkate değer bir şekilde bu merkezler arasında bir irtibat ve iletişim vardı. Farabi'nin hikmetin zamanla yer ve bölge değiştirdiği, her dönem hikmete katkı sağlayan toplumlar olduğu tezinin bir yansıması olmak üzere dönem içinde çeşitli toplumlar öne çıkıyordu. Aristo ise hikmete katkıları "şükranla" yad ederek bilginin birikimsel tabiatına atıf yapar: Bilgi herkesin katkı sağladığı bir insanlık ürünüdür.

Fakat Greklerin ötekilere göre birkaç avantajı vardı: Birincisi Grekler yazılı metin bırakmada başkalarından daha şanslı idiler. Buna şans demek gerekir çünkü Mısırlılar, İranlılar hatta Hintliler de yazılı metinler ürettiler fakat o metinler kalmadı veya Grekler maharetiyle tanındılar. Özellikle İran metinlerinin kaybolmuş olması nispeten Romalıların rakibi kabul edilebilecek bir bölgeyi atıl hale getirmiş oldu.

Grekler ise sadece kendilerini değil başta Mısır olmak üzere çeşitli bölgelerin eserlerine atıflar yaparak onların tanınmasına imkân açtılar. Mesela Aristoteles metafizik düşüncelerin öncelikle Mısır'da doğuşundan söz eder. Grek felsefesinin kaynaklarının başında Mısır, dolaylı olarak Hindistan yer alıyordu. Fakat netice itibarıyla Grek mirası önce Helenistik dönem daha sonra Müslümanlarca korunarak Avrupa'ya ulaştırılmış oldu. Avrupa ise bu mirası yeni yöntemlerle okuyarak büyük bir değişimin sebebi haline getirdi. Bu itibarla Avrupa düşüncesinde Grek bilim ve felsefesi süreklilik ihtiva etmemiş olsa bile zaman içinde boşluklar kapatılıp sistemli bir düşünce ve tarih inşa edilebildi.

"Batı" denilince akla gelmesi gereken ikinci konu ise Roma'dır. Greko-Romen tabirindeki Roma daha çok siyaset, hukuk ve kurumlar ile Avrupa'nın birleştirilmesindeki rolüyle ilgilidir. Bu birleştirme öncelikle siyasi ve askeri yollarla gerçekleşmiş, daha sonra Hristiyanlığın yardımıyla farklı pagan geleneklerin hüküm sürdüğü geniş coğrafya tek din ekseninde Avrupa'da birleştirilmiş oldu. Böylece Roma Avrupa'ya ya da Batı'ya iki temel şey kattı: birlik fikri ve inanç kardeşliği. Bu kısım ise Batı tabirinin tanımında zikredilen "Latin" unsurunu ortaya çıkartır.

Batı ile İslam: Bir Batılı din olarak İslam

Popüler anlatımlarda Batı ve İslam şeklinde karşılaştırmalara tanık olmak, buradan hareketle İslam'ın Doğulu olabileceğini ima eden ifadeler görmek insanı şaşırtır. Böyle bir karşılaştırma olabildiğince yanlış, tarihsel süreçle irtibatsız bir karşılaştırmadır. Batı'nın uzun süre Avrupa daha çok da Akdeniz merkezli bir yer olduğunu düşünürsek, İslam'ın bu bölgenin doğusunu teşkil ettiğini hatırda tutmak gerekir. İslam'ın bu
bölgenin doğusunu teşkil etmesi sadece coğrafi bir anlam veya komşuluk taşımaz, bunun ötesinde Batı'da olanın bir benzerinin Doğu kısmında yaşandığını gösterir.


Bu itibarla İslam ile Akdeniz'in batı kısmını teşkil eden toplumlar arasında çok yönlü ilişkiler yaşandığını tespit etmek mümkündür: Her şeyden önce İslam bilim geleneği olarak büyük ölçüde Grek mirasına dayandı. Galiba İslam bilim ve düşünce gelenekleri hakkında bilinmesi gereken en önemli husus budur. İslam, Grek mirasıyla belirli alanlarda büyük hesaplaşma içinde olmuş olsa bile, Aristocu mantık anlayışı ve bilgi teorileri Müslümanlarca benimsendi, bu bilgi anlayışı üzerine bilgi üretildi, dil ve düşünce bu istikamette şekillendi.

İslam belki de Hristiyan literatürden daha önce güçlü bir literatür ortaya koydu, Grek mirasının Batı tarafından okunma istikametini belki de eleştirel tarzını şekillendirdi. Avrupa okulları Grek mirasını Hristiyanlığa rağmen alabilmiş, onu büyük otoritelere rağmen "eleştirebilmişse", bunda büyük pay İslam'ındır. Her şeyden önce İslam bu miras ile kendi bilgi anlayışını şekillendirdi, hemen bütün bilim disiplinleri ve gelenekleri bu eksende ortaya çıktı. Bu bakımdan İslam'ın bilgi anlayışını "Greko" diye isimlendirmek mümkün, hatta gereklidir.

İslam ile Hristiyanlığın kaderleri başta birbirine benzerken daha sonra temelde ayrımlar ortaya çıktı. Benzer oldukları nokta her ikisinin de kapsamlı bir davet ile tüm insanlara gelmiş olmalarıdır. İslam ve öncesinde Hristiyanlık herhangi bir ayrım gözetmeden bütün insanları kapsamak istemiş, davetlerini bütün insanlara taşımak istemiştir. Bununla birlikte Hristiyanlık büyük bir hasara maruz kaldı, uzun yıllar süren takibatlar ve kovuşturmalarla karşılaştı, ilk dindarlar genellikle dağlarda mağaralarda münzevi hayatlar yaşadılar. Bu dönem Hristiyanlığın mecburi züht dönemi olarak kabul edilebilir.

Hristiyanlık-İslam farklılığı

Hristiyanlık üçüncü dördüncü asırlarda meşruiyet kazanmaya başladı, "Sezar'a hakkını vermek" deyiminde anlamını bulan dönemin kudretli devleti Roma'nın iradesi altına girince Avrupa'yı birleştiren ana unsur oldu. Bu bakımdan Hristiyanlık bir devletin dini haline gelerek yayılma istidadını sürdürebilmiştir. İslam ise bizzat bir devlet kurmuş ve o devlet eliyle yayılmasını sürdürmüştür. İki durum arasındaki farklar iki din arasındaki farkı büyütür: Devletin dini olmak ile dinin kurduğu devlet olmak…

Bununla birlikte İslam kurduğu devletlerin yönetim ve siyaset tarzlarını bazen Roma'dan bazen Sasani geleneklerinden daha sonra da Türklerden devşirdi, böylece daha karmaşık siyaset ve ahlak teorileri ortaya çıkardı. Fakat bu durum İslam'ın ikinci karakterinin Greko-Romen gibi olmasını değiştirmedi. Bunun için İslam'a "Greko-Emevi (veya Sasani)" vb. bir tabir kullanmak mümkündür. Üçüncü unsur ise dildir. Burada Latincenin mukabili hiç kuskusuz Arapça olmuştur. Arapça bütün bilimlerin dili, Müslüman toplumların bazen birinci bazen ikinci dili haline gelerek bu dillerdeki düşünme biçimini şekillendirmiştir. O zaman İslam tıpkı karşısındaki gibi Grek bilimi merkezli siyaset ve toplumsal hayata dayalı ve Arapça hâkimiyetinde şekillenmiş bir toplumu temsil eder. Bu durum İslam'ı Batılı kılan en önemli durumdur: Greko-Romen Latin'e karşı Greko-Arap-Emevi veya Sasani! O zaman İslam'ı bu büyük yapı içerisinde görmekle Batı'nın sınırlarını biraz daha geniş bir alana taşımak mümkün olabilir. Bu meyanda René Guénon'un yaklaşımını hatırlamakta fayda vardır: Ona göre Doğu Çin, yakın Doğu ise Hindistan iken İslam Batı'ya aittir.

Greko-Latin Roma tabiri anlamını korumuş olsa bile günümüzde Batı Descartes felsefesiyle ortaya çıkan yeni bilim ve yeni düşüncenin ürünüdür. Bu anlamıyla Batı kelimenin hakiki anlamıyla bu düşünceyi bilimsel ve bütün düşünsel faaliyetin merkezi kabul eden bölgeye ait bir kavramdır. Bu dünya zaman içinde birçok değişimden geçmiş olsa bile, temel noktalarından biri fiziksel dünyanın yasalarının metafiziği ve beşeri bütün bilimleri belirlemiş olmasıdır.

Bunun sonucunda ortaya çıkan bilgi anlayışı insan zihninin üstünde bir otorite ve referans noktası olarak herhangi bir üst ilke veya varlık alanı kabul
etmemiştir. Üstelik daha önceki bilgi anlayışının ortaya çıkardığı tasavvurlar tarihsel olarak aşılmış kabul edilerek "mitoloji" sayılmıştır. Bu bakımdan günümüzde Batı'nın kendisini ortaya çıkartan süreçle ilişkisi tarihsel bir ilişkinin ötesine geçmez. Batı'da artık her şey değişmiştir ve Batı başka bir şey olmuştur.

BİZE ULAŞIN