İslam'ın dikey anlamlarından birisi hilafettir. Yatay hilafet de ümmet ve onun yerleşik açılımı ile zemini "İttihad-ı İslam", yani Müslüman dünyanın buluşmasıdır. Burada zannedildiği gibi üstten inmeci değil, temsili bir sistem vardır. İlk halife Hazret-i Ebubekir, Hazret-i Aişe'nin tabiriyle gözü yaşlı bir kimsedir. Kimilerinin yakıştırdığı gibi diktatör değil, sadece kararlı bir idarecidir. Halife Müslümanları ve ortak iradelerini temsil eder. Buna mukabil bir de taban (grassroot) vardır ve bu taban bazen ümmet, bazen de ümmetin üzerinde serpildiği, yayıldığı toprak parçası olarak İttihad-ı İslam olarak anılır. Eskiler "Bidetü'l İslam" tabirini de kullanırlar.
İslami siyasi sistem veya rejim olan hilafet, Osmanlı Devleti ile birlikte tarihe karışmıştır. Böylece siyasi derebeylikler altında yaşayan ümmet de birliğini kaybederek dağınık hale gelmiştir. Sınırlar onu birbirinden ayırmış, sınırların efendileri sınırların esirleri haline gelmiştir. Birlik ve beraberlik ruhu tehlikeye girmiştir. Yalnızlık İslam dünyasının kaderi olmadığı halde yalnızlığa mahkûm olmuştur. Bunun nedenini en güzel özetleyenlerden birisi de Mısır'ın eski vakıflar bakanı ve Ezher müdürü Muhammed el Behiy'dir. Fikir ile Uygulama Arasında İslam ve Laiklik adlı kitabında hilafetin yıkılmasının pratik sonuçlarına değinir.
Hilafetin yıkılması ümmeti ayırdı
Sonuçlardan ilki yukarıda değindiğimiz gibi Asya ve Afrika merkezli olarak Arap ve Acem Müslümanların birlik ve beraberliğini temsil eden hilafetin yıkılmasıdır. Hilafetin yıkılması Müslümanların Arapça konuşan unsurlarla Arap olmayan unsurların birbirlerinden ayrılmasına neden olmuş ve
devamında ayrışmasına hizmet etmiştir. Bu da ümmetin enerji ve takatini tüketmiş, bitirmiş, alıp götürmüştür.
Bu ayrışmadan sonra Araplar arasında potansiyel veya kuvveden fiile çıkmamış olan Arap milliyetçiliğini müjdelemek ve yaymak mümkün hale gelmiştir. 1967 yılında Arap milliyetçiliğinin ağır Kudüs bozgunuyla birlikte milliyetçilik dalgası düşüşe geçmiş, yerini İslami dalgaların yükselişine bırakmıştır. İslamileşme dalgasının pik noktası ise Muhammed Bin Selman'a göre 1979 yılı olmuştur. Sonrasında İslami kesimler çileden çileye düşmüştür.
Hilafetin ilgasıyla birlikte Müslümanlar arasında Arap olmayanların Araplardan ayrılmasıyla birlikte beklenenin aksine Arap milliyetçiliğinin de etkisi kırılmıştır. İngiliz hariciye vekili ya da başbakanlarından Antony Eden'in teklifiyle birlikte kurulan ve ete kemiğe bürünen Arap Birliği amacının aksine Araplara değil, düşmanlarına hizmet etmiştir. Arap dünyasının uluslaşmasını sağlamıştır.
Böylece milliyetçilik de bütünlüğünü kaybetmiş ve parçalara bölünmüştür. Araplar adeta eski Babil'e ya da Tih Çölü'ne sürülmüşlerdir. Arap Birliği Teşkilatı ile birlikte Arap devletleri yabancılara bağımlı, birbirlerine karşı ise rakip pozisyona bürünmüşlerdir. Siyasi kıbleleri çoğalmıştır. Burada nadiren kararlar ABD gibi ülkelerin baskısıyla oybirliği ile alınmıştır.
Arap Birliği'nin sadece adı birlik
Gazze saldırılarından ve sivil katliamlarından sonra Riyad'da yapılan İsrail'e karşı boykot çağrıları İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği nezdinde kabul görmemiştir. Arap Birliği Teşkilatı bünyesinde bütün Arap ülkeleri diğerine karşı hükümranlık hakkına haizdir. Bu da Arapça üzerinden birlik sağlanmasını zorlaştırmış ve kolektif irtibatı zayıflatmıştır. İslam yerine Arapça ve Arube ortak zemin ve payda haline gelmiş ve köşe taşı kabul edilmiştir. Lakin bu da anılan nedenlerle işlevsiz kalmıştır.
Arap Birliği Teşkilatının hayata geçmesiyle birlikte Araplar da İslam birliğinden ayrılan Acem milletleri gibi dağınık hale gelmiştir. Acem Müslümanların milli dilleri veya ırkları çerçevesinde birbirlerinden ayrılmaları gibi Arap Birliği çatısı altında Arap ülkeleri de birbirinden ayrılmıştır. Adı birlik olsa da birlik çatısını dağıtmıştır.
Hilafetin dağılmasıyla birlikte Arap olmayan unsurlar Araplardan uzaklaşmış ve iki taraf birbirine karşı yabancılaşmıştır. Buna mukabil her kafadan bir ses çıkan Arap Birliği Teşkilatının hayata geçirilmesiyle birlikte Araplar arasında Arapçılığın etkisi de zayıflamıştır. Her Arap ülkesi birbirinden bağımsız kabul edilmiştir.
Bunlar birbirleriyle de uyumlu olmayıp, çekişmeye girmişlerdir. Ortak mesele olan Filistin meselesini bir dayanışma meselesi yapmak yerine çekişme konusu haline getirmişlerdir. Herkes Filistin davasını milli çıkarlarına alet etmek istemiştir. Filistinli örgütleri Filistin meselesine odaklanma yerine kendi kutur/aktar ya da ulus devletleri lehine kullanmaya yeltenmişlerdir.
Hilafetin kaldırılmasından sonra
Bütün bunlar Filistin meselesini ortada bırakmak için bir mukaddime ve girizgâh mesabesinde olmuştur. Dağınıklık Müslümanların blok halinde Filistin meselesine sahip çıkmalarına ve ilgilenmelerine imkân vermemiş, yerine parçalı bir yaklaşımı benimsemelerini getirmiştir.
Müslümanlar hilafetin kaldırılmasıyla blok olmaktan çıktıkları gibi Arap Birliği sayesinde Araplar da blok olmaktan çıkmışlardır. Hilafetin kaldırılmasıyla ve devamında ümmetin parçalanmasıyla İsrail'in kuruluşu müyesser hale gelmiştir.
Hilafetin kaldırılmasından sonra ikinci adım Arapların milliyetçilik ideolojisine sarılması olurken Türkiye de kendi yolunu çizmiş ve İslam uhuvvetini ve kardeşliğini öteleyen laikliği benimsemiştir.
Türkiye, 1969 yılında Mescid-i Aksa'nın yıkılması teşebbüsünden sonra kurulan İslam İşbirliği Teşkilatı'na girmekte nazlanmış ve nice tartışmalardan sonra birliğe üye olmuştur. Zorlanmasına gerekçe olarak seçtiği laiklik yolunu göstermiştir.
Laikliğin vazedilmesiyle birlikte Türkiye İslam'ın kültürel miras ve atlasından koparılmak istenmiştir. Laiklik umdesini benimsemekle birlikte Türkiye Arap âleminden ve İslam âleminden koparılmasa da uzaklaştırılmıştır.
Batı kampına yakınlaşmış, katılmak istemiş ve bu nedenle önce NATO'ya girmiş, ar dından da AB 'ye katılım için 50 yılını vermiştir. Öznel kültürel dokularını Batı kültürel dokularıyla değiştirmiştir. Mazisiyle bağını koparmak için de alfabesi Latinleştirilmiştir (https://www.alhesn.net/ play/9197,S: 68-69).