Geçenlerde bir yerden bir yere varmak üzere hızlı adımlarla yürürken, önümde bulunan üç kişi dikkatimi çekti. Bir anne, bir teyze olduğunu anladığım iki kadının yanında on on bir yaşlarında bir kız çocuk vardı, hepsi baştan aşağı tozpembe kıyafetler tercih etmişlerdi. Çocuğun teyze diyerek seslendiği kadında pembe tişört, toka, kolye ve ayakkabı, annede ise pembe pantolon ve aksesuar, çocukta da pembe bir elbise vardı. Daha sonra aralarında yaptıkları muhabbet sayesinde bu durum açıklığa kavuştu. Barbie filmini izlemeye gidiyorlardı.
Bilindiği gibi, kıyafet bedensel algıyı ortaya çıkaran ilk göstergelerden biridir. Kişinin kıyafetinden sahip olduğu ideolojiyi, dünya görüşünü, yaşayışını ve hatta kimliğini kestirmek ve bazen tespit etmek mümkün olabilmektedir. Bu kısa karşılaşma, beni bir sinema filminin kıyafet tercihlerini dahi etkileme gücünün altında yatan etmenler üzerine düşünmeye zorladı. Başlıktan da anlaşılacağı gibi, beden üzerinden tartışmaya girişeceğimiz bu yazıda, Barbie filminin haz ve tüketimle ilişkisini konuşmak istiyorum.
Hollywood konvansiyonel bir sinemadır ve bedeni bir tüketim aracı olarak kullanmakta mahirdir. Ayrıca, toplumsal süreçleri manipüle etmede oldukça başarılı bir yapıyı temsil eder. Yaygın toplumsal süreçleri yönlendirme gücü ve kapasitesini elinde bulunduran Hollywood sinemasında temsil, bedensel imajlarla gerçekleşir. İnşa edilen bu imajlar, belli bir bağlam içerisinde ve belli ölçütlerde ele alınır. Örneğin, Hollywood'da siyah saçlı, sakallı ve esmer biri genellikle kötücüllüğe işaret eder ki, Ortadoğulu ve Müslüman imajını yansıtır.
Amerikan imajını zihinlere kazımak da onun işidir. Kısacası Hollywood sineması alt metin oluşturma konusunda oldukça yeteneklidir. Bu, The Birt of a Nation'dan (1915), Firs Blood'a (1989) kadar değişmeyen bir gerçek olarak karşımıza çıkar. Hollywood'un güncel ürünü olan Barbie de vermek istediği mesajı oldukça başarılı bir şekilde ileten, klasik bir Hollywood yapımı olarak karşımıza çıkmıştır.
Restore edilmiş yeni bir Barbie imajı
Aslında Barbie kız çocuklarına yönelik üretilen bir oyuncak. O, Mattel firması tarafından 1959 yılında piyasaya sürülmüş bir ürün. İlk çıktığı yıllarda büyük rağbet görmüşse de, son yıllarda normatifliği belirlediği, natürellikten uzak olduğu, klasik güzellik algısını beslediği, çocuklara
mükemmel beden algısını dayattığı gibi bazı eleştirilere maruz kalmaktaydı. Şirket son yıllarda, var olan imajı yenilemek için farklı bedenlerde bebekler üretti. Ancak bununla da tam olarak istediğini elde edememiş olacak ki, geçtiğimiz günlerde Barbie isimli filmi ortaya koyarak dünya çapında bir reklama imza attı.
Greta Gerwig'in yönetmenliğini üstlendiği Barbie'nin gişe hâsılatı bir milyar doları aşmış görünüyor. Filmin yönetmeni Greta Gerwig, sinema tarihinde en yüksek gişe hasılatı elde eden kadın yönetmen olarak tarihe geçti. Film Warner Bros'un en yüksek gişe hasılatına ulaşan ikinci filmi oldu.
Benzer şekilde ticari bir oyuncak ürünü olan Barbie imajlarının tüketiminde de ciddi bir artış gözlemleniyor. Film o kadar popüler oldu ki ünlü markalar bu konsepti hızlı bir şekilde kendi markalarına adapte etmekte gecikmediler. Filmle birlikte Barbie imajının yenilendiği ve Mattel ürünlerinin piyasa marjının arttığı gibi bir sonucu yakalamak çok zor değil. Hollywood nasıl ki zedelenen Amerikan imajını Rambo ile ayağa kaldırmışsa, bugün Mattel'i de Barbie ile restore etmiş görünüyor.
Filme gelecek olursak, başrolde yaşadığı oyuncak dünyasının merkezinde ve mutlu bir şekilde yaşayıp giden klasik Barbie (piyasaya sürülen ilk Barbie, beyaz kız bebek) vardır. Kendi dünyası oyuncaklardan oluşan Barbie Land isimli bir dünyadır. Ve Barbie burada robotik tekrarlardan
beslenen bir düzende yaşar. Bu yapay oyuncak dünyasında her şey mükemmeldir ve barbielerin egemenliği söz konusudur.
Klasik Barbie bir sabah kendisinde aniden ortaya çıkan parapsikolojik deneyimler ve bedenin de ortaya çıkan bazı kusurların sonucunda bir şok yaşar. İnsanileşme emareleri gösteren Barbie, ilk kez deneyimlediği bu ruhsal ve bedensel sıkıntılarını aşmak için, gerçek dünyadaki sahibine ulaşmaya karar verir. Gerçek dünyaya geçiş yaptığında ise, gerçek dünyada hiçbir şeyin kendi dünyasındaki gibi olmadığını fark eder.
Oyuncak dünyasının aksine bu dünyada patriyarkal bir düzen söz konusudur. Kendisi ile birlikte bu yolculuğa katılan Ken (1961 yılında üretilen beyaz erkek bebek) ise, bu ataerkil dünyadan çok etkilenerek Barbie dünyasına geri döner ve orada yeni bir ataerkillik üretir. Barbie yoluna devam eder, yetişkin bir kadın olan gerçek dünyadaki sahibiyle karşılaşır ve Barbie aslında onun buhranlarından etkilendiğini anlar. Ardından Mattel firması yöneticileri tarafından yakalatılarak, bir nevi zihin yenileme operasyonuna sokulmak istenir.
Mattel yöneticilerinden kaçan Barbie, kendi dünyasına döner. Ancak Ken'ler tarafından yeni bir sistem inşa edildiğini fark eder, burada barbieler objeleştirilerek ve erkekler tarafından bir meta olarak kullanılmaya başlanmıştır. Klasik Barbie, bilinçleri yıkanmış diğer Barbie'leri de tek tek uyandırır, daha doğrusu Ken'leri kıskandırmak suretiyle birbirine kırdırır. Ve Barbie'lerin iktidarı kurtarılmış olur. Yine de Klasik Barbie burada kalmak istemez ve gerçek dünyada yeni bir hayata adım atar.
Kadın haklarını almanın tek yolu beden tüketimi
Barbie, konvansiyonel bir sinema örneği olarak karşımıza çıkıyor. Film, serim, düğüm, çözüm mantığında ilerler ve absürt komedi unsurları barındırır. Anlatı, zaman zaman hızlı danslar ve şarkılar ile desteklenmiştir. Abartılı oyunculuklar ile filmin temel aldığı yapaylık hissi başarılı bir şekilde
iletilebilmiştir. Burada birtakım simgelerden de beslenilmiş, bu yeni Truman Show dünyasında mezkur mağara alegorisi de kullanılmış gibidir. Bu noktada filmin senaryosunu Greta Gerwig ile Noah Baumbach'ın yazmış olduğunu not düşmek gerekir. Alt metin oluşturma konusunda mahir olan bu isimlerin, filme bir derinlik kattığı iddia edilebilir.
Gerçeklik engelli bir oyuncak olan Barbie'nin naifliği, filmin tümünü etkisi altına alır. Barbie'nin gerçeklikten kopukluğuna eleştiri getiren film, bu yapaylığı başarılı bir şekilde verebilirken, kadınların toplumda erkeklerden daha fazla yer edinebileceği söylemini ise açıkça naif bulur. Bunun sadece
Barbie Land gibi kurgulanmış bir dünyada söz konusu olacağına dair güçlü bir önermede bulunur. Örneğin, gerçek dünyadaki Mattel yöneticilerinin olduğu sahnelerdeki erkekler, en az Barbie kadar şapşal ve çocuksu görünür. Öyle ki Barbie'nin Mattel yöneticilerinden kaçtığı sahne, bir kadının erkekleri alt edebilmesi için ancak erkeklerin bu kadar aptal olması gerektiği imajını pekiştirir.
Filmin sorunlu önermelerinden bir diğeri ise, Ken'lerin ataerkil düzen kurduğu Barbie Land'in geri alınışında görmek mümkündür. Barbieler yani kadınlar çalışarak, uğraşarak, mücadele ederek değil, bedenleriyle Ken'leri etkileyerek ve onları birbirine düşürerek yener. Erkekleri alt etme formülü yine cinsellik ve kıskançlık üzerinden ele alınır. Bir kadının haklarını eline almasının tek yolu olarak, beden ve cinsellik tüketimi önerilir. Anlaşılan bu mantığa göre bütün mesele, erkeğin etkilenmesi ya da yok sayılmasındadır.
Bunun yanında filmdeki imajlar post-modernizm'in marjinallik imgelerinden beslenmektedir. Örneğin filmde Barbie'nin uyanışına vesile olan "Tuhaf Barbie" karakteri gökkuşağı renklerinde giydirilmiş, saçları erkek gibi kısa kesilmiş, punkçı ve lgbt çağrışımlı bir tarza sahiptir. Yine "Doktor Barbie"nin görünümü oldukça kadınsı olmasına rağmen, sesi erkek sesidir. Bu noktada çağrışımın ötesine geçilerek bu imajlara yatırım yapıldığı görülebilir. İlginçtir ki Barbie'lerin uyanışına vesile olan takım da bunlardan oluşur. Araya sıkıştırılan ancak tek bir replik bile yazılmamış olan başörtülü barbieler de sıra dışı başka bir şey kalmasın kabilinden konulmuş gibidir.
Endüstrinin bir sosu olarak feminizm
Tam da bu ve benzeri sebeplerden filmde ara ara bahsedilen öz farkındalık ve anne kız meseleleri zayıf taraflar olarak kalmıştır. Beden üzerinden kadının obje kılınmasına eleştiri getirir gibi görünen bazı sahneler, gerçek dünyadaki sistemi de ortaya koyar. Örneğin, Barbie gerçek dünyaya adım attığında, üzerindeki kıyafetlere ve vücuduna odaklanan erkeklerden rahatsız olur ve dönüp Ken'e "erkekler bana eşya gibi bakıyor" der. Ardından gelen bir başka sekansta bir erkek tarafından şaplak atılarak tacize uğrar. Bu durumda verdiği tepkilerle, Barbie'nin naifliğine atıf yapılır.
Film Mattel'e yönelik tüm eleştirileri mizahi içerikle ele alırken, temel çelişkilerini de ortaya koyar. Örneğin Mattel yöneticilerinin hepsinin erkek olması, kurulan dünyanın naifliği, ürettiği bebeklerdeki mükemmel beden tasarımı, yanlış üretimde bebekler yapmış olması (hamile barbie gibi) vb. bariz tespitleri sıralar. Ardından Mattel'in kendini yeniden inşa etmesi için, yozlaşmış olanı yeni imajla takas etmesini önerir. Film, Hollywood dönüşüm filmlerindeki mantalitenin değişmediği ancak aktörlerin dönüşüm geçirdiği bir klişeyi tekrarlamaktan imtina etmez. Bu yolla Mattel'in öz farkındalık boyutuna vurgu yaparak firmayı temize çeker.
Anlaşılacağı gibi bu bir pazar taktiğidir ve bu pazar artık sadece tekstil endüstrisi satmıyor. Nihayetinde Barbie, Batılı film endüstrisinin pazara arz ettiği bir meta olarak karşımıza çıkıyor. Feminizm, ataerkillik ya da beden söylemleri sadece bu endüstrinin bir sosu olarak kalmaktadır. Barbie, mikro düzeydeki toplumsal gerçekleri, makro düzeyde haz inşa etmek suretiyle vererek bu pazarı beslemektedir. Pazarın en önemli unsuru da bedendir.
Filmin sloganı "Haz sattırır" olmalı
Filmde hazza giydirilmiş, beden, ideoloji, tekstil ve moda dikkat çekici yan unsurlar olarak karşımıza çıkar. Bu noktadan sonra satılan artık oyuncak değil, haz endüstrisinin kendisidir. Bu yüzden gerçek dünyanın kadını bir obje olarak görmesi eleştirilirken, Margot Robie ve Ryan Gosling'in bedenleri sonuna kadar haz üretmek için kullanılır. Barbie, bu hazlara hitap eden bir film olarak karşımıza çıkmıştır. Mattel'in "düş satmasına"
eleştiri getiren filmin aksine, bizce yeni sloganı "haz sattırır" olmalıdır.
Dolayısıyla Barbie, bir film olmanın çok ötesinde cinselleştirilmiş kapitalizmin yeni bir örneğidir. Barbie'nin gişe rekorları kırması, bunun bariz bir göstergesi değil midir? Müzikli, hızlı, danslı bölümler filmin hazzını arttıran, tükettiren bir unsur olarak karşımıza çıkar. Film bedeni deforme olmaya başlayan Barbie ile klasik beden algısını eleştirir gibi görünürken, Robbie'nin bedensel uzuvlarına ve cinselliğine odaklanan kamera hareketleri ile aksini ortaya koyar. Sarışın, beyaz ve kusursuz bedendeki Barbie'nin kurtarıcı olması da bir klişe tekrarından başka bir şey değildir.
Barbie oyuncağına yapılan eleştiriler; kadının nesnelleştirilmesine zemin sağlaması ve normatif beden algısını belirlemesi şeklindeyken, Barbie eleştirel gibi duran yaklaşımına rağmen tüm bunları yeniden inşa eder. Örneğin ilk uyanışa vesile olan Barbie, neden sarı saçlı, beyaz tenli, mavi gözlü, mükemmel beden standartlarına sahip olan barbiedir? Neden Şişman Barbie başrolde değildir? Ya da Siyahi Barbie? Başörtülü Barbie? Her şeyin merkezinde yine beyaz olan, klasik olan, normatif beden standartlarına uygun olan, mükemmel olan (!) vardır. Kurtarıcı pozisyonu yine
ona düşmüştür. Aydınlanan ilk kişiöyine odur. Mağaranın dışına ilk çıkabilen odur. Kabuğunu kıran odur. Yeni bir şey söylediğini iddia eden filmdeki, en büyük klişe işte budur.