"Ne zaman bir kadın bir ürün satmak için soyunsa soydukları benim. Beni sergiliyorlar. Beni küçümsüyorlar, beni arzuluyorlar. Beni eleştiriyorlar. Beni satın alıyorlar. Beni telefonla sipariş ediyorlar. Parasını çekle veya nakit olarak ödüyorlar. Erkeklerin arzusu için sundukları benim." Kadının ontolojik statüsünü arzu nesnesine, teşhir nesnesine ve kâr marjı yüksek ürüne indirgeyen tüm bakışlara Agnés Varda; Kadınların Cevabı (1975) filminde böyle cevap vermişti.
Ali Şeriati ise Kadın (Fatıma Fatımadır) kitabında kapitalizmin kadını kendi işine yarayacak şekilde dizayn ettiğini söylemişti. Şeriati, kadınların sanat, burjuvazi ve kapitalizmin verdiği bir sipariş üzerine bir seks aracına dönüştürüldüğünü ileri sürerek Orta Çağ'ın maşuk bir kölesi olan kadının modern zamanın "özgür kölesi" olduğunu eklemişti. Şeriati'ye göre "Bir toplum üretim ve tüketim, tüketim ve üretim esasına dayanıyorsa, insanların aklı para dışında bir şeye çalışmıyorsa, burada kadın gizem dolu bir varlık, pak duyguların muhatabı, büyük aşkların maşuku, mukaddes bir bağ, anne, eş, dost, ilham kaynağı ve erkeğine sadakat timsali değil cazibesi ölçüsünde alınıp satılan ekonomik bir meta konumundadır."
Kendinin istismarcısı: Özgür köle kadın
Tam bu nokta da küresel sermaye, vadettiği sınırsız özgürlük ve sonuçlarının kadının tarihsel mücadelesine verdiği zararlardan da bahsetmek gerekiyor. Ve sınırsız özgürlükten doğan cinsel özgürlük ve teşhir özgürlüğünün kapitalizmle birleşmesinin kadın meselesine yaptığı etkiden de bahis aşmak gerekiyor. "Kendini özgür sanan performans öznesi aslında bir köledir. Efendisi olmaksızın kendini gönüllü olarak sömürmesi ölçüsünde mutlak köledir." Byung-Chul Han'ın bu tespiti teşhir nesnesine kendi iradesiyle dönüşen bireylerden bahsediyor. 2020'ler itibarıyla bambaşka görünümlerde olan influencer, sosyal medya kullanıcıları ve haz sektörünün bambaşka aktörleri kendi iradesiyle kendini sömüren haz nesnesine dönüşen bir tipolojiden bahsediyor. Ve bu haz sektörünün şüphesiz ki en kullanışlı nesnelerinden biri kadınlar.
Feminizmin popülerleşmesi tüketim kültürünün bir ürünü haline gelmesini de beraberinde getirdi. "Femvertising" adı verilen, reklamlarla feminizmi pazarlama stratejisi haline getiren bir anlayış gün yüzüne çıktı. "Bizi böyle bilin" sloganıyla toplumsal cinsiyet kalıplarına meydan okuyan spor ayakkabısı reklamları, "kız gibi yap" diye şarkısıyla sunulan ped reklamları feminizme verdikleri destek kadar feminizmi metalaştırıyor da. Feminist kampanyalar markalaştırıldı ve piyasalarda ürün haline getirildi. Fotoğrafı tişörtlerde, saatlerde nesneleşen Che Guevera gibi feminizm de tüketim kültürüne sızdı. Paspastan duş perdesine, iç çamaşırına bardağa kadar artık her şeyin feminizm versiyonlu baskıları satın alınabilir. Bu örneklerden en çarpıcısı 2017 yılının en popüler şarkısının "We Should All Be Feminists" yazılı Dior marka bir tişörte dönüşerek 710 dolara satılmasıydı mesela.
Teşhir özgürlüğü bir cesaret mi?
Kadın bedeninin metalaşması gibi sorunlar çoğunlukla kadınların kadınlar dışındaki etkilerle istismarı konusunda göze çarpıyor. Kadınların da kadın sorununa verdiği zararlar da var. Kadın bedeninin iradi ya da gayri iradi vasıtalarla bir sömürü nesnesine dönüştürülmesi kadına ve kadın mücadelesine zarar veriyor çünkü. Üstelik kadınların kadın sorununa verdiği zararlar kasıtsız ve kötü niyet taşımadan yapıldığı için çözümü daha da zorlaşıyor. Yolu bir şekliyle sömürüden geçen herhangi bir yöntemin kadınların mücadelesine bir fayda sağlamayacağı aşikâr değil mi?
Meydan okuyuşu, teşhir ve cinsel özgürlüğe indirgeme popülizmi başladı. Porno sektörü ve kadınlara yüksek dozda uygulanan şiddet ve hatta tecavüz içeriklerinin en çok etkileşim alan içerikler olması kadın çıplaklığının en çok kadına zarar verdiğini ortaya koyuyor. Bunun yanı sıra bilhassa ünlü kadınları ve çıplak pozları "iddialı ve cesur kareler verdi" diye sunan görüntü iktidarı ve bunun gönüllü performans özneleri de var. Bedenini teşhir ederek kadın varlığını yükseltmek? Cinsel obje olmaktan yakınıp binlerce insana çıplaklığını sunmak? Evet, "bizim bedenimiz, bizim kararımız" ama yürüyen bir çelişkiye dönüşürken cinsel meta olmak üzerine düşünmeli: Kadın çıplaklığı en çok neye, hangi sektöre hizmet ediyor?
Kadın bedeninin sürekli ve bir şekilde gündem edilmesi, magazinde yer aldığı yetmezmiş gibi bir de haber değeri taşıdığını düşünülerek ülke gündemini günlerce işgal etmesi en çok da kadınların gerçek sorunlarını kamufle ediyor. Birileri haz açlığı çeken bir kitle üzerinden "tık" alacak diye kadın bedeni haz ve teşhir nesnesine indirgeniyor. Sürekli libidoya yönelik içerik üreten bir gündem olmaz. Sürekli temel içgüdüye oynayan isimler, haberler ve gürültülerine "sessizlik boykotu" şart bu yüzden. Üstelik sayısız ciddi, mühim ve hayati mesele gündem dışı kalıyor bu yüzden.
Kendini gerçekleştirmenin sayısız entelektüel, bilimsel, sanatsal imkânı varken; kadınların varoluş biçimleri neden yalnızca giyinme, çıplak olma, teşhir ve cinsel özgürlüğüne indirgeniyor? Başka yolu yokmuş gibi cinsel ve çıplaklık özgürlüğe indirgenen kadın varoluşu, kadınlığı daha çok sömürüyor oysa. Kanatlandırma iddiası taşıyan çoğu sistem ve aktörleri kadınları o sistemlerin hazzı için hizmet ettiriyor. Herhangi bir şekliyle hazzın kölesi olan ya da edilen kadınlar bireyliklerini ve kendiliklerini bulması mümkün olmuyor. Meydan okuyuşun da nitelikli biçimleri var oysa: Düşünceyle, sanatla, bilimle, edebiyatla yapılan. O varoluş imkânları ve temsilcilerini tanımamız gerekiyor. Teşhir ve cinsel özgürlüğün "cesur kadın" varoluşu diye parlatıldığı bu zamanda en çok da böyle var olma cesareti gösteren kadınları tanımak gerekiyor. Bu bağlamda kadın bedeninin sömürülmesi ve metalaştırılması üzerine özellikle siyahi feminizmlerde adı anılan Saartjie Baartman'ın yaşam- deneyimi fazlasıyla trajik bir örnek olarak önümüzde duruyor.
Kara Venüs
Birinci dalga döneminde seçme ve seçilme hakkı, ikinci dalga döneminde kürtaj hakkı gibi talep ettiği birçok hak talebine ve çekirdek feminizmlerin çoğu feminist hedefine 21. yüzyıl feminizmin ulaşmasıyla yeni yeni feminizm türleri de çıkmaya başladı. Bu feminizm türlerinden biri de Siyahi Feminizmdi. Cinsiyet ayrımcılığının ırkçılıkla bağlantılı tüm sonuçlarını ve "renkli kadınların" karşılaştığı ırk, ekonomik ve cinsiyet nedenleri sorunları ele almayı hedefleyen Siyahi feminizmin en güçlü olduğu ülke Amerika'dır.
1970'ler feminizmi "ortak ezilmişlik"lerin vurgulandığı ama farklı kadınlık deneyimlerinin pek de dikkate alınmadığı myıllardı. 1980'lere doğru mevcut
feminizm algısı etnosantrik, heteroseksüel ve ırkçı bulunarak eleştirildi. Bu eleştirileri yapan grupların başında da siyahi feministler geliyordu. Kültürel ve politik olarak 1980'lere doğru gelişen Siyahi Feminizm, ilk toplantısını 1979 yılında yaparak; eğitim ve sağlık hizmetlerinde ırkçı politikalara karşı yazılar yayımladılar.
Nitekim Bell Hooks şöyle diyordu: "Siyah kadınlar daha önce siyah erkek ataerkillerin çıkarlarına hizmet etmiş bir siyah hareketiyle öncelikle ırkçı beyaz kadınların hareketine hizmet eden bir kadın hareketi arasında bir seçim yapmalarının beklendiğini hissettiler." Hooks, siyahi kadının tarihsel serüveninden ise; siyahi kadınların beyaz sömürgeciler tarafından cinsel tacize maruz kaldığını, fiziksel görünüşleri yüzünden "şirretçe habisleştirildiğini" ve bunlara ek olarak ciddi bir ekonomik sömürüye maruz bırakılmaları şeklinde bahseder.
Siyahi feminizmin ortaya çıkış serüveninde siyahi birçok kadının trajedisinin izleri görülmektedir. Tarihe kaydı düşen, bilinen nadir örneklerden biri ise Hotanto Venüsü olarak bilinen Sarah Baartman örneğidir. Baartman'ın yaşamı, değişen güzellik algısına rağmen kadın bedeninin nesne ve haz aracı olmaktan kurtulamayışının en trajik örneklerinden biridir. 1789'da Güney Afrika'da doğan Baartman, Hatonta Kabilesi kadınlarına has bir şekil farklılığıyla fazlasıyla büyük göğüs ve kalçalara sahipti. Hollandalı bir ailenin çiftliğinde hizmetçi olan ve sonraları bakıcılık da yaptırılan Baartman'ın fiziksel farklılığı dikkat çekerek en sonunda bir sunum nesnesi olarak İngiltere'ye gönderilecek ve kendisinden herkesin içinde goura çalıp dans etmesi beklenecekti. Daha sonra ise Hendrick Caesar tarafından Fransa'da sergilenmek üzere satılacaktı.
"Beyaz erkeğin" cinsel fantezilerine kışkırtmak amacıyla gösteri yapılmaya zorlanan Baartman, en sonunda Paris'te Doğal Tarih Müzesi'nde (Museum d'Histoire Naturelle) dönemin bilim insanlarının ve sanatçıların ortasında sergilenecek ve her türlü sömürü, istismar ve ırkçılığa maruz kalacaktı. Yalnızca 25 yıl süren yaşamının sonunda ise cesedi sıradan bir kadavra işlemi yapılmayarak bilim ziyaretlerine açık olarak sunulan açık bir gömüt olarak hazırlanacaktı.
Sarah Baartman'ın tezatı örnekler de var. Fazlasıyla beyaz ve aristokrat versiyonu olan bu hikâye de kadının beden algısının kadın varoluşu üzerindeki etkisini en trajik biçimiyle ortaya koyuyor. Marie Kreutzer' imzalı 2022 yapımı Corsage filmi, Sisi olarak bilinen Avusturya İmparatoriçesi Elisabeth'in 40'lı yaşlarını ve son yıllarını perdeye taşıyor. Yıllarca belinin ölçüsü 45 cm olarak kalmış, bedeni gibi varoluşu da bir korse içine hapsolan Sisi, kadının bedeni ve varoluşu arasındaki kuvvetli ilişkiyi gözler önüne seriyor. Viyana'da ve sarayın ve ruhunun da hapsolduğu bir korse içinde; kendisini denize ve yok oluşa çeken yeni bir var olma yol arıyor ama bulamıyor.
Yeni bir kadın varoluşunun imkânı
Ataerkil zorba, yüzyıllar boyunca kadın bedenine hastalıklı, yoz, şeytanî anlamlar yükledi. Baştan çıkarılmaktan öyle korktu ki zihnini ıslah etmek yerine kadınları hapsetmeyi tercih etti. Diri diri gömdü. Cadı deyip yaktı. Köle yaptı. Evlere kapattı. Hayata kapattı. Oysa kadınların bedeni birilerinin mülkü değil. Belirli rant gruplarının teşhir ürünü değil. Erotik metası değil, haz nesnesi değil. Erkeklerin hâkimiyet alanı değil. Kadınlar bu dünyaya birilerinin korku, haz ya da itaat nesnesi olmak için gelmedi. Kadınlar birilerinin hazlarını tatmin etmek için var olmadı. Kadının varlık amacı, anlamı, imgesi ona yüklenen o şey değil. Kadınların var oluş amaçları, hepsinden önemlisi özgür iradeleri var.
Kadını istismar eden ya da kadının kendi kendini istismar ettiği bu iki ucun bir dengesi olmayacak mı peki? Olabilir. Olmalı. Ataerkine rövanşist bir öfkeyle ya da kendi kendini metalaştıran gönüllü performans öznesinin tam ortasında kadın kendini saklamak ve teşhir etmek arasında mı kalacak hep? Gizlenmeyi değil, teşhir etmemeyi, bir gösteri nesnesi dönüşmeden görünmeyi tercih etmek. En sağlıklı görüntü vermek bu ayrımda saklı.
Teşhir özgürlüğünü meydan okuma, var olma biçimi gibi sunan pop sektörünün "gönüllü performans özne"leri; zihinsel, ruhsal çekiciliklerin keşfine varabilmiş değiller henüz. Demode ve ilkel ayartıcılığın imkânlarıyla arenanın içgüdülerine hizmet ediyorlar. Ta ki, harcanan eski özneler yerine yeni kullanışlı özneler bulana dek... Oysa bambaşka güzellik ve çekicilik yolları da var. Teşhir, çıplaklık ve erotizmin çekiciliğin ön koşulu sayıldığı ve teşhirle ifadesini, modasını bulduğu bir zamanda; asil, zarif ve sofistike olanın aslında en yüksek çekicilik olduğunun kanıtı ve yeni olma biçimleri var. Ve kadınların o yeni olma biçimlerini keşfetmesi lazım artık.
Dipnotlar:
1. Damla Duman, (10.03.2020), Popüler Feminizm: Popüler Kadın Dergilerinde Feminizmin Görünümleri. 03.05.2022 tarihinde http://feministmevzular.org: http:// feministmevzular.org/populerfeminizm- populer-kadin-dergilerindefeminizmin- gorunumleri/ adresinden alındı.
2. Ayşe Sevim, (2005), Feminizm. İstanbul: İnsan Yayınları, s. 87-88.
3. Ayşe Öztürk, (2018) "Edmund Burke'ün Yüce ve Güzel Kavramına Toplumsal Cinsiyet Perspekti-finden Bakmak: Düalizme Giden Yolda Algıları Değiştiren Bir Venüs: Hotanto Venüsü" Cogito: Türkiyeli Kadın Felsefeciler, s. 245-48.