Hilmi Demir: KATI LAİK VE KABA SOFTANIN ARASINDA: MÜTEDEYYİN KADININ İMTİHANI

KATI LAİK VE KABA SOFTANIN ARASINDA: MÜTEDEYYİN KADININ İMTİHANI
Giriş Tarihi: 20.9.2023 11:18 Son Güncelleme: 20.9.2023 11:51
Hilmi Demir SAYI:104
İki aşırı uç çizgide de olsalar katı jakoben laikler ile kaba softa radikal dindarlar başörtülü, mütedeyyin kadının kamusal alandaki varlığını bir tehdit olarak kodlamada uzlaşabiliyorlar. Her iki tarafı da korkutan şey kendi iddialarının aşınması aslında.

Kadın meselesi sadece muhafazakârların değil, uzun süre katı jakoben laiklerin de temel sorunu oldu. Modernleşme teorileri çoğu kez önce kadını modernleştirmekle işe başladı. Muhafazakâr, mütedeyyin örtülü kadın genelde modernleşmeye giden yolda önemli bir engel olarak görülmüştü. 28 Şubat sürecinde başörtülü kadınların eğitim hakkına konan uzun süreli engeller bunun en açık göstergesi. Bugün hala Fransa gibi katı laik uygulamalar başörtülü kadınların kamusal alanda görünür olmasını içine sindirebilmiş değil.

Bu madalyonun bir de karşı tarafı var; muhafazakâr mahallelerde yer tutmuş kaba softa dindar çevreler de benzer biçimde kadının kamusal alanda görünürlüğünden rahatsız oluyorlar. Ne kadar ilginçtir ki katı laikler başörtülü kadının kamusal alanda dindar kimliği ile görünür olmasını modernleşme karşıtı bir eylem olarak okuyorsa, bu kaba softa çevreler de çağdaş mütedeyyin kadının kamusal alanda kadın kimliği ile görünürlüğünü din için bir tehdit olarak görüyorlar. İki aşırı uç çizgide de olsalar katı jakoben laikler ile kaba softa radikal dindarlar başörtülü, mütedeyyin kadının kamusal alandaki varlığını bir tehdit olarak kodlamada uzlaşabiliyorlar. Her iki tarafı da korkutan şey kendi iddialarının aşınması aslında.

Laiklik elden gidiyor mu?

Katı jakoben laiklerin modernleşme teorileri, dinin kamusal alandaki görünürlüğünün azalması gerektiği üzerine kuruludur. Buna göre toplum laik-seküler oldukça din önemini ve etkisini azaltacaktır. Mütedeyyin, örtülü kadın kimliği bu teoriyi anlamsız kılmaktadır. Hem dindar hem eğitimli, mühendis, siyasetçi, yönetici kadın kimliği, katı jakoben laik kuramın zayıflamasına, yerine daha ılımlı bir sekülerlik kuramının tartışılmasına imkân tanımaktadır. Mütedeyyin kadının kamusal alanda görünürlüğü dinin aslında kamusal alandan tamamen çekilmeyeceğini, modernleşme ile dindarlığın yan yana bulunabileceğini göstermektedir. Muhtemelen katı jakoben laiklerin mütedeyyin kadına yönelik öfkelerinin arkasında da yıllarca savundukları tarihin ilerleyişi tezinin sonuna geldiklerini görmenin hıncı var. Aslında laik modernleşme tezi, Müslüman muhafazakâr modernleşme tezi tarafından yerinden edilmektedir. Bu tıpkı bir zamanlar "din terakkiye manidir" tartışmaları kadar eski bir pozitivist bilim anlayışına yaslanır.

Bilimsel ilerleme tezinin laik versiyonu dindarlıkla modernleşmeyi birbirine zıt kabul etmiştir. Toplumların modernleştikçe dinin terk edileceği ya da görünür olmaktan uzaklaşacağı tezi, katı jakoben laikliğin ana tezlerinden biri ola gelmiştir. Oysa dünyadaki birçok örneğinde görüldüğü gibi, ABD, Güney Kore, Malezya, Hindistan'da olduğu gibi, dindarlık modernleşmeye, kalkınmaya ve refaha engel olmaktan öte onu destekleyen bir motivasyon kaynağı da olabilmektedir. Ayrıca din ve dindarlık görünümleri dünyanın her yerinde kaybolmamakta, aksine daha fazla öne çıkmamaktadır. Sanırım yenilmişlik travması, katı Jakoben laik kesimlerde din ve dindara karşı hınç ve öfkeyi daha da kışkırtmıştır. Bu da değişimi anlamak yerine onu bastıma telaşına kapılmalarına yol açmıştır. Türkiye'deki mütedeyyin, başörtülü kadına yönelik bu sert ve katı politikaları biraz da bu gözle okumak gerektiğini düşünüyorum.

Sonuçta başörtülü kadının, eğitim ve siyasette temsil hakkını elde etmesi ile Türkiye'de laiklik erimemiş, aksine bence daha da meşruiyet kazanmıştır. Bugün kamuoyu araştırmalarında açıkça görüldüğü gibi hem demokrasi hem de laikliğe olan kamuoyudesteği daha da yükselmiştir. Söz gelimi Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından 2016'da yapılan Radikalleşme çalışmasında laikliğe olan destek yüzde 74,8 iken bu destek 2020'de yüzde 80,8'e çıkmıştır. Dindar, mütedeyyin kadının başörtüsü ile mecliste temsil edilebilmesi, kamusal alanda bulunması devletin kuşatıcılık ve kapsayıcılık ilkesini göstermesi olarak anlaşılmış ve Cumhuriyetin temel ilkelerinin meşruiyetini genişletmiştir.

Katı jakoben laikliğin kenardan merkeze doğru gelebilecek her türlü iktidar talebini irtica olarak kesmeye çalışmasının arkasında da kendini devletin asli sahibi görme iç güdüsü vardır. Muhtemelen bu başörtülüler neden Cumhuriyeti sahipleniyorlar diye de öfke duymuyor değiller. Ama sonuçta Türkiye büyük zaman kaybederek bu kendi modernleşme, muasır medeniyet seviyelerine doğru ilerleme yolunda önemli bir eşiği geçmiş oldu. Ve bu eşik aslında uzun süre eğitim hakları gasp edilen, demokratik eylemlerle mücadelelerinden asla taviz vermeyen başörtülü kadınların kendi azim ve gayretleri ile kazanıldı. Bu yüzden de tüm saygı ve onuru hak ettiklerini söylemeliyim.

Din elden gidiyor mu?

Şimdi gelelim madalyonun diğer tarafına. Türkiye'de deizm ya da dindarlığın gerilemesi, boşanmaların artması, namus gibi tartışmaların sürekli mütedeyyin kadınların görünürlüğü üzerinden yapılmasını nasıl anlamayız? Aslında dindar, muhafazakâr mahallenin içinde sofu, katı erkek egemen bir grup tıpkı katı jakoben laikler gibi başörtülü kadının bu yeni ve güçlü temsilini sahip oldukları dini tutum ve siyasi hedefler açısından bir tehdit olarak görüyorlar. Öncelikle teolojik olarak bu kesimlerin din yorumu ile katı jakoben laiklerin bilim yorumu arasında çok yakın bir benzerlik bulunduğunu belirtmeliyim. Her ikisi de tarihin içindeki kuralları değişmez, sabit özler olarak anlıyorlar. Birisi tarihin tek tip ve tek biçimci bir modernleşme kuramı olduğuna iman ediyorsa diğeri de tarihte tek tip bir Müslümanlık biçimi ve hayat örneği olduğuna iman ediyor. Birisi pozitivist jakoben diğeri de metin-söz merkezli bir din yorumuma sahip. Bugünkü hayat ona sığmadığında yorumlarını genişletmek yerine hayatı geçmişin kalıplarına sığdırmak için budamayı dini korumak olarak anlıyor.

Anlamadığı şey Prof. Dr. Yunus Apaydın hocamızın dediği gibi "Din ve Şeriat koymak Şâri'in işi, fıkhetmek ise bizim işimizdir." İslam dünyasındaki tartışılan birçok konunun kaynağı Şâri'nin dediğinden daha çok Fâkihlerin koyduğu fıkıhtan kaynaklıdır. Fıkıh Fâkih'in tarihsel şartlarıyla kayıtlı olduğundan birçok çıktısının (fetva) her yeni şartta yenilenmesi de gerekir. Bugün en temel sorunumuz Fıkhın çıktılarının Şâri'nin koyduğu din gibi sabit kabul edilmesidir. Bu sofu ve katı dindarlar Fakihlerin belli şartlarda oluşturduğu ataerkil fetva dilini bugünün şartlarına olduğu gibi uyarlamaya çalışmak ve bunun dışına çıkan her örneği de din elden gidiyor diye anlamaktır.

Kaba softalara göre kadını sokakta görmesek tüm sorunlarımız çözülecek gibi. Kadın evin baş köşesinde erkeğini bekleyen bir sultan olmalı. Oysa duvarların içinde de kadın tarih boyunca farklı şekillerde de olsa kendi varlığını göstermişti. Abbasi saraylarındaki kadınları düşünün hangisi güç ve iktidar kullanmıyordu ki? İbn al Sâ'î bize içinde şairleri, ud çalanları, erkeklerle şiir yarıştıran Abbasi sultanlarının eşlerini ve cariyelerini nakleder. Aslında kadını içeride tutmak isteyenler hangi kadını diye sormalı. Onlar aslında statü sahibi kadınların dışındakiler hakkında konuşurlar. Sultanların kadınları hakkında konuşmak da pek onlara düşmez. Aslında kadın tarih boyunca görünür olmayı başarmıştır. Şecerüddür gibi savaşan taht sahibi kadın, Sebe Melikesi gibi Kur'an'da hikmet ve güç verildiği için övülen kadın; Müslim'in (261/874), Tabakat'ında tabiînden olarak saydığı Muhaddis kadınlar. Sorun şimdi toplumsal sınıfların daha iç içe geçtiği modern hayatın yıktığı geleneksel statü duvarlarının olmayışıdır. Okur yazarlığın artması, metropol şehirlerin kurulması, okullaşma, kadının emek iş gücüne katılımı ile şimdi dün sarayda sahip olan hakları bugün tüm kadınlar talep ediyor.

Kadınlar olmasa!

Maalesef modernizm karşısında yaşadığımız her krizi ve çözemediğimiz meseleleri kadın üzerinden tartışmak kolaycılığı alışkanlık hâline geldi. Üzerimizden bir çığ gibi gelip geçen modernizmin, teknolojinin ve üretim biçimlerinin dayattığı değişimi, geleneğin yitirilişini mütedeyyin kadının giyimi, davranışı ya da çalışmamasıyla çözebilseydik, eminim kadınlarımız sokağa bile çıkmamaya rıza gösterebilirdi. Oysa yaşadığımız sorunlar kadın meselesinden çok daha ağır ve girifttir. Söz gelimi Türkiye'de artan boşanmalarda kadının rolü nedir biraz düşünelim isterseniz. "Kadın çalışıyor, bu yüzden de boşanmalar artıyor" diye oldukça sathi bir mantığa teslim oluyorlar. Oysa hem Türkiye hem de dünyadaki veriler boşanmaların artması ile kadının çalışması arasında nedensel bir bağı kanıtlamıyor. Küresel ölçekte boşanmalarda ciddi bir artış var. 1960'tan günümüze dünyada boşanmalar yüzde 251 artmış.

Boşanma konusunda Türkiye'de akademisyenler ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı çok ciddi çalışmalar yapıyorlar. Kimler boşanıyor, diye bir soru sorduğumuzda boşanma sebeplerinin arasında ilk sıralarda "zina", "aldatma", "terk" "aile içi şiddet" geliyor. Çalışan kadının daha fazla boşandığına dair elimizde ciddi bir kanıt da yok. Yani kadın çalıştığı için değil, kocası tarafından aldatıldığı veya terk edildiği için boşanıyor. Boşanmaların en temel sebepleri sadakat, hayâ, güven ve namus sorunları. Özellikle de namusun sadece kadına has bir şey olmadığını, erkeğin de namusu olduğunu öğretebilseydik boşanmalar daha az olabilirdi. Oysa biz namusu da sadece kadın üzerinden tartışmayı önceliyoruz. Pantolon giyen başörtülü kadına yönelik hassasiyetimizi erkeklerin namusu üzerinde göstermiyoruz. Ahlâkî değerlerin toplumun bir kesimine ya da bir cinse ait algılanışı, insanı değersizleştirir ve toplumda ahlâksızlığın meşrulaştırılmasına yol açar.

Sadakati, iffeti, hayâyı ve namusu yalnızca kadına ait değerler olarak görmek ve kadından beklemek İslam ahlâkına yapılabilecek en büyük zulümdür.
Daha da kötüsü Hazreti Peygamber'in yerdiği cahiliye âdetidir. Cahiliye şiirlerinde erkek ve kadına biçilen rollere baktığımızda bunu çok daha iyi anlarız. Döneminin ünlü şairlerinden eş-Şenferâ karısının evde onu beklemesiyle, dışarı çıkmayıp namusuyla evde oturmasıyla övünür. Buna karşılık cahiliye şiirlerinde erkek için övünülecek durumlar; savaşçılık ve herkesi yedirmesi içirmesidir. İslam gelmeden önce erkeğin namus, iffet ve hayâsından pek bahsedilmezdi.

İslam'da cinsel ahlâk anlamında namus değil ama "ırzı korumak" kavramı kullanılmaktadır. Cinsel dürtünün ahlâkî kontrolü anlamında "ırzı korumak" ise Kur'ân'da kadın için değil tüm müminler için bir ilke olarak karşımıza çıkar. Mü'minûn suresinde bu durum tam olarak şu şekilde ifade edilir: "Felâha ulaştı o mü'minler, ki onlar, namazlarında saygılıdırlar, boş şeylerden yüz çevirirler, zekâtı verirler ve ırzlarını korurlar… Ve o mü'minler emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler."

Hayatın içinde var olmak istiyorlar

Mütedeyyin kadınların siyasal alandaki kazanımlarını özellikle dini akademi alanında da tahkim etmeleri kaçınılmaz görülüyor. Türkiye'de ilahiyat ve fetva alanı erkek egemen olmaktan çıktıkça kadın ulema sınıfı bu alanı doldurdukça kadın tartışmalarında dini söylemin tehdit dili de azalacaktır kanaatindeyim. Çünkü bu maskülen fetva dili dünyanın birçok yerindeki kadınları boğuyor. Kadınlar aslında İslam içinde bir hayat yaşamak istiyorlar. Oysa bu maskülen fetva dili onları hayatın dışına atıyor. Onlara ya evlerinde oturmaları ya da örtüden çıkmayı teklif ediyor. Oysa onlar örtüleri ile Müslüman mütedeyyin bir kadın olarak hayatın içinde var olmak istiyorlar. Tıpkı erkekler gibi. Bunu da ancak kadınlar şimdi dini bilgi alanında mücadele ederek kazanabilirler. 28 Şubat gibi üzerlerine çöken bu maskülen fetva dilinden korkar ve kabuklarına çekilirlerse kendi kızlarını da ikna edemeyeceklerini hatta onların dindar olarak kalabileceklerini sanmıyorum.

Katı Jakoben laikler ile kaba softalar arasına sıkışan kadın dindarlığı kendini yolunu yine kendi çabasıyla bulmak zorundadır. Malezya, Endonezya gibi İslam ülkelerinde yaygın olan kadın müftü ve hakimler Türkiye'de neden olmasın? Erkek egemen İslam Âlimler Birliği'nde temsil edilmeyen kadın âlimler kendi birliklerini neden kurmasınlar? İslami bilgi alanı artık kadın ulemâların kendi sorunlarını konuştukları ve kendi fetvalarını aradıkları bir alan olmalıdır. Unutmayalım ki İslam dünyası düşünce krizini ve kendi modernleşmesini kadınların katkıları olmadan aşamaz. Türkiye'de mütedeyyin başörtülü kadınların siyaseten başarılarını şimdi entelektüel alana taşımaları gerekmektedir. Yoksa kaba softalar ve sınırda bekleyen jakoben laisizm tüm kazanımları almak için hınçlarından asla vazgeçmeyeceklerdir.

BİZE ULAŞIN