Birol Biçer: MUSTAFA KUTLU’DAN TÜKETİM KÜLTÜRÜNE KARŞI TEZLER: KALBİN SESİ IİLE TOPRAĞA DÖNMEK VE KANAAT EKONOMİSİ

MUSTAFA KUTLU’DAN TÜKETİM KÜLTÜRÜNE KARŞI TEZLER: KALBİN SESİ IİLE TOPRAĞA DÖNMEK VE KANAAT EKONOMİSİ
Giriş Tarihi: 23.01.2023 15:13 Son Güncelleme: 23.01.2023 15:13

Mustafa Kutlu'yu hepimiz bir edebiyatçı olarak hikâyeleri, romanları, denemeleri ve köşe yazılarıyla tanıyoruz. Ancak onun son yıllarda kendine misyon edindiği ve son kitaplarından birkaçını hasrettiği çok daha büyük bir dava var. Nedense onun bu mücadele çağrısına ve teklif ettiği çözümlere yeteri kadar kulak verilmediğini düşünüyorum. Yakinen biliyorum ki Kutlu bu konuda düşünmekten, teklifler getirmekten, mücadele etmekten vaz geçecek gibi görünmüyor. Bunun başlıca sebebi ise ondaki entelektüel şuurdan önce gelen kulluk bilinci.


Dünyanın maruz kaldığı küresel çöküşe karşı zihni ve kalemiyle elini taşın altına koyan Kutlu'nun yazıları ve kitaplarıyla insanları uğruna mücadeleye
çağırdığı bu sorunun sütunlarını şöyle özetlemek mümkün: "İnsanlığı doğal ve fıtrî olan her şeyden koparan sistem, aşırı üretim ve tüketimle gezegenin ve dolayısıyla insanoğlunun kaynaklarını tarumar eden vahşi kapitalizm, çılgın bir tüketimi körükleyerek doğayı ve yaşam kaynaklarını kirleten sanayi ve teknoloji, insanın ahlakı ve duyguları dahil her şeyi metalaştıran ticarileştiren bir ekonomik anlayış, dur durak tanımayan bir gelişme ve büyüme iştahı, dünya nüfusunun yüzde 90'ının gelirini yüzde 10'un elinde toplayan bir adaletsiz bir paylaşım, adaletsizlik."

Kanaatimce yaşayan en büyük hikâyecimiz olan Mustafa Kutlu özellikle son dönem eserleri olan Akıntıya Karşı, Kalbin Sesi ve Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş eserlerinde üzerinde durduğu insanlığı kemiren ve tüketen bu sorunları ve sistem meselesini salt eleştiri seviyesinde bırakmıyor; bir ekonomist, siyasetçi, akademisyen, biyolog ya da fizikçi olmadığının altını defalarca çizmekle birlikte düşünen ve dert edinen bir insan olarak çözüm teklifleri getiriyor: "Toprağa dönüş, yıkıcı-kirletici teknoloji ve sanayiye direniş, Hududullah'a riayet, kanaat ekonomisi, nefsi dizginleme, tüketim toplumundan yüz çevirme, ne tanrı ne de sınır tanıyan küresel kapitalizme kafa tutmak, Hakk'ın belirlediği ilkeler üzerine kurulu bir Ahlak Nizamını dirilterek akıntıya karşı dik duruş, Modernitenin bizim için yazdığı hikâyenin tersine gelenekten, kadim değerlerden beslenerek kendi hikâyemizi kurmak, tabiatla barışık yaşamak, paylaşmak ve makul ölçülerde minimal bir hayat tarzı."


Bu yazıda Mustafa Kutlu'nun söz konusu üç kitabından ve yayımlanmış makalelerinden alıntılarla yıllardır insanlara anlatmaya çalıştığı bir direniş ve diriliş mücadelesini bir nebze sergilemeye çalışacağım. Onun tüketim toplumu ve dünyayı yok eden sistem üzerine yoğunlaşan bu alıntıları çok
uzun yıllardır söyleşi vermeme konusunda ısrarcı olan Mustafa Kutlu ile zımni hatta bir nevi "korsan" bir röportaj olarak da okumanız mümkün. Neticede konu da sözler de tamamen ona ait.

Çağdaş Küresel Medeniyet'in insanlığı getirdiği son durak


Elinizdeki kitap (Akıntıya Karşı) sadece şu mektuptaki cümle yüzünden kaleme alınmıştır desem yeridir: Çağdaş Küresel Medeniyet'in (O iki asırdan beri peşine düşüp yetişmeye çalıştığımız muasır medeniyet) insanlığı getirdiği son durak burasıdır. (…) Acaba hedef nedir? İnsanı, tabiatı, tüm dünyayı ele geçirip (zaten yok ederek hâkim oldular) kendilerini bir ölümsüz ilah ilan etmek mi? (…) Kapitalizmin kanunları tüm dünyayı "Tüketim toplumu"na çevirdi. Bu bir çıkmaz sokaktır. Ne yazık ki "tek yol" olarak görülüyor: Sermaye-sanayiendüstri- teknoloji-refah-zenginlikkonfor- nefs-i emarenin bitmez tükenmez arzuları. (…) Bu tanrıtanımaz küresel kapitalizme kafa tutacak bir tek zümre var. Amentüye inananlar. Onlar henüz teslim olmadılar. Akıntıya karşı duranların elbette bir "tez"i, tek yolun dışında "sırat-ı müstakim" denilen bir yolu var. Bu yolun yolcuları önce kalben, sonra zihnen, sonra fikren, sonra fiilen inandıkları ilkeleri dile getirip "Ahlak Nizamı"nı hem kendileri hem tüm dünya için bir devrim olarak insanlığa sunacaklar. Tüketim toplumuna direniş, akıntıya karşı dik durmak, dirilişin ilk adımıdır. (Akıntıya Karşı)

"Tüketici" denilen nefer


Yılan bile toprağı kanaatle yalar. Toprak tükenir mi? Tükeniyor işte. Tüketim toplumu öte dünya inancını kaybetmiş, bu dünyaya hâkim olma
ihtirası ile yanıp tutuşan sanayileşmenin, endüstri ve teknolojinin, kanla zulümle kazanılmış zenginlik ve refahın, aşırı üretim, bolluk ve sefahatın eseridir. Nefs-i emareye hitap eder. Doymak bilmeyen nefis insanı ve tabiatı sömürerek sonsuz kar peşinde koşar. "Tüketici" nedir? Bu toplumun
varlığını devam ettirmekle görevli bir nefer. (…) Bu düzende parsayı toplayan patrondur. İnsanoğlunun çevresi eşya ile kuşatılmıştır. Ufku kapalıdır.
Kâinatın ve tabiatın mevsimlerle belirlenen ilahi ritmini, duymaz, göremez. Kesrete boğulmuştur. (Akıntıya Karşı)


Tüketim Toplumu'nun tapınağı


AVM Tüketim Toplumu'nun tapınağıdır. Tüm tüketim etkinliklerinin sentezi oradadır. Hasta ruhlar alış-veriş ile şifa bulur. Vitrin gezmek, akla gelen her malı görmek, modayı takip etmek, aylaklık, flört, eğlence, yemeiçe, spor, güzellik salonu bu mekanı dayanılmaz derecede çekici kılabilir. Reklamlar buna "yeni bir yaşam tarzı" diyor. Ailece gidilecek, gezilecek, dinlenilecek; son çıkan romanı, sezonun son giysilerini, incik-boncuğu, trend olan kahveyi, sandviçi, günün müziğini, ödül sahibi filmini, yer-içeralır- görürsünüz. Ambiyans budur. Bir nevi kültürel büyü. Her şeyden haber alırsınız, belki bir rol-modelin kendisini bile görebilirsiniz. (…) Dans pistleri, olimpik havuzlar, çocuk parkları, kafeler, lokantalar, butikler, paten alanları, gece kulübü, sinema, kültür merkezi, tiyatro salonu sayamayacağımız kadar tüketim nesnesi. Dinamik pazarlama ve estetik duygusu. Modern ritim ile aylaklığın izdivacı. Sürekli bir ilkbaharda ebedi bir "ambiyans". Burası herhalde bir Pantheon olmalı. İkonalar burada toplanmış ve tüm ayinler burada. "Çıkış Yok" adlı film oynuyor…(Akıntıya Karşı)

"Mal"ın satılma süreci


Sanayi'nin tezgâhından çıkan "mal"ın üretilmesi kadar tüketilmesi için de adeta bir ordu harekete geçer. Ordunun bir kısmı "öncü"dür. Tasarımcılar- yazılımcılar-üreticiler belki de hammadde olduğu günlerde başlamıştır. Şirketlerin-bankaların-borsaların dâhil olduğu bir şamata… Ordunu öteki kısmı iletişim-ulaşım-tedarik zinciri, bir bölümü de "malı cilalama" işine girer. Pazarlama-dağıtım-reklam. Medya ayaklanır, fotoğraflar filmler çekilir. Malı lanse etmek için devreye devlet adamları bile girer. Elbette her alanın idolleri istihdam edilir. Sporcular, artistler, metin yazarları. Bilim en başında işin içindedir, sermayenin emrindedir. "Mal"ın ne kadar yararlı olduğunu makaleler, sempozyumlar, kongreler ile ilan eder. Sonra gelsin bando-mızıka, kurdeleler, havai fişekler vesaire. "mal"; dekorasyonu, rengi, kokusu, ışıltısı, büyüsü ile "çarpıcı" olmalıdır. "mal"ın gücü "süper" olmalı; gören-kullanan
"Adam yapmış arkadaş, budur işte" demeli. Görüyorsunuz "mal"ın başına nasıl bir kalabalık toplanmış, metrolar fışkırıyor, gökdelenler çıldırıyor. Bu
neyin kafasıdır arkadaş? (Akıntıya Karşı)

Marka giyer, sürüye dâhil olur


Podyumdaki manken ile vitrin mankeni arasında fark yoktur. Her ikisi de taşıdığı giysileri arzu nesnesi haline getirir, satışını sağlar. Giysi manken, manken giysiyi parlatır, çekici kılar. Bir bakıma birbirlerini satışa sunulmuş "mal" kılarlar. Hadi biz buna "ürün" diyelim. (Mal'ın lügat manası geniştir; varlık ve servetten saf kişiye, güzel kadından uyuştturucuya kadar). Bu "ürün" sahip olan kişiye bir statü ve prestij sağlar. "Marka" için bir üretim ordusu çalışmaktadır. Tasarım yazılım şart olmuştur. Atölyeler, makinalar, deneyler, laboratuvarlar, fotoğraflar, filmler-videolar, müzik ve ışık oyunları, metin yazarları, "mal"ın sergileneceği mekânlar her tür fantazyaya aç. Marka giyen bir şekilde markayı sunan mankenle aynileşir. Bilindiği gibi "marka" esasında "konfeksiyon"dur. "İmza"nın şahsi ve muhterem oluşuna karşılık -marka kolektif çabanın ürünüdür. (…) Parasını veren her kişi marka giyer, sürüye dâhil olur. Marka giyen markayı sunan mankenle bir şekilde aynileşir. Bu misitfikasyon "tüketim"in aslî oyunudur. (Akıntıya Karşı)

Kapitalizm'in iğrenç çehresi


Eski Roma'nın zenginleri ihtişamlı ziyafet sofraları düzenlerlermiş. Yediklerini kusar sonra yeniden yemeye başlarlarmış. Fellini'nin Roma (1972)
adlı filminde böyle bir ziyafet sahnesi vardır. Üstat herhalde bu sahne ile Kapitalizm'in iğrenç çehresine işaret etmek istedi. Tüketim toplumunun üretimi ile tüketimi aynı zihniyetin eseridir, birbirini doğurur. İdeoloji teknolojiyi, teknoloji ideolojiyi besler, büyütür. Bunun adı kapitalizm'dir. Günümüzde "Teknokapitalizm"e dönüştü. Küresel sermaye teknolojiyi ideolojinin önüne geçirdi. Artık ABD ile Çin arasında fark kalmadı.

Modernleşmenin bizim için yazdığı hikâye

Modernleşmenin bizim için yazdığı hikâye sona ermeli, biz artık kendi hikâyemizi yazmalıyız. "Kendi hikâyemiz" işte bütün mesele. İnancı,
felsefesi, iktisadı, siyaseti, hukuku, sanatı ve hayat tarzı ile hem kendimize hem tüm dünyaya sunacağımız hikâyeyi kim yazacak. (…) "Tüketim toplumu"nun içinde yaşarken gelenekten, aileden, fertten konuşmak; kapitalizmin kanunlarını görmezden gelmek havanda su dövmektir. Madem bir "hikâye" yazılacak, eh benim de çorbada tuzum olsun. (Akıntıya Karşı)

"Bizim hikâyemiz" "kanaat"ten doğacak

Üretim-tüketim dengesini doğal yapı belirler (hilkat ile fıtrat), ihtiyacın ne olduğu yani sınırı bilinmez değildir. Hududullah'ın tayin ettiği sınırlar içinde insan-insan, insan-tabiat ilişkileri bir nizam oluşturabilir ki biz Hz. Peygamber'in hayatında ve sünnetinde görebiliriz. (Kalbin Sesi) (…) (Kâinatın ahengine, mevsimlere göre yaşamaya dayanan) üretim ve tüketim anlayışı hayatı "fabrika ayarına" göre düzenlenmiş "Sanayi Toplumu"ndan tamamen farklıdır. Formül şöyle: Az yiyecek, az konuşacak, az uyuyacaksın. Nimete şükredecek, sıkıntıya sabredeceksin. Üretim ihtiyaca göre, tüketim kanaat ile. (…) "Bizim hikâyemiz" in öngördüğü hayat elbette "kanaat" kavramından
doğacak. (Akıntıya Karşı)

Tüketim zinciri insanlığı hem zorba hem esir kılıyor


Yıllar sonra anladım ki tabiatla savaşan insan bir kahraman değil, gözünü kan bürümüş bir katil. Toprağı, suyu, havayı kirletiyor, ağzı-dili yok bitkileri ve hayvanları neslini kurutacak şekilde sömürüyor. Eline güç geçtiğinde tabiat bir yana kendi hemcinsini de "ham madde" olarak kullanıyor. Hududullah'ı çiğneyen insan aklıyla, girişimci ruhu ve keşifleriyle, tekniği teknolojiye dönüştürüp endüstriyel üretimi başlatınca "yeryüzünün hâkimi benim " diye efelendi. Banka mabed, para mabud, fabrika bacaları ile gökdelenler bu yeni dinin göklere yükselen bayrağı oldu. Çarkıfelek dönüyor,
yatırım-üretim-tüketim zinciri tüm insanlığı aynı anda hem zorba hem esir kılıyordu. (Kalbin Sesi)

Tüketim ekonomisine karşı kanaat ekonomisi


(…) Tüm insanlık ilerleme-kalkınmazenginlik- refah ve konfor istiyor. Ama söyledik ya dünya gelirinin yüzde 90'ına nüfusun yüzde 10'u el koyuyor. Buna rağmen her ülke gelişme peşinde. Daha çok yatırım, daha çok üretim, daha çok Ar-ge, daha nice teknoloji, daha çok kâr, daha çok büyüme. Eee. Ne olacak yani? Bu bir çılgın koşu, bir çıkmaz sokak, bir serap. Tabiatı ve insanı daha ne kadar sömürebilirsiniz? Bu konuda düşünenler bir muhalefet cephesi oluşturamasalar da uyarı yapıyorlar. Ne ozon tabakasının delinmesi, ne buzulların erimesi, ne su kaynaklarının tükenmesi, ne sadece Irak ve Suriye'de milyonla insanın katledilmesi ne fakir ülkelerde birkaç çocuğun ölmesi, kimseyi sarsmıyor. O halde bize düşen nedir? Şudur: Bu tüketim ekonomisine karşı kanaat ekonomisini zihnen-fikrenilmen oluşturup uygulamak. "Çılgın koşu"yu ancak bu anlayış durdurabilir. Çerçevesini çizmeye çalıştığımız Ahlak Nizamı'nın bir cüzü de kanaat ekonomisidir. (Kalbin Sesi)

Ahlâk Nizamı


Bir inatçı ağaçkakan misali koca gürgenin delinmez gövdesinde bir delik açmak için hep aynı noktaya vuruyorum. Bundan vazgeçecek değilim. (…) İlhamını İslâm'dan alan bir fikir, dünyaya teklif edeceğimiz bir "sistem" gerekmiyor mu? Dünyaya söyleyecek bir sözümüz olmalı. (…) *Evvelâ paradigmayı değiştirmeliyiz. * Ekonominin önüne ahlâkı koymalıyız. * Tarımı sanayinin önüne geçirmeliyiz. * Dünyaya teklif edeceğimiz iktisadî düzen "Kanaat Ekonomisi" olmalıdır. İslâmın en güçlü ve anlaşılır görüşü bu ilkeye dayanır.

Karşı konulmaz bir "hayat tarzı"


Günümüzün dünyasında geçerli olan paradigma şudur: Tüm devletler kalkınmacı-ilerlemeci-gelişmeci-büyümeci- zenginleşmeci bir refah ve konfor peşindedir. Düşünürler, devlet adamları, bilim adamları, askerler, aydınlar, yazarlar yıllar süren savaşlar, icatlar, devrimler, soykırımlar sonucu rakipsiz bir ideolojiye erişti. Bunun adı "kapitalizm"dir. Teknolojik- dijital donanımı ile bu ideoloji karşı konulmaz bir "hayat tarzı"nı tüm insanlığa dayatmış ve "tüketim toplumu"nu kurmuştur. Kapitalizmin yumuşak karnı nefs-i emmareye hitap eden "tüketim"dir. "Kanaat" bu zehirin panzehiridir. Liberal kapitalizm, devlet kapitalizmi, neoliberal kapitalizm, teknokapitalizm, küresel kapitalizm, her neyse, aynı yapıdadır. (Bu Böyledir)

170 yıllık insan hatası


Birleşmiş Milletler "İklim Değişikliği" konusunda üç bin sayfa tutan bir rapor yayımladı. Rapor insanlığı ve dünyayı bekleyen tehlikeleri belirtiyor. Aslında bütün bunlar bilinmedik şeyler değil. (…) Yapılan konuşmaların sonucu bir başlık altında toplandı. Başlık şu: "170 Yıllık İnsan Hatası". Kimsenin "sanayi" demeye dili varmıyor. İtikat hâline gelmiş bir inanç heykelinin yıkılması bu. Kabul etmek kolay değil. Konuşmacıların hepsi acı bir tebessüm ile şu cevabı verdiler: "Sanayi Devrimi". Demek ki neymiş?: "İklim değişimi"nin sebebi "sanayi" imiş. (…) Geçmiş olsun. Bâde harabü'l-Basra. Mesele şuradadır arkadaş: Vahşi kapitalizmin (yani kendini ilah yerine koyan insanoğlunun) doymak bilmez iştihası. Allah'ın, peygamberin, öte
dünyanın, hesap gününün inkârı. Sonsuz üretim, sonsuz tüketim, sonsuz kâr. Nefs-i emmarenin çığırdan çıkan fotoğrafı. Bu sanmayın bu günün meselesidir. İnsanlık tarihi, peygamberler tarihi bu sahnelerle doludur. (Adını Koyalım I)

Zihnen, kalben, fikren bir "Red cephesi"


(…) İki yüz yıldan beri atmosfere fabrika bacalarından püskürtülen gazlar fabrika sahiplerini, sermayeyi, kapitalizmi zengin ederken dünyamızı berbat etti. Sonsuz üretim, sonsuz tüketim, sonsuz kâr. Öyle mi? Bunun adı ilerleme mi? Bunu beceremeyenler az gelişmiş, geri kalmış ve ilkel mi? (…) Küresel kapitalizm sinsice sırıtarak sevimli bir teklifte bulunuyor: Vahşeti terk edelim, çevreyi koruyalım, "sürdürülebilir" bir kalkınmayı hedefleyelim, yeşil enerjiye dönelim. Bu bir kurt masalıdır. Kırmızı başlıklı kız masalı. Kimi kandırmaya çalışıyorsunuz? (…) "Çare nedir?" diye sorarsanız ben
taşın altına elimi çoktan koydum. Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş (Dergâh Yay. 2020) adında bir kitap yayımladım. Bu bir teklif. Toprağa dönmeli, aza kanaat etmeli; varlığa şükür yokluğa sabır demeli, ahlâkı ekonominin önüne geçirmeliyiz? Sorgulamaya, tartışmaya pek meraklı çağdaş kafa hemen soruyor: "Hangi ahlâk?" Tereddüt etmeden cevap veriyorum: İslâm Peygamberi'nin vazettiği, yaşayarak gösterdiği ahlâk. (Adını Koyalım II)

Âhir zaman


Âhir zaman dünya-insanlık tarihinde "çokluk"un rekor seviyede görüldüğü bir devir. Hz. Peygamber bu çoğalmanın kendi döneminden bu
güne doğru artarak devam eden bazı unsurlarını "kıyamet alâmeti" olarak zikretmiştir. (…) Biz bu "çoklukla övünme ve gurur"un yerine minimal (sade) bir hayatı, eşyanın esaretinden kurtulmayı; niceliğin egemenliğine karşı niteliğin tercih edilmesini koyuyoruz.


"Asr sûresi"nde "ziyanda olan insan" diye tarif edilen kalabalık "âhir zaman"da Çağdaş Küresel Medeniyet'e mensup, kapitalist hayat tarzının mensuplarıdır. Sanayi Devrimi ile başlayan fabrikasyon üretim, her tür eşyanın akıl almaz biçimde çeşitlenerek insanoğlunu kuşatmasıyla neticelendi. Çağdaş insan bir bakıma "eşyanın esiri"dir. "İhtiyaç"lar sun'î olarak "çoğaltılmış"tır. Yatağından uykulu kalkan her fert önce akıllı telefonuna bakarak rakamların büyüsüne tabi olur. Çağdaş insan kargadan başka kuş, "büyüme rakamları"ndan başka rakam tanımaz. (Ne yapmalı III)


Son söz


Rızkı veren Cenab-ı Allah'tır. Kimse "aç kalırız" diye korkuya kapılmasın. Bu dünya bugünkü nüfusunun dört katını doyurur. Yeter ki bir ekmeği dörde bölüp, dört kişi ile paylaşmayı bilelim; bunun yolunu bulalım, bu ahlâkı benimseyelim.

BİZE ULAŞIN