Ekrem Demirli: TÜKETİM ARZUSUNUN GİZLEDİĞİ: MODERN İNSAN, ÜRETMEK VE HAYATIN UNUTULMASI

TÜKETİM ARZUSUNUN GİZLEDİĞİ: MODERN İNSAN, ÜRETMEK VE HAYATIN UNUTULMASI
Giriş Tarihi: 20.1.2023 12:19 Son Güncelleme: 20.1.2023 12:19

Eski ahlak kitaplarında zikredilen birçok örnek modern insana tuhaf gelir, tam olarak neden söz edildiğini anlamak veya söylenen karşısında ikna olmak mümkün olmaz. Bu örnekler arasında en garip olanı ise israf ve tüketimle ilgili örneklerdir. Verilen örneklere bakınca insan yaşanılan dünyanın nasıl bir yer olduğunu, kıt kanaat bir hayat yaşamanın ne olduğunu anlamakta güçlük çeker.

Bu neden böyledir diye düşünmeye bile gerek yoktur: İnsanlık zenginliği bu çağın ikinci yarısından sonra keşfetmeye başlamış, dünya bütün hazinelerini ortaya çıkartmış, bundan sonra israfın ne olduğu fark edilmeye başlanmıştır. Geçmiş zamanlarda yeryüzünde herkes "zorunlu züht" dönemi diye isimlendirilebilecek bir kanaat devri yaşıyor, insanlar hayatlarını idame ettirmek üzere gerekli gıdayı bulmakta bile zorlanıyor, ev bark tedariki neredeyse imkânsız kalıyordu. Maddi kıtlıkların yol açtığı savaşlar, hastalıklar insanların kitlesel ölümlerine yol açıyor, dünya gerçekten yaşanılması zor bir yer olarak yaşanıyordu.

Dinlerde insanın bir günahla birlikte cennetten dünyaya sürgün edilmesinin anlaşılır bir nedeni vardı o dünyada. Herhalde o dünyaya tahammül etmek, başlı başına bir ahlak idi. Dünya bir zindan veya kafes idi ve yaşamanın sıkıntıları umumi, nimetler ise istisna idi. Bakmayın bugün insanların
geçmişe duydukları büyük özleme! Eski dünya herhalde en çok çağımızda arzu duyulan ve özlenen bir dünya olmuş, en çok çağımızda hayalleri süslemiştir.

Modern dünyanın zenginliği ve israfı içinde geçmişe düzülen nostaljiler, güzellemeler tam bir modern hayat şımarıklığıdır. Şımarıklıktır çünkü çağların iç içe yaşadığını dikkate alırsak hali hazırda geçmiş dünyanın benzerini yaşayan insanlar o dünyadan kaçmaya çalışırken kimse de o dünyaya gitmek istemiyor. Nostalji ancak tarihsel bir döneme dönüktür, bu nedenle de şımarıklıktan öte bir anlamı yoktur.

Bilinçaltına yerleşmiş eski açlık


Geçmişte yaşanan şey tam da nostaljinin zıddı idi: Geçmiş zamanlarda insanlar herhalde "cennet" diye tam da bütün zenginliğiyle birlikte modern
çağı hayal ediyor, bu çağdaki gibi bir yaşantıya ulaşmak için çaba gösteriyordu. Kadim toplumlarda insanların doğal ömürleri oldukça kısa idi. Bunun
nedeni beslenme koşulları, sağlık ve temizlik gibi yaşamı doğrudan etkileyen amillerdi. Bu nedenle söz konusu toplumlarda zenginlik, krallar ve onların yaşantıları imrenerek anlatılır, o zenginlikten yoksullara ihsanda bulunan insanlar büyük ahlak sahibi olmakla övülür.

Hemen bütün ahlaki kurallar içerisinde zenginliğin, paylaşmanın en büyük değer olarak addedilmesi yaşanan kıt ve yoksul hayatın aynası idi. Bizim
toplumumuzda ortak muhayyilede peygamberler arasından Hz. İbrahim'in cömertliği ile (günümüzde bile birçok yerde "Halil İbrahim Sofrası"nın olması ne kadar gariptir) Hz. Eyyub'un zikredilmesi dikkate değerdir. Sanki hayat bulunca dağıtılan ve bulamayınca sabırla tahammül edilmesi gereken bir sıkıntı idi kadim zamanlarda.

Yeryüzünün nimetlere kavuşması yakın zamanda gerçekleşti dedik. Hal böyle olunca insanlar varlığımızı tehdit eden bir açlığın şekillendirdiği bilinçaltı ile doymak bilmez bir şekilde dünyaya saldırmış, sürekli tüketerek eski açlığı unutmaya çalışmıştır. Böyle bir tüketim neticesinde doğanın insanlara yetmeyebileceği fark edilmiştir: Yaşanan dünyada hava bozuldu, su bozuldu, toprak bozuldu ve bütün bunların neticesinde tabiat ile insan arasındaki uyum ortadan kalktı.

Eski toplumlarda tabiat bazen ana, bazen başka isimlerle anılır, bazen ise Tanrı ve kutsallık ile özdeşleştirilirdi. Günümüzde tabiat ile insan arasındaki eski ünsiyet ve yakınlık anlamını yitirmiştir; tabiat ne anadır ne de kutsal bir anlama sahiptir. Yakın gelecekte Ay'a Mars'a giderek orada yaşamın imkanları konuşuluyor. Hz. Peygamber'in "İnsana bir vadi altın verilse ötekini isterdi" hadisinin bu kadar doğrulandığı başka bir dönem ve hadise yoktur; insana dünya yetmedi, ikinci belki üçüncü dünyayı istiyor. İnsanın uzay macerasının temelinde yatan ve o arayışı şekillendiren şey, varlığımızı uzun süre tehdit etmiş olan bu açlıktır.

Modern değerler ihtirasla şekillendi


İnsanın doğa ile çatışmasına yol açan bu tüketim çılgınlığını yakın gelecekte durdurabilecek bir neden veya otorite görünmüyor. Üstelik görece dindar veya ahlaklı toplumlarda bile "geride kalma (terakki edememe)" korkusunun yol açtığı baskılar üretime olmasa bile tüketime ortak olmanın makul gerekçelerini oluşturmuştur. Bilhassa Müslüman toplumlar benzer gerekçelerle yeryüzünün üretenleri olmak, doğal olarak tüketimden nasiplerini almak zorunda hissetmişlerdir kendilerini. Çağımızda üretmeyen ve tüketmeyen insan gerçek bir insan, modern dünyanın paydaşı kabul edilmiyor.

Modern dünya hemen bütün değerlerini bilhassa insanın özgürlüğünü tüketim üzerinden kurmuştur. Tüketmek özgürlüktür en yaygın değerlerden biridir. Modern dünya, içimizdeki zaafları en iyi bilen uzmanlarca oluşturulmuş bir dünya olarak bize istediklerimizi vereceğini taahhüt etmiştir. İnsanın yaparak, elde ederek ve tüketerek özgürleşeceğini düşünmek, önce ikna edici bir iddia gibi gelir. Fakat zaman içinde tüketmenin bir sınırı ve sonucu olmadığını fark etmeye başladık; başladık lakin durabilmenin imkânı ve bizi durdurabilecek bir gerekçe ortada görünmüyor.

Ortaçağın denge ve ahenk içerisinde pek yavaş ilerleyen statik kalmış dünyasından çıkmak büyük ihtiras sahibi insanlarca gerçekleştirildi. Keşifler, bilimsel icatlar vs. insanın hayal ettiği ne kadar şey varsa belirli bir nesil tarafından büyük bir ihtirasla gerçekleştirildi. Modern dünya bu ihtiraslı insanlarca kuruldu, modern dünyanın değerleri onlar tarafından şekillendirildi. Bu nedenle böyle bir dünyanın yol açtığı sorunlardan kurtulmak, hele de tüketim sarmalını aşabilmek, tam aksi istikamette bir dirençle mümkün olabilir. Başka bir anlatımla modern dünyaya karşı koymak onu ortaya çıkartan hırs ve arzudan daha büyük bir arzu ile mümkün olabilir. Bugün dünyada bulunmayan şey budur. Henüz kimse tüketimin gerçek bir tehlike olduğunu düşünmüyor, dünyanın yok almaya doğru gittiğine inanmıyor.

Lakin günümüzde dünyayı ve ortaya çıkan sorunları doğru tahlil etmedeki esas yanlışlık, sorunu tüketim üzerinden ele almış olmamızdır. Modern dünyada ortaya çıkan sorunlar tüketim ve israf üzerinden ele alınamaz, tüketim kavramına odaklanarak dünyanın istikametini ve bu dünyayı üreten insanı anlayamayız. Gerçek ve büyük sorun, sonsuz bir iştahla kendimizi mecbur hissettiğimiz üretme arzusudur. Bu üretme arzusu ise içimizdeki iktidar ve güç iradesinden doğmaktadır veya onun bir tezahürüdür. İnsanı harekete sevk eden şey bu iktidar arzusu olduğu kadar tüketimle sonuçlanan modern dünyanın ortaya çıkışının gerçek saiki de iktidar arzumuzun aklımızı yok etmiş olmasıdır.


Binaenaleyh tüketim sadece bir sonuçtur, sebep ise üretmek, üreterek var olmak, üreterek güç elde etmek saplantısıdır. Bu sorun anlaşılmadığı sürece tüketim üzerinde durarak doğaya tekrar dönemeyiz, dünyanın yok oluşunun önüne geçemeyiz. Her insan kendine şu soruyu sormak
zorundadır: Niçin sürekli üretmek zorundayız, niçin üretmeye mecburuz biz?

Üretim-tüketim sarmalına din/tasavvuf çare olabilir mi?


Modern dünya eski çağların hayali olsa bile, içinde yaşayan insanlar az çok bu dünyayı -samimiyeti sorgulansa bileeleştirmeye başlamıştır. En
dikkat çekici eleştirilerden biri iyi eğitimli, zengin ve muktedir insanların hayatlarının bir evresinde veya tamamen bir tür inzivaya yönelmiş olmalarıdır. İletişim kanallarında bunların örneklerini, yaşadıkları tecrübeleri sıkça görmekteyiz.

Hal böyle olunca Müslüman toplumlarda da yeni bir zahitlik temayülü, tasavvuftaki inziva ve bireyselliğin bu amaçla yeniden keşfi gibi ihtimaller konuşulmaya başlandı. Meselenin hangi noktalara evrileceği bir yana, günümüzde bir soruyu tartışmak gerekir: Acaba tasavvuf veya tasavvuf hareketlerine ruhunu veren zahitlik tüketim toplumunun eleştirisinin referans noktası haline gelebilir mi? Sorunun cevabı tasavvufun ve zahitliğin
modern dünyada geleceğini şekillendirecektir.

İlk züht hareketleri yeni toplumsal yapının bir eleştirisi olarak ortaya çıkmış, bireysel hayatın tercih edilmesiyle şehri terk eden örneklerini vermişti. Zamanla bu eleştiri önce zenginliğe, daha sonra ise zenginlikle iç içe girmiş bilgi anlayışına yönelerek kapsamlı bir eleştiri haline gelmişti. Bu meyanda ilk zahitler bireysellik, ümmilik ve yoksulluk üçgeni üzerine kurulu bir anlayışı hedefleyerek yeni toplumu eleştirmiş, değeri ve yetkinliği şehrin dışına çıkmakla aramışlardı. Lakin Müslüman toplumlarda uzun süren bir züht eleştirisi yapılmıştır.

Bu eleştirinin kökleri sahabe nesline kadar vardırılabilir. Züht ve onun ortaya çıkardığı anlayışlar dilencilik, hazır yiyicilik gibi itham edici bir üslupla aşağılanmıştır. Modernleşmeyle birlikte eleştiriler daha ileri bir noktaya varmış, çağdaş Müslüman toplumlardaki aydınlar din ve terakki hakkındaki eleştirilerini tasavvufa yöneltmişlerdi. Onlar için gerilemenin en önemli nedeni tasavvufun ideal kavramı olan tevekkül idi. Tevekkülü terk etmeden
ilerlemek, başarılı olmak mümkün olmayacaktı.

Muhammed İkbal ve Mehmet Akif gibi birçok Müslüman aydın için İslam toplumunun en önemli sorunu tevekkülden beslenen teslimiyetçilik, tahlil yeteneğinin kaybolması, bireyselliğin ortadan kalkması gibi durumlardır. Bu anlayış o kadar yaygınlaşmıştır ki doğru olup olmadığı tartışılmadangünümüzde de bir dogma haline gelmiştir. Kısmen bunların da etkisiyle İslam toplumlarındaki tasavvuf grupları üretimin içinde bulunmaya çalışmış, buna bağlı olarak modern hayatınpaydaşları haline gelmek için yarışmışlardır.

Din ve modern hayat eleştirisi

Hâlihazırda tüketim toplumuna yönelik bir eleştirinin tasavvuftan gelişebileceğini mümkün görmek gerçekleri görememek demektir. Bunun bir nedeni
tasavvuf gruplarının modern hayata girmedeki iştahlı tutumları iken başka bir yönü ise tasavvufun uzun bir zamandır kazandığı şehirli zevkler, alışkanlıklar ve hayat ile iç içe gelişimidir. Tasavvuf grupları İslam dünyasının birçok bölgesinde şehirliliği, şehirli zevkleri yücelten ve bunun içinde yer almakla iftihar eden bir özellik kazanmıştır. Bu bakımdan tasavvuf dâhilinde bir tüketim eleştirisinin ortaya konabilmesi mümkün görünmüyor. Öte yandan tasavvufun ümmilik ilişkisi de modern dünyada sahici bir ilişki olarak tesis edilemez. Olması gereken esas şey, bu tasavvufun yine tasavvuf içerisinden ciddi bir eleştiriye tabi tutulmasıdır.

O zaman modern dünya eleştirisini tasavvufta bulabilmek yakın zamanda muhal bir beklentidir. Bunun yerine tasavvufun da içinde bulunduğu dini hayatın bazı yönlerinde bu eleştirinin nüvelerini bulmak mümkün olabilir. Fakat burada fıkıh yorumu üzerinden dinin modern dünya ile çatışmasının çok ürkek ve çekingen bir dil taşıdığını görmekteyiz. Günümüz fıkıh tartışmalarına bakınca üretim-tüketim meselesi bahsinde birkaç çekingen noktanın ötesinde bir tereddüt görülmüyor. Müslüman toplumun henüz yeterince terakki edememiş ve refahtan payını almamış olması herkesin en ciddi sorunudur. Hal böyle iken dinin -ne fıkıh ne tasavvuf yorumunda- kayda değer bir eleştirel söylem üretebilmesi mümkün görünmüyor.

Binaenaleyh dinin bir bütün olarak modern dünyayı eleştirebilecek köklü ve sistematik yaklaşım geliştirmesi oldukça zordur. Tarihin hiçbir döneminde din böyle hareket etmiş değildir. Çünkü din dâhilindeki ana akımlar, hayatın hemen her alanında üretimi yüceltir, dindarların güç ve iktidardan nasiplenmesini ahlaki bir vecibe sayar, bireysel alanda birtakım engeller koysa bile, dünyayı tümden değiştirebilecek kadar radikal tutum sergilemez.

Buna mukabil din içerisinde daha eleştirel tutumlar için birtakım temayüllerin gelişebileceğini ve bunların tasavvuf ile de iş birliği içinde daha sistematik bir dil kazanabileceğini beklemek gerekir. Bu temayüller dünyanın hemen her yerinde güçlendikçe birbiriyle irtibat kuracak, dinin
geleneksel ve uzlaşmacı yorumunu eleştirerek dini düşüncenin gelişmesine de zemin teşkil edecektir.

Fakat bu temayüllerin başarıya ulaşabilmesi için odaklanması gereken nokta tüketimin kendisi değil, insan içindeki sürekli üretme tutkusu olmalıdır. Çünkü dünyayı yaşanabilir yer olmaktan çıkartan şey, tüketim arzumuz değil, üretmek, sürekli üretmek mecburiyetimizdir: Modern insan için tüketmek sadece bir arzu iken üretmek bir anlam ve mecburiyettir.
İ

BİZE ULAŞIN