Sena Subaşı: 2029’DA AY’A ARAÇ İNDİRMEYİ HEDEFLİYORUZ

2029’DA AY’A ARAÇ İNDİRMEYİ HEDEFLİYORUZ
Giriş Tarihi: 14.9.2022 12:52 Son Güncelleme: 19.9.2022 11:43
Dünyada şu sıralar büyük bir teknolojik dönüşüm ve yarış söz konusu. Bilişim teknolojileri, 3 boyutlu internet, sanal gerçeklik, dijital hayat bu hızlı geçiş ve rekabetin ana odaklarından biri. Ancak tüm gelişmeler ve rekabet sadece siber uzayla sınırlı değil. Benzer bir atılım da gerçek uzayda sürüyor. Buna Yeni Uzay Çağı da deniliyor ve bu devrin özelliği artık sadece süper güçlerin değil en küçük ülkelerin, dev şirketlerin hatta özel girişimcilerin bile uzayda var ve hak sahibi olmak peşinde koşmaları. Kısacası istikbalin artık iki alanda var olmaktan geçtiği düşünülüyor: Dijital-akıllı-sanal teknolojiler ve uzay. Bilimsel çalışmaların yanı sıra dünyadaki teknolojileri kontrol edebilmenin, geleceğin ham madde kaynaklarına ulaşmanın, askeri rekabette bir adım öne geçebilmenin anahtarına sahip olmak uzayda var ve güçlü olmaktan geçiyor. 2019 yılında Türkiye Uzay Ajansı’nın (TUA) kuruluşuyla Türkiye de bu yarışa katıldı. Türkiye’nin ulusal uzay ve havacılık ajansı TUA’nın başkanı Serdar Hüseyin Yıldırım ile uzay ve havacılık çalışmalarını, bunun bilimsel ve stratejik bakımdan önemini, günümüz dünyasında ifade ettiklerini, Metaverse dahil tüm dijital sistem ve teknolojiler üzerindeki etkisini, devletlerarası uzay rekabetini ve geleceği konuştuk.

"Uzayda izi olmayanın dünyada sözü olmaz" gibi bir sloganınız var. Ne anlama geliyor bu söz?

Ben bu sözü 2020'de bir çalıştay esnasında söyledim ve çok rağbet gördü. Bizim kültürümüzde bir söz vardır bilirsiniz; "tarlada izi olmayanın harmanda yüzü olmaz" derler. Bu atasözünden ilhamla bu sözü söyledim ve tüm meseleyi çok güzel karşılayan bir slogana dönüştü. Uzayda izi olmayanın dünyada sözü olmaz diyorum çünkü yeni uzay çağındayız. Bugün içinde bulunduğumuz yeni uzay çağının (new space age) eskiye göre farkını artık tüm ülkelerin ve hatta şirketlerin uzayda varlık göstermeleri ve birtakım faaliyetlere girişmeleri olarak ifade edebiliriz. Bildiğimiz gibi eskiden uzay böyle bir yer değildi. 1957'de Sputnik uydusunun Sovyetler Birliği tarafından fırlatılmasıyla başlayan eski uzay çağında ABD ve Sovyetler Birliği olarak iki güç vardı. Bu iki büyük gücün uzay yarışlarını diğer ülkeler seyirci pozisyonunda takip ederlerdi çünkü kimsenin o sahaya gücü yetmiyordu. Daha sonra ESA'nın kurulmasıyla AB güç kazanmaya başladı ve Japonya, Çin gibi birkaç ülke de peyderpey bu alana geldiler. Ama esas olarak bu iki devlet ve onların dev uzay teşkilatları eski dönemde uzayda varlık gösteriyordu.


Yeni uzay çağına baktığımızda ise Afrika ülkeleri dâhil olmak üzere bütün devletlerin uzayda bir varlık mücadelesi içerisinde olduğunu görüyoruz. Diğer yandan 2020 sonunda NATO, uzayı bir harekât sahası olarak ilan etti ve bunu bütün üyelerine duyurdu. Bu, hep söylenen uzayda bir savaş olabileceği anlamına geliyor. Dolayısıyla uzayda varlık göstermeden artık dünyada yalnızca bilimsel çalışmalar ya da güvenlik konularında değil, hiçbir konuda söz sahibi olamazsınız. En basitinden bütün haberleşme, yer tespitleri uzay üzerinden işliyor. Tarımsal çalışmalar, felaket yönetimleri, şehircilik gibi birçok konu artık tamamen uzaydan kontrol ediliyor ve yönetiliyor. Bu sebeple bugün uzayda yoksanız dünyada da esaminiz okunmaz.

Uzayda var olmayı bu denli önemli hale getiren sebepler neler? Neden bu kadar önemsiyoruz uzayı?

Sanayi Devrimi'ni yakalayamayan devletlerin nasıl sömürüldüğünü, milyonlarca insanın nasıl ucuz işçi olarak çalıştırıldığını ve yüzyıllardır sömürge sisteminin devam ederek ülkelerin nasıl bağımlı hale getirildiğini biliyoruz. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki uzayda olmayan devletler köleleşecek. Tıpkı Sanayi Devrimi'ni yakalayamayan devletlerde olduğu gibi. Köleliğin bu içinde bulunduğumuz yüzyılda sona erdiği ve sömürge devletlerinin kurtulduğu söyleniyor fakat bu sadece bir yanılgı ve uzaydaki gelişmeler bu sistemin iyice güçlenmesine sebep olacaktır. Bunlar uzun vadeli öngörüler değil; yapılan projeler doğrultusunda olacakları söylüyorum. Uzaya dair tüm planlar ve uzaydaki gelişmeleri 50 sene sonra falan değil, 5-10 seneye hepsini göreceğiz. O yüzden Türkiye mutlaka uzayda olmak zorunda. Bizim bu treni kaçırma ihtimalimiz dahi yok. Aksi halde ülkemiz bundan çok büyük zararlar görür. Bu çağa çok hızlı bir şekilde girdik ve hızlı bir şekilde de ilerlenecek. Bizim kaybedecek vaktimiz yok. Bu sebeple Uzay Ajansı'nın kurulması geç kalınmakla beraber çok doğru ve önemli bir adımdır. Bazılarından şöyle sözler duyuyoruz: "Bunlar çok pahalı işler, paramızı niye uzaya harcıyoruz?" Bu çok yanlış bir bakış açısı ve bilgisizlikten kaynaklanan bir algı, uzayda olup bitenleri bilseler tam tersine "Biz diğer masraflardan kısalım, uzaya harcama yapalım" diyeceklerine eminim.

Sizin de belirttiğiniz gibi bir zamanlar ABD, Sovyetler Birliği, Çin gibi ülkelerin büyük bir uzay rekabeti söz konusuydu. Günümüzde bu mücadele nereye evrildi, nasıl sürüyor?

Büyük devletler Ay'ı hedefliyor, çünkü Ay öncelikle Dünya'nın fırlatma üssü olacak. Derin uzaya yönelik fırlatmalar Ay'dan yapılacak. Ayrıca orada dünyada nadir bulunan bazı toprak elementlerinin olduğu tespit edildi. Helyum 3 gibi bizim gezegenimizde çok az mevcut olan bir elementin bulunduğu biliniyor mesela. Daha bizim bilmediklerimiz de olabilir. Biliyorsunuz Ay'a daha evvel birkaç kez gidildi, insanlar yüzeye indi ve oradan toprak, taş gibi birtakım numuneler toplayarak dünyaya getirdi. Sonra ara verildi çünkü Ay'da insanların devamlı bulunmalarının çok zor, pahalı ve riskli olduğu görüldü. Su yoktu ya da yok olduğu zannediliyordu. Herkesin en çok sorduğu soru ise neden şu an tekrar çalışmalar başladı? Çünkü Ay'ın güney kutbunda büyük buz kütleleri tespit edildi. Muhtemelen uzaydaki başka bir yerden gelmiştir, tam bilinmiyor ama neticede su var. Su varsa bunu hem direkt kullanma hem de ayrıştırarak oksijen ve hidrojen elde etme şansınız var demektir. Oksijeni teneffüs etme, hidrojeni yakıt olarak kullanma imkânını göz önünde bulundurursak su varsa hayat vardır demek oluyor. Bu sebeple Ay'da koloni kurmak bugün mümkün hale geldi. Hatta koloni kurma çalışmaları başladı bile. Bu imkânların tespitinden sonra ABD'nin başını çektiği Batı grubu Artemis programını planladılar ve Eylül sonu Artemis Projesi'nin Ay'a ilk fırlatması yapılacak. Son ABD ziyaretimde ben de dev roketi gördüm. Şimdiye kadar yapılmış en büyük roket. Böylece Ay'da koloni kurma çalışmaları başlamış oluyor. Bundan sonra devamlı olarak Ay'a gidilecek.

Öbür taraf da boş durmuyor elbette. Rusya ve Çin, ILRS ismiyle ortak bir çalışma başlattılar. Bu grup Ay'da bir koloni kurarak önce bilimsel çalışmaların yapılacağı, daha sonra insanların düzenli olarak yaşayabileceği bir yapı hedefindeler. Bu amaç doğrultusunda Çin ve Rusya'dan her sene üçer fırlatma, toplamda senede altı fırlatmayla Ay'a gidilmesi planlanıyor. Önce malzemeler götürülerek yapılar inşa edilecek, sonra da insanlar tıpkı uzay istasyonunda olduğu gibi orada yaşamaya başlayacak.


Bugün sadece hedeflerin ve planların Ay üzerinde olduğunu görüyoruz fakat tabii ki sadece Ay ile sınırlı kalmayacak. Geçenlerde bir asteroit tespit ettiler. İçerisinde milyar ton altın var. Altın gibi çok değerli ya da dünyada az bulunan madenler asteroitlerde ve diğer gök cisimlerinde mevcut. Ay'dan sonraki diğer hedef Mars olacak. O yüzden bir yanda da Mars çalışmaları ve orada koloni kurma planları sürüyor. Bu belki 50 sene sonra gerçekleşebilecek bir hedef ama Ay'daki planlar şu an gerçekleşmeye başladı bile. Ay'da birtakım kaynaklar var ve oraya ulaşanlar onları kullanacak.

Bu kaynakların kullanımıyla ya da kime ait olduğuyla alakalı hukuki birtakım düzenlemeler var mı? Yani ilk bulan mı üzerinde hak iddia edecek?


Bu çok önemli bir soru. Ne yazık ki bu işin henüz bir hukuku oluşmuş değil. Uzay hukuku, bugün bizim de katılım sağladığımız BM tarafından yürütülen bir çalışma. Bazı ülkeler birtakım kanunlar çıkartsalar da onlar kendilerini ilgilendirir. Herkesi bağlayan genel geçer kanunlar henüz olgunlaşmadı. BM bünyesinde varlık gösteren uluslararası sözleşmeler ışığında imzalanan beş tane antlaşmanın birinde şöyle diyor: Bütün gök cisimleri insanlığın tamamına aittir; hiç kimse bunlar üzerinde egemenlik iddia edemez. Fakat bu antlaşmayı imzalamayan ülkeler var. Ayrıca bu genel geçer olsa bile siz oraya gidemiyorsanız hakkınızı alamazsınız zaten. Oraya gidebilen hakkını kullanacaktır. Dolayısıyla "Ne işimiz var Ay'da?" diyenlere şunu söylüyorum: Bu sadece bir teknoloji kazanımı değil. Bizim hukuki haklarımız var ve onları da kazanmamız lazım. Ülkemizin ve insanımızın haklarını korumak için bizim oraya ulaşmamız lazım.

İleri dönemlerde tüm sanayinin uzaya taşınacağı, savaşların yaşanacağı gibi bazı öngörüler var. Bu fikirler gerçeğe dönüşebilir mi sizce?

Dünyanın yörüngesinde dolaşan 400 kilometre irtifadaki uzay istasyonu 25 senedir çalışıyor ve burada sürekli olarak 6-7 kişi bulunuyor. Çin de şu an kendi istasyonunu yaptı ve 3 Çinli taykonot orada bulunuyor. Yani demek ki şu anda uzayda 10 kişi yaşıyor. Bu sayı hızla artacak çünkü dünya yörüngesinde dolaşan uzay istasyonları çoğalacak. Başlamış projelere baktığımızda bu istasyonların sayısı en az 7-8'e ulaşacağını görüyoruz. Bunlarda sadece bilimsel çalışmalar değil üretim de yapılacak. Uzun yıllardır uzayda çok sayıda savaşçı uydu var. Bunların net olarak sayıları ve kabiliyetleri söylenmediği için bilinmiyor ama ABD, Rusya ve Çin gibi ülkelerin uydularının birbirleriyle bir mücadele halinde olduğunu biliyoruz. Bunların dünyaya dönük bir tehdit olma unsurları da var.

Uzayda savaş olabilir mi derseniz, mümkündür derim. Bu savaşlar iki türlü gerçekleşebilir. Biri uzayda olan kendi aralarında birbirlerini yok etme üzerine dayanan bir savaş ki belki şu an bile oluyor ve biz bilmiyoruz. Dünyanın yörüngesinde dolaşan uydular ve diğer cisimler dünyaya düşmemeleri ve yörüngede kalmaları için saatte 28 bin km hızla hareket ediyorlar. Çok hızlı diye tabir ettiğimiz uçak saatte 800-900 kilometre hızla uçuyor. Bu sebeple uzayda herhangi bir şeyi yok etmek çok kolay. Bir uyduya cıvata büyüklüğünde bir cisim fırlattığınız anda o uydu ya da her neyse parçalanır. Dağılan cismin parçaları da çarptığı diğer cisimleri yok edebilir. Yani bu tür bir savaşın sonuçları çok ağır ve yıkıcı olabilir. Bu felaketlerin yaşanması mümkün ama bir yandan da yaşanmaması için insanlar gayret ediyor tabii.


Savaşların doğrudan bizi ilgilendiren ikinci kısmı ise uzaydaki lazer ya da elektromanyetik sistemlerin dünyaya bir silah olarak doğrultulma ve kullanılma riski. Bunları sadece bilimkurgu filmlerinde görürüz ve biliriz fakat bugün teknoloji buralara geldi. Uzayda ayrıca istihbarat boyutu var. Kimse yeryüzünde dolaşarak bilgi toplamıyor artık; herkes uydulardan istihbarat alıyor. Denizlerde, ormanlarda, şehirlerde yangın ve diğer felaketler bile uzaydan yönetilmeye başladı. Bir örnek vereyim; bizim şu an Harran Ovası'nda hassas tarım çalışmalarımız var. Uzaydan bakıp bir arazideki su nispetini, bölgedeki kimyasal bileşeni görebiliyorsunuz ve ne kadar gübrenin gerekli olduğunu, ne kadarlık bir sulamaya ihtiyaç duyulduğunu uzaydan tespit edebiliyorsunuz. Böylece israfı önleyebildiğiniz gibi gereken yere gerektiği kadar katkı yapabiliyorsunuz. Bunlar tarımda verimi artıran müthiş gelişmeler. Çin ve gelişmiş Avrupa ülkeleri bu teknolojiyi çok yoğun bir şekilde uyguluyor. Biz de başladık ama daha da geliştirerek uygulamaya koymamız gerekiyor. Dolayısıyla aklınıza gelebilecek her sahada uzay sistemleri devrede.

Mesela bugün çokça konuşulan Metaverse teknolojilerinin işlemesi de uzay teknolojisine bağlı. Küresel bir sistem çalıştıracaksanız uzaydan çalıştırmak zorundasınız. İnternet lokal olsa ve sadece Türkiye'de kullanabilseniz o kadar değeri olmaz. Dünyanın her yeriyle haberleşebildiğiniz, veri gönderip alabildiğiniz için kıymetli oluyor. Karasal sistemlerle sanal teknolojiler yürümez. Bu sebeple Metaverse ve diğer dijital sistemlerin bir anlam ifade edebilmesi ve bir güç haline dönüşmesi için küresel olması gerekiyor.

Bu noktalardan baktığımızda uzayda bulunmanın ne denli hayati olduğu anlaşılıyor. Türkiye Uzay Ajansı bu konularda neler yapıyor?

Türkiye Uzay Ajansı'nı Cumhurbaşkanımız Aralık 2018'de kararnameyi imzalayarak kurdu. Fiilen faaliyetlere başlamamız ise Ağustos 2019'dur. Üç senede çok ciddi mesafe aldık. Biz TUA'yı geliştirirken uzay konusunda tüm Türkiye'nin uzay kapasitesini bir araya getirerek Milli Uzay Programı'nı hazırladık. Bu programda 2021'den 2030 sonuna kadar 10 senede tamamlanacak 10 hedefimiz var. Agresif projelerle beraber ayakların yere bastığı dengeli bir program hazırladık. Ay programı gibi çok iddialı hedeflerinin yanında bir ekosistemin geliştirilmesi, insan kaynağının hızla toparlanması,uzay teknolojisi geliştirme bölgesinin kurulması gibi daha mütevazı görünen önemli hedefleri de bulunuyor. İmkânlar ve insan kaynağı açısından elbette ki zorlanıyoruz. Eğitim ve tecrübe anlamında yetişmiş insan kaynağına erişmek bizi en çok zorlayan alan fakat tüm hedeflerimize emin adımlarla yürüyoruz.

Milli Uzay Programı, Türkiye'nin ortak aklıyla hazırlanmış bir programdır; TUA'nın tek başına yaptığı bir şey değil. Ülkemizde uzayla alakalı kim ne çalışmışsa herkesi davet ederek 300 kişinin katılım sağladığı çalıştay düzenledik, bütün konuları masaya yatırdık. Orada başkan olarak şunu belirttim: "Ne biliyorsak söyleyelim, aklımızda ne varsa dile getirelim." Bu sebeple Milli Uzay Programı tüm Türkiye tarafından benimsenen, sahiplenen ve kabul gören bir çalışma oldu çünkü herkesin fikrini aldıktan sonra hedefler tespit edildi. Ben sınırlarımızın dışına çıkıp Milli Uzay Programı'mızı uluslararası toplantılarda anlattığımda bunun ciddi bir yankı uyandırdığını görüyorum. Türkiye'nin bu programı bizzat kendisinin hazırladığına inanamıyorlar. Bana bazı ülkelerin temsilcileri "Bunu size şu ülke mi verdi?" diye soruyor. Bunların satır arasında "siz yapamazsınız" algısı var. Hâlbuki yapabiliriz ve yapmaya devam ediyoruz.

Türkiye'nin uzay çalışmalarındaki çatı kuruluşu biziz. Stratejiyi belirleyen, koordinasyon sağlayan ve yurt dışında devleti temsil eden kurum TUA'dır. 1990'lı yıllarda ilk TÜRKSAT uydusunun fırlatılmasıyla başlayan, sonrasında TÜBİTAK, ASELSAN, TUSAŞ gibi kurumların faaliyetleriyle devam eden bir uzay çalışmaları geçmişimiz var. Eksik olan şey bir uzay ajansıydı çünkü tüm ülkelerde bu işleri koordine eden, strateji belirleyen, hedefler koyan, teşvik eden uzay ajanslarıdır. Bu da tamamlanmış oldu ve kurulduğumuzdan itibaren uzayla alakalı çalışmaların ivme kazandığını görüyoruz.

Dünyada uzay adına çok önemli gelişmelerden olan James Webb Uzay Teleskobu 25 seneye yakın bir zamanda tamamlanabildi ve 11 milyar dolar kadar bir maliyeti var. Bunlar belki bizim boyumuzu aşan projeler fakat biz de bir yerden başlayıp yürümek zorundayız. Uluslararası alanda ilgi gören kendi projelerimizi gerçekleştiriyoruz. Bazı ülkelerle aramızda teknoloji transferi, işbirlikleri, anlaşmalar doğuyor, bu anlamda politikamız gereği de kimseye kapımızı kapatmıyoruz, herkesle iyi ilişkiler yürütüyoruz ki bu bizim için çok önemli.

TUA'nın hayata geçirdiği projeleri biraz anlatır mısınız?

Türkiye'nin gözlem kapasitesinin artırılması konusunda önem teşkil eden Doğu Anadolu Gözlemevi (DAG) projesinin adımları atıldı. Ajans kurulmadan önce Erzurum'da Atatürk Üniversitesi'nin bünyesinde başlayan, şu anda bizim de himaye ettiğimiz bu proje bizim için bir iftihar vesilesidir.

4 metre ayna çapına sahip bu teleskop, 3 bin 170 metre yükseklikteki konumuyla tüm bölgenin çok önemli bir gözlem merkezi oldu. İlk ışığı da bu sene alacak. Ülkemizin bundan evvelki en büyük teleskopu 1,5 metre ayna çaplıydı. Yani bizim gözlem kapasitemizin artacak olması sebebiyle çok önemli bir gelişme. TUA'nın bir diğer projesi de, ASELSAN ile beraber büyük ölçüde yerli imkânlarla yapmayı planladığımız ve radyoteleskop olarak kullanacağımız 20 metre çapında bir anteni Türkiye'ye kazandırmayı planlıyoruz. Bununla beraber spektrumun başka bir sahasını daha kapatmış olacağız. Farklı dalga boylarında farklı gözlemler yapılıyor.

Yeryüzünden uzayı gözlemlemenin farklı kategorilerini değerlendirerek ülkemizin bu konudaki kapasitesini artırmaya çalışıyoruz. Bu bizim hedeflerimizin sadece biri. Bir Türk'ü uzaya bilimsel bir misyonla gönderme hedefimiz vardı. Bu hedefte de son noktadayız. Astronot seçimleri kapandı, şu anda eleme safhasındayız. En sonunda seçilecek iki kişi ABD'ye giderek eğitim alacaklar ve biri oradaki kurum tarafından seçilerek 2023'te uluslararası uzay istasyonunda birtakım bilimsel çalışmalara imza atacak.


Mesela bizim uzak hedeflerimizden biri de Türkiye'nin dünyanın yörüngesinde bir uzay istasyonunda yeri olması, insan bulundurmak ve orada daimi olarak bilimsel çalışmalar yapmak, ileride yapılacak olan üretime katkıda bulunarak bunlardan pay almak.

Bildiğiniz gibi Ay'a ulaşma hedefimiz var. Bu hedef doğrultusunda 2029'da Ay'a yumuşak iniş yaparak bilimsel gezen araç indirmeyi hedefliyoruz. Fakat öncesinde Ay'a gitmeyi öğrenmeyi ve oraya ulaşmayı istiyoruz. Bu sebeple 2 yıl zarfında kendi imal ettiğimiz bir aracı kendi imkânlarımızla Ay'a ulaştırmayı hedefliyoruz. Tasarım çalışmalarımız bitmek üzere. Hatta bu projeyi heyecanla takip eden sayın bakanımız Mustafa Varank ile bu uzay aracımızın bire bir modelini yaparak yakın bir zamanda kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz. Bu projeyi başarmamız halinde Türkiye teknolojik bir sıçrama yapmış olacak ve dünyada gök cisimlerine ulaşabilen az sayıda ülkeden biri olacak. Hep söylüyorum; uzayda olmazsak çok şey kaybedebiliriz. Uzayda yoksanız geri kalırsınız. Geri kalırsanız kaçınılmaz olarak fakirleşeceksiniz. Fakir olmak istemiyorsak bugün uzay yatırımları yapmak zorundayız. "Paraları uzaya harcayacağımıza başka ihtiyaçlarımızı giderelim" düşüncesi geleceği anlayamamak ve görememekten kaynaklanıyor. Gelecekte güçlü bir şekilde var olmak istiyorsak uzay sistemlerine yatırım yapmak zorundayız. Uzay deyince bugün akıllara Star Wars geliyor ama bu kadar basit değil.

Serdar Hüseyin Yıldırım kimdir?
Türkiye Uzay Ajansı Başkanı


1961'de İstanbul Üsküdar'da dünyaya gelen Serdar Hüseyin Yıldırım aslen Rizelidir. Lisans eğitimine İstanbul Teknik Üniversitesi Havacılık ve Uzay Bilimleri Bölümü'nde başlayan Yıldırım, Berlin Teknik Üniversite Havacılık ve Uzay Bilimleri Bölümü mezunudur. 1987'de yurda dönen ve çeşitli havayollarında yöneticilik yapan Yıldırım, 2001'den itibaren yurt dışı ağırlıklı serbest danışmanlığa başladı. Bu arada 2002- 2008 yılları arasında Kadir Has Üniversitesi'nde hava yolu işletmeciliği dersleri verdi, İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü'nden lisans diploması alarak "tarihçi" unvanı kullanmaya hak kazandı. 2015'te Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğüne atandı. Yaklaşık 2 sene bu görevde kaldıktan sonra sırasıyla Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakan Müşavirliği, Havacılık ve Uzay Teknolojileri Genel Müdürlüğü görevini yürüten Yıldırım, 07 Ağustos 2019 tarihli Cumhurbaşkanlığı atama kararı ile Türkiye Uzay Ajansı Kurucu Başkanı olarak atandı. Son 30 yıl zarfında özellikle üniversite gençliğine yönelik yüzlerce sohbet, konferans, seminer verdi. 60 kadar makalesi çeşitli mecralarda neşredildi. 2018'de "Geleceğe Notlar" isimli kitabı yayımlanan Yıldırım, farklı zamanlarda yönetiminde bulunduğu STK'lar adına uluslararası toplantılara katıldı ve ülkemizi uluslararası alanda temsil etti. 5 kıta ve 140 ülkeyi ziyaret eden Yıldırım, İngilizce, Almanca ve İspanyolca bilmektedir. Evli, 4 çocuk ve 2 torun sahibidir.

BİZE ULAŞIN