İnsanın diğer insanların akıl, eylem ve servetleri üzerinde kontrol sağlama isteğine işaret eden "will to power" veya '"animus dominandi"diyebileceğimiz kudret tutkusu, ulusal ve uluslararası politika da dâhil neredeyse tüm sosyokültürel ilişkilerin temel niteliğini oluşturuyor.
Batılı ve modern emperyalist jeo-politikanın ana unsuru olan bu anlayışın amacı "dünyayı ve dünyanın düşüncesini yönetmek"tir.
Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA, kurulduğu tarih olan 1947'den beri hem ABD hem de diğer ülkeler için algı(lama) yönetimi taktikleri geliştiriyor. Örneğin 1953 yılında, İran başbakanının görevden alınması için yürütülen propaganda kampanyasında, "Başbakan Muhammed Mussaddık'ın garip bir kişi olduğu çünkü çalışma ofisinde manipülasyonu devreye sokulmuştu.
Zira "nedir"den çok "nasıl"a odaklanan algı yönetiminin amaçlarından biri de bir "söylem geliştirmek" suretiyle gerçeği "yeniden belirlemek ve kurmaktır." Bu açıdan, siyasi savaşın lokomotifi konumundaki algı yönetimi stratejisi; kamu diplomasisi, psikolojik operasyonlar ve sistemli propaganda gibi unsurlarla birlikte bir devletin dış politikasının yanında imaj, prestij ve itibar arayışının da omurgasını oluşturur.
Özellikle de yeni bilgi ve enformasyon teknolojileri, küresel yeni medya ağları ile internet tarafından eş zamanlı olarak uluslararası meselelerin halka hızlıca iletilmesi, iç kamuoyunu da dış politikanın hedefi ve alanı haline getiriyor.
Bu nedenle yeni bilgi ve medya teknolojileriyle birlikte küresel algı yönetimi faaliyetleri uluslararası ilişkilerin temel dinamiğine dönüşerek sadece uluslararası kamuoyunu yönlendirmede değil aynı zamanda hedef alınan hükümetlerin karar alma formasyonlarını ve politika formülasyonlarını da ciddi biçimde etkileyebiliyor.
Bu açıdan bakıldığında iç kamuoyunu dışardan gelen kirli algı yönetimi, manipülatif enformasyon ve kara propaganda faaliyetlerine karşı güvenceye almak artık devletlerin en öncelikli ulusal güvenlik meselesine dönüşmüş durumdadır.
Bu da milli bir enformasyon, ulusal internet ve siber güvenlik stratejisini aynı anda hayata geçirmeyi gerektiriyor.
Küresel algı fetişizmi
Ancak burada şu gerçeğin altını da çizmek gerekir ki algı yönetimi ile beslenen propaganda ve manipülasyonların gerçekliği değiştireceğini ve köklü değişimlere neden olacağını düşünmek her anlamıyla insanı algı anarşizmine ve fetişizmine götürür.
Bu tehlikeden kurtuluşun yolu da pozitivist iletişim stratejilerine ve yeni medya faşizmine kapılıp daha fazla algı ve psikolojik savaş operasyonu değildir. Bunu yaptığımız anda Batılı aklın optik ve ideolojik rasyonaliteye dayalı kısır muhakeme bataklığına daha fazla saplanırız.
Emperyal Batı'nın siyasi ve tarihsel "Öteki"si olduğumuz gerçekliğini unuttuğumuz anda bize dair Batılı algıların sosyo-kültürel ve jeo-politik hakikatini kavramakta da zorlanırız. O zaman Batı'nın bize dair çarpık algısını değiştirme silahımızdan kendi irademizle vazgeçmiş oluruz. Zira her algı başkasının bize dair inandığı gerçeklerin sonuçlarına işaret eder.
Bu hakikati görememek Batı'nın düşünsel ve kültürel bataklığında dolaşmaya benzer. Kendi gerçekliğini bilmeyenler, bu nedenle ne başkasının algısını yönetebilir ne de kendine dair algıyı değiştirebilir.
Kuşku yok ki Batı'nın Türkiye'ye dair algısı eskiden olduğu gibi şimdi de dışlayıcı bir hiyerarşiye dayanıyor. Özellikle 15 Temmuz 2016'daki darbe ve işgal girişiminde başarısız olan Batı'nın bu tarihten sonra ülkemize yönelik algı ve propaganda faaliyetleri her açıdan tam bir siyasi savaş niteliği gösteriyor. Şu sıralar Ukrayna krizi nedeniyle Rusya öne çıksa da Batı'nın hedefindeki asıl aktörün her zaman Türkiye olduğunu ve olacağını aklımızdan çıkarmamak gerekir.
ABD yandaşı siyasetçiler ve çarpıtılmış anketler
2013 Gezi kalkışması ile başlayıp 15 Temmuz'un ardından giderek şiddetlenen ve temel amacı da Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan olan beşinci kol faaliyetleri bugünlerde en üst aşamaya çıkmış durumda. İroniktir, ülkemize yönelik bu siyasi, ekonomik ve psikolojik operasyonlarla Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'i hedef alan operasyonlar arasında büyük benzerlikler göze çarpıyor.
Putin'e yönelik operasyonlarda kullanılan söylem ve metot ile ABD yanlısı muhalefet ve medyanın Başkan Erdoğan'a karşı başvurduğu kirli algı yöntemleri hayli örtüşüyor.
Suriye ve Ukrayna'da Rusya'dan ağır darbeler yiyen Amerikan yönetimi kuyruğu dik tutmak için mecburen beşinci kol faaliyetlerine ağırlık vermeye başladı. Bu faaliyetlerin gayesi Rus halkının Putin'e verdiği desteği erozyona uğratmak.
Rusya'da tek kişiye endeksli yönetimin sistematik yolsuzluklara kapı araladığı algısına oynayan ABD, yandaşı araştırma merkezleri, siyasetçi, medya ve hatta yeraltı dünyasından isimlerle finansal suistimalin iktidarın her tarafına yayıldığı ve bunun baş sorumlusunun da Putin olduğu propagandasını yapıyor.
Bu algı operasyonlarının benzerlerini Türkiye'de devreye sokulan manipülatif anketlerde ve Batı tarafından parasal olarak beslenen fondaş araştırmalarda da görüyoruz.
Rus muhaliflerin hedefi sistemin rüşvet ve yolsuzluktan arınması olsa da ABD'nin nihai stratejisi bütün faturayı Putin'e kesip onu saf dışı etmektir.
Hedef Erdoğan ve Türkiye'yi de devirmek Benzer şekilde Türkiye'ye yönelik operasyonların ana gayesi de seçmen kitlesini erozyona uğratarak Başkan Erdoğan'ı devirmektir. Ülkeler ve liderler değişse de emperyal odakların kirli yöntemleri değişmiyor ve değişmeyecek. Ne var ki Rusya'da hezimete uğrayan ABD ve yandaşlarının Türkiye'de şansları daha da az. Yine de rehavete kapılmamak lazım.
ABD liderliğindeki Atlantik, Çin yanında yeni dünyanın kurucu aktörleri konumundaki Türkiye ve Rusya'ya karşı beşinci kol faaliyetlerinde bundan sonra da sınır tanımayacak.
Yıllardır devam eden bu karalama, ötekileştirme ve şeytanlaştırma politikası ABD'nin Afganistan hezimetinden sonra had safhaya ulaştı. Atlantik'in Ukrayna'daki fiyaskosuyla birlikte askeri seçenekleri azalan Batı, önümüzdeki süreçte kirli algı operasyonlarına daha fazla sarılacaktır.
Öyle ki genellikle medya ve sosyal ağlar üzerinden yürütülen psikolojik harp faaliyetlerine bu kez bizzat ABD Başkanı Joe Biden ile Batılı resmi haber ajansları da katılıyor.
Örneğin Terör örgütü PKK/YPG'ye açıkça destek veren Joe Biden, 9 Ekim 2021'de Kongre'ye yazdığı mektupta gerçekleri çarpıtarak Türkiye'yi DEAŞ ile mücadeleye zarar vermekle suçlamıştı.
ABD başkanı seçilmeden önce "Yasak elma Rusya'dan ısırık aldığı için Erdoğan'ın devrilmesi gerektiğini" söyleyen küstah Biden, bu iftirasıyla söz konusu Türkiye olunca Kongre'ye ve Amerikan halkına yalan söylemekten çekinmediğini de ispatlamış oldu.
Sistematik iftira furyasına katılan Batılı ajanslar da sürekli olarak Erdoğan hakkında yalan ve manipülatif haberlere imza atıyor.
Amerikan Foreign Policy dergisinden Steven A. Cook ise 2 Ekim 2021 tarihli yazısında Başkan Erdoğan'ın "bir sonraki seçimlerde aday olamayacak kadar hasta olabileceği" asparagasını tedavüle sokmuştu.