Algı yönetimi konusunda ilk söylemek istediğimiz şey şudur: Gerçeklikle oynayarak, onu büküp elastik hale getirmek ve böylece ortaya yeni bir gerçeklik koymak. Gerçekliği, istenilen amaç doğrultusunda yeniden kurgulayarak inşa etmek. Algı yönetimi işte burada devreye giriyor. Gerçek, artık inşa edilen bir şeydir. Ve bu inşa edilen gerçeklikle ne amaçlanıyorsa kurgulanan gerçekliği onun rengine ve kokusuna büründürerek "inşa edilen şeyin kendisi yapmak."
"Duygu yüklü bir öteki" olarak anlamaya ve anlaşılır kılmaya çalıştığımız, Türkiye'de şu an sayıları resmi olarak 3 milyon 700 bin olan ama gayri resmi olarak 4 milyona ulaşan bir kitle. Maalesef bu insanlarla ilgili olarak bilinçlerimize bir operasyon gerçekleştiriliyor. "Bu operasyonu kim yapıyor?" diyorsanız cevabımız "bu işin kitabını yazan bir siyasetçi yapıyor" olacaktır. Algı yönetimini siyasi amaçlar doğrultusunda kullanıyorsanız bir nevi propaganda yapıyor oluyorsunuz.
Bir partinin genel başkanı olarak "sınıra mayın döşeyeceğini" dillendirip ardından sınırımızda oldukça farklı kimliklerin bir arada yaşadığı ve hoşgörü şehri olarak anılan bir şehrimize adeta provokatif bir seyahat yaparak oluşturduğu algıyla yıkıcı bir etki üretmek için bu şehre gelerek "ötekileştirici ve dışlayıcı söylemlerine" burada da devam etmek isteyen siyasetçinin ilin valisi tarafından şehre girişine izin verilmemesi bir devlet siyaseti olarak yönetilen mülteci konusunun gündelik siyasi çekişmelere mahkûm edilmemesini ortaya koyuyordu adeta!
Özdağ'ın "kışkırtıcı propaganda"sı
Asıl konumuz Avrupa siyasetinde ortaya çıkan yabancı ve öteki düşmanlığı üzerinden yürütülen siyasal propagandanın Türkiye'ye noktası ve virgülü dahil değiştirilmeden aynı şekilde gündeme getirilmesiyle başlıyor. Yeni Şafak gazetesinin bir haberine göre; "Hollanda'da Wilders, Fransa'da Le Pen ve Almanya'da AfD'nin temsil ettiği "Irkçı, yabancı, Türk ve İslam düşmanı" akımlar Türkiye'de Zafer Partisi'nde vücut bulmuştur. Zafer Partisi farklı olarak Arap özellikle de Suriyeli nefretini yayıp provokasyon yapıyor. Genel Başkan Ümit Özdağ, son bir yılda attığı 1677 tweet'in 777'sini Suriyeli ve yabancı düşmanlığına ayırdı."
2011 yılından beri yaklaşık 11 yıldır ülkemizde yaşayan 3.7 milyon Suriyeli üzerinden siyasal politikasını belirleyen Ümit Özdağ bu politikasını sosyal medya üzerinden yaptığı algı yönetimi ve propaganda ile gerçekleştiriyor. Her iki attığı tweet'in birisini öteki karşıtlığı üzerinden inşa eden Özdağ, bu işin yöntemini de kitap olarak telif etti.
Ümit Özdağ, kendi yazdığı İstihbarat Teorisi isimli kitapta 3 propaganda çeşidi olduğundan bahseder: (2014, 275) Bunlar; "korkutucu-yıldırıcı propaganda", "ikna edici propaganda" ve son olarak da "kışkırtıcı propaganda" (ajitasyon). Ümit Özdağ'ın sosyal medya hesapları üzerinden gerçekleştirdiği propaganda türü olan kışkırtıcı propagandayı Özdağ şöyle açıklıyor: "Hedef toplumun duygularına, içgüdülerine ve bilinçaltındaki doyurulmamış isteklerine hitap etme yöntemini kullanır. Kitle psikolojisinin oluşturulmasında ve kitlenin yönlendirilmesinde başlıca yöntemlerden biridir
Sosyal medya platformlarından biri olan Twitter'da Ümit Özdağ'ın 2023 yılında yapılacak seçimlerde iktidar olma durumlarında, Suriyeli geçici koruma altındaki vatandaşları Vatan Partisi'nin seçim otobüsüne bindirip seçim sonu onları göndereceğini söylediği tweeti Avrupa'daki aşırı sağ partilerin söyleminin birebir aynısını yansıtıyor. Avrupa'nın aşırı sağ partilerinin söylemi ise tam olarak şu: "Öteki olanı göndermedikçe özgürleşemeyeceğiz." Ümit Özdağ'da bütün siyasal söylemini ve projeksiyonunu Suriyeli mültecilerin ve Türkiye'de yaşayan diğer grupların ülke dışına çıkarılması olarak belirlerken aynı zaman da ülkede yaşayan Suriyeli mültecilerin insani durumlarını dahi bir algı yönetimine malzeme yaparak kendi siyasal başarısının kaynağı olarak işliyor
Mülteci: "Bütün sorunların müsebbibi"
Özdağ'ın Suriyeli mültecilerle ilgili yaptığı paylaşımların en dikkat çekici özelliği ise onları ülkede yaşanan bütün sorunların müsebbibi olarak göstermesi. Bu durum ona hem Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının duygularına ve bilinçaltlarına müdahale edebilme imkânını sağlıyor hem de var olan siyasal düzende sorunu net olarak tanımladığı için bir nebze olsun halkta karşılık buluyor.
Avrupa'da birçok ana akım parti ise gittikçe büyüyen aşırı sağ partilerin ilerlemesine seyirci kalmamak ve daha fazla seçmen kaybı yaşamamak nedeniyle bu aşırı sağ partilerin söylemlerini özellikle göç sorunu ve Müslümanlar üzerinden yaptığı algı yönetim söylemlerini kendi uhdesine katıyor. Böylelikle, mültecilere ve Müslümanlara yönelik radikal sağ algı yönetimi Avrupa çapında bir realite kazanıyor. Aynı şeyin Türkiye'de de geçerli olduğunu söylemek gerekiyor.
Ümit Özdağ'ın popülist paylaşımlarının anketörler tarafından halkta bir karşılığının olduğunun açığa çıkması sonrasında diğer bazı muhalefet ve iktidar partilerinin de bu konuda benzer söylemlere gittiği görülüyor. Bu da mülteci ve öteki karşıtlığını özellikle sosyal medya mecralarında daha da hassas ve üzerinde operasyon yapılabilir bir mecraya dönüştürüyor. Çünkü duygusal tepkimeler artık ana siyasetin merkezinde yer alıyor. Sosyal medya mecrası da bu duygusal tepkimeleri çok boyutlu ve hızlı yapısından dolayı kitlelere iletiyor ve onların zihin dünyalarına girmek için çok iyi bir ortam sunuyor.
Avrupa'daki aşırı sağ siyasi hareketlerin belirgin üç tez ve söylem üzerinde birleştiğini görmek mümkün. Bu söylemler: Avrupa Birliği karşıtlığı ve ülkelerinin Avrupa Birliği'nden çıkmasının sağlanması, göçmen ve yabancı karşıtlığı ve böylece bu bağlamda Avrupa'ya olan göçün sıfırlanmasının sağlanması, Avrupa'da görünür olan İslam dinini kamusal alandan dışlamak, ülkeler bazında İslam dinine yasaklar getirmek ve Müslümanların haklarının kısıtlanması.
Mülteci üzerinden siyasi popülizm
Bu üç söylem içinde halkın duygularını çok yoğun bir şekilde ajitasyon ve korku yöntemi kullanarak etkileyen liderler; öteki ve yabancıyı bütün sorunların merkezine koyarak; siyasi popülizmi yabancılar üzerinden inşa diyorlar. Ülkelerinin birliğinin ve bütünlüğünün, mülteciler yüzünden bozulduğunu; ekonomideki yaşanan sorunların mültecilere yapılan desteklerden kaynaklandığını, nüfus demografisinin bu gelen dalgayla bozulduğunu iddia eden aşırı sağ partiler ile belki Türkiye'deki tek aşırı sağ tek oluşum olan Ümit Özdağ'ın söylemleri özneler hariç neredeyse aynı.
Ümit Özdağ'ın Türkiye'de yaşayan mülteciler üzerinden gerçekleştirdiği söylemleri de üç tez şeklinde ele alabiliriz. Bu söylemler: Mülteci karşıtlığı ve mültecilerin ülkeden gönderilmesi. Mültecilerin getirdiği kültürel yaşamın bitirilmesi. Mültecilerin, Türkiye Cumhuriyetidevleti vatandaşlarının ekonomik, sosyal ve siyasal olarak varlıklarına tehdit olması.
Avrupa'daki aşırı sağ partilerin liderleri özellikle sosyal medya üzerinden yaptıkları paylaşımlarda ülkelerindeki minareleri füze olarak göstererek; halkın duygularına hitap ederek; söylemlerini algı operasyonlarıyla güçlendiriyorlar. Özellikle İsviçre'de kadınların tesettürü üzerinden yapılan popülist tartışmalar epey gündem oldu. İsviçre'de popülist sağın liderlerinden Andreas Glarne "Burka giyen, entegrasyon eksikliğinin bir sembolüdür." demişti. Aynı şekilde Fransa'da 18 yaşından küçüklere getirilmek istenen başörtüsü yasağı, Fransa'nın bağımsızlığı ve özgürlüğü olarak sunuluyor.
"Göçmenler yüzünden azınlığa düşeceğiz"
Aynı şekilde Ümit Özdağ'ın da söylemleri ve sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımlarla oluşturmak istediği algı yönetimi benzer bir minvalde: "Türk nüfusunun yapısının gittikçe bozulacağı ve önümüzdeki dönemlerde Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşlarının mülteciler yüzünden azınlığa düşeceği" şeklinde. Mültecilerin getirdiği kültürün egemen kültür olarak, Türk kültürünün ve yönetim şeklinin biteceği şeklinde sıraladığı söylemler de sosyal medya aracılığıyla yoğun bir endişe duygusuna kitleleri kaptırarak bir algı yönetimine sebep olduğu aşikâr.
Avrupa'daki aşırı sağ partilerinin liderlerinin söylemleri incelendiğinde hepsinin duygulara ve bilinç altlardaki korkuya hitap ettikleri görülüyor. Genel olarak liderlerin söylemleri, ülkedeki yabancılar yüzünden, ülkelerinin bütünlüğünün bozulacağı, dinlerinin tahrip edileceği ve ekonomik olarak çok kötü bir durumda olacakları sosyal medyada bir algı yönetimi olarak kitleleri yabancı olana, öteki olana karşı cephe almaya ve onları ülkeden göndermek için bir çabaya girişmeye sevk ediyor.
Aynı şekilde Avrupa'daki popülist aşırı sağın Türkiye'deki temsilcisi olan Ümit Özdağ da sosyal medya mecralarından özellikle Twitter'da halkın duygularına ve bilinçaltına hitap ederek, Türkiye'de yaşanılan bütün problemlerin müsebbibi olarak Türkiye'deki Suriyelileri gösteriyor. Kimlikçi hareket olarak bilinen sağcı grubun Pan-Avrupalı üyeleri, bir gemi kiraladıklarını ve mülteci ve göçmen akışını durdurmak için Akdeniz'e yelken açtıklarını açıkladılar. Kendilerini "Avrupa'yı Savun" olarak adlandıran grup, sözde "arama kurtarma" misyonunu finanse etmek için yaklaşık bir ay boyunca 100 bin dolardan fazla kitle fonlaması yaptı. Yunan lambdasını logoları yaparak, Pers İmparatorluğu'na karşı kullanılan Spartalı kalkanlara atıfta bulunarak, kendilerini "Avrupa'nın İslami işgaline" karşı bir hareket olarak sunarken, karşılaştırılabilir gruplara yerleştirilen milliyetçi etiketleri reddediyorlar. Avrupa'daki aşırı sağ, mültecileri durdurmak için gemi ile denize açılırken, Türkiye'deki aşırı sağın temsilcisi olan Özdağ ise otobüs tutarak ülkedeki Suriyelileri ülkelerine gönderme sözü veriyor.
Amaç: Korku ve endişe doğurmak
Sosyal medyayı çok etkin bir şekilde kullanan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, Avrupa'daki aşırı sağın söylem ve algı yönetimini kullanarak, kitlelerin duygularına yönelik bir dil kullanarak kitlelerde büyük bir endişe ve korku meydana getirmeyi amaçlıyor. Genel olarak Özdağ'ın söylemlerine, korku, endişe, kaybediş gibi duygu temeli olan ve ulaştığı kitleleri daha fazla endişeye sokan bir dil hâkim. Sosyal medyanın hem içerik hem de dijital bir mecra olarak içeriğin hızla yayılmasına yönelik teknik yapısı ve insanın bütün duyularına hitap edecek şekilde bir etki üretmesi mülteci karşıtı oluşturulan dilin etkisini de artırıyor. Siyasetçilerin, sosyal medyada siyasal iletişim çalışmalarına da ev sahipliği yapan bu temel özelliğinden kaynaklı olarak kitleler üzerinde olağanüstü bir algı yönetimi yapılmasına imkân veriyor.
Bunun en temel sebebi kitlelerin, sosyal medya ekosisteminde algılarının da sosyal medyanın özelliklerine göre şekil almasından kaynaklı olarak hızlı, basit ve olabildiğince duygu yüklü içerikleri kendi içerisinde alımlamasına ve tüketilmesine olanak sağlaması. Sosyal medyadaki içerikler direk tüketilmeye hazır birer bilgi yığınından oluşuyor. Bu tüketime hazır bilgiler, kitlelerde duygusal bir helogram yaratarak; hissiyatlara göre bir etki oluşturuyor. Mülteci karşıtı söylemin de temel ekseni, "biz ve öteki" olarak kurgulandığı için, bunu alımlayan kitlenin o içeriğe dair aidiyet hissederek; duygusal bir tepkime göstermesi son derece normal.
Türkiye'de seçim sathi mahalline girildiği bu dönemde aşırı sağ söylemlerin diğer ana akım partilerde de varlık bulacağını şimdiden söylemek hiç güç
olmasa gerek. Sosyal medyada oluşturulan içeriklerde duygu yüklü ve fazla hissiyat barındıran söylemler kitlelerde hakikat hissi doğurduğu için bu mecra kitleleri algı yönetimiyle geleneksel medyaya göre çok daha fazla maruz bırakıyor. Önümüzdeki süreçte bütün kötülüklerin anası olarak sunulacak olan mülteciler; sosyal medya mecrasında kah düşman, kah ekonomik sorun, kah deprem olarak karşımıza çıkarsa şaşırmamak gerek.
Aman tweetlere dikkat!