ALGI YÖNETİMİNE DAİR KÖTÜ ALGILARA KAPILMIŞ DURUMDAYIM
"Giriştiğiniz her muharebeyi kazanmak, büyük başarı kazandığınızı göstermez. Büyük başarı, düşmanın direncini savaşmadan, kırarak kazanmaktır (…) Deneyimli komutan, düşmanı hiç savaşmadan, etkisiz hale getirmeyi başarandır. Stratejik taarruz budur." Milattan 5 asır önce yaşamış Çinli komutan ve savaş filozofu Sun Tzu'nun bu sözleri sadece savaş stratejilerini değil adeta 2 bin 500 yıl öncesinden bugünün modern algı yönetimini işaret ediyor. Ancak ticaret ve reklamcılık temalı algı yönetimi gurularının kitaplarında bu savaş filozofuna sık sık atıfta bulunmaları haliyle aklıma potansiyel müşteri olarak hepimizin aslında adı konulmamış ve açıkça ilan edilmemiş bir savaşın doğrudan hedefleri olduğumuz fikrini getiriyor. Günümüzün jeo-politik dünyasını hazırlayanların başında gelen ve algı yönetimi konusunda neredeyse tüm dünyayı yönlendirmeyi başarmış kurnaz stratejistlerden biri olan ABD'li diplomat Henry Kissinger'ın şu sözleri maruz kaldığımız durumu açıklıyor gibi: "Bir şeyin gerçek olmasından daha mühim olan o şeyin gerçek olarak algılanmasını sağlamaktır." Açık söyleyeyim; algı yönetimi meselesine dair hayli kötü algılara kapılmış haldeyim.
İTİBAR SUİKASTLARINA VE ALGI OPERASYONLARINA KARŞI BERAT ALBAYRAK'IN HAKKINI TESLİM ETMEK
Yakın tarihimizde algı mühendisliklerine siyasiler arasında Menderes, Polatkan ve Zorlu başta olmak üzere muhatap olan pek çok isim gördük. Ancak kuvvetle muhtemeldir ki Berat Albayrak Cumhuriyet tarihimizin algı operasyonlarına ve itibar suikastlarına en yoğun şekilde maruz kalmış bakanı olsa gerek. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı görevlerinde bulunmuş Berat Albayrak'ın Burası Çok Önemli: Enerjiden Ekonomiye Tam Bağımsız Türkiye kitabında son derece hareketli ve tartışmalı bir dönemin perde arkasındaki gerçekleri olduğu kadar şahsen hedefi olduğu yoğun bir algı operasyonu ve yalan haber furyasını da toplu halde görmek mümkün. Türkiye'nin geçtiği sarsıntılı dönemlerde güneş ve rüzgâr enerji santralleri kurulurken, nükleer teknolojide devrim niteliğinde çalışmalar yapılırken, karada ve denizlerde enerji kaynağı bulma konusundaki vizyonu alay konusu edildi, bu uğurda enerji lobilerine karşı uluslararası çapta verdiği mücadelesi hafife alındı, onun aldığı gemiler tarafından keşfedilen petrol ve doğalgaz kaynakları küçümsenmeye çalışıldı, döviz dalgalanmalarında Türk Lirası'nı korumak için aldığı kararlar ısrarla çarpıtıldı, aynı şekilde Merkez Bankası rezervlerinin başka kaynaklara aktarıldığı algısı yayılmaya çalışıldı. O kritik dönemde açıkladığı kararlar bir kesim tarafından ısrarla mizah konusu gibi işlendi. Hakkındaki algı operasyonları, iftiralar ve itibar suikastları sadece göreviyle ilgili sayısız konuyla sınırlı kalmadı, şahsını ve ailesini hedef almaya kadar uzandı. Kimi zaman yeni doğan bebeği, kimi zaman ailevi ilişkileri bu operasyonlara malzeme edildi. Bu operasyonlar öyle noktalara vardı ki konuşurken yaptığı esprilerden tutun ofisindeki kalorifer peteklerinin üzerindeki varaklı motifler üzerinden bile halk sıkıntı çekerken şaşaa içinde yaşayan bakan imajı gibi türlü konularda türlü algılar üretilmeye çalışıldı. O ise hiçbir zaman ispat edilemeyenm bunca iddiaya yaptığı icraatlar ve tek bir kitapla cevap verdi. Hakkında yapılan iddialar, gerçekleştirdiği icraatların gölgesinde kalıyor. Karadeniz'deki doğalgaz keşfinden rüzgâr tribünlerine, milli enerji ve milli maden politikalarına kadar tarihsel keşifler ve gelecek vizyonları Berat Albayrak'ın önemini günümüzde daha da artırıyor.
BİR TÜR BEŞER YÖNETİMİ BİLİMİ VE BİR SİLAH
Önceleri ikna mühendisliği, toplum mühendisliği, kitle hipnozu, propaganda, beyin yıkama, manipülasyon, psikolojik savaş, sosyo-psikolojik manipülasyon, algı inşası, daha sonraları ABD Başkanı Ronald Reagandöneminde kamu diplomasisi, Baba Bush döneminde ise stratejik etkinlik adı verildi. Son dönemlerde ise algı mühendisliği ve algı yönetimi tabiriyle anılıyor. Bu son tabir ABD Savunma Bakanlığı tarafından ifade edilmiş biçimi ve sadece bu bilgi bile ABD askeri güçlerinin sabıka kaydına bakıldığında meselenin aslında masumiyetten ne kadar uzak olduğunu kavramak için
yeter de artar bile. Sadece askeri ve istihbari amaçlar için kullanılmayıp, ticari ve kültürel maksatlarla başvurulan bir yöntem olsa da insanların durum ve olguları kavrayış şeklini etkilemeyi hedefleyen algı yönetimi aslında çok eskilerden beri kullanılan bir yöntem ve hatta bazılarına göre aslında bir insan yönetimi bilimi. Aynı zamanda ticari amaçlı bir algı yönetimi eğitmeni, yaşam koçu ve Zihin Tetikçileri - Algı Yönetimi ve Gerçekler kitabının yazarı olan Aydın Serdar Kuru algı yönetimini işte böyle nitelendirenlerden biri. Ona göre algı yönetimi aslında kendi başına iyi ya da kötü bir şey değil, sadece bir araç ama aslında insan yönetimi bilimi niteliğinde bir araç. Dolayısıyla bu yöntemi ya da bilimi insanları zararlı ya da gereksiz şeylere yönlendirmek için olduğu kadar faydalı ve hayırlı işlere yönlendirmek için de kullanmak mümkün. Kuru'ya göre bu yöntem aynı zamanda insanların duygularını ve karar verme süreçlerini etkilemeye yönelik bir silah olarak da kullanılıyor ve bu silahın en büyük avantajı ise görünmez olması.
HAYATIMIZA GİREN GÜNCEL ALGI OPERASYONLARI
Son yıllarda algı yönetimiyle, algı operasyonlarıyla bir hayli haşır neşir olduğumuz inkar edilemez. Aslında ülkede gerçekleştirilen hemen her iyi şeye yönelik olumsuz algı üretmekle görevli bir ordu var gibi. Abartmıyoruz, sadece son birkaç yılın haberlerine bakılsa sayısız algı operasyonuyla karşılaşacağız. Yerli otomobil TOGG'un üretilmeye başlanacağı açıklandıktan sonra adeta bir "istemezükçüler" furyası başlamıştı. Geçmişte devrim arabalarına engel olanlar adeta dirilip bugün elektrikli TOGG'a karşı harekete geçmişlerdi. TOGG'dan bahsederken "Kaputu da var", "Bunun neresi yerli, düpedüz İtalyan tasarımı" gibi hafife almalar söz konusu oldu ve "Benim gariban çiftcim niye binemiyor TOGG'a" diye türlü eleştiri getirildi. "Yerli otomobilin tanıtım sürüşü dışarıda yağmur serpiştirmesi nedeniyle iptal edildi" gibi başlıklar bile atıldı. Benzer bir algı yönetimi daha açılışından başlayarak Marmaray'a da yapılmıştı. Türkiye'nin bu büyük projesini daha açılışından itibaren sulandıran haber ve paylaşımlar eksik olmadı. Marmaray'ın açılışında mutat bir uygulama olarak borulara verilen su bile "Asrın projesinin boruları açılmadan patladı" şeklinde yansıtıldı. Türkiye'nin iç siyasetini hedefleyen algı operasyonları aslında saymakla bitecek gibi değil: YÖK üyelerinin görevden alınmaları ve istifa süreçleri, elektrik zamları ve yabancı elektrik üreticilerinin kayrıldığı, petrole gelen zamlar ve bunun sebepleri, çiftçilerin sürekli mağdur edilmeleri, Macaristan sınırındaki kaçak göçmen geçişlerinin bile Türkiye sınırlarında olmuş gibi gösterilmeleri, hâkim ve savcı atamaları konusundaki şayialar gibi daha birçok konu gerçeklerin saptırılıp halkın yönlendirilmesine yönelik algı mühendisliğine konu oldu, olmaya devam ediyor.
ALGI MÜHENDİSLERİNİN SONGÜNLERDEKİ GÖZDELERİ
Yerli ve milli silah sanayimizin büyük gururu Bayraktar'ın İHA ve SİHA'ları son günlerde büyük algı operasyonlarının hedefinde. Hem yurt dışı operasyonlarda, hem Karabağ Savaşı'nda hem de PKK/YPG terörüne karşı mücadelede çığır açan SİHA'ları hazmedemeyenlerin son örneklerinden bir CHP milletvekilinin sanki "SİHA'lar teröristleri değil sivil vatandaşları hedef alıyormuş, insanlığa karşı suç işliyormuş" gibi gösteren ve Selçuk Bayraktar'ı yargılayacağını ima eden açıklamaları oldu. Ukrayna- Rusya Savaşı'nda kullanılan Türk SİHA'larını Rusya ile aramızı bozmak adına üretilen dış menşeli algıların adeta bir iç uzantısı gibiydi bu. Üzerinde rekor sayıda algı çalışması yapılan bir diğer konu ise mülteci tartışmaları. Gün geçmesin ki Türkiye'deki Müslüman mülteci ve göçmenleri birer tehdit ve korku kaynağı olarak gösteren haber üretilmesin. Bunun başat örneklerinden biri de bu konuyu partisinin seçim kampanyasına dönüştüren Ümit Özdağ'ın infial yaratan tehlikeli açıklamalarıydı kuşkusuz. Geçtiğimiz yıllarda dünyaya meydan okurcasına ibadete açılan Ayasofya Camii de algı mühendislerinin ana temalarından biri oldu. Ayasofya'nın cami olarak kullanılmasını hazmedemeyen pek çok haber ve yorumdan sonra son olarak "Ayasofya korunmuyor, tahrip ediliyor" dedikoduları tedavüle sokuldu. Bu haberleri takip eden medya ise şu gerçeği ortaya çıkardı: Ayasofya 159 kamera ve 250 personelle korunuyordu. Algıcı mühendislerinin son dönemlerde üzerinde çalıştıkları bir başka operasyon ise "TÜRKEN gibi yerli vakıflar aracılığıyla yurt dışına para kaçırma" imaları. İşin ilginci ise bu algı üzerine en fazla oynayanların Soros'un fonladığı bir vakfın kurucuları arasında yer alması.
İYİ HABER: YIKILAN SANAL ALGILARIMIZ DA OLMUYOR DEĞİL
Özellikle siyasi ve ideolojik algı mühendisleri idrakimizi tahrip edilmiş sahte gerçeklerle doldurmaya çalışsa da bazen de bu çabanın bir sonucu olarak uzun yıllar boyunca yerleştirilmiş algıların çöküşüne de şahitlik edebiliyoruz. Örneğin 28 Şubat sürecinde tüm millete aşılanmaya çalışılan bir algıya göre başörtülü bir insanın üniversiteye girmesi, hatta devlet memuru ya da yönetici olması hayal bile edilemezdi. O dönemlerde okul birincisi olsalar dahi diploma törenlerine alınmayan ya da okulla ilişiği kesilen kızların görüntülerine hayli alışkındık. Bu görüntülerle aynı zamanda zihinlerimize "bunlar tahsil görseler de cahildir, yobazdır, gericidir" algısı telkin ediliyordu. Çok şükür "bin yıl süreceği" düşünülen bu algı başörtülülerin her alanda kendilerine yer bulmasıyla yıkıldı. Diploma törenine bile alınmayan o kızlar bugün o üniversitelerde profesörlüğe kadar çıkabiliyorlar. Geçtiğimiz yıl Kara harp Okulu'nun tarihindeki ilk başörtülü öğrenci olan Müberra Öztürk'ün diplomasını cumhurbaşkanının elinden alarak subay olması ve geçtiğimiz haftalarda da Kübra Güran Yiğitbaşı'nın başörtülü ilk hanım vali olarak göreve atanması bu algının tabutuna çakılan son çiviydi adeta.
Yine bu yılın başında Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde görev yapan bir profesörün ders esnasında başörtülü bir öğrenciye "Başındaki örtü niye farz olsun, ne diye takıyorsun?" diyerek hakarette bulunması sonucu görevden alınması da kişisel hak ve özgürlükler konusunda oluşturulmuş resmi söylem algılarımızı alaşağı eden örneklerden biri oldu. Geçtiğimiz günlerde Çapa Tıp Fakültesi'ni birincilikle bitiren Batmanlı Merve Nur Uçar'ın mezuniyet töreninde yaptığı, dakikalarca alkışlanan konuşması böyle bir dönemin ve dayattığı algının yıkılışının bariz bir simgesi oldu adeta. Uçar şu sözleriyle vesayetçi kafalara en güzel dersi verdi: "Hem bu deveyi güdecek hem bu diyardan gitmeyeceğiz… Ülkeyi elin memleketine garson kazandıranlar değil kendisini okutan büyüten bu topraklara borcunu ödeyenler kalkındıracak." Yıkılan en büyük algılardan biri de askeri darbeler ve müdahaleler konusunda oldu şüphesiz. Bugün artık dinozorlaşmış dar bir kesim dışında kimse TSK'nın demokrasiyi
askıya alma hakkı olduğuna ve istediği zaman yönetime el koyabileceğine inanmıyor.
BÜYÜK AKTÖRLERİN İSTEDİĞİ GİBİ…
Reklamcıların istediği şekilde yaşamaya, tüccarların istediği şekilde tüketmeye, siyasetçilerin istediği yönde düşünmeye, sanayicilerin istediği tarzda beslenmeye yönlendiriliyoruz. Modacıların istediği tarzda giyinmeye, turizmcilerin istediği gibi tatil yapmaya, resmi ideolojinin istediği zihniyeti benimsemeye şartlandırılıyoruz. Dünyaya hükmettiği zannını pompalayan lobilerin ürettiği kavramları hayatımıza sokmaya teşvik ediliyoruz sürekli. Bazen açıkça bazen de bilinçaltı süreçleriyle… Belki birileri bizi bu yönde yönlendirirken gerçekler ve olgular her zaman çarpıtılmıyor olabilir ama veriler, olgular, düşünceler, haberler ve modeller öyle bir seçkiyle sürekli önümüze sunulup hayatımıza sokuluyor ki zihnimizde gerçekliğe dair bizzat kurduğumuz algıların aslında kendi üretimimiz olmadığını fark edemiyoruz bile. Velhasılıkelam, insanları ideolojik olarak manipüle etmeyi hedefleyen küçüklü-büyüklü, gizli-açık aktörlerin bir şeyleri bize sürekli elden geçirip kendi kurgularıyla sunmaları nedeniyle bugün dünya hayatı, sistemi, ekonomisi, ticareti, eğitimi, kültürü, sosyal yaşantısı vs. hepsi aslında birilerinin bize yönelttiği algı yönetiminden ibaret olmuş gibi. Hemen her konuda birileri duygu ve düşüncelerimizi kendi menfaati doğrultusunda şekillendirmek için çaba sarf ediyor, idrakimizi etkilemeye çalışıyor. Bir başka deyişle düşüncelerimiz, kanaatlerimiz ya da duygularımız ne kadar bize ait, işte orası tartışılır.
İSLAMOFOBİ: İSLAM VE MÜSLüMANLARI İTİBARSIZLAŞTIRMA ÇALIŞMASI
Algı yönetimi teknikleri savaştan istihbarata modadan reklama kadar hemen hemen kullanılmadığı alan yok gibi. Buna din de dahil. Din üzerinden gerçekleştirilen negatif algı yönetimi operasyonlarının en başarılısı ise şüphesiz küresel çapta İslam dini üzerine kurgulananı. Bir başka deyişle dünyada en kısa sürede etkinleşen ve geniş bir yayılım gösteren algı operasyonu İslamofobi. İşin asıl ilginç yanı ise İslamofobi terimi ile ifade edilen bu operasyonun gerçekte din ile pek bir alakası yok. Asıl mesele dünyanın jeo-stratejik dengeleri ve kampları yeniden şekillenmesi… Bu oyunda avantajlı konum elde etmek ya da etkinliğini korumak isteyen uluslararası güçlerin seçtiği elverişli oyun vasıtalarından başlıcasını İslamofobi teşkil ediyor. Daha 25 yıl öncesine kadar aynı oyunun eski uyarlamasında stratejik açıdan kendi saflarında kullanmak istedikleri İslam'ı ve Müslümanları iyi adam olarak gösterenler, bugün taktik değiştirdikleri için "tu kaka" etmeyi tercih ediyor. Bunun başlıca yolu ise koca bir kültür endüstrisi ve siyaseti
kullanarak algı operasyonlarıyla İslam ve Müslümanları itibarsızlaştırmak. Bir zamanlar Sovyetlere karşı dayanak olarak kullanılan Taliban bugün bir kara cahiller sürüsü olarak resmediliyor, El Kaide'leri, DEAŞ'ları, Boko Haram'ları sahadaki pis işlerini yürütmek için kuranlar şimdi aynı terör odaklarını İslam'ı korkunç göstermek için birer figür olarak kullanıyor. Görünen o ki çok büyük bir senaryolar ağıyla desteklenen bu algı operasyonu dünya çapında büyük ölçüde başarıya ulaşmış durumda.
ABD'NİN ALGI YÖNETİMİ TAKTİKLERİNİN EVRİMİNİN KISA TARİHİ
"Perception management" (algı yönetimi) kavramı 2010 yılında Pentagon tarafından ortaya atılmış olabilir ancak bu terimin ifade ettiği yaklaşım siyaset ve strateji dünyasında II. Dünya Savaşı'ndan beri ABD'li teşkilatlar tarafından yoğun olarak uygulamadaydı ve bugün de dâhil her devirde çeşitli farklı kavramsallaştırmalar adı altında yürütülüyor. 1950'lerden itibaren sırf bu iş için CIA kontrolünde 800'ün üzerinde gazete ve medya
organı ile kamusal bilgilendirme kuruluşu kullanılmaya başlandı. Bu kuruluşların ve çoğu fikir, medya, akademi ve yazın dünyasından olmak üzere bağlantılı kılınmış insan "fikir savaşı"nı kazanma yolunda CIA adına bazen bilinçli bazen de dolaylı vazifelerde bulundular. 1980'lere gelindiğinde, ABD Başkanı Ronald Reagan döneminde CIA başkanı Bill Casey bu yöntemi "kamu diplomasisi" adıyla Reagan yönetiminin sevmediği herkes ve her şeyi birer korku unsuru olarak pazarlayarak bir üst seviyeye taşıdı. Bu amaçla tüm dünyada editoryal üstünlük sağlamak adına büyük bir harekât finanse edildi. Bush zamanında ise bu yöntem "stratejik etkinlik" adı altında sürdürüldü ve neticelerini 30 yıldır tüm dünya görüyor. Bill Clinton döneminde aynı yaklaşım International Public Information (IPI) (Uluslararası Kamu Bilgilendirme Sistemi) adı altında sürdürüldü ve bunun uygulamasında da iç ya da dış tehdit ayrımı söz konusu edilmiyordu. IPI'nin temel motivasyonunu düşmanları yenmek ve zihinleri yönlendirmek için Amerikan kamuoyuna yönelik tüm bilgilerin kontrollü ve "çatışmasızlaştırılarak" sunumu oluşturuyordu. Bu haliyle haber ve bilgi akışının ABD ordusu ve istihbaratı ile medyanın işbirliğinde gerçekleştirilmesi anlamına geliyordu.