Cengiz Alğan: GÜNDELİK SİYASETİN KÖR BIÇAĞI: ALGI YÖNETİMİ

GÜNDELİK SİYASETİN KÖR BIÇAĞI: ALGI YÖNETİMİ
Giriş Tarihi: 18.08.2022 12:25 Son Güncelleme: 25.08.2022 12:14

Selçuklu komutanlarından Çaka Bey, 1081'de 50 civarında gemiyle Ege Denizi'ne açıldığında, gördüğü sayısız ada ve kayalıklara bakarak oraya "Adalar Denizi" adını verdi. Bu tarih aynı zamanda Türk donanmasının kuruluş yılı olarak kabul edilir. Sonraki 9 asır boyunca tüm denizciler ve bölgeyi bir süre yöneten Aydınoğulları Beyliği, Anadolu Selçuklu Devleti, Osmanlı İmparatorluğu da Adalar Denizi adını kullandı. Türkiye Cumhuriyeti de denizi bu isimle andı.

Hatta 1938 yılındaki lise ders kitaplarında ve müfredata dâhil haritalarda da Adalar Denizi deniliyordu. Ta ki 1941'de, Ankara Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde, dönemim Cumhurbaşkanı İsmet İnönü himayesinde icra edilen 1. Türk Coğrafya Kurultayı'na kadar. Kurultayda belirlenen coğrafi bölge isimlerine bağlı olarak bu tarihten itibaren Adalar Denizi ismi gitti, yerine Yunan mitolojisinde geçen bir kralın adına ithafen "Ege Denizi" adlandırması geldi. Daha önce Batı Anadolu Bölgesi olarak bilinen bölgeye de artık Ege Bölgesi deniliyordu.

Bugün sokaktan on kişiyi çevirip "Adalar Denizi neresidir?" diye sorsak kimse bilemez ama Ege Denizi'ni herkes bilir çünkü yıllarca okulda bu ismin öğretilmesinin yanı sıra Ege'nin mavi suları, Ege mutfağı, Ege'de tatil gibi söylemlerden dolayı isim artık kanıksanmıştır ve kolay kolay da değişmez. 860 yıl boyunca kullanılan isim, sonraki 81 yılda kolayca unutturulmuştur. İşte bu başarılı bir algı yönetimi örneğidir.


Algı yönetimi nedir?


Algı yönetimi, Amerikan ordusu tarafından geliştirilmiş bir yöntem olarak kabul edilir. Hedefi insanların, devletlerin veya toplulukların algılarını istenilen yöne kanalize etmek olduğunu söyleyebiliriz. Amacı ise eldeki bilgileri belli bir doğrultuda işleyerek kitlelerin duyularını, fikirlerini ya değiştirmek ya da var olan durumları olduğundan farklı göstermektir.

Bu yöntem herhangi bir şirketten, büyük devletlere kadar her alanda kullanılabilir. Toplumları yeni durumlara, yeni kanunlara, yeni ortamlara çeşitli yöntemlerle alıştırmayı hedefler. Askeri operasyonlar ve psikolojik harekâtlar için kullanılan bu yöntemin işe yaradığı görülünce halkla ilişkiler, siyaset ve ticarette yaygın biçimde kullanılmaya başlandı. Bugün pek çok büyük şirket personellerine algı yönetimi eğitimleri aldırıyor ve tabii istihbarat örgütleriyle ordular ve hükümetler de konuya özel önem veriyor.

Gündelik siyasette algı yönetimi


Algı yönetimi çok uzun yıllardır Türk siyasetinde de kullanılıyor. Kabul etmek gerekir ki bu yöntemi en başarılı biçimde kullanan siyasi parti CHP'dir. Örneğin 1960 darbesine giden süreçte, Demokrat Parti'yi halkın gözünde itibarsızlaştırmak için sayısız yalana ve iftiraya başvurmuşlardı. Bugün bunlardan en bilinenleri Menderes ve arkadaşlarının uçaklar dolusu altın ve mücevherle kaçmaya hazırlandığı, öğrencileri kıyma makinelerinden geçirip üzerlerine asfalt döktükleri gibi akıl almaz iftiralardır. Ama oraya varana dek hükümet üyelerinin lüks ve şatafat içinde bir yaşam sürdükleri, ahlak dışı ilişkilere girdikleri, otoriter bir rejim kurdukları, yargıyı baskı altına aldıkları gibi çok sayıda yalanı sürekli tekrarlayarak toplumun belli bir kesiminde olumsuz kanaatler oluşturmayı çoktan başarmışlardı.

Aynı parti bugün de aynı yöntemi kullanmayı sürdürüyor. Yaşı 40'ın üzerinde olanlar hatırlayacaktır; 1998 yılında TBMM Genel Kurul salonundaki koltuklar değiştirilmişti. Bunun üzerine CHP'li vekiller ortaya koltuk yüzlerinin ceylan derisinden yapıldığı tezviratını sürdüler. Haftalar boyunca kurul toplantılarında kavgalar çıkardılar, basında yaygara kopardılar. Üzerine "Ceylan derili koltuklarda çiğköfte partileri yapılıyor. Çiğköfteler meclis tavanına atılıyor" gibi absürt iddialar eklediler. Koltukların dana derisinden yapıldığı defalarca anlatılsa da kimse dönüp bakmadı. Sırf bu iş için öldürülecek binlerce ceylanın nereden bulunduğunu, bunları kimin avlayıp getirdiğini, meclise nasıl sattığını kimse sormadı. O turuncu koltukların ceylan derisinden yapıldığı algısı bir kez yerleşmişti ve de silmek mümkün olmadı.

Bugünün teknolojisiyle de aynı yöntemleri çok daha yaygın biçimde kullanabiliyorlar. Hem medya organlarının çeşitlenmesi ve çoğalmasıyla hem de sosyal medyanın ortaya çıkışıyla algı yönetimi artık çok daha basit araçlarla yapılabilir halde geldi. Sadece CHP değil, muhalefetteki tüm partiler yalan ve tezviratı algı yönetiminin temel unsuru olarak benimsediler.

Son 10 yılda en çok tekrarlanan yalanlar Suriyeli sığınmacılar hakkında üretildi. Suriyelilere karşılıksız burs verildiği, bedava sağlık hizmeti sağlandığı, yüksek maaşlar bağlandığı, milyonlarcasına vatandaşlık verilerek oy kullandırılacağı, sınavsız tıp fakültesine girecekleri gibi sayısız yalan tekrarlandı. Bunların tamamı çürütülse ve gerçekler ısrarla anlatılsa da toplumda Suriyeliler hakkında negatif bir algı oluşturuldu ve maalesef, özellikle ekonomideki bozulmaların arttığı dönemlerde, bu sığınmacılara karşı gerçekleşen saldırılara kadar vardı.


Erdoğan'ın "şeytanlaştırılması"


Meyve veren ağaç taşlanır misali, hakkında en çok yalan ve iftiraya başvurulan kişi Başkan Erdoğan oldu, hala da oluyor. Özellikle Gezi ayaklanmasından başlayarak siyasette Erdoğan'ı "şeytanlaştırma" (demonisation) operasyonlarına şahit olduk. Bu ayaklanma sırasında yaygın biçimde kullanılan sosyal medya aracılığıyla toplum muazzam bir yalan, iftira ve dezenformasyon bombardımanına maruz bırakıldı. Sayacak olsak bu yazının sınırlarını çok aşacak olan bu yalan bombardımanında asıl hedef, Erdoğan'ın "masum talepler" dile getiren gençlere acımasızca saldıran bir diktatör, bir tek adam olduğu imajını yerleştirmekti.

Güya toplumun her kesiminden insanlar Gezi Parkı'nda çevre duyarlılığıyla toplanmıştı. Her kesimden insan haklı taleplerini dile getirmek istiyor ama Erdoğan hepsine kulak tıkayıp bildiğini okuyor, polisi gençlerin üzerine saldırtıyordu. Taksim'deki vandallık, yakılan otobüsler, yağmalanan mağazalar, perişan edilen güzelim Beyoğlu, duvarlara yazılan iğrenç küfürler, başbakanlık ofisine iş makineleriyle saldırı, barikatların yanına tuzaklanmış piknik tüpler hiç gösterilmiyordu. Bunlar yerine, parkın içindeki küçük grupların gitar çaldığı, kitap okuduğu, performans gösterileri sergilediği "sevimli" kareler ve karşısında Erdoğan'ın öfkeli anlarında çekilmiş fotoğrafları yerleştiriliyordu. Tüm bu algı yönetimi çalışması sonucunda toplumda belli bir kesimde var olan Erdoğan düşmanlığı o günlerde iyice ayyuka çıkmaya başladı.

100 hesaptan 23'ü sahte

Esasında algı yönetimi pozitif yönde, "hayırlı" amaçlar için de kullanılabilir. Ancak muhalefet bu yöntemi, maalesef sadece olumsuzlama yönünde ve ekseriyetle yalana dayalı bir kör bıçak gibi kalabalıklar arasına dalıp etrafa sallayarak kullanıyor. Somut verilerle söylersek; İçişleri Bakanlığı'nın Twitter özelinde yaptığı bir incelemeye göre, Mayıs ayında, Türkiye'deki 12,5 milyon hesaptan 145 milyon tweet atılmış. Bunların yüzde 23'ü bot hesaplardan, yani her dört tweetten biri sahte. Yine gündem olan 10 etiket incelenmiş. Bu etiketler üzerinde yoğun olarak etkileşimde bulunan hesapların yüzde 52'sinin bot olduğu belirlenmiş. Yani gündemde en yoğun yer alan başlıkları bu mecraya taşıyan hesapların yarıdan fazlası sahte! Bu muazzam bir zehirlenme yaratıyor.


Peki, algı yönetiminin bu minvalde kullanılması neleri hedefliyor? Zamanlamalara dikkat kesildiğimizde, iktidarın ortaya koyduğu büyük eserlerin açılışlarında özel kampanyalar üretildiğini görüyoruz. Muhalefet yapılan işin önemini toplum gözünde azaltmak için ya çok büyük ve ilgisiz bir yalan uyduruyor ya da o eser hakkında asılsız iddialar ortaya atıyor. Örneğin, Çanakkale Köprüsü gibi devasa bir eserin açılış töreni sırasında, önce köprünün maliyeti hakkında ilgisiz rakamlar ortaya saçıldı. Pek tutmadığı görülünce "geçmediğimiz köprünün parasını ödeyeceğiz" diye bir dezenformasyon kampanyası başladı.


Erdoğan'ın "uzaya gidecek ilk Türk" hakkında konuştuğu gün, İP Genel Başkanı TBMM grubunda bu vizyonu alaya alan bir konuşma yaptı: "Eyvah, şimdi yandı uzay! Milletin karnı aç, bunlar uzaya gidecekmiş" gibi küçümseme cümleleri kurdu. Karadeniz'deki dev gaz rezervi bulunduğunda "Her seçim öncesi gaz buluyorlar" tezviratı dolaştırıldı.

Haberlerle kamuoyunu sersemletmek Buna benzer örneklerin hepsinde, TOGG, yerli uydular, yerli helikopter, savaş gemisi, silahlı insansız deniz aracı gibi önemli teknolojik atılımlar halka paylaşıldığında da aynı yöntem izlendi. Böylece yapılan işlerin büyüklüğü toplumun (en azından belli bir kesiminin) gözünden kaçırılmak istendi. Yalan bombardımanıyla kamuoyu sersemletilmeye çalışıldı. Sürekli olumsuzluklar öne çıkarılarak, belli bir seçmen kitlesi, üretilmiş bir mutsuzluğun içine hapsedildi. Sürekli bir huzursuzluk ve tedirginlik hali içinde teyakkuzda kalmaları istendi. Bu yöntemle sürekli gündem belirleme üstünlüğü elde edilmeye de çalışıldı.


2023 seçimleri yaklaştıkça algı yönetiminin çok daha yaygın biçimde kullanılacağını tahmin etmek zor değil. Sonuç olarak bu yöntem, Erdoğan'ın ortaya koyduğu geniş vizyon ve icraatın önünü kesmeye yeterli olmasa da önemli bir nüfus üzerinde, negatif yönde etkili oluyor. Belli bir kesimin sürekli yalanla beslenerek bir nefret çemberi içine sıkıştırılması, toplumsal huzur için de bir tehdit oluşturuyor.

Bu nedenle, bir yandan yalana karşı hakikati hızla ortaya koyarak cevap üretirken, diğer yandan bu nefret iklimini oluşturan kişi ve mecralara karşı yasal düzenlemelerin de acilen hayata geçirilmesi gerekiyor. TBMM'den yeni geçen "dezenformasyonla mücadele yasası"nın bu yönde atılmış işlevsel bir adım olup olmadığını önümüzdeki günlerde test etmiş olacağız.

BİZE ULAŞIN