İsmihan Şimşek: İSLAMOFOBİK ALGI YÖNETİMİNDE SOSYAL MEDYA

İSLAMOFOBİK ALGI YÖNETİMİNDE SOSYAL MEDYA
Giriş Tarihi: 19.8.2022 11:08 Son Güncelleme: 24.8.2022 10:34
11 Eylül saldırısından sonra dünyaya medya yoluyla İslam ve terör kelimeleri yan yana kullanılarak algı operasyonu gerçekleştirilmeye başlandı. Müslümanlarla ilgili oluşturulan algı İslam’ın şiddet dini, Müslümanlarınsa korkulması gereken kişiler olduğu yönünde bir paranoyaya dönüştü.

"Zavallı adam, sen ruhunun ne olduğunu bilmiyor onu tanımıyorsun; halk, gözlerinden
çok 'kulaklarına', gerçeklerden çok 'masala', var olandan çok 'hayale' inanıyor."
Kostas Varnalis (Yunan Şair)

Algı, gerçek olandan çok ötede bir güce sahip… Gerçeğin gerçekliğinin test edilebildiği genel geçer bir kriterden söz etmek mümkün olmadığı için durumlar, olaylar, olgular birçok nedene bağlı olarak algılanır ve aktarılır. Bu noktada iletişimde algı, gerçek olandan daha önemli hale gelir. İslomofobi de Müslüman azınlığın yok denecek kadar az olduğu ülkelerde bile, İslamiyet ve Müslümanlarla ilgili medya gücüyle kurulan çok yoğun bir
negatif algıdır.

İlk kez 1920'lerde kullanılan ve Fransızca kökenli olan bu kavram 1970'lere gelindiğinde İran Devrimi'yle birlikte İslam dinine inanan kişilerin geleneklerini reddetme veya yok sayma şeklinde kendini gösterdi. Bir kitlesel harekete dönüşmesinin ise ABD'deki 11 Eylül 2001
saldırıları ile olduğu söylenebilir. Bu tarihten sonra Müslümanlara karşı duyulan nefret, korku ve İslam karşıtı söylemler önceki yıllara nispeten daha fazla arttı. 11 Eylül saldırısından sonra dünyaya medya yoluyla İslam ve terör kelimeleri yan yana kullanılarak algı operasyonu gerçekleştirilmeye
başlandı.

Müslümanlarla ilgili oluşturulan algı İslam'ın şiddet dini,Müslümanlarınsa korkulması gereken kişiler olduğu yönünde bir paranoyaya dönüştü. Medya yoluyla verilen mesajlarda Müslümanların gerici, barbar, terörist, istismarcı bir yapısının olduğu, Müslüman göçmenlerin sürekli olaylara karıştığı, Batı'nın yaşam standartlarını tehdit ettiği, değerlerinden uzaklaştırdığı, refah seviyesini düşürdüğü, bu sebeplerle korkulması, dışlanması gereken bir yapısının olduğu sistematik bir şekilde tekrarlandı. İfade özgürlüğü adı altında yapılan bu algı yönetimi Müslümanların herhangi bir şekilde dâhil olduğu tüm olumsuz olaylar kullanılarak İslam'a saldırı şeklinde devam etti.

İslamofobik tutum ve söylemler her ne kadar Müslümanların az olduğu coğrafyalarda etkinmişgibi görünse de nüfusunun büyük bir çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde de çokça görülüyor. Türkiye'de 28 Şubat sürecinde zirve dönemini yaşayan İslamofobi, Cumhuriyet döneminin başlangıcından bu yana resmî ideolojik söylemlerle, medya ve sanat yoluyla toplum içinde yayılmaya çalışıldı. İslami her türlü simge, Müslüman yaşam tarzı aşağılandı, dalga geçildi. Birçok kez korku psikolojisi yaratılarak gericiliğe, karanlık çağlara vurgu yapıldı. "Kara çarşaf", başörtüsü, sakal ve yöresel kıyafetler Cumhuriyet projesi önünde bir engel olarak görüldü.

Bu yaklaşımı benimseyenlerin sığındığı slogan cümle ise "İslam'ın çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmada bir engel olacağı"ydı. İslam'ın Arap Yarımadası'ndan yayılmasından yola çıkılarak bu söylemlere ırkçılık da eklendi. İslamofobik haberlerde sıklıkla dindar dinsiz, laik-anti laik, çağdaş-gerici ve modern-yobaz gibi nitelemeler üzerinden haber dili oluşturuldu. Son yıllarda geleneksel medyadaki kişiler ve kurumlar dışında sosyal medya platformlarında da İslamofobik içerikler oldukça arttı.

Algı yönetiminde güç neden sosyal medyada?

Algı yönetimi, hedefler ve sonuçlar açısından propaganda ile benzerlikler taşısa da araç ve yöntemlere baktığımızda farklılıklar görebiliyoruz. Propagandanın aleniliğine karşı algı yönetiminin sinsiliğinin ikisini ayıran en önemli özellik olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Propaganda tek taraflı iletişimle hedef kitleye bir dayatma yaparken algı yönetiminde kitleler, yönetildiğinin farkında olmadan hatta gönüllü bir şekilde etki altında kalarak söylemin yayılmasına katkıda bulunur.

Sosyal medyanın etkileşimli ve katılımcı yapısı algı yönetimi için en kullanışlı alanı sunar çünkü kullanıcılar sıkça ve sistematik bir şekilde gördükleri içerikleri kanıksamaya, kalabalıkların coşkusuna ve tekrarın yoğunluğuna kapılarak bu akıma ortak olmaya başlarlar. Mesajın etkisi sosyal medyanın kişiselleştirilmiş yönüyle daha da artar. Kurumlar ve otoritelerin yanı sıra sıradan sosyal medyadaki kişisel gerçek profillerin akıma dâhil olması gerçekçiliği perçinleyen bir etki yaratır.

Filtrelenmemiş içerikler ve sonsuz etkileşim samimiyet algısı oluşturur. Böylece söylemlerin etrafında örgütlü bir kitle iletişimi ile kişiler kendilerine verilen sonsuz söz hakkıyla yönetildiğini değil yönettiğini düşünmeye başlar. Sanal örgütlenmenin içinde aidiyet duygusunu da tatmin eden kullanıcı, aktif bir rol aldığını düşündüğü algı yönetiminde manipüle edildiğinin farkına varmadan sürüklenir.

Yoğun olarak aynı şeye maruz kalmak kararlılığı çözer; çözülmüş bu direncin üzerine yeni içerikler eklenir, sosyal medyanın hızı ve içerik denetimsizliği ile algılar kolaycam yönetilebilir. Le Bon'a göre iddia, tekrar ve yayılma kitleler üzerinde telkin yöntemleri arasındaki güçlü yöntemlerdir.
Sade bir içeriğe sahip anlaşılır bir iddia, kitlelerin ruhuna bir fikri yerleştirmek için en etkili araçtır. İddianın etkili olabilmesi için ise mümkün olduğu kadar aynı kelimelerle tekrarı önemlidir. İddia olunan şey, tekrar edilmek suretiyle ispat edilmiş bir hakikat gibi kabul olunarak zihinlere yerleşmektedir.


"Hashtag"ler ve "trend topic"ler üzerinde yükselen söylem trollerin de canhıraş uğraşlarıyla böylece gündeme oturur. Artık iddiaların kimin tarafından ortaya atıldığı unutulacak ve tekrarlanan mesajlara inanılacaktır. Twitter'ın sınırlı karakterden oluşan basit biçimi kısa mesajların hızlı bir şekilde yayılmasını sağlar. Tehdit ve düşman algısı da algı yönetimindeki en önemli argümanlardan biridir. Bunun en belirgin örneği son zamanlarda da yansımalarını gördüğümüz göçmen, mülteci düşmanlığı üzerinden gerçekleşmektedir.

Müslümanların değerlerine hakaret "özgürlüğü"

İslamofobik içerikli paylaşımlar yapan kesimin profil bilgilerine bakıldığında ise bu kişilerin aynı zamanda Cumhuriyet değerlerini benimsediklerini iddia eden kişiler olduğu görülüyor. Fakat burada önemli bir tezatlık var; bu kişiler hem kendileri dışındaki diğer insanların inanç hürriyetlerine saygı duymuyor hem de bu kesimlere yönelik hakaret etme haklılığını kendinde görüyor. Demokratik ve özgür bir ülkede yaşamadıklarını sürekli vurgulayan bu sosyal medya profilleri yaptıkları paylaşımlarda Müslümanların değer yargılarına hakaret etme, alay etme "özgürlüğünü" (!) sonuna kadar kullanıyorlar. Yaptıkları paylaşımların içine doğa ve hayvan sever, savaş karşıtı, yer yer sevgi pıtırcığı içerikler ekleyen bu profiller İslam akaidi ve Müslümanlara yönelik fobik paylaşımlarında mizah görüntüsü altında alaya alma yoluna sıkça başvuruyorlar.

Son zamanlarda en sık rastlanan İslomofobik içeriklerin ise LGBT ile ilgili algı yönetimi üzerinden üretildiğini görüyoruz. İslam'ın hümanist bir din olmadığı, sevgiye, aşka geçit vermediği yönündeki içerikler açık bir düşmanlığa dönüşerek "Lut kavminin çocukları olmaktan gurur duyan" karşıt bir söyleme dönüşmüştür. Kendileri için anlayış ve hümanizm bekleyenler, kutuplaşmanın ve bağnazlığın fitilini ateşlemektenm geri durmuyorlar.

Sosyal medyadaki bu dijital nefret ve terörizmin, geçmişe kıyasla yüzde 25 oranında arttığı görülüyor. Bu siber suçların 10 binden fazlası forum, web portalı, sosyal medya hesabı, blog, video ve oyun tabanlı web sayfalarındadır. Ayrıca tüm medya mecraları için genel bir araştırma sonucuna göre Türkiye "Sahte habere en çok maruz kalan ülkeler" kategorisinde yüzde 49 ile ilk sırada yer alıyor.

Sosyal medyadaki kutuplaştırıcı etki ve terör

Bu sahte haber ve nefret söylemlerinin daha çok kitleye ulaşması ise fotoğraf ve videolar kullanılarak gerçekleşir. Sosyal medyada görsel kullanmanın inandırıcılığı kuvvetlendiren etkisi ve yayılım hızı daha fazladır. Fakat algı yönetiminde kullanılan görsellerde de tıpkı içerikte olduğu gibi aldatıcı bir yol izlenerek photoshop tekniği ile değiştirilen görseller, içeriğe ait olmayan fotoğrafvideolar oldukça yaygın bir şekilde kullanılıyor. Bu yöntem algı yönetimi yapılmak istenen tüm operasyonlar için artık vazgeçilmez hale gelmiş durumda. Öyle ki İslamofobinin artmasında büyük katkısı
olan ve İslam'ı kullanan terör örgütlerinin de aynı yöntemi yoğun bir şekilde kullandığı görülüyor.

Sosyal medya, özellikle de Twitter terör örgütlerinin propaganda ve algı yönetimindeki en önemli mecrasıdır. Özellikle DEAŞ Twitter'ı diğer sosyal medya mecralarından daha etkin bir şekilde kullanıyor. Teröristler bu mecra ile ana akım medyada da yer alma fırsatını da yakalayabiliyorlar. Brookings'in Mart 2015 tarihinde yapmış olduğu kapsamlı bir çalışmaya göre, "İslam Devleti" taraftarları olduğunu iddia eden en az 46 bin aktif Twitter hesabı yönetiyor. Amerikalı üst düzey yetkililer, organizasyonun günde 90 bin tweet ürettiğini tahmin ediyor.

DEAŞ dini motifli bir örgütlenmeden ziyade bir reklam ve pazarlama şirketi gibi stratejik iletişim eylemlerinde bulunuyor ve gerçekleştirdiği her faaliyeti birer medya çıktısına dönüştürüyor. DEAŞ, kendi varlığı için internet, sosyal medya ve propagandanın ne derece önemli olduğunun farkında. Sürdürülen propaganda çalışmaları "cihat" olarak görülüyor, örgüt için medya içeriği üreten kişiler, kendilerinin de mücahit olduğu vurgulanarak teşvik ediliyor. Yine örgüt Batı'nın "cihadi medya tarafından terörize edildiğini" ve "medya silahlarının atom bombasından bile daha güçlü olabileceğini" düşünüyor.

Medya bir savaş alanı ve aracı

Yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı DEAŞ için medya, bir ihtiyaçtan çok bir savaş alanı ve savaş aracı. Yapılan eylemler sonucu üretilen korku, kamu ilgisini çekmek ve kamunun gündeminde sürekli olarak yer almak amacıyla kullanılıyor. Böylece örgüt, bölgeye yönelik askeri ve siyasi planları olan Batılı devletlere söylem üstünlüğü sağlayabiliyor. Yine Batılı devletlerin kendi ulusal süreçlerini bütünleştirmek ve ötekinin sürekliliğini ortaya koymak için bu durumdan faydalandığı görülüyor.

Örgüt tarafından gerçekleştirilen eylemler, sonuçları ve hatta daha önce değindiğim üzere amaçları itibariyle İslamofobiyi güçlendirir. Batı'nın gözleri önünde gelişen bir terör örgütü olan DEAŞ, faaliyetleriyle Batı'nın bölgedeki sürekliliği için oluşturulan unsur ve araçlara destek oluyor; İslamofobinin daha geniş kitlelerde karşılık bulmasına aracılık ediyor aslında.

DEAŞ, sosyal medya üzerinden yaptığı propagandalar ile savaşçılarını, Müslümanların rol modelleri olarak sunmak ve onları ölümsüzleştirmekle beraber, kendi toplumlarında marjinal görüldüklerine yönelik bir his yaratarak kendi kurduğu yapıyı çekici kılmayı arzular. Örgüt, bugün sosyal medyadan taraftarlarını harekete geçirme konusunda benzeri görülmemiş bir başarıya imza atıyor. Dijital algı yönetimi ve propagandayla yabancı savaşçıları, halifeliğe çektiği göçmenleri ve Batı'daki kişileri DEAŞ adına saldırı yapmaları için teşvik ediyorlar.

Bunun sonucu olarak bugüne kadar yaklaşık 30 bin yabancı savaşçı ve göçmen, 2011'den beri "cihat" gruplarına katılmak için Suriye ve Irak'a giderek herhangi bir "cihat" hareketinin kendine çektiği en büyük yabancı savaşçı sayısı olarak tarihe geçmiştir. Bu, sosyal medyanın kitlesel hareketler üzerindeki gücünün ürkütücü bir örneği olarak karşımıza çıkar.

Not: Bu yazıda şu makalelerden faydanılmıştır: Sosyal Medyada İslamofobik Paylaşımlar: Twitter Örneği - Mehmet Sinan Tam/ Tek Yönlü Propaganda İletişim Sürecinden Çift Yönlü Algılama Yönetimi Sürecine Geçiş, Ed. A. Yalçınkaya/ Türkiye'ye Yönelik Algı Operasyonlarının Dijital Medyaya Yansımaları, Ahmet Ayhan, Fatma Çakmak/IŞID, Propaganda ve İslamofobi, Bünyamin Ayhan, Muhammet Emin Çifçi/Sosyal Medyada Terör Propagandası: Deaş Örneği, Erdem Taşdemir

BİZE ULAŞIN