Ahmet Özhan
Alaeddin Yavaşça ''Dünyanın genelinde öne çıkan şartları benimsemek gayretiyle, kendimizden ödün verdik. Sanatta olsun, edebiyatta olsun, çeşitli bilim dallarında olsun çok değişmiş, eski özelliklerimizi yitirmiş bir toplum haline geldik.''
Klasik Türk Müziği'nin büyük değerlerinden biri olan Alaeddin Yavaşça da rahmet-i rahmana kavuştu. Uzun bir dönem solist ve bestekâr olarak bu sanatı zirvesinden icra etmesine rağmen musikiyi asla bir geçim kaynağı görmedi. Sesinin Allah vergisi bir yetenek olduğunu, dolayısıyla insanın geçimini ancak emek vererek sağlaması gerektiğini düşünen müstesna bir sanatkârdı. 95 yıllık ömründe, kaleme aldığı onlarca bestesiyle, okuduğu yüzlerce şarkıyla ve sanatını asla ayağa düşürmeyen tavrıyla müzik tarihimizde ve gönüllerde müstesna bir yer edindi. Alaeddin Yavaşça'nın musikimize hizmet ve katkılarını, bu alandaki önemini, sanat anlayışını öğrencisi ve dostu olan bir başka zirve isimden, Ahmet Özhan'dan dinledik. Merhum Yavaşça'nın musikimiz açısından taşıdığı kıymetin bir veçhesini Özhan şu sözlerle ifade ediyor: "Bugün Türk musikisinin asil bir üslubu, tavrı varsa bunu Alaeddin Yavaşça'ya borçluyuz."
Alaeddin Yavaşça ile tanışmanız nasıl oldu?
Çocukluğumdan itibaren radyo dinlenen bir evdeydim. Alaeddin Yavaşça ismini de çocukluğumda bir anons ile tanıdım: "Doktor Alaeddin Yavaşça'dan şarkılar dinleyeceksiniz." Ancak küçük olduğumdan kendisi henüz ilgi sahamda değildi. 17 yaşıma geldiğimde konservatuvara girmeye karar verdim. Benim bu kararımı duyan aile dostumuz rahmetli Recep Birgit, "Kimleri dinliyorsun" dedi. Ben de birtakım isimler söyledim. "Türk müziği öğrenilecekse bir üslup, tavır sahibi olan Alaeddin Yavaşça'yı dinleyeceksin, kulağını bozmayacaksın" dedi. Ondan sonra musiki anlayışım, üslubum ve musiki tavrımdaki kıblem oldu Alaeddin Yavaşça. Kendisiyle tanıştıktan sonra da hayatımın en değerli insanlarından oldu. Çok hemhal bir şekilde ciddi zaman dilimlerini beraber geçirdik. Öyle ki şarkı söylerken bir kulağımda kendimi, diğer kulağımda da hocanın sesini duyardım.
Alaeddin Yavaşça Türk musikisi adına neler ifade ediyor sizce, ne gibi bir önem ve değere sahipti?
Bugün Türk musikisinin asil bir üslubu, tavrı varsa bunu Alaeddin Yavaşça'ya borçluyuz. Bahsettiğim üslup popülizm taşımayan bir üsluptu. Önemini şu şekilde anlatayım: Hacı Faik Bey, Hacı Kirami Efendi, Zeki Arif Ataergin'den müteşekkil klasik musikinin bu son halkasında Alaeddin Yavaşça yer alıyordu. Bu sebeple hoca klasik Türk musikisinin bütün asaletini bu çizgiyle korunmuştur. Onun musikisi bahsettiğim bu asaleti ve tavrı taşımış, zincirleme bir şekilde getirmiştir. Pek tabii Yavaşça, bu asaletin son temsilcisiydi.
Alaeddin Yavaşça'nın musiki bakımından en önemli hususiyetleri nelerdir?
Bir kere çok ciddi ve klasik bir repertuvar anlayışına sahipti; kendi eserleri ve birçok klasik bestesi vardı. Burada şunu belirtmem lazım: Beste denildiğinde, bestelenmiş müzik parçaları anlaşılıyor. Bir de beste bizim musikimizde formdur, hatta en büyük formlardan biridir. Alaeddin Hoca, bulunduğu bütün dönemleri yönlendiren bir isimdi. Hocanın aksine klasik musiki anlayışa sahip insanlar hep klasik eserlere yoğunlaşırdı. Oysa o aynı asaleti taşıyan popülaritesi olan şarkılar da bestelemiştir. Bunun başka bir örneği yok. Ama onun "Ağlar gezerim sahili sanki benimlesin", "Boğaziçi sen gönüller yatağı" ve "Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok" gibi birçok popüler bestesi var. Çift kanatlı bir musiki anlayışı vardı. Hem klasisizmi hem de popülerliği, dikkat ediniz popülizmi demiyorum, popülerliği kavrayabilen asaleti vardı. Üslubuyla üretimiyle bir fark yarattı. Ayrıca kendi sesi itibarıyla olağanüstü bir tınıya sahipti. Konuşurken sesini ilk duyduğunuzda basbariton bir insan konuşuyor derdiniz. Ama bütün tenor, bariton perdelerine sahipti. Sesinin debisi çok yüksekti. Nerede okursa okusun duyulabilecek bir tınıya sahipti. Sesinin rengi kristalize bir renkti. Buğulu veya çapaklı bir ses değildi. Bunu ancak "kristalize" olarak ifade edebilirim.
Yavaşça, nasıl bir ortamda yetişti?
Antep'imizin bir kazası olan Kilis'te dünyaya geldi hoca. Öyle bir aileden geliyor ki yetişmesinde çok katkıları olmuş. Ailenin her bir ferdi çok yaratıcı ve bilgili insanlardı. Bir aile düşünün ki Türkiye'de, İstanbul'da musiki biçimi olarak, düşünce biçimi olarak, sohbet lezzeti olarak, entelektüel boyutta neler oluyorsa o ailede bunların hepsi vardı. Gramofon ve bütün taş plaklar var. Daha küçük yaşından itibaren Batı müziği üzerine keman dersleri almış. Yakındaki küçük bir camide küçük yaşlarından itibaren iç ezan okumuş.
Sonrasında yolu İstanbul'a düşüyor…
Evet, Tıbbiye-i Şahane'yi kazanıyor. İstanbul'a geldiği zaman Osmanlı bakiyesi olan insanlarla sohbet ortamlarında bulunmuş. Özellikle İbnülemin Mahmut Kemal'in meclisinde bulunması hocaya çok şey katmış. Hep entelektüel olarak üst seviyedeki insanlar ile aynı ortamda bulunmuş. Ama bu insan beğenmemek değil katiyen. Kapıcısıyla da oturur kahvaltı ederdi.
Toplum tarafından tanınması açısından hekimliği bestekârlığının gölgesinde kaldı sanırım, ne dersiniz?
Evet, toplum tarafından musikisiyle öne çıktı ancak onun hekimliği de oldukça önemliydi. Çok insanın derdine derman oldu. Asıl işi hekimlikti. Bir insanın Allah vergisi olan sesi ile para kazanmasını istemezdi. Bakın size bir anımı anlatayım: Bir yandan solistlik yapıyor, plaklar çıkarıyordum. Bir gün "Tamam da ne iş yapacaksın" dedi. Benim yaptıklarımı meslek olarak görmüyordu. "Bu ses senin çabanla elde ettiğin bir şey değil" dedi ve ekledi "Mesela bir okula gidersin altı sene tıp okursun, doktor olursun. İhtisasını yaparsın ve emek vererek bir meslek sahibi olursun. Hâlbuki sen emek verip kazanmadın sesini, yaratılıştan itibaren var olan bir şey." Sonrasında Abdülhamit'in anadan babadan doğma padişah olduğunu, bu sebeple devletin verdiği maaşı iade ettiğini ifade etti. Mobilyacı olarak işlediği ürünlerden kazandığı parayla geçimini sağladığını söyledi. Benim de başka işler yapıp para kazanmamı tavsiye etti. Bu sebeple Alaeddin Bey musikiden para kazanmak gibi bir şeye asla tenezzül etmedi. İaşesini kendi mesleğinden temin edip musikiyi fisebilillah yaptı. Tabii onu da en üst seviyede yapmış bir insandı.
Yavaşça'nın musikimize bakışı nasıldı?
Musikiyi Allah vergisi olarak görüyordu. İnsanların hayatlarına bir değer, bir kalite kazandırmak üzere musikiyle uğraşıyordu. Böylesi bir hizmet ve zevk anlayışı vardı. Musikiyi çok severdi. Öyle ki hiçbirimiz onun kadar sevemeyiz musikiyi. Yanına, evine bir gidin önünde bir sürü dosya vardı. 90'ıncı yaşını Cemal Reşit Rey'de beraber kutladığımızda bile hala bizim okuduğumuz tonda şakır şakır şarkı okuyordu. Bu nasıl zevktir, nasıl sevdadır diyor insan… Hocam, yaşamının sonuna kadar çalışmaya ve beste yapmaya devam etti. 600 küsur bestesi vardı. Müziğe karşı büyük bir aşkı, kabiliyeti ve büyük de bir gayreti vardı. Bu çok değerli bir şey. İnsanlarla eserlerini, sesini ve üslubunu paylaşmak üzere bir hayat sürdü 95 yıl boyunca.
Musiki anlamında en çok kimlerden etkilendi, kimlerden istifade etti?
Birçok isimden etkilendi ama bence en fazla Zeki Arif Ataergin'den etkilendi. Çünkü o çok ciddi bir kulvardı onun içindi. Kanuni Hacı Arif Bey, Hacı Kirami Efendi, Hacı Faik Bey, Zekai Dede, Dede Efendi ve Itri ile devam eden bir çizgiydi. Meşrep itibarıyla da tasavvufla meşgul olan insanlar olduğu için çok daha prensipli, her şeyin özüne layık hareket eden, meşk eden ve eser seçen insanlardı. O kulvar onun için daha önemli oldu. Öyle bir dönemde, öyle insanlar içinde yetişti ki dört başı mamur bir hayat yaşadı. Zeki Arif Ataergin, Nasuhi dergâhının şeyhi, postnişiniydi ve dini musikini içindeydi hep. Kendine ait birçok eserin sahibiydi. Ayini, besteleriyle Yavaşça bütün o kültürü algılayabileceği bir ortam içerisinde yaşadı. İstanbul'da yanında vakit geçirdiği kişiler de bu işlerin üstatlarıydı. Hafız Kemal, Hafız Yaşar gibi birçok değerimiz vardı aralarında. Camilerde mukabele, mevlit okudukları dönemdi. O insanlarla birebir münasebeti vardı. Kendi hastalarından kalan zamanda hep musiki mahfillerinde vakit geçirirdi. Geç yaşında evlendi. Bütün hayatı ve gençliği bol bol vakit musikiyle o entelektüel ortamda geçti.
Kültür hayatımıza katkıları hakkında neler söylersiniz?
Osmanlı'dan cumhuriyete geçerken bakiye kalmış olan ne kadar insan varsa Alaeddin Bey onlarla oturup kalktı. Siyasi, kültürel, estetik, dini musiki açısından çok ciddi bir dönemdi o yıllar. Hoca o dönemin bütün polenlerini almış bir arıydı. Hiç nekeslik yapmadan balını, yani eserlerini ortaya çıkardı. Türkiye'de ilk konservatuvar açılmasında da öne çıkan isimlerdendi hoca. O gün de Türk musikisine düşman olanlar vardı, bugün de var ama hoca çabalarından hiç vazgeçmedi. Doktorluk yaptığı zamanlarda çok vakti yoktu ancak o kalan vakitlerini hep musikiyle geçirirdi. Emeklilik zamanında koro yönetmeye de başladı. Kütüphanesindeki nadide eserleri getirirdi o zamanlar, önümüze koyardı ve onları meşk ederdik. Türk musikisine katkıda bulunmaya daima devam etti. Tabii birçok öğrenci de yetiştirdi. Çok geç yaşta evlendi hoca. Bu sebeple öğrencilerini evladı gibi görürdü. Büyük bir özveriyle öğrencileriyle ilgilenirdi.
İlahiler, ayinler de besteledi. Güçlü bir manevi yönü de vardı, değil mi?
Evet, çok güçlü bir manevi yönü vardı. Nasıl olmasın ki? Dergâhlar o zaman kapalı olsa dahi en çok etkilendiği isimlerden Zeki Arif Bey bir şeyhti. Dergâh kültürüne sahipti. Hoca da ondan çok etkilendi. Sözünden, sohbetinden ve nazarından çok şey öğrendi. Ama manevi yönünü açık etmezdi. Derin bir maneviyata sahipti. Hatta gelin görün, defnedildiği yere bakın; Yahya Efendi Dergâhı'na meftun oldu. Hayatta tesadüf diye bir şey yok. Cenabı Allah onu oraya layık gördü, lütfetti. Yerin üstü ve altı arasında bir fark yok; nasıl ki yerin üstünde değerli insanların olduğu yerler değerli ise yerin altında da değerli insanların yanında olmak o kadar değerlidir. Size bir anekdot daha anlatayım: Hoca defnedileceği zaman dizleri hafif kırık bir şekildeydi. Etraftakiler "Ah hep böyle yattı, böyle gitti" dediler. Ancak öyle değil. Hoca hangi huzura gittiğini biliyordu, edebinden öyle yatıyordu.
Son olarak hocanın size nasıl katkıları oldu?
Hocayı çok genç yaşta tanıdım. Beni de evladı gibi severdi. Bir gün "Ahmet evladım, kütüphanem sana açık, emrindedir" dedi. Böyle bir şeyi herkese yapmayacağını da söyleyen hocamın bu teklinden şeref duyduğumu söyledim. Türkiye'nin en büyük musiki kütüphanesi olmasına rağmen sahneler, turneler derken bir türlü kütüphaneyle ilgilenemedim. Bir süre sonra hocayla tekrar karşılaştık. Hafif bir serzeniş ve sitemle "Ahmet o sözü seni sevdiğimiz için söyledik" dedi. "Gel çalış, eser ara, bul" diyordu hocam ama ben yeteri kadar değerlendiremedim. Ama onun varlığını gönlümde, musiki eksenimde her zaman değerlendirmeye çalıştım. Bugün musikide bir yerim varsa, piyasadan uzak kalabildiysem hocama olan saygım, sevgim ve onun fikirlerini benimsemem sayesinde oldu. Alaeddin Yavaşça şüphesiz beni en çok etkileyen isimlerdendi ama Bekir Sıtkı Sezgin ve Selahattin İçli hocalarımı da anmadan geçmek istemiyorum.