Mehmet Emin Birpınar: Türkiye'nin iklim krizi ile mücadelesi

Türkiyenin iklim krizi ile mücadelesi
Giriş Tarihi: 20.9.2021 15:10 Son Güncelleme: 20.9.2021 15:10
Ülkemiz iklim krizi ile mücadele yolunda başarılı adımlar atı yor. Bunlardan ilki ve en önemlisi, Ulusal İklim Değişikliği Eylem Planı ve Ulusal İklim Değişikliği Stratejisiʼnin, 2030 ve 2050 hedefl eri doğrultusunda güncellenmesi.

İklim değişikliği, iklimin ortalama durumunda ve değişkenliklerinde onlarca yıl ya da daha uzun süren yaşanan istatistiksel olarak anlamlı değişimler olarak tanımlanabilir. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi iklim değişikliğini "Karşılaştırabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri sonucunda iklimde oluşan bir değişiklik" olarak tanımlıyor.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli tarafından 2018 yılında yayımlanan 1,5 Derecelik Küresel Isınma Özel Raporu'nda dünyanın iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden giderek daha fazla zarar göreceği açıkça ifade ediliyordu.

Artan küresel sıcaklıklar sonucunda; kar ve yağış rejimlerinde değişiklikler olması; hayvanların göç yollarında ve tüm canlıların yaşam döngülerinde değişiklikler yaşanması, sıcaklık dalgalanmaları, iklim değişikliği ile ilişkili aşırı hava olaylarının sıklık ve şiddetinin artması, deniz seviyesinin yükselmesi, deniz ve okyanusların ısınması ve deniz ekosistemlerinin zarar görmesi, su ve gıda güvenliği bağlamında sorunlar yaşanması, salgın hastalıklarda artış görülmesi, iklim mültecilerinin ve göçmenlerinin sayılarında artış yaşanması, çölleşme ve orman yangını riskinin artması gibi sayıları daha da arttırılabilecek pek çok etkinin yaşanacağı bilimsel kanıtlarıyla ortaya konuldu.

İklim değişikliğinin sınır tanımayan etkileri ülke, bölge, gelişmişlik farkı gözetmeksizin tüm dünyayı etkisi altına alıyor. İklim krizinin ulaştığı noktada, konunun aciliyetine binaen uluslararası alanda çok sayıda bilimsel çalışma ve bunların temelinde politikalar geliştiriliyor. Ancak iklim değişikliğini sadece bir çevre konusu olarak ele alamayız. Toplumsal ve ekonomik etkisi de çok derin.

İklim krizinde dünya ve Türkiye

Dünya artık kullanılan terminolojiyi bile değiştirdi iklim değişikliği yerine daha çok "iklim krizi" olarak adlandırmaya başladı; çünkü iklim değişikliği artık kriz boyutunda yaşanıyor ve acil etkili önlemler alınmasını zorunlu kılıyor. İklim değişikliği, tüm sektörleri ve toplumu yakından ilgilendiriyor. İklim değişikliği tüm insanlığa bir uyarı aslında; "Bu şekilde tüketmeye artık devam etme!"

Küresel iklim değişikliği ile mücadelede en önemli ve ilk küresel yanıt, Rio de Janerio'da 1992'de düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansında kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ile geldi. Buna taraf olan ülkelerin sera gazı emisyonlarının azaltılmasına ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmelerini güçlendirmek üzere sözleşmenin uygulama aracı olarak 1997 yılında Kyoto Protokolü kabul edildi. 2020 sonrası iklim değişikliği rejiminin çerçevesini oluşturan Paris Anlaşması ise 4 Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe girdi.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli raporlarına göre ülkemiz, coğrafi konum olarak iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarından en fazla etkilenecek bölgelerden biri olan Akdeniz makro-iklim kuşağında yer alıyor. Türkiye 80'lerin sonunda İklim Sözleşmesi hazırlanırken OECD ülkesi olması nedeniyle gelişmiş ülkelerin olduğu listelere alındı ve hem emisyon azaltımı, hem de gelişmekte olan ülkelere finans verme yükümlülüğü verildi. Türkiye 2001 yılında da Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine taraf oldu. Ülkemiz kirletici ülkelerden biri değil, hatta kişi başına düşen emisyon miktarı bakımından OECD ortalamasının da altında. Ancak iklim değişikliğine sebep olan kirletici ülkelerin büyük bir kısmı gelişmekte olan ülke kabul edilirken ve finans, teknoloji, kapasite geliştirme desteklerinden faydalanırken, Türkiye özel koşulları olan gelişmiş bir ülke sayılıyor ve özellikle finans konusunda Yeşil İklim Fonu adı verilen fona proje gönderemiyor ve buradan destek almaya ehil sayılmıyor. Biz de yıllardır bu konuya öncelik vererek Türkiye'nin hakkaniyetli bir noktada bulunmasına uğraşıyoruz.

AB ve Yeşil mutabakat

Paris Anlaşmasının temel amacı; BMİDÇS'ye ilave olarak sayısal hedef vererek insan kaynaklı sera gazı emisyon artışından kaynaklanan küresel sıcaklık artışının, sanayileşme öncesi döneme kıyasla 2 santigrat derecenin oldukça altında tutulması ve1,5 santigrat derece ile sınırlandırılmasına yönelik çabaların sürdürülmesi.

Paris Anlaşması'nın ayırt edici özelliği, tüm Tarafl ara iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında Kyoto Protokolü'ndeki gibi önceden belirlenen yükümlülükler değil, ülkelerin kendi ulusal katkılarını sunma yükümlülüğü getirmesi.

Nitekim söz konusu "Niyet Edilmiş Ulusal Katkı" (INDC) beyanları, 21. Tarafl ar Konferansı öncesinde BMİDÇS Sekretaryası'na sunuldu. Bu kapsamda ülkemiz de sera gazı emisyonlarında 2030 yılına kadar yüzde 21'e varan artıştan azaltım öngörüldüğüne dair INDC beyanını Sözleşme Sekretaryası'na 2015'te bildirdi. Paris Anlaşması'na taraf olmak için isteğimiz ise; sözleşme'nin Ek I listesinden çıkarılarak küresel iklim değişikliği çabalarına daha fazla katkıda bulunmamızı sağlayacak olan adil bir konumda olmaktır. AB'nin deklare ettiği bir Yeşil Mutabakat planına gelirsek… Avrupa Birliği, 11 Aralık 2019 tarihinde açıkladığı Avrupa Yeşil Mutabakatı ile 2050 yılında iklim-nötr ilk kıta olma hedefini ortaya koydu. Bu hedefe ulaşabilmek amacıyla esasen yeni bir büyüme stratejisi benimseyeceğini ve sanayiden, finansmana, enerjiden ulaştırmaya uzanan bir dizi alanda politikalarını iklim değişikliği ekseninde yeniden şekillendireceğini açıklamış oldu. Bu sebeple Avrupa Yeşil Mutabakatı, Tek Pazar'ın tesisinden bu yana AB'nin en büyük girişimi olarak da nitelendiriliyor.

AB'nin yeşil dönüşüm hedefl erini açıklamasının domino etkisine sebep olduğunu ve uluslararası ticaretin tüm önde gelen aktörlerinin benzer hedefl er açıklamaya başladığını görüyoruz. Bu noktada, iklim değişikliği ile mücadelenin sadece ülkelerin ekonomi ve ticaret politikalarının değil, uluslararası şirketlerin de vizyonlarının önemli bir parçası haline geldiğini de vurgulamak gerekiyor. Bu anlamda, uluslararası şirketlerin değer zincirlerinin karbondan arındırılması için taahhütler verdiğini de görüyoruz.

Sanayinin yeşil dönüşümü

Gümrük Birliği kapsamında ileri bir bütünleşme tesis ettiğimiz AB Tek Pazarı üzerinde dönüştürücü etkilere sahip olacak Avrupa Yeşil Mutabakatı'nın, hem aday ülke statüsü ile hem Gümrük Birliği ortağı olarak Türkiye'nin AB'ye ticari entegrasyonu üzerinde önemli etkileri olması kaçınılmaz.

Türkiye ekonomi ve sanayisinin yeşil dönüşümü, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir büyümenin tesis edilmesinin yanı sıra, ülkemizin AB başta olmak üzere, üçüncü ülkelere ihracatında rekabetçiliğinin korunması ve güçlendirilmesi için elzem görünüyor. AB, Avrupa'nın rekabetçiliğinin korunabilmesi ve AB'deki üretimin emisyon azaltım hedefi AB'den az olan ülkelere kaymasını önlemeye yönelik olarak çeşitli düzenlemeler tasarlamaktadır. Bunlar arasında en fazla yankı uyandıran düzenleme "Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması" oldu. AB 2005 yılından bu yana kendi içinde bir emisyon ticaret sistemi işletiyor ve kapsamlar, limitler dahilinde atmosfere salınan karbonun tonu için üreticilere bir karbon maliyeti yansıtıyor.

Yani AB sınırları içinde karbon salımının bir bedeli var, bu da doğal olarak AB'li üreticiler için ek bir maliyet demek. Sınırda karbon düzenlemesi ile eğer AB'ye ihracat yapıyorsan ama bu üretimi yaparken salınan karbonu vergilendirmiyorsan bu işi ben sınırlarımda yapacağım diyor AB. Ancak, Türkiye'nin 2020 yılı için ihracatının yüzde 42'sini gerçekleştirdiği Avrupa Birliği için sınırda uygulanacak bir karbon vergisi düzenlemesi Türkiye'nin görmezden gelemeyeceği stratejik ve ekonomik bir risk. Sınırda karbon vergisi için Emisyon Ticaret Sistemine dâhil olan sektörlerin Avrupa Birliğinin Emisyon Ticaret Sistemine (EU-ETS) dâhil olacağı, geriye kalan sektörlerin vergiye maruz kalacağı seçenekleri konuşuluyor.

Türkiye'nin yol haritası

Türkiye'nin İklim krizi ile mücadeledeki yeni yol haritasına gelirsek; ülkemiz iklim krizi ile mücadele yolunda başarılı adımlar atıyor. Bunlardan ilki ve en önemlisi, Ulusal İklim Değişikliği Eylem Planı ve Ulusal İklim Değişikliği Stratejisinin, 2030 ve 2050 hedefl eri doğrultusunda güncellenmesi. 2030 yılında sera gazı emisyonlarında yüzde 21'e kadar artıştan azaltım hedefini BMİDÇS Sekretaryasına bildirdik. Ulusal katkımıza göre; 2030 yılında 246 milyon ton, 2012-2030 arasında ise toplam 1 milyar 920 milyon ton sera gazı emisyonu önlenmiş olacak. Ülkemizde yürütülen çalışmalar ile emisyon ticaret sistemine de hazırlıklı olduğumuzu ifade edebiliriz. Dünya Bankası ile ortaklaşa yürüttüğümüz Karbon Piyasalarına Hazırlık Ortaklığı projesi ile bir bilgi birikimi oluşmuş durumda.

Çevre ve Şehircilik Bakanımız Murat Kurum 17 Şubat'ta, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde gerçekleştirilen "İklim Değişikliğiyle Mücadele Zirvesi"nde sonuç bildirgesini açıkladı. Bildirgedeki birçok tedbirden belli başlıları şöyle: "Tüm kurumların, sera gazı emisyonlarının azaltımına ve iklim değişikliğine uyum sağlamasına yönelik 2050 Ulusal İklim Değişikliği Stratejisi ve Eylem Planı uygulamaya konulacak. Ülkemizin her yerinde; enerji verimli, iklime duyarlı yeni yerleşim alanları kurulacak. Sıfır Atık Projesi kapsamında 2035 yılında geri dönüşüm oranı yüzde 60'a çıkarılacaktır. 2050 yılında evsel atıkların düzenli depolama ile bertarafına son verilecek. Ülkemizde hâlihazırda yüzde 2,5 olan arıtılarak yeniden kullanılan atıksu oranı, 2023 yılında yüzde 5'e, 2030 yılında ise yüzde 15'e çıkarılacak. Yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretim kapasitesi artırılacak. İklim dostu yatırımlar desteklenecek. 2023 yılında binalarımızda kullandığımız fosil yakıtlar yüzde 25 oranında azaltılacak. Yine 2030 yılına kadar tüm binalarımız enerji kimlik belgesine sahip olacak. Ülkemizin tamamında, sel, heyelan, erozyon, taşkın tehdidi altında bulunan bölgelerde yeniden inşa faaliyetine izin verilmeyecek. Tüm bu risk altındaki yapılar için uygun alanlar belirlenecek ve kamulaştırma ve dönüşüm projeleriyle taşıma süreci başlatılacak."

Su kaynakları ve ormanlar meselesi

İklim değişikliği yaşamın devamlılığı için en temel kaynak olan suyun ülkemizde güvenli bir biçimde temin edilmesi konusunda sorunlar yaşanmasına neden oluyor. Devlet Su İşleri rakamlarına göre Türkiye, 2020 yılında kişi başına 1346 metreküp kullanılabilir su miktarı ile su stresi çeken ülke konumunda.

Çölleşme ve arazi bozunumu çeşitli bölgelerimiz bazında önemli bir sorun alanını teşkil ediyor. Bu, su ve gıda güvenliğimiz bağlamında önemle ele alınması gereken bir husus. İklim değişikliğinin neden olduğu tüm etkilerin değerlendirilmesi amacıyla Bakanlığımız koordinasyonunda Bakanlıkların, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının, özel sektörün ve uluslararası kuruluşların temsilcilerinin geniş katılım gösterdikleri iklim değişikliği paydaş toplantıları gerçekleştirildi. Bu toplantılarda da su ve gıda güvenliğinin sağlanması amacıyla bu konuda Ar-Ge çalışmaları yapılmasının gerekli olduğu hususu ön plana çıktı.

Ormanlar ise hem küresel ısınma karşısında olumsuz etkilenen hem de bizleri ve tüm canlıları çevre kirliliğinin ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden korumaya yardım eden çok önemli varlıklar.İklim değişikliğiyle yaşanan kuraklık, hava koşulları, orman yangınları gibi olumsuz etkiler ormanları tehdit ediyor. Bunlara karşı ormanları korumamız, küresel iklim değişikliğine sebep olan sera gazlarının en önemli yutaklarından olan, aynı zamanda hava kirliğini azaltan, aşırı iklim olaylarına karşı bizlerin ve tüm biyoçeşitliliğin direncini artıran varlıklarımızı korumamız demek. Bu sebeple, ülkemiz politikalarında, ormanlarımızın korunmasına öncelik veriliyor. Ayrıca Orman Genel Müdürlüğü tarafından İklim Değişikliğine Uyum İçin Ormancılık Sektörü Stratejik Planı da hazırlanmış durumda.

Plastik atıklarla mücadele

Çevre konusunda önemli bir etken de plastik atıklar. Hayatımıza 20. yüzyılın başlarında giren plastiklerin, dünya genelinde 1950'li yıllarda 1,5 milyon ton civarında olan üretim değerleri, günümüzde yıllık 335 milyon tonu aştı. Bugüne kadar üretildiği düşünülen 8 milyar ton plastik malzemenin en az yarısının atık hâlinde doğaya bırakıldığı, ağırlıklı olarak denizlerde ve okyanuslarda biriktiği görülüyor.

Ortalama kullanım ömrü 15 dakika olan ancak doğada çözünmesi bin yılı bulabilen plastik poşetlerin sadece yüzde 1'i geri dönüştürülebiliyor. 2019 yılı öncesinde, Ülkemizde bir kişinin yılda ortalama 440 adet plastik poşet kullandığı biliniyor.

Ülkemizde 1 Ocak 2019 tarihi itibari ile plastik poşetlerin ücretlendirilmesi uygulaması başlatılmış ve satış noktalarında plastik poşetler ücretli olarak temin edilmeye başlandı. 2019 ve 2020 yıllarında plastik poşet kullanımında yaklaşık yüzde 75 'lik azalma gerçekleşti ve bu azalma oranı sadece atık yönetimi açısından değerlendirildiğinde 290 bin ton plastik atığın oluşumunun engellenmiş olduğu belirlendi. Böylelikle 2 milyar Türk Lirası tasarruf edilmiş olmakla birlikte yaklaşık 12 bin ton sera gazı salımı engellendi. Diğer taraſt an, ülkemizde Sıfır Atık Projesi kapsamında yürütülen atık önleme ve azaltımına yönelik çalışmalarımız devam ediyor. Önümüzde ki süreç içerisinde tek kullanımlık plastiklere yönelik başka düzenlemeleri de hayata geçirmeyi planlıyoruz – ki bu aşamada 2021 yılı sonunda Bakanlığımız ilgili kuruluşu olarak kurulan Türkiye Çevre Ajansı faaliyetlerine başlayacak.

BİZE ULAŞIN