"HALKLAR, DİLLER, DİNLER DAĞI"
Bin 200 kilometre boyunda, 110 ila 180 kilometre enindeki Kafkas Dağlarına "dinler dağı, diller dağı, kavimler dağı" namı boşuna verilmemiş. Bu dağlar tarafından kat edilen hepi-topu 440 bin kilometrekare yer tutan, büyük kısmı dağlık olan, Türkiye topraklarının ancak yarısına tekabül eden, zengin ve köklü bir mitolojiye sahip bu coğrafyayı paylaşan 24 milyon insan (güneydeki 10 milyon Azerbaycanlı ile 34 milyon) bu küçük coğrafyadaki eşsiz etnik çeşitlilik içinde 50'yi aşkın etnik grubu ve bir o kadar dili barındırıyor. Tarihte 300 dil ve lehçe barındırdığı kaydedilirken, günümüzde İber-Kafkas, Hint-Avrupa ve Altay dil ailelerinden en az 37 dili saymak mümkün. Kafkasya'nın kuzeyinde Rusya Federasyonu içinde kalan Kuzey Osetya, Adige, Karaçay-Çerkes, Çeçenistan, Kabardey-Balkar, İnguşetya ve Dağıstan özerk cumhuriyetleri yer alıyor. Güneyinde ise Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan cumhuriyetleri ile Güney Osetya, Dağlık Karabağ, Abhazya, Acara, Nahçıvan Özerk yönetimleri bulunuyor. Ancak şunu da kaydedelim ki bölgenin kimi yerli halklarına göre gerçek Kafkasya'yı bugün Kuzey Kafkasya denilen bölge teşkil ediyor ve bu görüşe göre Osmanlı ve Arapların Mavera-i Kafkas olarak adlandırdığı Güney Kafkasya uydurma bir tabir ve bu bölgeye "Kafkas Ötesi" denmesi gerekiyor. Bölgenin dünyada nadir rastlanan etnik çeşitliliği içinde Adigeler, Abhazlar-Abazalar, Abzehler, Çeçenler, İnguşlar, Acarlar, Gürcüler, Dağıstanlılar, Ermeniler, İrani halklar, Ruslar, Laklar, Dargınlar, Svanlar, Lazlar, Megreller, Hevsurlar, Şapsığlar, Bjeduğlar, Natuhaylar, Janeler, Temirgoylar, Besleneyler, Osetler, Lezgiler, Dargılar ve Türk soylu Azerbaycan Türkleri, Karaçaylar, Balkarlar, Kumuklar, Nogaylar, Ahıskalılar, Türkmenler, Kabartaylar, Terekemeler, Avarlar, Kumuklar, Gürcistan Kıpçakları burada yaşayan etnik toplulukların bir kısmını teşkil ediyor. Bu zengin çeşitlilik yelpazesine rağmen Adige, Abhaz, Abaza, Oset, Karaçay, Balkar, Kumuk, Çeçen, İnguş halkları bölgenin mitolojisini oluşturan ve Yunan mitolojisinin kaynağını aldığı kabul edilen kahramanlık efsaneleri olan Nart destanları gibi ortak bir kültürel mirası benimsemiş. Şu farkla ki her etnik grup bu destanların kendisine ait olduğunu ileri sürüyor.
RUSYA'NIN "ÖTEKİ"Sİ: KAFKASYA
Rusya uzun süre gözünü diktiği Kafkasya'yı 19'uncu yüzyılda kolonisi hâline getirdi. Kafkasya bir yandan bir hâkimiyet objesi diğer yandan efsunlu bir egzotik ülke olarak Rusları daima cezbetti. Kafkasya, Rusya'nın hep Şark'ı, hâkimiyet alanı, sömürgesi; çok farklı ve çeşitli etnisitelerden gelse de Kafkasyalı da hep Rus'un Doğulusu ve ötekisi oldu. Bu bakış açısı en başta Rus edebiyatına sindi. Kafkasya ve Kafkasyalılar Rus edebiyatı için bir fantezi malzemesi oldu hep. Bu algı ilişkisinde Rus hep yazan ve Kafkasyalı ise hep üzerine yazılan "öteki" oldu. Yazan Rus kültüre, yazılan Kafkasyalı ise doğaya ait görüldü. Bu bakış açısına taraflı demeyin zira bu tespit bizden önce L'Autre caucasien dans la littérature russe, de Pouchkine à Makanine (Puşkin'den Makanin'e Rus Edebiyatında Kafkasyalı Öteki) adlı çalışmanın müellifi Rus edebiyatı, sineması ve karşılaştırmalı diller uzmanı Catherine Géry'ye ait. Rus edebiyatının, dolayısıyla Rus muhayyilesinin Kafkasya'ya ve Kafkasyalıya nasıl baktığını müellif şöyle açıklıyor: "Genellikle etno-merkezci bir karaktere sahip olan Rus edebiyat tarihi iki asır boyunca (18'inci yüzyıl sonu ile 20'nci yüzyıl başı arası) Rus yazarlar tarafından Kafkasya ve halkı üzerine yazılan metinleri "Kavkazskij tekst" (Kafkas metinleri) olarak nitelendirdi. Dolayısıyla Kafkas metinlerinden anlaşılan şey faklı zamanlarda farklı yazarların yazdığı ama Rusların Kafkasyalılar üzerine etnik bakış açısını yansıtan metinler olarak anlaşılabilir. Bir başka deyişle Rus edebiyatındaki Kafkas metinleri ötekinin yazdığı değil, öteki üzerine yazılmış metinlerdir. 1960'lı yıllarda Claude Levi-Strauss'un yerleşik ayrımı açısından tahlil edersek buna göre Ruslar "tarihleştiren" bir halk (yazan bir halk) oluştururken, Kafkasyalılarsa ancak "etnografikleştirilen" (üzerinde yazılan) bir halk teşkil eder. Başka bir deyişle, böyle bir anlam yapılandırmasında 'Ruslar kültüre, Kafkasyalılar ise doğaya aittir' demek istenmektedir."
RUS MUHAYYİLESİNİN ORYANTALİZM OBJESİ
Öteki olmanın da ötesinde Rus muhayyilesi ve edebiyatı açısından Kafkasya'nın nasıl Oryantalleştirildiği, Kafkasyalının nasıl bir Oryantalist bakışla biçimlendirildiği yine Géry'nin Puşkin'den Makanin'e Rus Edebiyatında Kafkasyalı Öteki'sinde şu yorumlarla tasvir ediliyor: "Kafkasya bir parça Rusya'nın 'Orient'ıdır. Edebi bilinçte Fransız yazarlar için Mağrip ve Sahil ülkeleri, İngilizler için Mısır ve Hindistan ne ifade ettiyse Rusya için de o olmuştur Kafkasya: Büyük ölçüde fantezi ve hayal gücü süzgecinden geçirilmiş egzotik başka bir yerdir orası. Kafkasya üzerine Rus edebiyatında iki yüzyıl boyunca ortaya konan şey Rusya'nın "yerel ve Doğulu ötekisi" diyebileceğim özel bir tasarımdır (çünkü Rus İmparatorluğu, Sovyetler Birliği ya da Rusya Federasyonu'na entegre edilmesi gerekmektedir)."
Kaflkasya'nın kalem ehli Ruslar gözünde nasıl "bir tür sömürge" olarak görüldüğü ve bunun diğer sömürge imgelerinden farkı da Géry tarafından şu satırlarla ifade ediliyor: "Elbette, toprakların bölgesel sürekliliği ve aşırı genişliği, yetki alanına giren halkların etnik, dinî ve kültürel açıdan aşırı çeşitliliği gibi birçok nedenden dolayı Rusya hiçbir zaman kendisini sömürgelerden yararlanan bir imparatorluk olarak görmedi ve Çarlık Devleti fethedilen halklara karşı sistematik bir sömürgeci ideoloji veya standartlaştırılmış uygulamalar geliştirmedi. Bununla birlikte, Avrupa sömürgeciliğinin ideolojik araçlarının temasını oluşturan 'medenileştirme misyonu', uygarlığın ve Hıristiyanlığın değerlerini savunma düşüncesi bunun Rusça versiyonunda sık bulunur. Rusya'nın tecrübe ettiği 'kendine özgü sömürgecilik' türünü karakterize etmek için Alexander Etkind, ulusun topraklarının sürekli genişlemesi ile el ele giden 'iç sömürge' veya 'kendi kendine sömürgeleşme'den söz eder. Sonuç olarak, Rusya'nın Doğu'su entegre bir Doğu'dur ve 'Doğulu öteki' ulusal sınırlar içinde yer almaktadır."
"AVRASYA'NIN BALKANLARI": ÇATIŞMA OLMAZSA OLMAZ
Hazar Denizi ile Karadeniz'i birbirine bağlayan petrol ve doğalgaz boru hatları açısından son derece stratejik bir enerji nakil hattı oluşturan Kafkasya 20'nci yüzyılın başında olduğu gibi günümüzde de büyük güçlerin hesaplarında yer alıyor. Özellikle Soğuk Savaş'ın bitiminden ve Sovyetlerin çöküşünden sonra bölge kuzeyi ya da güneyi ile birçok iç ve bölgesel çatışmaya, karışıklığa, savaşa sahne oldu ve olmaya devam edecek görünüyor. Dünyanın en önemli ve etkin stratejistlerinden Zbigniew Brzeziznski'nin Büyük Satranç Tahtası adlı kitabında bölgeye özellikle dikkat çekiyor ve bu kitapta Kafkasya'yı tanımlamak için kullandığı "Avrasya'nın Balkanları" benzetmesi tüm tarihsel süreçlerini de dışarıda bırakmadan bölgeyi tanımlamaya yetiyor. Bu kadar çok dil, din ve etnisitenin bulunduğu bir coğrafyada dış güçlerin rekabeti olmasa dahi çatışma ve sorun olmaması düşünülemez. Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ sorunu, Hocalı katliamı sorunu, Gürcistan ve Abhazya arasında Abhazya anlaşmazlığı, Güney Osetya sorunu, Gürcistan ve Acaristan arasında Acaristan sorunu, Kuzey Kafkasya'da şimdilik dondurulmuş görünen Çeçenistan sorunu, Moldova'da ayrılıkçı hareketler olarak nadasa bırakılan Transdinyester ve Gagavuzya sorunları, Azerbaycan ile Ermenistan ve Gürcistan'ın kendi iç çatışmaları bunların güncel olanları arasında sayılabilir.
SOVYET DÖNEMİNİN BÖL VE YÖNET POLİTİKALARI
Kafkas toplulukları Çarlık Rusya'sının yüzlerce yıl tasallutuna maruz kaldı ancak Çarlığın yıkılışıyla bu zulüm sona ermedi, komünist döneme devredilmiş oldu. Komünizm sözde halklar arasında birliği, ayrımcılığı ortadan kaldıracaktı ancak Sovyet uygulamasında bu ideal Ruslar dışındakilerin kendilerine özgü kimliklerinin ve özelliklerinin bastırılması, değiştirilmesi, inkâr edilmesi şeklinde tezahür etti. Baskıcı ve katliamcı olmasına rağmen hiç olmazsa Çarlık döneminde etnik-dinî ve lisani kimliklerini koruyabilen halklar komünist rejimle birlikte bu varlıklarını da unutmaya zorlandılar. Diğer bölgelerle birlikte Kafkasya'daki halkların da arasına rejim tarafından yapay sınırlar çizilmesi, halkların etnik unsurlara bölünmesi, farklı cumhuriyetlere dâhil edilmeleri, millî kimliklerinin bastırılması ya da farklı şekilde dayatılması gibi Sovyet politikalarına maruz kaldılar. Bir anlamda uyuşmazlığa götüren yapay sınırlar ve etnik ayrıştırmalar, suni sorunlar ve Komünist Parti'nin kontrolünü kolaylaştıracak zoraki bölünmelerle Sovyet usulü böl ve yönet politikalarına maruz bırakılan halklar bu sürecin sıkıntılarını hâlâ kendi aralarında yaşamaya devam ediyorlar. Komünist dönemin bu ayrıştırıcı politikaları bugün hâlâ Çeçenler ile Dağıstanlılar, Kabardeyler ile Balkarlar, Karaçaylar ile Çerkezler, Osetler ile İnguşlar, Kumuklar, Avarlar ve Laklar, Azerbaycan Türkleri ile Lezgiler ve Ermeniler arasında etkisini sürdürüyor.
VAR OLMAK İÇİN BİRLEŞME GİRİŞİMİ: BİRLEŞİK KAFKASYA CUMHURİYETİ
Kafkasya herkesin bakış açısına göre farklı bir şekilde; Asya ile Avrupa'nın, İslam ile Hristiyanlığın, Türklük ile Slavlığın, kuzey ile güneyin ayrım, kesişim ya da birleşim köprüsü olarak nitelendi. Oysa özellikle bugün Kuzey Kafkasya olarak tanımlanan bölgede ortak Kafkas kültürünün etkisi ve 20'nci yüzyıla kadar ortak dil niteliğinde olan Kumukça'nın birleştiriciliği söz konusuydu. Çarlığın dağıldığı günlerde Dağıstan, Oset, Çeçen, İnguş, Karaçay-Balkar, Adige ve Abhaz halkları bir araya gelerek 1918 Mayıs'ında bu birleştirici harcın bağımsız bir devlet olarak da tezahür edebileceğini gösterdiler. Bu birleşme ile Kafkas halklarının Çarlık tahakkümünden kurtuluşunu ve istiklali hedefleyen bir devlet kuruldu: Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti. Bu cumhuriyeti o zamanın iki müttefiki Türkler ve Almanlar tanımakta gecikmedi. Bu yeni Kafkas birliğinin resmî dili olarak da o bölgede doğal olarak ortak dil konumu kazanmış olan Kumuk Türkçesi seçildi. Bu devletleşme girişimi önemliydi zira tüm çeşitlilik ve farklılıklarına rağmen Kafkas halklarının siyasi bir varlık olarak birlikte ve bağımsız barınabilecekleri, teşkilatlanabilecekleri anlamına geliyordu. Ne var ki ömrü ancak üç yıl oldu. Çarlığın yerine gelen Sovyetler bu devlete 1921'de son vererek bölge halklarını kendilerine bağlı özerk bir yapıda Dağıstan Sovyet Özerk Cumhuriyeti çatısı altında yaşamaya mecbur bıraktılar. Ayrıca "Dağlı Sovyet Özerk Cumhuriyeti"ni kurarak siyasi yapıyı böldüler. Bir araya gelmeye çalışan Kafkas halklarının bu özek yapı içindeki resmî dilleri de yine Kumuk Türkçesi olarak belirlendi ancak Sovyetlerin zaman içerisinde nüfuzları ve tahakkümleri arttıkça bu ortak dil yerini kaçınılmaz olarak Rusçaya bıraktı.
TÜRKİYE'DEKİ KAFKASYA: KOPMAZ İNSANİ BAĞLAR
Ruslar ve Osmanlı 400 yılda 17 ciddi savaş yaptı. Bu savaşların sonucunda Osmanlı Kafkasya'daki hâkimiyetini ve topraklarını peyderpey Ruslara kaptırdı. Rusya'nın Karadeniz'e inme hedefi doğrultusunda Kuzey Kafkasya'yı ele geçirmek amacıyla 1556'dan itibaren başlattığı Kafkas-Rus Çarlığı savaşı 300 yılı aşkın bir sürece yayıldı. Önce Çarlık Rusya'sı ardından Sovyetler Birliği'nin Kafkasya'daki kıyımları sonucu pek çok Kafkas halkı kurtuluşu Anadolu'ya göçmekte buldu. Bu göçlerin en fecilerinden biri Çerkeslerin 1864'ten itibaren başlayan büyük sürgünüydü. En az 1,5 milyon Çerkes bir ay içinde sürgüne tabi tutuldu ve bu kötü şartlarda 500 bin kadarı hayatını kaybetti. Balkanlar ve dünyanın diğer bölgelerine de yayılan Kafkas halklarının, Kaskasyalı Türk ve Müslümanların büyük çoğunluğu Anadolu başta olmak üzere Osmanlı topraklarına yerleştirildi. Bu nedenle önce Osmanlı'nın ve günümüzde Türkiye'nin her şeyden önce kuzeyi ve güneyi ile Kafkasya ile kopmaz insani bağları mevcut. Anadolu'da şöyle bir deyiş vardır "Bir Türk'ü kazırsanız altından muhakkak Moskof zulmüne uğramış bir Kafkasyalı çıkar." Sadece günümüzde Türkiye'nin değişik bölgelerinde yerleşik olan Kafkas kökenli vatandaşlarımıza bakıldığında bu sözün salt bir yakıştırmadan ibaret olmadığını anlarsınız. Kafkas göçmenlerinin, özellikle Çerkeslerin en yoğun olarak yerleştiği coğrafi iki bölgeyi şöyle tanımlamak mümkün: İlki, Düzce-Balıkesir-Çanakkale hattı; ikincisi Doğu Karadeniz'den Hatay'a uzanan geniş bir Anadolu coğrafyası. Çoğunluğu Avarlar, Kumuklar ve Lezgiler'den oluşan Dağıstan göçmenleri birçok yere dağılmışlarsa da daha çok Yalova, Balıkesir, Tokat, Malatya ve civar köylerini yurt tutmuşlar. Çeçenler öncelikle Sivas, Kahramanmaraş, Mardin ve Muş civarına yerleşmişler. Kars ve Yozgat civarına Osetler, Tatlar, Artvin civarına ise Müslüman Gürcüler daha çok yerleşmiş. Çveneburi adıyla bilinen Gürcistan göçmen grupları ayrıca Türkiye'ye yayılmışlar. Karaçaylar Eskişehir ve Konya'ya; Samsun, Bartın, Sakarya ve Kocaeli'de yine Kafkas göçmenlerinin en çok yerleştiği bölgeler olarak biliniyor. Türkiye'ye göçmüş Güney Kafkasyalılar arasında Azerbaycan Türklerini, Ermenileri ve Kafkas Rumlarını da unutmamak gerekiyor.
KAFKAS İSLAM ORDUSU
Azerbaycan'ın Türkiye'nin desteğini alarak işgal edilmiş topraklarını kurtardığı şu günlerin tam 102 yıl öncesinde günümüzde tekerrür edecek bir hadise yaşanıyordu: Kafkas İslam Ordusu. Bolşevik İhtilali gerçekleşmiş, çarlık çatırdıyordu. Çarlık hâkimiyeti altında bulunan halklar bir yandan özgürlüklerini ilan etmenin yolunu ararken öte yandan Bolşeviklerin işgalinden kaçmaya çalışıyorlardı. İşte Kafkas İslam Ordusu tam o günlerde, Bakü'nün Bolşevik işgalinden kurtarılmasını amaçlayan Azerbaycan'ın talebiyle Osmanlı Devleti tarafından kuruldu. Enver Paşa kendisi ile aynı idealleri paylaşan genç kardeşi Nuri (Killigil) Paşa'yı bu ordunun başına tayin etti. Nuri Paşa henüz 28 yaşında bir yarbayken tümamiralliğe terfi ettirildi ve Osmanlı, Azerbaycan ve Dağıstanlı askerlerden kurulu bu ordu ile Azerbaycan'dan başlamak üzere Kafkasya'daki Türk ve Müslümanları Ruslardan kurtarıp istiklallerine kavuşturmak için bölgeye gönderildi. Rus işgali altındaki Azerbaycan topraklarına Ermeni nüfus yerleştirilerek yapı değiştirilmeye ve Müslümanlar/Türkler sindirilmeye çalışılıyordu. Aynı şekilde Almanlar ve İngilizler de Azerbaycan petrollerini ele geçirmenin peşindeydi. Son derece olumsuz şartlar ve imkânsızlıklar içinde bulunan bu ordu Bakü'yü kurtarmak için hayli şehit verdi. Daha sonra Kut'ül Amare kahramanı Halil Paşa'nın da katılımıyla dâhiyane bir saldırı ile ama son derece zayıf imkânlara rağmen Bakü, Sovyet ve Ermeni işgalinden kurtarıldı. O günlerde dağıtıldığı düşünülen Osmanlı Ordusu, Kafkas İslam Ordusu adı ile büyük bir zafere imza atarak 15 Eylül 1918'de Bakü'ye girdi. Mondros Mütarekesi nedeniyle bölgeden daha sonra geri çekilse bile bu ordunun büyük fedakârlığı sayesinde Bakü dâhil birçok şehir ve kasaba kurtarılırken, Azerbaycan'ın da Türk ve Müslüman kimliğini koruması sağlandı.
SOVYETLER SONRASI İSLAMÎ UYANIŞIN SAMAN ALEVİ
Yüzlerce hatta binlerce yıl boyunca Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık, Şamanizm ve Zerdüştlük gibi dinlerin farklı mezhep ve gruplarını barındırdı Kafkasya. Ancak Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve Soğuk Savaş'ın bitişiyle tüm coğrafyada her alanda hızlı ve büyük bir dönüşüm yaşanmaya başlandı. Bu hızlı dönüşümden en fazla pay alanlardan biri ise dindi. 80'li yıllarda Rusya'da adeta bir dinsel Rönesans yaşandı. Özellikle iki din bölgedeki tarihi potansiyel ve kökleri üzerinden yeniden güçlenme imkânı yakaladı: Ortodoks Hristiyanlık ve İslam. Bir yanda Ortodoks Kiliseleri eski ihtişamlı günlerini yansıtan bir açılıma kavuşurken, öte yandan millî ve dinî uyanış hareketleri ile bölgede İslam'ın geri dönüşüne şahit olundu. Bu geri dönüşte komünist rejimin dinî ihmali, dolayısıyla cahilliği ve hazırlıksızlığının da katkısı büyük oldu. Sovyet tahakkümü kısa bir süre için gevşerken Kafkasların Müslüman toplulukları dinî kimliklerini hatırlamaya başladılar. İslam sadece Rusya'da ikinci din olmakla kalmıyor bilhassa Rusya'daki 25 milyon Müslüman'ın çoğunun bulunduğu Kafkasya'da jeo-politik meselelerde ve uluslararası ilişkilerde etkin bir faktör olarak kendini gösteriyordu. Ancak özellikle geçmişte Kadiri-Nakşi geleneğinden ivme alan Çeçenistan direnişine yeni bin yılda Selefi akımların katılması sonucu uyanışa geçen Rusya kendisi açısından tehlikeyi fark edince İslami hareketlerin önüne yeniden engeller çıkarılmaya başlandı. Rus devleti müftülükler gibi dini kurum ve otoriteleri kontrol etmeye başladı. Boşluk dönemini çabuk atlatan Rusya 2000'li yıllarda Müslümanlar üzerinde devlet kontrolünü iyiden iyiye sağlamlaştırınca İslami oluşumların da önü önemli ölçüde kesilmiş oldu. Bu dönemde tesirli din adamlarına, saygın dinî şahsiyetlere yapılan baskılar ve bazen de suikastlar dinî açıdan etkinlik kazanmış kişilikleri sahne dışına itti.