Birol Biçer: Türkiye'de küçük bir Kafkasya var

Türkiyede küçük bir Kafkasya var
Giriş Tarihi: 23.01.2021 14:15 Son Güncelleme: 23.01.2021 14:15
Ben şimdi dönüp Fransa’ya, Avrupa’ya, Amerika’ya rahatlıkla “Senin ne işin var Kafkaslarda, ne işin var Suriye’de?” diyebilirim ama bunu onların bize sorması çok garip. Türkiye’nin politikalarının belirleyiciliği, aynı anda bu kadar müdahil ve etkili olması birçok ülkeyi rahatsız ediyor.

Türkiye'nin etrafı dünyanın en sıcak, gergin, sorun potansiyeli yüksek bölgeleriyle çevrili. Bunlardan biri de son olarak Azerbaycan'ın Ermenistan işgali altındaki topraklarını geri kazanma mücadelesi oldu. Kaynakları, jeo-stratejik konumu ve çok çeşitli ihtilafları ile bölge ülkeleri v e halklarının dışında dünyanın hemen hemen tüm aktörlerinin de ilgi odağı ola n Kafkasya şu sıralar kıyasıya bir nüfuz mücadelesinin de merkezi. Binlerce kilometre mesafeden hiçbir bağlarının olmadığı Kafkasya'da at koşturmaya çalışan devletlere nazaran Türkiye'nin bölgeyle olan bağları ise çok çeşitli. Dünya için olduğu kadar ülkemiz için de hayati önem taşıyan Kafkasya 'yı, Kafkasyalıları, bu topraklarda kimin neyin peşinde olduğunu, Azerbaycan'ın zaferi ile açılan Nahçıvan koridorunu, bölgenin str atejik oyundaki yerini Türkiye'deki ilk Kafkasya uzmanlarından biri olan Doç. Dr. Ali F aik Demir Lacivert'e değerlendirdi.

Ermenistan'ın Azerbaycan'a saldırısının ardından Azerbaycan'ın işgal altındaki topraklarını geri almasıyla birlikte Kafkasya'nın önemine bir kez daha şahit olduk. Kafkasya neden bu kadar önemli?

Balkanlar için hep şöyle bir benzetme yapılır: "Balkanlar barut fıçısıdır; her an patlamaya hazır…" Buna karşılık ben de şöyle diyorum: Eğer Balkanlar barut fıçısı ise Kafkaslara cephanelik demek lazım. Belki Avrupa'nın burnunun dibinde değil ama Kafkaslardaki patlamalar çok büyük etki yapıyor. Bu bölgeye tarih boyunca "diller dağı", "dinler dağı" ya da "halklar dağı" denilmiş. Bu küçük coğrafyada o kadar çok dil, din ve halk var ki… Bu kadar farlılığın olduğu bir coğrafyada çatışma olmaması mümkün değil zaten. Çünkü burası tarih boyunca bir kesişim noktası olmuş. Eski Yunan'dan baktığımız zaman mitolojide karanlık dünya ile aydınlık dünyanın sınırı, bu bölgeye adını veren ve tam ikiye ayıran Kafkas Dağları olarak görülmüş. İlk çağlardan beri mitolojik anlamda da bu coğrafyaya çok önem verilmiş. Bu bölgede olduğuna inanılan Kaf Dağı'nın ardı hep ölüm ve Bölgeyle ilgili aktörler deyince şunu hatırlamakta fayda var: Rusya, İran ve Türkiye sadece komşu değil, biraz da Kafkas ülkesi aynı zamanda. Bugün Rusya bir Kafkas ülkesi, Kafkasya'da bizzat var olan bir devlet; Kuzey Kafkasya ise Rusya Federasyonu'na bağlı… Türkiye buraya komşu ama unutulmaması gereken, o bölgenin uzantısı bizim içimizde bulunuyor. Ayrıca Kafkaslarda Balkarlar, Karaçaylar, Ahıska ve Nogay Türkleri gibi birçok Türk halkı mevcut. Azerbaycan dışında bölgede yaşayan birçok Türk grubu var. Bunun üzerine Türkiye'de de çok ciddi bir Kafkas diasporası bulunuyor. İran açısından bakarsak, ülkede Azerbaycan'ın üç katı kadar İran Azerisi yaşıyor. Bu nedenle Türkiye, Rusya ve İran Kafkasya ile neden ilgileniyor diye sormak bile garip kaçar.

Bunun dışında Kafkasya ile Avrupa ve Amerika ilgileniyor; bunların ilgisinden bahsedince de işin içine enerji ve enerji nakil hatları giriyor. Fransa ve Avrupa'nın ilgilenmesinde ayrıca Ermeni diasporasının büyük bir etkisi var. Bu diaspora Ermenistan ve "soykırım" dolayısıyla bölgeyi sürekli gündemde tutarak Kafkasya'yı ilgi çeken konulardan biri hâline getiriyor. Bu da daha ziyade Türkiye odaklı oluyor. Bunların dışında geçmişten beri bölgeyle ilgilenmiş İngiltere ve yeni olarak İpek Yolu projesi dolayısıyla Çin var. Çin'in özellikle enerji hatları dolayısıyla Türkmenistan ve Hazar üzerine ilgisi var. Altını çiziyorum; Kafkaslar hep önemliydi ama hep çatışmaya gebe olan bir bölgeydi. Bu bölgenin sorunları henüz daha çözülmedi; Karabağ sorunu daha çözülmedi, Ahıska Türkleri daha yerlerine dönmedi, Kuzey Kafkasya'daki sınır sorunları daha giderilemedi, Çeçen konusundaki ihtilaflar devam ediyor, Abhazya-Osetya konusundaki pürüzler bitmiş değil, Acarlar ya da Batum'un statüsü devam ediyor… Tüm bunlara baktığımızda Kafkaslarda sorunlar bazen donuyor, bazen donduruluyor ya da bir süre duruyor ama sorunların çözeni yok.

Bildiğim kadarıyla ilk Kafkasya uzmanlarımızdansınız ve bölgeyi Soğuk Savaş'ın bitiminden beri yakından izliyorsunuz. Sizce Kafkasya nereden nereye evrildi bu süreçte?

Bu çok değerli bir soru çünkü Kafkaslar yakın döneme kadar hep bir nüfuz alanıyken şimdi kendi olmaya başladı. Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan vs… Evet hâlâ sorunların çözümü için devreye giren dış aktörler var ama bölge halkları eskisi gibi Rusça konuşmak ve Rusya'ya bağımlı olmak istemiyor. Ya da Ortodoks Kilisesi üzerinden birileriyle ortak olmak istemiyor. Azerbaycan-Türkiye gibi bir yakınlıkları var; kardeş istiyorlar ama artık kimse bir "büyük ağabey" istemiyor. Hele gençler ve yeni nesil gittikçe kendi ulusunun, kendi çıkarının başkasına minnet etmeden savunulması gerektiğini düşünüyor. Unutmayalım bölge halkları uzun yıllar Sovyetler egemenliğinde yaşadı ve bu dönemin sorunlarına muhatap oldu. Bilhassa Stalin ülkelerin sınırlarını karıştırdı, zorunlu evliliklerle halkları karıştırmaya çalıştı, kimini böldü, kimini birleştirdi. Sovyetlerden sonra bu sorunları çözmek kolay değildi. Evet, sorunlar çözülmedi ama 90'ların başlarından sonra baktığımızda daha kendi olan, kendi dinamiklerini yaratan bir Kafkasya'ya evrildi ve ben Kafkasya'nın farklı bir mecraya gideceğini düşünüyorum. Tutarsızlıklar, istikrarsızlıklar, seçim problemleri oluyor, sokaklara çıkıp tepki gösteriyorlar, yönetimleri deviriyorlar. Sovyetler dönemindeki otoriter yönetimlerin tek sesliliği ortadan kalkıyor artık. Kafkasya'da artık halklar memnuniyetsizlik gösteriyor, sokaklara çıkıyor ama devletlerine sahip çıkıyor; bu da demokrasinin bir yansıması.

Batılılar, Rusya ve Çin başta, bölge üzerinde büyük bir rekabet var. 1993'ten sonra "Yakın Çevre" politikasını benimseyen ve bu açıdan Orta Asya ve Kafkasları açıkça kendi yaşamsal alanı olarak gördüğünü ilan eden Rusya'ya rağmen bölgede herhangi başka bir gücün nüfuz kurma olasılığını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu kadar devlet bu küçük bölgeyle ilgiliyse aslında bu bile bu bölgenin sorunlarının çözülemeyeceğinin en büyük göstergesi. Kafkasya küçük bir bölge ama orada nüfuz sahibi olmak devletlerin hem itibarının hem de gücünün bir göstergesi. Kafkasya yakın zamana kadar eski Sovyetlerin hâkimiyetindeydi. Rusya burayı "eski bahçesi" ve şimdi de "arka bahçesi" olarak görüyor. Bu görüş çok da yanlış sayılmaz zira Rusya'nın hâlâ büyük bir nüfuzu var ama Rusya'nın ağırlığı buralarda tepki de çekiyor bir yandan. Artık tahakküm eden ve "kazan-kazan" demeden bir şeyleri empoze eden muhataplar istemiyorlar. Büyük resme baktığımız zaman Rusya burada "tek aktör" diyemeyiz belki ama "en öncelikli aktör" diyebiliriz. Ama Rusya tek başına buradaki sorunları çözemez. Kimi zaman Türkiye'yi, kimi zaman Batı'yı ikna etmek, kimi zaman İran'ı yanına almak zorunda... Rusya şunu çok iyi biliyor; Kafkasya'da Rusya eşitler arasında birinci ama tek başına sorunları çözemez. Ancak Rusya'sız çözüm de mümkün değil.

Çatışma demişken Azer-baycan'ın Ermenistan'a karşı kazandığı zaferi bölgedeki statüko açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Bölgenin dengeleri açısından nasıl etkisi olur?

Ben "Azerbaycan'ın genişlemesine Rusya neden müsaade etti" sorusu üzerine çok düşündüm. Eğer Rusya müdahale etseydi bu çok kolay olmayacaktı. Rusya sanki Ermenistan'ın Karabağ dışındaki işgal ettiği topraklardan çıkmasını ister gibi bir tavır takındı. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov çok akıllı bir adam. Daha öncelerden Ermenistan'ın işgal ettiği topraklardan çekilmesine ve Karabağ'ın statüsünün ondan sonra tartışılmasına yönelik önerileri vardı. Lavrov'un projesi bir şekilde gerçekleşmiş gibi oldu. Rusya Ermenilerin işgal ettikleri Azerbaycan toprağından çıkmasını uygun gördü. Ama bunun karşılığında şunu yaptı: "Bundan sonra Laçin koridoru üzerinden Karabağ'ın Ermenistan'a bağlılığı benim ve Türkiye'nin garantisinde olacak" demeye getirdi, diğer tarafa ise Nahçıvan'ı bağladı. Rusya Azerbaycan-Ermenistan savaşındaki tutumuyla sorunu bir şekilde sınırladı, bir nevi kanserli bir bölgeyi lokalize etmiş oldu.

Rusya ne kazanmış olabilir bu stratejiden?

Rusya Ermenistan'a "Ben bundan sonra Karabağ sorunundasenin yanında duracağım", Azerbaycan'a ise "Bak işgal edilen topraklarını geri almana engel olmadım" demeye getiriyor. Rusya hem Ermenistan'ı Karabağ konusunda korumuş, hem Azerbaycan'a işgal altındaki topraklarını geri vermiş, hem de dünyaya "Bu sorunu AGİT-Minsk grubu değil, ben çözdüm" mesajı vermiş oluyor. Rusya'nın ABD ve Fransa'yı bypass edip sorunu çözdüğünü görüyoruz.

Türkiye de bu işin içinde çok aktif olarak duruyor. Neticede sorunun çözümünde amiral gemisi Rusya idi ama Rusya tek başına görünmeyip Türkiye'yi de yanına aldı ve elini burada yine güçlendirdi; "Kafkaslar benim bahçemde, sorunu yine ben çözerim" demiş oldu. Ama Türkiye Rusya ile irtibat hâlinde olarak bu sorunun çözümünde yer aldı ve katkısı büyük oldu. Azerbaycan da Türkiye'nin desteğini açıkça belirtti.

Azerbaycan'ın zaferi sonucunda Nahçıvan Koridoru açıldı. Bu koridorun Türkiye, Azerbaycan ve Türk cumhuriyetleri açısından getirileri ne olabilir?

Şurası çok önemli; Nahçıvan üzerinden Azerbaycan bağlantısının kurulmasıyla Türk Yolu aralandı. Türkiye, Azerbaycan ve Orta Asya birbirine bağlandığı için aslında Türk Yolu açılmış oluyor. Artık Türk dünyasına ulaşmak için Gürcistan üzerinden geçmek gerekmeyecek. Bu, Türkiye için ekonomik anlamda, enerji anlamında fark doğurabilir zira boru hatları Gürcistan üzerinden geliyordu. Durum İran'da biraz tedirginlik yarattı çünkü Türk bağlantısı çok farklı bir nüfuz alanı yaratabilir. Bu da Kafkas meselesine çok ciddi bir boyut katıyor. Şu sıralar ilginin daha ziyade Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya'daki petrolden kaynaklandığı görülüyor ama her şey petrolden olamaz. Gerçekte burada bir nüfuz mücadelesinin olduğunu görüyoruz.

Azerbaycan-Ermenistan çatışmasında Türkiye'nin izlediği politikaları nasıl değerlendirmek gerek?

Bakıldığında dünyada kimse Azerbaycan yendi gibi görmüyor; Türkiye üzerinden bakılıyor ve Ermenistan'ı Türkiye yenmiş algısı hâkim. Fransız senatosunun konuyla ilgili kararının ilk cümlesi bile Türkiye üzerine. Sorunu Azerbaycan-Ermenistan sorunu olarak görmek yerine Fransız senatosu sözde "Türkiye'nin yayılmacı ve müdahaleci politikalarına" referans yapıyor… Burada çok ilginçtir ki Azerbaycan'ın değil bilhassa Türkiye'nin nüfuzundan korkuluyor, özellikle Fransa tarafından. Öncelikle şunu belirtmek gerek; Türkiye'nin Ermenistan'a karşı düşmanlığı yok. Türk-Ermeni ilişkilerini kötü etkileyen unsur Ermeni diasporası. Diaspora faktörü olmasa Türkiye-Ermenistan ilişkileri çok rahat çözülebilir. Türk düşmanlığı için harcanan bütçe doğrudan Ermenistan'a verilse ülke ihya olur. Türkiye'nin tabii ki Azerbaycan ile köken bağları, din bağları, kardeşlik bağları var, bu gerçek ama Türkiye'nin bir Ermenistan düşmanlığı yok, sadece Ermenistan'ın husumetine karşı cevapları söz konusu. Bence anahtar kısım bu.

Sizce Türkiye artık bölgede aktif oyuncu hâline geldi mi?

Bence geldi. Karabağ sorununda bunu gördük. Azerbaycan- Ermenistan çatışmasında Türkiye etkin oldu. Gürcistan konusunda da Türkiye'nin büyük bir rolü var. Bu nedenle Rusya açısından da Türkiye ile iyi geçinmek Kafkasya'daki nüfuzu bakımından değerli bir şey oldu. Türkiye oyun kurucu, yapıcı ve barış getirici bir aktör; husumetleri körükleyen bir aktör değil. Kafkasya'da çok sayıda Türk toplulukları mevcut ama Türkiye ne Rusya'ya ne başka bir ülkeye karşı asla bunları tahrik etmiyor, kaşımıyor, bir husumet doğurmuyor. Bu açıdan Batı'da yaratılan algının aksine kimse burada Türkiye'yi bir oyun bozucu, denge bozucu, savaş çıkarıcı olarak göremez.

Bunda Türkiye'nin değişen dış politikalarının etkisi olabilir mi? Neticede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte Türkiye'nin dış politikası ve beraberinde Kafkasya bakış açısı da yeniden düzenlendi sanırım?

Evet, ama Türkiye'nin bakışı dendiğinde aslında Türkiye'den çok Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bakışı söz konusu… Türkiye'nin agresif, saldırgan bir politikası yok ama diplomasi dilinde biraz fazlaca sert olduğumuz zaman yaptıklarımız farklı algılanıyor. Türkiye'nin sert tonu yaptığı politikayı da sert gibi gösteriyor. Aslında biz meşru zeminden hiç kopmuyoruz; hakkımızı savunuyoruz. Türkiye Doğu Akdeniz'de de Suriye'de de hakkını savunuyor ve sınır güvenliğinden bahsediyor. Azerbaycan-Ermenistan çatışması söz konusu olduğunda orada bizim de sınırımız var, ayrıca ciddi bir mağduriyet söz konusu ve işgal eden Ermenistan. Ama bakıyorsunuz Fransa gibi ülkeler insan hakları ihlalleri gündeme getirerek bir şekilde Türkiye'yi başka bir platformda yargılamaya çalışıyorlar.

Türkiye'nin Kafkas bölgesinde giderek artan aktif rolü ne gibi avantajlar ve dezavantajlar getirebilir?

Türkiye Orta Doğu'da, Akdeniz'de, Suriye'de, Libya'da ve Kafkasya'da gücünü sürekli artıran bir aktör olarak görülüyor ama bu beraberinde şöyle bir handikap yaratıyor. Türkiye'nin bir Kafkas ülkesi olduğu unutularak Türkiye sanki sürekli Azerbaycan'a ve bölgeye müdahale ediyormuş gibi gösteriliyor. Oysa Türkiye bir Doğu Akdeniz ülkesi, Türkiye bir Orta Doğu ülkesi, Türkiye bir Balkan ülkesi ve Türkiye bir Kafkas ülkesi... Kafkaslarla hem komşuyuz hem içindeyiz ve üstelik tarihi bağlarımız var, hâlâ da var… Ben şimdi dönüp Fransa'ya, Avrupa'ya, Amerika'ya rahatlıkla "Senin ne işin var Kafkaslarda, ne işin var Suriye'de?" diyebilirim ama bunu onların bize sorması çok garip. Türkiye'nin politikalarını belirleyiciliği, aynı anda bu kadar müdahil ve etkili olması birçok ülkeyi rahatsız ediyor. Türkiye-Rusya yakınlaşması da aynı şekilde onlar için bir problem oluyor. Türkiye ve Rusya anlaşamadıkları zaman bile beraber durmayı becerebiliyorlar. Bunu Suri-ye'de de, Azerbaycan'da da başardılar. Her zaman çıkarları ve politikaları örtüşmüyor ama buna rağmen kavga etmeden yan yana durabiliyorlar. Bence Avrupa ve Batı'nın öğrenmesi gereken bir şey bu… Batı Türkiye ile bunu yapamıyor. Bir çıkar çatıştığı zaman diğerlerini de bozmaya kalkıyorlar ki en büyük hata da bu.

Kaç bin kilometre öteden Güney Kafkasya'ya taraflı ve haksız bir müdahalede bulunmak isteyen Fransa da kim oluyor, Kafkasya'da ne arıyor?

Bir kere Fransa'ya sormak lazım: Sen bu bölge ile niye bu kadar ilgilisin? Burası ile bir sınırın mı var, bir meselen mi var? Fransa'daki Ermeni diasporası etkili ve siyasal nüfuza sahip. Ama bu tek başına yeterli değil. Macron yönetimi Türkiye üzerine saldırarak makro-milliyetçi politikalar yürütüyor. Bakıldığında İslamofobinin arkasında bir Türkofobi de var. Fransa her yerde Türkiye ile karşı karşıya geliyor. Fransa Suriye'de etki sağlamak istiyor, bakıyor Türkiye var; Afrika'da Mali'de Türkiye karşısına çıkıyor; Doğu Akdeniz'e uzanıyor, Türkiye'yi görüyor. Her türlü nüfuz alanında ya da genişlemek istediği yerde Türkiye'yi görünce Türkofobi Macron'da çok daha net hâle geldi. Türkiye'nin Fransa ile bir derdi yok ama Fransa'nın Türkiye ile derdi var. Fransa'nın "Ne oluyor da Türkiye boyundan büyük işe kalkışıyor" gibi bir algısı var. Türkiye'nin her yerde nüfuz kazanıp Fransa'nın etkisizleşmesi, içeride işlerinin iyi gitmediği gibi dışarıda da hiçbir yerde belirleyici etkisinin olmaması Macron yönetimini Türkiye düşmanlığı üzerinden kendine destek aramaya yönlendiriyor.

Türkiye Kafkasya'ya dâhil olduğu gibi kendi başına küçük bir Kafkasya da sayılabilir. Bugün Türkiye'de çok unsurlu ciddi bir Kafkas diasporası var.

Türkiye'deki Kafkasyalı gruplarla uzun yıllardır görüşürüm. Kültürlerini, dillerini hâlâ korudukları gibi siyaseten de farklı yerlerde duruyorlar. Kafkasya gibi Kafkas diasporasını da homojen göremeyiz; orası ne kadar renkli ve çeşitli ise diasporası da öyle. Türkiye'de küçük bir Kafkasya var. Türkiye'nin her yerinde Kafkasya'nın kuzey ya da güneyinden Gürcü, çerkes, Abaza gibi birçok grubu görebiliriz. Kendi farklı köyleri, yerleri var, dillerini, geleneklerini koruyorlar; üstelik biz de bu kültürlere çok saygı duyuyor ve zenginliğimiz olarak görüyoruz. Tarihte orayı yönettiğimiz dönemler olmuş ama o halklarla iç içe yaşıyoruz ve duygusal bir bağımız da var. Kabul etmemiz gerekiyor ki bizde bir Kafkas etkisi var, bir aşinalığımız, yatkınlığımız var. Müslüman toplulukların olduğu kadar Gürcülerin ve Ermenilerin de bizde büyük bir yansıması var. Çok daha açık ifade etmek gerekirse bizim ötekileştirdiğimiz bir Kafkas halkı yok. Hep söylerim yine söyleyeceğim: Türkiye'nin bir "diaspora bakanlığı"na ihtiyacı var. Türkiye'nin durumu aslında bir Türk diaspora birliği olmasını gerektiriyor. Ermeni diasporası da bugünkü gücüne kolay ulaşmadı, yıllar sonra ancak bu noktaya geldiler. Bulundukları ülkelerde kültürel ve siyasal nüfuz sağladıktan sonra bu noktaya geldiler.

DOÇ. DR. ALİ FAİK DEMİR KİMDİR?
1969'da İstanbul'da doğdu. 1988'de Galatasaray Lisesi'nden, 1992'de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde üniversitede tamamladı. Paris IEP, EHSSS, INALCO, Strasbourg ve Grenoble'da araştırmalarda bulundu. 1994'te Galatasaray Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Hâlen aynı üniversitenin Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkan Yardımcılığı görevini sürdürüyor ve Türk Dış Politikası, Türkiye'de Siyasal Yaşam, Türkiye-Türk Dünyası İlişkileri, Kafkasya ve Orta Asya'da Strateji dersleri veriyor. Alanında pek çok makaleye imza atan Demir'in başlıca kitapları arasında Türk Dış Politikası Perspektifinden Güney Kafkasya, Türk Dış Politikasında Liderler, Şaman ve Türk Dünyası sayılabilir.

BİZE ULAŞIN