Hakkı Öcal: Kafkasların Balkanlaşmasının önüne nasıl geçildi?

Kafkasların Balkanlaşmasının önüne nasıl geçildi?
Giriş Tarihi: 25.01.2021 11:57 Son Güncelleme: 25.01.2021 11:57
Şimdi bölgenin haritası yeniden çiziliyor ve bir taşla iki kuşa hayat veriliyor: Karabağ Azerbaycan’a kavuşuyor ve kim bilir belki de Anadolu’nun Hazar Denizi üzerinden Asya’ya yolu açılıyor.

Kafkasların, Balkanlaşması, Stalin'le başlamadı; ABD Başkanı Wilson ile başladı. ABD'nin 28'inci başkanı olan Thomas Woodrow Wilson profesördü ve Princeton Üniversitesi'nin rektörlüğüne kadar yükseldi. Önce Princeton'ın bulunduğu New Jersey eyaletinin valisi olarak elini siyasette denedi. Siyaseti de akademi kadar sevdiğini anlayınca bu kez başkanlığa aday olmak istedi ve kolayca kazandı.

Tarih, 1912 idi; Avrupa'nın işi gücü kalmamış, Osmanlı'yı paylaşma sevdasına kapılmıştı. Bu paylaşmanın gerçekte bir petrol savaşı olduğunu söyleyen araştırmacılar vardır (Örnek olarak gazeteci-yazar-araştırmacı Selim Atalay'ın Hedefteki Osmanlı: 100 Yıllık Komplo isimli yeni kitabına bakılabilir). Petrolü paylaşabilmek için Osmanlı'yı paylaşmak gerekiyordu; Osmanlı'yı paylaşmak için de öldürmek.

Avrupalılar bunu, kendinden daha aşağıda su içmekte olan küçük ceylanı yemeğe karar veren aslanın nezaketi ile yapabilirlerdi; ama ABD başkanı geç kalmış da olsa girdiği yeni yarışta biraz daha bilim insanı ciddiyeti ile davranmak istediği için daha sonra "14 İlke" adıyla yayınlayacağı bir dizi kural belirledi. Bunlardan biri Osmanlı'nın yerine kurulacak ülkelerle ilgili idi.

Yani Osmanlı zaten yok olacak, orada sıkıntı yoktu; mesele onun yerine kurulacak olan ülkeler nasıl yönetilecek sorusuna cevap veren bir ilkeydi; 12'nci Madde: "Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Türk yönetimindeki öbür uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliğiyle özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır." Yani Osmanlı bitiyor; onun Türk olan unsurlarının yaşadığı bir yer olursa, oraya egemenlik tanınmalı; ama Türk olmayan unsurlara, güvenlik, özerklik, egemenlik, korkudan uzak bağımsızlık tanınacak birer yurt sağlanmalıdır. Wilson, güya, yıllarca Osmanlı'yı incelemiş ve Türklerin kendi yönetimleri altındaki diğer uluslara ve etnik gruplara kendilerini geliştirmeleri için imkân sağlamadığı kanısına varmıştı.

"14 ilke": Amerikan emperyalizminin temelleri

Gerçek durumun böyle olmadığını görmek için Princeton'da profesör olmak gerekmiyordu. Turist olarak Osmanlı'yı bir uçtan ötekine gezen herkesin gördüğü gibi İngiliz, Fransız ve Hollanda'nın sömürge imparatorluklarından farklı olarak Osmanlı'nın bir anavatan, bir de koloni kavramı yoktu. Her ulus, etnik grup ve dinin cemaati "millet" adı altında, bulundukları coğrafi bölgenin hâkimi idiler. Kendi dillerini konuşur, kendi kültürlerini geliştirir, kendi mahkemelerinde kendi hukuklarını uygularlardı. Ama Wilson, o güne kadar kendi içine kapalı bir ada olan ABD'yi, dünya siyasetinde bir oyuncu hatta bu oyunun patronu olmak üzere hazırlarken daha sonra kurulacak "Amerikan Emperyalizmi" için de gerekli temelleri atıyordu. Bu 14 ilkenin nasıl uygulanacağına dair Wilson bir de harita hazırlamış ve 1919'da Paris Konferansı'na sonra da Sevr Konferansına sunmuştu. Buna göre Kafkaslar beşe bölünüyor ve bir Kürdistan ile onun yanında Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan gösteriliyor; Dağıstan, Çeçenistan, Çerkezistan, Osetya, İnguşistan, Balkar, Abhazya, Astragan, Kalmıkya ve Stavropol isim olarak haritanın altındaki yazıda zikrediliyordu. Tabii bu kadar "ülke" o tarihte var olan Osmanlı ve Rus imparatorluklarının arasına sıkıştırılamayacağı için (ki Rusya o tarihte İngiltere ve Fransa'nın, dolayısıyla ABD'nin müttefiki olduğundan gerekli arazi Rusya'dan değil Osmanlı'dan, Doğu Anadolu'dan alınıyordu. "İlkeler" arasında toplam 12 kelime ile yer verilen "Türk unsur" haritada gösterilmezken, Ermenistan, Trabzon'a ve Erzincan'a kadar geliyor; Musul'a kadar iniyordu.

O tarihte ABD İstanbul büyükelçisi Henry Morgenthau'nun Ermeni kâtibi tarafından çizilen haritalara bakılırsa, araya bir de Kürdistan sıkıştırınca, gerçekten Anadolu'da Türklere pek fazla yer kalmıyordu. (Bu arada Anadolu'nun Eskişehir'e kadar olan batısı ile Doğu ve Batı Trakya'nın Yunanistan'a, Karadeniz kıyısının da Pontus'a söz verildiğini unutmayalım!)

Çiziyor da çiziyorlar

Balkanlara dönersek…

Bu planı ve haritaları ne planlarda ne haritalarla olmayan iki şey berbat etti. Hemen hemen eş zamanlı iki gelişme… Birincisi Lenin ve Stalin'in Rus Çarı'nı, karısını ve beş çocuğunu vurarak ya da süngüleyerek öldürmeleri ve Bolşevik İhtilali'ni yapmaları oldu. İkincisi ise hiç hesapta yokken Osmanlı subaylarının Mondros Mütarekesi'ne göre orduyu terhis etmek yerine ellerine silahlarını ve mermilerini vererek, "Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında gizli ordu kurmaları, Anadolu halkını direnişe ikna ederek, Paris'i, Sevr'i, haritalarını, sınırlarını, Yunan işgal kuvvetlerini (en azından Anadolu bakımından) müttefiklerin yani İngiltere ve Fransa'nın başına çalmaları idi.

Bu manzarayı gözünüzün önüne getirir misiniz: İngiliz Dışişleri, devasa bir Balkan, Trakya, Anadolu, Kafkaslar haritası çizdiriyor. Katılımcılara, kalın uçlu kırmızı mumlu kalemler veriyorlar. ABD başkanı Wilson bir salona serilen bu haritanın üzerine yüzükoyun yatıyor! Fransa başbakanı Georges Clemenceau, ellerinin ve dizlerinin üzerinde dört ayak, İngiltere başbakanı Lloyd George onların arasına bağdaş kurmuş…

Çiziyor da çiziyorlar. "Orası Ermenistan olsun... Burası Yunanistan'a verilsin. Şurasını İtalya işgal etsin…" Tabii bu arada Musul ve petrolleri, Skyes-Picot anlaşması ile üç yıl önce Fransa'ya bırakılmışken, şimdi İngiltere çaktırmadan kendi bölümüne dâhil ediyor. Zaten bu pantomimin tek sebebi bu: Musul ve petrolleri kimde kalacak? Fransa henüz petrolün önemini müdrik değil. Anlıyorsa da ortada İngilizlerin dolaştırdığı sahte-gizli raporlara göre fazla bir petrol olmadığını sandığı için "Kavga çıkartmaya değmez" diye düşünüyor. (Bu tablonun yüz yıl süren sonuçlarını Selim Atalay'dan roman zevkinde okuyabilirsiniz.)

Osmanlı da "Balkanlaştırılmıştı"

İşte böyle büyük çabalarla çizilen haritaların ve ona bağlı gizli anlaşmaların Rus Dışişleri Bakanlığı'nı ele geçiren Bolşevikler tarafından açıklanması Batı komplosunun aldığı ilk darbe oldu. Moskova İhtilali'nin etkisini bu kez Anadolu İhtilali pekiştirdi. Osmanlı'nın eski sınırları ve hatta Misak-i Millî sınırları gerçekleştirilemeyecek hayaller olarak, millî vicdana ve (bilimsel adıyla, Türklerin irredentasına) havale edilip bugünkü sınırlar-- Hatay eksiğiyle-çiziliyor. Hatay, İngiltere'nin kendisini feci şekilde oyununa getirdiğini anlayan Fransa'nın, eski ortağının inadına, Yeni Türklerle dost olma çabasının ve Mustafa Kemal'in çizmelerini hâlâ ayakkabı dolabında sakladığının anlaşılmasının sonucu olarak vatan topraklarına 1938'de katılacaktır.

Uluslararası siyaset derslerinde sıkça kullanılan bir deyim vardır: Balkanlaştırma... Filanca yerin veya falanca bölgenin Balkanlaştırılması. Bununla, o bölgenin emperyalistlerin nerede ise 800 yıldır uygulaya geldikleri "Böl, Parçala ve Yönet" ilkesi çerçevesinde paramparça edildiği kastedilir. Tabii bu siyasetin ilk örneği Osmanlı Balkanlarıdır.

Osmanlı'nın son 200 yılı, tek silah atmadan ve hatta felaketin göz göre-göre geldiği sırada ordunun terhis edilmesinin ve yerine daha az sayıda silah tutmayı bile bilmeyen acemi bir ordu kurulmasının yol açtığı Balkan Savaşı gibi felaketlerle doludur. Bu felaketler Balkan vilayetlerinin tek tek elden çıkmasıyla kalmamış, bir arada Edirne bile bir yıla yakın Bulgar işgalinde kalmıştı.

"Balkanlaştırmak" gerçekten korkunç bir şeydi ve sadece Balkan ülkeleri değil, ama Osmanlı da "Balkanlaştırılmıştı." Ordu İttihat ve Terakki Partisi'nin farklı hiziplerinin elinde parçalanmış, her bir bölümü ötekine karşı hükumet darbeleri yapmaya, hatta işi padişah devirmeye ve başbakan öldürmeye kadar vardırmıştı.

Bütün Kafkasları parçalara ayırdılar

Padişahı kovup yerine padişah atayan insanlar elbette ülkeyi Alman'a, İngiliz'e peşkeş çekmekte sakınca görmeyeceklerdi. Böylece koca imparatorluk, haritaların üzerine yayılıp ülke paylaştıran çocuktan beter kralların, başbakanların, başkanların elinde yok olmuştu. Ama bu yok oluş, onların hesapladığı gibi Anadolu'nun da Balkanlaşmasına varmadı. Kafkaslar bile tam anlamıyla Balkanlaşamadı.

Vatansever Osmanlı subayları, daha sonra Millî Mücadele adını alacak olan direnişi planladılar ve başına içlerinde askerî mağlubiyeti olmayan, tersine sicilinde sadece zafer kayıtları olan tek komutan, Mirliva (Tuğgeneral) Mustafa Kemal'i geçirdiler. Osmanlıyı savaşa adeta zorla sokturan Almanlar, onların düşmanı İngilizler ve Fransızlar ve tabii Amerikalılar dâhil tüm Batı'yı korkutan Bolşevikler bu genç paşayı korkutamıyorlardı. O da Bolşeviklere doğal bir müttefik olarak görünüyordu. Bu tabii ittifak, Doğu Anadolu'yu Balkanlaşmaktan kurtardı ama Kafkasları tam olarak kurtaramadı.

Lenin'in liderliğinde Bolşevikler, ailesini süngülerle karınlarını deşerek öldürdükleri Rus Çarı II. Nikolay kadar emperyalisttiler ve petrole ondan daha fazla önem veriyorlardı. Önce bütün Kafkasları parçalara ayırdılar, aynı dili konuşan milletleri bile mezhepmeşrep, millet-milliyet diye birbirlerinden ayırdılar. Nahçıvanlılar Azerbaycanlı olmadıklarına ikna ettiler mesela. Aralarına Ermenistan'ı soktular. Türkmen'i Kazak'tan, Kırgız'ı Özbek'ten koparttılar. Orta Asya'da "Türk" kelimesi sözlüklerden silindi.

Önceleri "halk devrimcisi" saydıkları Mustafa Kemal'e "Burjuva Kemal" diye isim taktılar. Sadece bulunla kalmadılar; Lenin'in erken ölümü (1924) üzerine Marksistliği, Leninistliği filan bırakıp, kaba-saba bir Çar hüviyetini alan Stalin anavatanı Gürcistan'ı genişletip, çevresindeki küçük etnik grupları ona katarken, diğer bütün ülkeleri ve milletleri parçalara bölerek hepsine bir "ülke" verdi. Bu arada Ermenistan'ın aslında Anadolu'nun güneyini kapsaması gerektiği propagandası da aldı yürüdü.

Asya yolu açılıyor

Stalin, Balkanlaştırma işini İngilizler kadar iyi bildiğini, Azerbaycan'ı üçe bölerek göstermişti: Nahçıvan, bugünkü Azerbaycan ve İran'ın elinde kalan Azerbaycan bölgesi. Ruslar, İran'da önce komünist bir rejim için darbe yaptımayı denemişler, başaramayınca İran'ı güya İngiliz ve Amerikalılardan koruma maskesi altında, Azerbaycan yurdunu ikiye bölüp bir kesimini ilhak etmesine göz yummuşlardı. Tıpkı daha sonra, hiç yoktan bir Ermeni Özerk Bölgesi adıyla Karabağ'ı işgal ettirdikleri gibi.

Bu arada Azerbaycan'ın Türkiye ile ilişkisini en azından karayolunda kesebilmek için, Nahçıvan ile Azerbaycan'ın arasına bir Ermenistan koridoru sokmayı ihmal etmemişlerdi. Ruslar bu kesintinin gerekliliği fikrini, Osmanlı tamamen parçalanırsa ve Anadolu'da bir Türk vatanı kalmaz ise varlıklarını Orta Asya'daki anavatanlarında sürdürebileceklerini savunan ve bunun için harekete geçen 1900'lerin başındaki Türkçü akımlardan ve bir Kafkas Ordusu kurmak için -başarısız da olsaçaba göstermeye başlayan Enver Paşa'nın söyleminden almış olmalılar. Sebebi ne ise, o zamandan bu yana Anadolu ile Orta Asya'nın arası ne karada ne kafada kapanamadı.

Birinci Dünya Savaşı öncesi Fransa ile Rusya arasındaki sarsılmaz dostluk, Karabağ'ın işgalinden sonra, bu toprakların Ermenistan'a ilhak edilmesi planında da görüldü. 2020'nin son aylarında bozuluncaya kadar bu oyun, Minsk Grubu adı altında, ABD'nin de katkılarıyla tam 37 yıl sürdü.

Şimdi bölgenin haritası yeniden çiziliyor ve bir taşla iki kuşa hayat veriliyor: Karabağ Azerbaycan'a kavuşuyor ve kim bilir belki de Anadolu'nun Hazar Denizi üzerinden Asya'ya yolu açılıyor.

BİZE ULAŞIN