Süleyman Arif Özkut: Türklere sığınanlar

Türklere sığınanlar
Giriş Tarihi: 19.11.2018 13:04 Son Güncelleme: 19.11.2018 13:06
Savaş, katliam, baskı ya da terörden kaçan milyonlarca mazluma kucak açmak bizim için yeni bir şey değil; Türkiye ve Türklerin tarihi köklerine uzanan milli bir erdem...

Türklerde Oğuz töresi olarak adlandırılan sözlü hukuk kültürü sosyal hayatı belirleyen temel dinamiklerden biriydi. Misafirperverlik, kendine sığınanı koruma-kollama ne pahasına olursa olsun görev addedilir, mazlumun zalime teslim edilmeyeceği gibi müdafaa edilirdi. Türk töresindeki misafirperverlik ve mazluma kucak açma örneği birçok durum Türk tarihinin ilk kaynakları ile birlikte Çin yıllıkları ve Çinli devlet adamlarının hatıratlarında bile gözlenebilmektedir. Örneğin Çinli Wei Lüe gibi kendi ülkesinden uzaklaştırılmış; sürülmüş bir prensin anıları rahatça sığınabildiği Hun ve Göktürklerin hayatı konusunda önemli bilgiler içerir. Siyasi bir sığınmacı olarak gelip yaşadığı yeni toplumda gayet mutlu bir hayat süren Wei Lüe dinini de rahatça yaşamıştır. Milattan önce başlayan sığınmacılara karşı bu olgun tavır önceleri sadece siyasi sığınmacılardan ibaretken zamanla farklı boy ve ulusların kabulüyle Türklerde yerini pekiştirmiş ve sürmüştür. Düşmanlarına karşı amansız ancak kendine sığınanlara karşı çok merhametli olan Türklerin bu özelliği Müslümanlığa geçtikten sonra iyiden iyiye pekişmiştir. Zira bu İslam ahlakının da bir umdesiydi.

Mekkeli Müşriklerin tahkir ve hakaretlerine maruz kalan ilk Müslümanlar için de farklı bir yere hicret etmekten başka çare yok gibiydi. Mekke'yi terk eden müminler ilk olarak Habeş Necaşi'sine misafir oldular. Hıristiyan Necaşi'nin adil yöneticiliği ilk Müslümanların Müşriklerin eline geçme ve yok edilme tehdidini bertaraf etti. Yesrib kentinin Evs ve Hazreç kabilelerinin Müslümanlaşmasıyla Medine'ye yapılan hicret sadece yeni bir takvimin değil insan merkezli yönetim mekanizmasının da başlangıcıydı. Nübüvvet İslam devletinin kurulup kurumsallaşmasında cömert ensarın muhacire karşı gösterdiği fedakârlığın ve paylaşımcı tutumun etkisi büyük oldu. Böylece müminler hakiki kardeş olurken, kendilerine sığınacak mazlum güruhlara da umut olacaklardı. Batı'da Ortaçağ'ın en karanlık dönemlerinin yaşandığı yıllarda Halife Hz. Ömer, Kudüs'e girerek üç dine de inananların bir arada, eşit ve adil şekilde yaşayacağını müjdeleyecek, her dinden hacıları bağrına basacaktı. İlk İslam fetihlerinden itibaren kendini gösteren bu tavır, coğrafyalarında insanları yeni fatihlerinden kaçırmayacak, aksine dilden dile yayılarak farklı bölgelerdeki haksız uygulamalardan kaçanları bu topraklara çekecekti.

Töre Anadolu'da da sürdü

Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan'ın Anadolu'ya girişinden önce Ermeni Bagrati Krallığı temsilcileri kendisine Bizans zulmünden şikâyet etmiş tabiyet bildirmişlerdi. Yeni ve adil komşuları, Gregoryen mezhebi inancından dolayı onlara yüzyıllardır sıkıntı veren Bizans'tan farklı olsa gerekti. Sultan, bu tekliflerini kabul etti ve tabi statülerini tanıdı. Savaştan sonra mağduriyetleri giderildi hatta Malazgirt Savaşı sonrası yerli Rumlardan da uzun süre Haraç ve Cizye alınmadı. Savaştan sonraki zararlarını gidermeleri ve toparlanmaları için fırsat tanındı. Dinen ve fikren hür hâle gelen yerli unsurun Latin külahı yerine Osmanlı sarığı görmek istemesinin ardında yatan gerçek sebep de yine bu merhamet ve adalet dairesi oldu. Anadolu'da yerleşik gayrimüslimleri bu şekilde himaye eden Türkler öte yandan da Moğol baskısı ve yurt bulma umuduyla dörtnala Anadolu'ya koşan boylara kucak açmayı sürdürdüler. Bu şekilde kendine sığınan göçmenleri devlet himaye etmekte hatta yerleşik hayata geçirmekteydi. Böylece muhacir olana Ensar gibi davranma hassasiyeti Oğuz töresiyle harmanlandı. Osmanlı Devleti de kendinden önceki Türk İslam geleneğine uygun şekilde her dinden zulme uğrayanları bağrına bastı.

1492 yılına gelindiğinde İspanya'daki son Müslüman yönetim olan Beni Ahmer Devleti yıkıldı. Aragon ve Kastilya siyasi hayatına son verdikleri devletin unsurlarına baskı uygulamaya başladı. Bir zamanların hür Endülüs vatandaşları Katolik olmak ya da ölmek arasında bir tercih yapmak zorunda bırakıldı. Üç semavi dinin bir arada barış içerisinde sekiz asır yaşadığı bu topraklarda artık despotizm rüzgârları esiyordu. Müslüman ya da Yahudi olmak engizisyon mahkemelerinde yargılanmak ve işkence görmek için yeterliydi. Nihayet güçlü siyasi ve askeri yapısıyla Osmanlı'nın gözleri bölgeye çevrildi. Sultan İkinci Bayezid, Kaptanıderya Kurdoğlu Muslihiddin Reis'i bölgeye gönderdi. İspanya kıyılarına yapılan çıkarmalarla Müslüman ve Yahudiler ayrım gözetilmeksizin gemilerle Kuzey Afrika ve payitaht İstanbul'a nakledildi. İstanbul'a geldikten sonra istedikleri zanaat ve meslekle uğraşabilen Yahudilerin bir hahamlık kurmalarına ve kültürlerini muhafaza etmelerine de izin verildi. Bugün hâlâ Ortaçağ İspanyolcası Ladino'yu bilen ve kendi aralarında konuşan İstanbul Sefarad Yahudilerinin geliş hikâyesi böyle oldu. Tıpkı Yahudiler gibi 16'ncı asırdan itibaren Protestanlar da Kıta Avrupa'sında sıkıntı içindeydi. Katolik Alman prensleri başta olmak üzere karşılaştıkları baskı ve katliamlara karşı sığınabilecekleri tek güvenli liman Osmanlı topraklarıydı. Bugün Romanya'nın Kuzey bölgesini oluşturan Transilvanya, Osmanlı Devleti'nin Erdel Prensliğiydi ve 1545 ten itibaren Lutherci ve Kalvinist Protestanların sığınak yerine dönüştü. Bizzat Kanuni, destek mektuplarıyla bu yeni mezhebin öncülerini dinî mücadelelerinde yüreklendiriyordu. Protestan mücadelesinin Macaristan'da yaşayan Zigerius adlı önde gelen temsilcisinin Almanya'daki dostuna gönderdiği mektubunda kullandığı tabir durumu çok iyi özetlemektedir: "Protestanlar Osmanlı Devleti'nde Avrupa'da hiç görülmeyen bir rahatlıkta yaşamaktadır."

Osmanlı'ya düşmanları da sığındı

Dinî sebeplerle gelen sığınmacıların dışında siyasi baskılardan dolayı ülkesini terk etmek zorunda kalıp soluğu Osmanlı ülkesinde alanlar da oldu. Tarih kayıtlarımızda uzun misafirliğinden ötürü Demirbaş lakabıyla anılan İsveç Kralı 12. Şarl da bunlardan biridir. 18'inci asrın başlarında gerçekleştirdiği hızlı reformlarla güçlenen İsveç Avrupa'da güç dengelerini değiştirmişti. Demirbaş Şarl, Avrupa'da bir takım başarılara imza atmış, Polonya'da kendi temsilcisini kral yapmış hatta Ruslarla yaptığı savaşlarda St. Petersburg Şehrini dahi ele geçirmişti. Ancak bu yetenekli Kral, Rus Çarı Deli Petro ile yaptığı Poltava Savaşı'nı kaybedince ordusuyla birlikte güneye doğru çekilmeye başladı ve Ukrayna bozkırlarından Karadeniz'in Kuzeyindeki Osmanlı toprağı Bender kalesi önlerine kadar gelerek sığınma talebinde bulundu. Bu davetsiz misafir karşısında Osmanlı o sırada Ruslarla barış içerisinde olmasına rağmen yardımdan geri kalmadı. Kaleye yerleşen kral törenlerle ağırlandığı gibi aylık (tahsisat) bağlandı ve maiyetine de büyük itibar gösterildi. Osmanlı İle Ruslar 1711'de Prut Nehri kıyısında savaşıp galip geldiğinde barış imzalandı. Bu anlaşmada Osmanlı misafirini de unutmadı. Şarl'ın güvenli bir şekilde memleketine dönebilmesi maddesi barış anlaşmasına ilave edildi ve bu sayede memleketine dönebildi.

Siyasi sığınmacıların asıl olarak kitle hâlinde gelişleri ise 1831 den sonra olacaktı. Polonya'nın Rus Çarlığı tarafından bölünüp işgal edilmesinde sonra Leh ve Macarlar iş birliği yoluna gidecekti. Biri Rus, diğeri Avusturya İmparatorluklarında ikinci sınıf insan muamelesi görüp bağımsızlık fikri taşıyan bu zümreler harekete geçti. 1830 ve 1848 Avrupa ihtilallerini fırsat bilerek kalkıştıkları hareket sert şekilde bastırıldı. Bunun üzerine canlarının derdine düşen ihtilalci Macar ve Polonyalıların sığınabildikleri yegâne ülke Osmanlı Devleti olacaktı. Adam Chrzanowski adlı Polonyalı komutan öncülüğünde hareket eden Leh göçmenlere Polonezköy tahsis edildi. Köyün adı bu komutana ithafen Adampol yapıldı. Polonyalı göçmenlerden bir kısmı Müslüman olduğu gibi Osmanlı ordusunda da görev aldılar, Avrupa devletleri ve Rus baskısına rağmen teslim edilmediler. Bir kez daha Osmanlı merhamet ve hayırseverliği kendini gösteriyordu. İki asır önce Viyana kuşatmasını yenilgiye çeviren güç Leh devletinin ta kendisiydi. Şimdiyse bu milletin unsurlarına sığınma hakkı veriliyor elçilerine saray tarafından büyük saygı ve itibar gösteriliyordu. Sultan Abdüllaziz'in yaverlerinden Muzaffer Paşa'nın Müslüman olmadan önceki adı Czajkowski Wladsylaw idi.

Kafkasya'dan Anadolu'ya büyük göç

Osmanlı Devleti gücü elinde bulundurduğu dönemde olduğu gibi zor günlerinde de kapılarını memleketlerinde sıkıntı yaşayan insanlara açmaktan kaçınmadı. Kırım'ın 1774'te kaybedilmesiyle Kırımlılar kafileler halinde bugün Bulgaristan olan Tuna eyaletine yerleştirildiler. Yine bu tarihlerde Kafkasya'ya giren Rus orduları bölgeyi hâkimiyetleri altına alınca İran ve Osmanlı gibi rakiplerinin zor durumundan istifade ederek bölgedeki kavimlere baskı kurdular. Kafkaslarda Çeçen, İnguş ve Çerkezler yurtlarını kahramanca savunuyorlardı ancak devamlı takviyelerle üstün bir silah gücüne sahip Ruslarla baş edebilmeleri mümkün değildi. Son olarak, Şeyh Şamil hareketinin de uzun direnişler sonucu kırılmasıyla yapılabilecek tek şey Osmanlı Devleti'ne sığınmak ve göç etmekti. 1850'den 1900 başlarına kadar 1 milyon 200 bin Çerkez ile 300 bin Çeçen, İnguş, Absuva ve Gürcü Osmanlı ülkesine göç etti. 1864 büyük Çerkez göçü sırasında zorlu çilelerin çekildiği bilinmektedir. Osmanlı Devleti bu muhacirleri Anadolu, Balkanlar ve Ortadoğu'ya yerleştirerek iskân etti. Çerkezler saray, istihbarat ve askeriyede istihdam edilip büyük başarı gösterdiler.

93 harbi olarak anılan 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı sonucunda Sırbistan, Karadağ ve Romanya'nın bağımsızlığıyla Müslüman Türklere karşı katliam ve baskılarla birlikte bu defa Balkanlardan büyük göçler başladı. Bu ülkelerde yaşayan Türk ve Müslüman unsurlar çok zor şartlarda İstanbul'a doğru göçe koyuldu. Bosna, Avusturya'nın muhtariyetine bırakılırken bir süre sonra işgal edildi. 1881'den itibaren anayurt olarak adlandırılan İstanbul yönüne büyük bir hareketlenme başladı. Rumeli'nden gelen göçlerde Birinci Balkan Savaşı önemli bir dönüm noktası oldu. Bu tarihten sonra göç hızla arttı. Bulgaristan Makedonya ve Batı Trakya'da katliamlara maruz kalan Türklerin parçalı hâlde gelişi 1989'a kadar devam edecekti. 1913-14 Yıllarında 300 bin Arnavut da bu kafileye katıldı. Yunanistan'la yapılan Nüfus mübadelesiyle yarım milyon muhacir karadan, trenlerle getirildi. Mübadelede muhacirleri taşıyan bir diğer vasıta gemilerdi. Gülcemal vapuru bu mübadeleyle özdeşleşmiş bir sembole dönüştü.

Dünyaca ünlü Göç Tarihçisi ABD'li Justin McCarty'e göre Osmanlı ve daha sonra kurulacak Türkiye Cumhuriyeti'ne Kafkas ve Balkanlardan toplamda 5,5 Milyon insan göç etti; 5 milyon kişi de göç edemeden bölgelerini hâkimiyet altına alan güçler tarafından katliama maruz kaldı. Balkan Savaşları sırasında yaşanan acı ve mağduriyetleri bunlara tanık olan Pierre Loti ve dönemin Avrupalı bazı gazetecileri yerinden naklederek dünyanın gözleri önüne serdiler. İlber Ortaylı'ya göre bugün Türkiye'deki genel nüfusun yüzde 15-20 kadarını Kafkas ve Balkan göçmenleri oluşturuyor. Balkan ve Kafkaslardaki mezalim sonucu Türkiye'ye gelen muhacirler anavatan olarak adlandırdıkları yeni yurtlarında Anadolu halkınca sahiplenildiler. Devletiyle ve milletiyle barışık bir şekilde her vazifede bulunma imkânına sahip oldular. Onların göç yolunda getirdikleri hikâyeler nesillerce zihinlere kazındı.

Türklerin ve Türkiye'nin kucak açtığı mazlumlar, göçmenler, mülteciler bunlarla da sınırlı değil. Tarih boyunca Türk topraklarına sığınanları konu edinen Türklere Güvendiler kitabında Büyükelçi Ender Arat; "Yaptığım araştırmalar sonucunda 45 değişik ülkeden çok yüksek seviyedeki insanların Türkiye'ye sığındığını gördüm. Masum ve zavallı insanlar yığınlarla gelip bu topraklarda kurtuluşu bulmuşlar." diyor ve Türkiye'nin kimlere kucak açtığını şu listeyle özetliyor: "Macarlar, Polonyalılar, Museviler, Almanlar, Avusturyalılar, Fransızlar, İtalyanlar, Estonyalılar, İspanyollar, Ruslar, Arnavutlar, Kırım Tatarları, Çerkesler, Abhazlar, Romenler, Gürcüler, Azeriler, Hintliler, İranlılar, Suudi Arabistanlılar, Kazaklar, Afganlar, Cezayirliler, Tunuslular, Moritanyalılar, Boşnaklar, Karadağlılar, Hıristiyan Topluluklar, Sırplar, Yunanlılar, Irak'tan kaçan Kürtler, Suriyeliler". Bu listeyi Uygurlar, Çeçenler, Yezidiler, Iraklı Kürtler ile daha da uzatmak mümkün.

BİZE ULAŞIN