Suavi Kemal Yazgıç: Göğü delmek bizim işimiz

Göğü delmek bizim işimiz
Giriş Tarihi: 18.10.2018 15:45 Son Güncelleme: 18.10.2018 15:46
Modernizmin çocuklarının yaptığı modernizm eleştirisi -her ne kadar çok öğretici olsa da- beni hep tedirgin eder. “Göğü delmek bizim işimiz” diyen öznelerin nesne kabul ettiği insanların gözünden kendini görmeye çalışmasında bir hinlik de ararım. Peki ya Papalagi bu hinliğin neresindedir? Bu sorunun cevabını düşünmekte fayda var.

René Descartes'ın "Düşünüyorum, öyle ise varım" diyerek başlattığı yolculuk kıtaları aştı ve küresel bir hegemonyanın temel mottolarından biri oldu. Bilen özne ile bilinen/tanımlanan/sömürülen nesne arasındaki mesafeyi kuran bu motto, zamanla yerküreyi, üzerindekileri/altındakileri ve şimdilik yakın uzayı "nesneleştirdi." Beyaz adamı, henüz ozon tabakasını delmeden önce tanımasına rağmen yelkenli gemi ile geldiği Samoa'da "Göğü Delen Adam" olarak isimlendirmek olsa olsa kadim irfandan bir cüz de olsa nasiptar olmanın alametidir.

Göğü Delen Adam 'ın yayınlandığı 1920 yılı, Karel Çapek'in robot kelimesini literatüre kazandırdığı tiyatro oyununun da sahne aldığı yıldır. Fritz Lang'ın Metropolis filmini çekmesine daha yedi yıl vardır. Lang besbelli Papalagi'yi, Göğü Delen Adam 'ı okumuş olmalıdır ki onun geleceğini beyaz perdeye aktarmıştır. Metropolis 'i seyredenler Çapek'in sahneye koyduğu oyundaki robotların kitleselleşmiş hâllerine şahit olurlar. Diyeceğim o ki zamanın ruhu da ruhsuzluğu da bir Samoa yerlisinin sözlerine anlam verecek kıvamdadır. Ancak akış öylesine güçlüdür ki verilen anlam seldeki saman çöpü gibi sürüklenip gidecek ve "Göğü Delen Adam"ın gürültüsü o sesi bir şekilde yok edemese de bastıracaktır.

Yine de hor görmememiz lazım o Samoa yerlisini…

Bir Samoa yerlisinin beyaz adama, göğü delen adam anlamına gelen Papalagi ismini verdiği kitabın mevcudiyeti bile Descartes'ın "Düşünüyorum öyle ise varım" diyerek kurduğu öznenesne hiyerarşisini sorgulayabilme imkânını verebilir bize. İsim verme hakkı, düşünebilme tekeline sahip olduğunu iddia eden birinin elinden çıkmış ve hatta o aklı ve hakkı kendinde zanneden bir özneye hiç düşünmediği bir isim vermiştir. Papalagi'nin özü, özeti ve öznesi tam olarak budur.

Göğü delmek deyince şimdilerde aklımıza ozon tabakası geliyor, uzay macerasını düşünüyor yahut uçakları hatırlıyoruz. Oysa Papalagi'nin kaynağı olan Samoa yerlisi Tuiavii için göğü delmek, denizde bir leke oluşturmaktır. Gök ve deniz iki ayrı şey, iki ayrı vasat değildir zira. Bir yelkenlinin uzaktan beyaz leke halinde görülmesi gökte açılan bir gediktir.

Göğü Delen Adam yayınlandığında Kafka'nın Dönüşüm 'ü beş yıldır raflardaydı. Gregor Samsa'nın bir böcek olarak uyandığı sabahın hikâyesi beş yaşındayken insanlar ilkel dedikleri bir Samoa yerlisinin kendilerine bakışlarını öğrendiler. Yamyam ismini taktıkları bir barbar, onlara Papalagi adını takmıştır. Tuiavii Papalagi için "Tehlikelerle dolu taş yarıklarında, her bir yeri betonla çevrili, taş yığınları arasında gökyüzünü göremeden yaşar. Taş yarıklarında betonları seyrederek kirli havayı soluyarak nasıl mutlu olabilirler ki" der. Beyaz adamın gerçek tanrısı paradır. Papalagi ağır metallere ve kâğıtlara tapar. Paraya eli değen Papalagi paranın büyüsüne kapılır ve daha fazlasını arzu ederek hırs ve rekabet duygusunu geliştirir. Yardımlaşmak değeri de böylece kaybolur gider. Bazı Papalagiler daha fazla kazanır bazıları az.

Yanı başındakinin açlığını bilmez çünkü paranın kötü ruhunun etkisi altına girmiştir. Beyaz adam ihtiyacı olmadığı bir sürü "şey"e sahiptir. Tuiavii bu bir sürü gereksiz şeyin Papalagi'yi tanrısallaştırdığını ve Tanrı ile bir üstünlük yarışına girmesine sebep olduğunu savunur. Ve der ki "Eğer insan ne kadar fazla şeye sahipse o kadar yoksuldur."

Yıldızlara bakma mesleği

Tuiavii, bu satırları yazdığım bilgisayarı görseydi neye benzetirdi acaba? "Papalagi'nin, nehrin dibinde yatan taşlar kadar çok mesleği vardır. Yapılan her iş bir meslektir. Birinin ekmek ağacınının solmuş yapraklarını toplaması bir meslektir. Birinin yemek kaplarını temizlemesi de meslektir. Bir şey yapılıyorsa orada bir meslek var demektir. Elle yahut kafayla. "Kafanda düşünceler olması yahut yıldızlara bakmak da meslektir" demesinden yola çıkarak bir tahminde bulunabiliriz ancak bu cevabın bizi mutlu edeceğini sanmıyorum.

Romantizm, Aydınlanma eleştirisinin harman olduğu fikirdir esasen. Post-kolonyal edebiyata dâhil edebileceğimiz "Güney Denizi Romantizmi", beyaz adamın kendine dışarıdan, kültür olarak bile görmediği bir yabancının gözüyle bakmasının yolunu, yordamını araştırmasından doğdu. Göğü delmek bizim işimizdi ama
bunu söylemek için böyle dolaylı bir anlatımın kurulması gerekiyordu. Tıpkı Montesquieu'nün, devrinin Fransa'sını eleştirebilmesi için İran Mektupları'nı kaleme alması gibi doğdu bu gereklilik.

Göğü Delen Adam 'ın bir Alman'ın, Erich Scheurmann'ın imzasıyla yayınlanmış olması elbette bir tesadüf değil. Avrupa'da 18'inci yüzyılda Aydınlanmayı ilk eleştiren akım olan Strum und Drang'ın doğuş yeri olan Almanya'da, 1920 yılında yayınlanan Göğü Delen Adam , modernizm için bir ağıttan ziyade bir beddua hükmünü taşır. I. Dünya Savaşı'nın yıkımının hemen ertesinde yayınlanmış olması manidardır elbette. Papalagi'den hemen bir sene önce 1919 yılında yayınlanan Paitea ve Ilse adlı roman da Samoa'da geçer. Ressam Paul Gauguin'in Tahiti'de yaptığı resimler bütün bu Güney Denizi Romantizmi için bir işaret fişeği gibidir nitekim. Bu noktada vurgulamazsak eksik kalacak bir mesele daha var; sömürgecilik yarışını ve I. Dünya Savaşı'nı kazanan bir Büyük Britanya'nın böyle bir sesi duyması beklenemezdi zaten. Erich Scheurmann'ın sömürgecilik ve modernizm eleştirisinin arka planında Almanya'nın iki alanda da Britanya'ya mağlup olmasının da payı vardır.

Savaştan ağır bir mağlubiyetle çıkan Almanya'da galiplerin zorlamasıyla Weimar Cumhuriyeti kurulmuştur. Her şey ağır tazminatlar ödeyen, toprak kayıpları yaşayan Almanya'nın izzetini rencide etmeye yöneliktir. Papalagi bir yanıyla da bu yenilgiye verilmiş bir cevap gibidir. Başlangıçta ilgi görür Papalagi. Daha sonra Hitler yükseldikçe bu yanıt geri plana düşer. Almanya'nın önünde bir yenilgi daha vardır.

Bu kitap için çevreci literatürün bir klasiği demek ise metni mümkün okumalarından birine indirgemekten öte bir anlam taşımaz. 68 kuşağı, kuşaklardan biridir ve biz bir kitabı o kuşağın indirgediği anlamda okumak zorunda değiliz. Göğü Delen Adam 'ın ipliğini pazara çıkarmak için de bundan daha fazlasına ihtiyacımız var zaten.

Peki, Samoa'ya giden Erich Scheurmann, Tuiavii'nin ne kadarını keşfetmiş ve fehmetmiş, ne kadarını icat etmiştir? Papalagi'nin ne kadarı tercüme, ne kadarı teliftir? Bu soruların cevabı sadece yayıncılık dünyasının bir dedikodusunu gidermeye yaramaz aynı zamanda da modernizm eleştirilerinin artmasının modernizmi nasıl tahkim ettiğini görmemize de yarayabilir. En büyük gücü "tamamlanmamışlığı" olan bir projedir modernizm ve bu tamamlanmamışlık bir Samoa yerlisini de harcına katma imkânı tanır.

BİZE ULAŞIN