Yaşamak bu kadar çetrefil olmamalı. Yaşamak, her gün hayatı unutacak kadar çalışmak, hırslar ve öfkelerle dolu bir savaşa girmek zorunda kaldığımız bir süreç de olmamalı. Büyük iddialar ortaya atmayacağım. İnandığım şey, yaşamak hepimiz için basit bir döngüden ibaret olmalı sadece. Ruhu hırslarından, bitmeyen tutku ve arzularından arındırdığımızda geriye kalan neyse, asıl o şey değil mi hayat?
Sıradanlık ve sadelikti aradığım. Bu sıradanlığı ve sadeliği bana veren yalnızca doğa oldu. İçime dönebilmek, günlük hayatta bir çiçeğin çıtırdayışını duymak istiyordum. Uzun kahvaltılarda çocukları geçiştirmeden, işlerin ve ertelenen sohbetlerin gölgesinde biriken bir hayat değildi zihnimdeki. Yavaşlamak istiyordum. Fark etmek. Üzerinde durduğum uzun hatıralarım olsun istiyordum. Anlara ve anılara önem veriyordum. Mümkün olmuyordu ve ben bundan mutlu değildim.
Bedenim ve ruhumla uyumlu, dingin bir dimağa sahip olabilmek adına ne gerekiyor bakmaya başladım. Önceleri herkes gibi hafta sonunu doldurmak, ailece birlikte olmak için evden dışarıya çıkmaya başladık. Bu bir süre böyle devam etti ama aradığımızın bu olmadığını çok geçmeden anlamıştık. Kış mevsiminde zaman zaman alışveriş için AVM'ye gittik çünkü dışarda yağmur vardı, çocuklarda da bitmeyen enerji. Eve dönüşlerimizde yorgun, paramız azalmış, üstelik gergin insanlar oluyorduk. Bundan da vazgeçtik. Evde kaldık ama ev içinde oynayan çocuğun komşuya giden sesleri gerginlik yaratıyordu. Kreş denemeye karar verdik herkes gibi. Kreşe yüklü bir miktar para ve içimde çocuğuma duyduğum bir özlem vermiştim. Olmadı. Çocuğun hareket alanını kısıtlayan, ikaz ve etkinlik yığınlarıyla çocuğu bölen, doğal gelişime bir müdahale şekli, bir kurallar bütünüydü kreş bizim için. Bundan ötesi de olamadı. Sabah akşam gergin ritüeller sürüyordu evde. Yorgun ve mutsuz bir hâl içinde çaresiz hissediyorduk. Ebeveyn olmak böyle girift bir hâl olmamalıydı. Bu döngüye de itiraz ettik. Kreş bizim için bitmişti. Başkasının belirlediği saatlere göre çocuğumuzla şekillendireceğimiz bir ilişki bize uzaktı. Yapay, hatırasız ve hissiz bir geçmiş sunamazdık ona.
Şimdi ne yapacaktık? Etkinlikleri, zorunlu ebeveynlik rollerini, çocuğun doğal olmayan sürecimize itiraz eden uyumsuz hâllerini bir kenara bırakıp içimize yönelmeye başlamıştık. Önceleri biz de herkes gibi bir uzaklaşma alanı olarak doğada vakit geçirmeye başladık. Piknik yapıyor, çimlerde oturuyorduk. Uzun uzun yürüyüşler yapıp molalarla dinlenmeyi âdet edindik. Bunun içimizde gömdüğümüz doğal duyguları harekete geçireceğini nereden bilebilirdik? Yine uzunca bir yürüyüşten sonra daha önce seyrek kullandığımız çadırımızla yolda olmaya, doğada uzun süre vakit kazanmaya karar verdik. Ve her şey işte böyle değişti.
Sadeleşirken bulduğum o şey miydi yaşamak?
Bizim için yeni bir yol başlamıştı. Hiç kimseye karşı fikir üretmek, sisteme ve içinde bulunduğumuz hayatı karşımıza almak gibi bir niyetimiz yoktu. Yalnızca bize ve bizim yolumuza uyan bir yaşam biçimini kendimiz belirlemeye karar vermiştik. Bu süreçte en büyük engelimizin yine kendimiz olduğunu yol boyunca öğrendik. Hayatımız boyunca üzerimize kazınan yaşam ritüellerinden, belirli tercihlere razı olmayarak kendimize uygun bir yaşamı ihtiyaç duyarak denemiştik sadece.
Uzun yolculuklar sonrasında bir dağ başına arabayı çekiyorduk. Çadır kurulacak. Odunlar toplanacak. Odun ıslak olmamalı. İyi yanmalı, ateşi epey sağlam olmalı ki sabaha kadar sönmesin. Hayvanlardan biraz olsun böyle emin olabiliyorduk. Ateş sabaha kadar yanarsa hayvan gelmiyordu. Doğada her şey senin hızına ve sana bağlı. Evin konfor ve korunaklılığı yok. Sana uzanan hazır bir tatil listesi, etkinlik takvimi de yok. Sessizliği dinliyorsun. Başka bir ses oluyor sessizlik. Sadeleşiyorsun. Yaktığın bir ateş hem seni koruyor hem aşını kaynatıyor hem de temizlik için suyunu ısıtıyor. Faturalar kabarmıyor. Rakıma göre değişen yayla sularınınsa hepsi ayrı lezzetli. Plastik şişe ve damacanalarla eve yığdığın sulardan uzaktasın.
Doğada uzun saatler geçirdikten sonra rahatlıyorduk. Yavaşlıyorduk ve daha önce konuşmadığımız şeyler geliyordu aklımıza. Hepimiz sakin ve oldukça enerji doluyduk. Çocuklar istediği gibi oyun oynuyor, ateş yakıyor ve ağaçlara tırmanıyordu. Yapay uyku saatlerine ihtiyacımız yoktu. Beden yoruluyor ve uyku sürecine kendiliğinden geçiyordu. Oğlanın yakaladığı hayvanlar, çalı çırpı oyuncağı oluyor birlikte her gün yeni bir şeyler öğreniyorduk. Tilki geçiyordu yanımızdan. Gece kurt ve çakal sesleri içinde tevekkül ne demekti, bunu anlamaya çalışıyorduk.
Allah'a güvenmek neydi?
Ağaçlardan statik ipimle odun toplamayı öğreniyordum. Ateş yakma becerim gelişti. Yediğimiz şeylerden kalan atıklarla kompost yaptım. Birçok ağacın ismini ve işlevini birlikte ihtiyaç duyduğumuzda yaşayarak öğrendik. Dağ kekikleri topladık. Yabani meyveler yedik. Bölünmüş ve kalabalıktan uzakta kalan saatler yoktu, zaman bizimdi ve uzun uzun susup oturuyorduk. Kendinde, içindesin ve içine dönüyorsun. Kendinsin. Karanlığı gözlerimizle gördüğümüzde dipdiri yıldızların altında Tarık suresini düşünüyorduk. Gün doğunca uyanıyor ve yürüyüşler yapıyorduk. Günlerce eve dönmüyorduk.
Döndüğünde hiçbir zaman aynı sen olmuyorsun; her seferinde başkasın. Bambaşka. Değişebilmek, hislerini ve hayatına her an söz hakkı verebilmek her insanın yapacağı yahut yapmak zorunda olacağı bir şey değil. Bu bir ihtiyaç duygusu… Kimyasal ve bir yığın gereksiz üründen de bu yolla onlara ihtiyaç duymadan uzaklaştım. Bir kalıp yeşil sabunla kamplarda her ihtiyacımı gördüğümü fark edince kendimi ve ailemi zehirlemekten vazgeçtim.
Ormanda ve ağaç kalabalığında, şehrin uyarıcılarına karşı kapalı kalıyorsunuz. Gelişi güzel gördüğünüz bir reklam sizde ihtiyaç duygusu oluşturmuyor. Daha az harcamaya başlıyorsunuz. Elinize geçen her nesnenin doğadan götüreceklerini düşününce vazgeçebiliyorsunuz. Bir tişörtle de birkaç gün geçirilebileceğini, küçük bir çadırda yaşamın idame edilebileceğini görünce tüketim tercihlerini sorguluyorsunuz. Eşyalarınızı azaltmaya başlıyor, bütün bu ihtiyaç duymadığınız şeyleri tüketmek adına para harcamamayı öğreniyorsunuz. Doğa sizi farkında olmadan eğitiyor. Bu yüzden doğayla bağlantı kurduğunuzda insan kalabiliyorsunuz.
Herkesin bir Hira'sı vardır. Korunaklı kaldığı, yaşadığını anlamak için kendisine alan açtığı bir ıssızlık… Benimki orman kalabalığı, doğa, yüksek bir rakım, ıssız bir dağ başı çoğu zaman. Sabaha dinç ve alarmsız uyandığın bir dolu mutlu sabah biriktirmek adına yoldayız belki de. Ormandayız. Her aile, her deneyim, her yol ve her yaşam biçimi kendi içerisinde özel ve anlamlı. Bizim sürecimiz böyle başladı ve devam ediyor. Şimdilerde hayalini kurduğumuz en büyük dünyalık şey ıssız bir arazide gün boyu yaşamak. Yalnız ve uzun… Ne diyordu Edip Cansever: "İnsanın insana verebileceği en değerli şey yalnızlık."