Vahdettin Işık: ERKEK, KÜLTÜREL OTORİTE KAYBININ BİR PARÇASI OLARAK KİMLİK BULAMIYOR

ERKEK, KÜLTÜREL OTORİTE KAYBININ BİR PARÇASI OLARAK KİMLİK BULAMIYOR
Giriş Tarihi: 26.02.2025 12:45 Son Güncelleme: 26.02.2025 12:45
İbn Haldun Üniversitesi Medeniyetler İttifakı Enstitüsü’nde öğretim üyesi ve enstitü müdürü olarak görev yapan Vahdettin Işık hocanın kapısını çaldım bu kez Gıkı Çıkan Adamlar için. Hoca sıkı bir sosyolog. “Osmanlı-Türkiye Modernleşme Tecrübesinin Meseleleri”, “Çağdaş İslam Düşüncesi”, “Said Halim Paşa”, “Mehmed Âkif”, “Modern Dünyada Din ve Toplum”, “Medeniyet Meselesi” gibi konular üzerine çalışmalar yapmış, kitaplar yazmış ve bu alanlarda dersler veriyor. Dört de evladı var hocanın. İstikamet arayışını oldukça beğendiğim için heyecan içindeyim. Boşanma oranlarının evlilik oranlarını geçtiği günümüz Türkiye’sinde aileyi konuşmak istiyorum çünkü. Bir sosyolog, bir erkek ve bir baba olarak hocanın Türk ailesini nerede gördüğünü soruyorum.

Röportaj için İbn Haldun Üniversitesi'nin Süleymaniye yerleşkesi olan Sâlis Medresesi'ne doğru yol alıyorum. Medresenin tarih kokan atmosferi daha girer girmez kapıda karşılıyor beni. Hocanın odası hele… Maşallah, güzel insanlar, güzel mekânlara ne de çok yakışıyor. Mevzumuz derin. Video kaydı ve fotoğraf çekiminden sonra vakit kaybetmeden söze başlıyorum. Küresel ölçekte aile yapılarının ve evlilik yaşamının özelliklerinin hızlı bir değişim içine girdiğinden, öyle ki anlamsal olarak ailenin artık itibar görmediğinden üzülerek bahsediyorum hocaya. Boşanma oranlarının evlilik oranlarını geçtiği günümüz Türkiye'sinde aileyi konuşmak istiyorum çünkü. Eskiler, aile için "çatı" diyorlar ya hani, gerçekten BULAMIYORde öyle. Çatısız evlerin sayısı gittikçe artıyor. Bir sosyolog, bir erkek ve bir baba olarak hocanın Türk ailesini nerede gördüğünü soruyorum.


Transparan bir mega iktidar var
Mevcut aile yapımızın küresel ölçekte yaşanan değişimden etkilendiğini, yaygın kanaatin Türk aile yapısının çok güçlü olduğu yönünde olduğunu, kendisinin de böyle düşündüğünü belirtiyor hoca. Ama bu Türkiye'deki aile sisteminin hâlâ çok sağlam olduğu anlamına gelmiyor, diyor. Çok ciddi sorunlar yaşadığımızı biliyoruz artık. Dolayısıyla "Türk aile yapısı çok sağlam olur, çok güçlüdür, bizim toplumumuzun temelini oluşturur" gibi söylemleri artık eskisi kadar rahat kullanmamızın doğru olmadığını ifade ediyor. Çünkü yeni bir durumla karşı karşıyayız ve aile yapısı eskisi kadar sağlam değil. Kendi deneyimlerimiz, gözlemlerimiz, istatistikler ortada. Bugün Avrupa Birliği'nin doğum oranları 1.53 iken Türkiye'nin doğum oranı 1.51. "Dünyada en hızlı yaşlanan birkaç ülkeden biriyiz. Ve çok değil, yani yaklaşık 20-30 sene içerisinde dünyanın en yaşlı topluluklarından birisi haline geliyoruz. Bu yeni ailenin geçmişteki aileden çok farklı olduğunu gösteriyor."

Bu dönüşümü bizim nasıl okumamız lazım? Yani öyle bir okuma yapmalıyız ki, denizi birleştiren bir dereye dönsün olay. Öyle bir noktaya vardık ki, o çok kötülenen "eski aile"ye nostaljik atıflar yapıldığına denk geliyorum artık. Bu çatısız evlerin bir aile öngörüsü var mıdır acep?

"İslam medeniyetinin bir insan modeli var: Müslüman bir şahsiyet. Müslüman bir şahsiyeti öngörüyorsanız o şahsiyetin yetiştiği zemine ilişkin de bir aile öngörünüz vardır" diyor Vahdettin Hoca: "Kişi ailede kimlik ve kişilik kazanmaya başlar. Aile bir mahallede, mahalle ise bir şehrin parçası olarak kimlik kazanır. Her biri bir diğerini etkileyen bir zincir, bir yapı bu. Dolayısıyla o yapıda herkesin kendi fıtratına, değişen tarihi toplumsal şartlara uygun olarak yer tuttuğu bir dünya var. Mesela o toplumda annenin de bir rolü var. Babanın da bir rolü var. Bu rolleri iki şeyi ayırarak anlamamız lazım."

"Birincisi, insanların pratik sorumluluk paylaşımları anlamında rolleri var. Pratik sorumluluklar değişebilir. Orada çok katı tutumlar doğru değil. Mesela evdeki işleri kadın, dışarıdaki işleri erkek yaparmış gibi. Bunlar tarihi, toplumsal şartlarla alakalı şeyler. Bunlar değişebilir. Ama kadının annelik, erkeğin babalık rolleri aynı zamanda birbirini bütünleyen rollerdir. Bu rolleri bugün karşı karşıya olduğumuz egemen kültür yok sayıyor. Ailede babanın rolünü, birlikte yaşadığımız toplumda devletin rolünü, daha makul seviyede dini otoriteleri reddediyor. Aileyi, devleti, devletin rollerini, Tanrı'nın belirlediği -belli bir şeriata ve hukuka göre- hayatı düzenleyen kuralları da kendisinin kurabileceğini varsayarak adeta lego parçaları gibi her şeyi kendi kendine kurabileceğini varsayıyor. Transparan bir mega iktidar var aslında küresel ölçekte. Bu iktidar bize, eğitim sistemiyle, kitlesel iletişim ve bilgi kanallarıyla bir rol yüklüyor. Bizim o rollere uygun davrandığımız ölçüde başarılı olduğumuzu söylüyor."

Ahlaklı bir adam olmak gibi bir kaygım olmalı
Peki, bu kadar kariyerist güvensizlik üzerine kurulu ve bireysel olarak kendisini inşa etme konusunda hırslı bir adamın hayatı bir başkasıyla, adil ve merhametli bir şekilde paylaşması mümkün olabilir mi? Tamam Müslümanız. Kendimizi, insani birtakım hassasiyetlerimizi buna göre varsayıyoruz
ama yaşadığımız toplumsal hayat böyle bir hayat değil. Mesai düzenimiz buna uygun değil. Kariyer noktasında başarılı olup olmama ölçütümüz buna göre değil. "Eğitim sistemi bizi kendi fıtratımıza, inançlarımıza uygun şekilde değil, piyasanın ihtiyaç duyduğu insana göre yetiştiriyor" diyor hoca üzüntü içinde. Sorunları konuşurken bu makro seviyedeki akışı, kültürel iklimi dikkate almamız lazım. Her sorun bizim bireysel yetersizliklerimiz
ya da kötülüklerimizden kaynaklanmıyor aslında. Bunu anladığımız zaman birbirimize karşı daha merhametli olacağız. Herkes hak temelli bir psikoloji içinde başkasıyla muhatap oluyor. Oysa hak ve sorumluluklar bir denge içerisinde yürütülür. O, öncelikle inançlarınızın belirlediği bir şeydir, sonra yaşadığınız hayatın sizi karşı karşıya getirdiği ihtiyaçlar, sorunlar ve imkânlarla yeniden tanımlamanız gereken bir şeydir.

"Şartlar değişti. Bugün ben babamın aynısını oynayarak iyi bir baba olamam mesela" diyor hoca ve devam ediyor: "Örneğin babamın bana bir kez bakması benim onu anlamam için yeterliydi ama benim çocuğuma bir kere bakmam onun beni anlaması için yetmeyebilir. Bu benim çocuğumun
terbiyesiz olduğu anlamına gelmez. Benim ailedeki pozisyon alışım, rollerim, o rollerimi başarıyla yerine getirip getirmeme seviyem aynı zamanda benimle de alakalı bir şey. Her şeyi sistemin işleyişine, makro seviyedeki kültürel iklime bağlayamayız. Benim şahıs olarak da adil, ahlaklı bir adam olmak gibi bir kaygım olmalı. Eşimin aynı şekilde; adil ve merhametli ilişkiler içerisinde, hangi sorumluluklarla, hangi yüklerle, hangi imkânlarla karşı karşıya olduğunu değerlendirecek bir ahlakı, görgüsü, bilgisi olmalı." Sonra örfün kayboluşundan, ortada bir normatif düzenin olmayışından
bahsediyor uzun uzun. "Dünyanın önümüze çıkardığı normlar ise bize yabancı" diyor. Her şeyi yeniden tanımlamak gibi bir meselemiz var artık. Bu kolay bir şey değil. "Bu geçiş süreci bizi yeni şartlar içerisinde Müslümanca bir hayatı kurmaya mı götürecek yoksa bizi daha da savuracak,
piyasaya mı düşürecek?" sorusunu kendimize yöneltmemiz gerektiğini vurguluyor.

Erkek kimlik bulamıyor
Son zamanlarda en çok merakımı celbeden şeylerden biri şu: Yüzyıllardan beri erkekler en çok kadınlar, sonra siyaset, ekonomi, spor gibi konular hakkında fikir beyan etti. Peki ama erkekler kendileri hakkında fikir beyan etmekten, eleştiride bulunmaktan neden bu kadar geri duruyorlar? Geldiğimiz noktada nasır tutmuş bir mesele var. Erkeklerin ağızlarını açıp o nasıra ilişkin neredeyse tek kelam etmeyişlerini büyük bir sorun olarak görüyorum ben. Ciddi bir kayıtsızlık hali değil mi ama bu hocam? Erkekler ne eş olarak ne de baba olarak itibar görmüyorlar artık. Türk erkeği nerede?

"Mevcut hâkim kültür otorite istemiyor. Erkek otorite sembolüdür çünkü. Otoriteleri zayıflatmayı hatta yok etmeyi öngören bir iklim var çünkü günümüzde. Bu otorite ailede babadır" diyor hoca. "En azından günümüze kadar böyleydi. Daha doğrusu görünürde böyleydi. Kritik anlarda daima belirleyici unsur anne olmuştur çünkü Türk toplumunda. Ama görünürde son kararı veren babadır. Birbirlerinden razıysalar elbette bunda sorun yok" diyor ve devam ediyor. "Ama roller değişti. Erkek, kültürel otorite kaybının bir parçası olarak kimlik bulamıyor.

Dolayısıyla değişiyor. Erkeklerin kendilerini konuşamamasının nedeni, bütün bu kaos içinde kendilerini nasıl tanımlayacaklarına dair bir rol belirsizliğinin olması."

-Peki, otorite kim?

-Görünürde anne ama o da değil aslında.

-Çocuk ön plana çıkmış gibi hocam.

-Peki, çocuktan otorite olur mu? Hangi hukuk sisteminin ön görüsüyle çocuk otorite olabilir ki? Aslında herkesi herkese kırdıran, bütün normatif standartlarımızı yok eden ve her birimizi kendi ayaklarımız üzerinde durma adına rekabetçi bir kültüre, bir kariyer tüneline iten bir güvensizlik iklimi oluşuyor. Erkekler kendi aralarında konuşuyorlar aslında. Dışarıya karşı konuşamıyorlar. Niye? Bir kere popüler kültüre karşı çıkmış olacak, bir anda feodal, maço gibi tanımlanacak. Diğer yandan yerine tam olarak ne koyması gerektiğini bilmiyor. Çünkü babası gibi olamayacak belli. Bu kültürel atmosfer, rol dağılımları, bu mesai düzeni, ekonomik dağılım buna müsait değil. Diğer yandan eşi de annesi gibi değil. Peki, bu erkek kendisini nasıl tanımlayacak? Bu tanımsızlık hali, bir şeylerin konuşmasını da zorlaştırıyor.

Hocanın kanaatine göre, meseleyi erkek-kadın meselesi olarak değil de bu ana dönüşümün bizim hayatımızı nasıl değiştirdiği üzerinden konuşmak gerek.

Sevginin yerini aşk aldı ve bir trende dönüştü

Ailede sevgiyi konuşmak istiyorum biraz da. Sevginin yerini aşk aldı ve bir trende dönüştü. Aile için hangisi gerçek bir unsur? Eski ailelerde güya görücü usulü evlilikler vardı, karı-koca ilişkisi sevgiye dayalı değildi, erkek otoritesine ve ekonomik gücüne dayalıydı falan. E şimdi? Şimdi daha romantik, daha duygusal evlilikler yapılıyor. "O romantizmin ne kadar kısa sürede çöktüğünü görüyoruz" diyor hoca. Boşanma oranları evlenme oranlarını geçti şu an Türkiye'de. Artı, evlenmeyenler var. Niye evlenmiyorlar? Bir güvensizlik, iki o romantik beklentilerini karşılayan bir profille karşılaşmamalarından. Böyle bir gerçeklik yok. Sevgi, öyle birilerinin zannettiği gibi bir elektrik alma meselesi değil diyor hoca. Sevgi emekle örülen ve inşa edilen bir şey. Akli hikmete dayalı, duyguları birbiriyle çatıştırmayan derinlikli bir şey. Sevgi öğrenilebilen ve inşa edilebilen bir şey yani. O romantik beklentilerle bir yuvayı hak etmediği ölçüde inanılmaz bir hızla inşa ederseniz, çöküşü de aynı ölçüde yıkıcı olur, diyor.

Kimse kimseye kaşını kaldıramaz oldu aile içinde. Herkes bireysel ve özgür. Sizin gözlemleriniz nedir, birbirimize karşı hakkı ve sabrı da mı tavsiye etmeyelim artık hocam?

"Haklısınız" diyor hoca. "Kimsenin çocuğuna dokunamıyorsunuz. Kardeşinizin çocuğunu, onu bırakın kendi çocuğunuzu eleştiremiyorsunuz. İyi de çocuğa dokunmak ona zulmetmek demek değil ki. Babalarımız bize dokundu. Yanlış mı yaptılar? Ben kendi adıma iyi ki diyorum. İyi ki bana dokunmuş, iyi ki hayır demiş, iyi ki şöyle yapman lazım demiş. Çocuğu dokunulmaz hale getiren ve aslında onu piyasaya süren, normsuz, standartsız, onu popüler kültüre teslim eden bir bakış bu.

Son olarak en çok kadınlar üzerinden bir mağduriyet söylemidir aldı başını gidiyor. En çok kadınlar mı mağdur gerçekten? Bu denklemde herkesin mağdur olduğu fikrine uzun zamandır ikna olmuşken ben, Vahdettin Hoca'nın söyleyeceklerini merak ediyorum. "Mağduriyet algısı her dönem farklı tezahür ediyor. Geleneğin mağdur ettiği kadın örneği mesela" diyor hoca. "Kız çocuklarımızı daha çok kollar olduk bu yüzden. Gerekçeleri farklı olabilir ama ilginç bir şekilde kadın da kollanmayı kabul ediyor. Hem bir özne olma iddiası var hem de erkek ve erkek kültürü tarafından kollanmayı çok doğal kabul ediyor. Bu bir çelişki bana kalırsa. Doğalmış gibi geliyor ama erkek çocukları ihmal ediliyor. Bu pozitif ayrımcılık bir yere kadar anlaşılabilir bir şey ama bir yerden sonra erkeğin rol kaybına yol açıyor."

Eski aile yapısına atıf olduğu için erkeğin otoritesi elinden alındı. O zaman erkeğin rolü ne? Kadının rolü ya da mağduriyeti tanımlı. Erkek tanımsız. Hiçbirimiz kazanımlı çıkmıyoruz bu senaryodan. Hepimiz kaybediyoruz. Kadını, en yumuşak olduğu yerden ayartıyor bu düzen. Erkeği ise elinden aldıklarıyla… Otoriteyi bize kötü bir şeymiş gibi sunan bir işleyiş var. Piyasanın beklentisine göre pozisyon alan bir kadın-erkek kimliği oluşturuldu diyor Vahdettin Hoca özetle. Bir kadın olarak hocanın bütün değerlendirmelerine kesinlikle katıldığımı belirtmek istiyorum. Hemcinslerim gönül koymasınlar bana.

BİZE ULAŞIN