Turkuvaz Kitap'tan çıkan Müslüman Realist-Müessir Güç Kimliği ve Türk Dış Politikası isimli kitabınız ilginç önermeler içeriyor. Kitabınız Türk dış politikasının son yirmi yıldaki serüvenini de tahlil ediyor. Öncelikle bu husustan başlamak isterim: Son 20 yıllık dış politika ile geçmiş dönemlerinki karşılaştırılınca nasıl bir fark görüyorsunuz? Bu noktadaki paradigma değişimini nasıl anlatırsınız?
Geride bıraktığımız son 20 yılı değerlendirdiğimizde, Türkiye'nin hem iç hem dış politika açısından önemli bir değişimin içerisinde olduğu gözlemlenmektedir. Bu değişim hiç de kolay olmamış; aksine azim ve iradeyle, milletin ve ümmetin faydasına olacak daha büyük bir değişimi amaçlayan zorlu bir yol olmuştur. Bilimsel çalışmalardan bildiğimiz üzere toplumsal ilişkilerin geliştirilmesi ve dünyadaki farklı toplulukların refaha erişebilmesi için düşünce şeklimizde belirli dönemlerde değişiklik yapmak gerekir. Hepimizin gözlemlediği gibi bölgesel düzeylerde gerçekleşen hızlı ve aynı zamanda yavaş değişimler, birçok farklı siyasi sahada meydana gelen jeopolitik değişimlere işaret etmektedir. Bu jeopolitik değişimlerin ortasında, Türkiye, bir yandan bağımsız bir eksen ve güç dengesi kurma amacıyla çalışırken öte yandan zayıf, kırılgan ve güçsüzleri desteklemekte, güç ilişkilerini yeniden yapılandırma eğiliminde olduğunu göstermektedir.
Bu bağlamda, "müessir güç" kavramı, Türkiye'nin dış politikada aktör rolünü "paradigma değiştirici" olarak tanımlamak için sunduğum bir yaklaşımdır. Yani, devletin son 20 yılda benimsediği siyasi yöntem, önceki on yıllarla karşılaştırıldığında, demokratik bir ulusun iç değişiklikleri ile olumlu bir sürece yol açtığı, ilginç bir paradigma değişimini ortaya koymaktadır. Türkiye'nin demokratik liderliği, ulus-devletini demokrasi, reform ve ilerleme yoluyla bir dönüşüm hareketi oluşturma eğiliminde. Bu doğrultuda, iç mekanizmaları ve kurumları geliştirdi ve güçlendirdi. Bu dönüşüm sadece medeniyet geçmişinden ilham almakla kalmayıp, aynı zamanda geçmişten bugüne ve geleceğe uzanan ulusal duyguyu, değerleri, normları ve vizyonu güçlendiren mantıklı bir anlatıyı da yeniden yazıyor.
Bu yeni politikanın ana eksenini neler teşkil ediyor? Türkiye'nin yeni dış politika vizyonu neleri hedefliyor?
Türkiye, orta güç vasıflarına karşı çıkmak yerine uluslararası hiyerarşide daha üst sıralara tırmanmak için bir yapı inşa etmektedir. Düzen içindeki statünün devletlerin rolünü ve nüfuz düzeyini etkilediği bir dünyada, Türkiye kendini yeniden tanımlamak suretiyle yeni bir sınıflandırmaya doğru bir yol oluşturmaktadır. Bahsettiğimiz yol haritası, Türkiye'nin egemenlik sınırları etrafındaki krizlere karşı jeostratejik dayanıklılığı artırmış, ulusal gücü yerel düzeyde pekiştirmiş ve bölgesel/uluslararası düzeylerde hayati bir güvenlik girişimini ortaya koymuştur. Bahsettiğim gelişme kitapta tartışmaya açtığım son yirmi yıl içerisinde meydana gelmiştir. Tüm bunlar, Türkiye'nin tehditlere ve meydan okumalara karşı kullandığı "Müslüman Realist Etkisi" ile güçlendirilmiştir.
"Müslüman Realist" kavramını daha önce duyduğumu hatırlamıyorum. Bu kavram nasıl çıktı? Bu kavram Türk dış politikası açısından neleri temsil edebilir?
"Müslüman Realist" kavramı, üniversite eğitimim sırasında 2008 yılında bir soru olarak ortaya çıktı. "Realizm" teriminin bir Müslüman olarak benim için ne ifade ettiğini sorgulamaya başladım. Elhamdülillah, Kur'an-ı Kerim'i okuyan ve dinin pratiklerini yerine getirmeye çalışan bir Müslümanım. Eğer Müslüman yaşam biçimi, Hz. Peygamber'in (sav) örneklediği düşünce, davranış ve kurallarla uyumlu ise o zaman uluslararası ilişkiler disiplinine de Kur'ani ve Nebevi bir perspektiften bakmalıydım. Bu durum üzerinde düşünüldüğünde, Müslümanların yeni bir praksis sunmaları gerektiği gerçeği daha belirgin hale gelmektedir. Bu praksis (uygulama) çerçevesi, İslam'ın barış inancı perspektifinden yeni bir diplomatik ve siyasi angajmana ihtiyaç olduğu anlamına gelmektedir. Müslüman Realist, Kur'an-ı Kerim'de bildirilen ahlak ve ilkeleri savunan ve uygulayan, siyasi ve uluslararası alanda müminin günlük pratiğinde; iyi düşünce, olumlu eylem ve ortak akıldan yararlanan bir bireydir. Kişinin emniyetine, güvenliğine, refahına ve esenliğine yönelik tehdit söz konusu olduğunda, düzeyli ve dengeli bir karşılık çerçevesinde yapıcı, ileriye dönük ve sağlam bir eylemde bulunur. Realizm üzerine geniş bir literatürde, dış politika ve devletlerarası ilişkilerin Hobbesçu insan doğasının "herkesin herkese karşı savaşı" şeklindeki baskın görüşüne odaklandığını görüyoruz. Müslüman Realizmi kavramsallaştırması ile bu kitapta anlatmaya çalıştığım şey, İslam'ın barış üzerine kurulu temel öğretilerine bakma gerekliliğidir. Ne yazık ki, Soğuk Savaş sonrası insani krizler ve küresel terörle mücadelenin başlamasıyla, dünya genelinde meydana gelen trajik olaylarla birlikte İslam kötülenmiş ve olumsuz eylemler, terör, aşırıcılık, akıl ve mantık yoksunluğu ile ilişkilendirilmiştir. Aşırılıkçı eylemler bahanesiyle İslam'ın karalanması, ne yazık ki, Müslüman kimliğimizin yaralanması ve hakarete uğramasıyla İslam'a karşı nefret söylemlerine yol açmıştır.
Yaklaşık 9 yıl boyunca, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın uluslararası alandaki liderliğini yakından gözlemleme ve Türkiye'nin hem bölgesel hem de küresel ölçekteki dinamizmi üzerine düşünme fırsatı buldum. Türkiye'nin dış politikasında örneklenen Müslüman Realist bir devlet aktörü, benzer düşünen devletlerle dostluk bağları kurmak ve sürdürmek için yapıcı, dostane ve dengeli bir yaklaşım ortaya koyarken, aynı zamanda uluslararası arenada barış, istikrar ve huzura yönelik tehditkâr devlet aktörleriyle ihtiyatlı, akıllı, bilge ve becerikli davranma ihtiyacını da göz önünde bulundurmaktadır. Müslüman Realist'in niyeti, dünya düzenini, iş birliği ve barış içinde bir arada yaşamayı taahhüt eden kolektif bir ümmet (bölgesel asabiyet( ler)e sahip insanlık) olarak yeniden yapılandırma girişimi şeklinde de tanımlanabilir.
Türkiye'nin uluslararası politikada küresel sisteme etki eden bölgesel bir güç olmaya çalıştığı düşünülüyor. Türkiye'nin güçler klasmanında konumu nedir?Kitabınızda "müessir güç" tanımını öneriyorsunuz, bunu açıklar mısınız?
Mevcut uluslararası sistemin eşitsizliği; anlaşmazlıklar, çatışmalar ve savaşların tetiklediği statükoya meydan okuyan çoklu güçlerin gerçekliğine işaret etmektedir. Geliştirdiğim müessir güç kimliği inşa süreci, Müslüman Realizmin prizması üzerinden yorumlanabilecek bir yaklaşımdır. "Orta güçlülük" kavramsallaştırmasında, değişimler, kaymalar, güç ve ulusal çıkar rekabeti, Türkiye'nin durumu için yeni bir güç tanımlaması yapma ihtiyacını doğurmuştur. Bu nedenle müessir güç, uluslararası sistemde iyi uluslararası vatandaş kişiliği üzerine inşa edilen; hukuk, adalet ve hakkaniyet gibi kendi öznel normlarını savunmaya çalışan aktivist bir aktör ile yeni bir olguyu tanımlamak için kullanılmaktadır. Müessir güç modeli çok çeşitli unsurların bir araya gelmesinden oluşur. Büyük güç politikalarına katılımı içerir. Uluslararası hiyerarşide aşağıdan yukarıya ve uluslararası sistemin tepesine doğru bir irtibat görevi gören harekete geçirici bir davranış sergilemeyi içerir. Yukarıdan aşağıya dayatmadan ziyade çok taraflı bir etkileşim olarak kapsayıcı bir küresel karar alma sürecini yaygınlaştırmak için trend belirleyici olmayı amaçlar. Çeşitli coğrafyalara uzanan bir eksen-dengeleyici olarak rol oynamaktadır. Jeostratejik açıdan lider olarak konumunu güçlendirir. Dolayısıyla müessir güç modeli, yumuşak güç ve sert güç unsurlarını bir araya getirerek, Türkiye'nin durumunu piramitteki diğer aktörlerden ayıran ek bir faktörle birleştirmektedir; bu faktör, Türkiye'nin gerilimin tırmanmasına katkıda bulunan bir aktör olmaktan ziyade, bir barış ara bulucusu olarak hareket ederek, uluslararası arenada etik mesaj yayma yoluyla ahlaki gücü kullanmasıdır.
Sizce Türkiye'yi "müessir güç" olmaya yönlendiren jeopolitik dış ve iç faktörler neler oldu? Türkiye'nin dönüşmeye başladığı "müessir aktörün" dış politika ve stratejilerde nasıl bir amacı ve hedefi var?
Türkiye'nin hem dâhili hem de harici eylemlerini değişime uğratan sebepler dizilimini göz önüne alırsak, bir taraftan güç dengelerini kanalize ederken, diğer taraftan barışın tesis edilmesi çabaları, ara buluculuk, aktif diplomatik girişimler vasıtasıyla daha iyi çözüm önerdiğini görebiliriz. Bu azmin en dikkate değer ve güncel ispatı, Türkiye'nin Rusya-Ukrayna savaşı çerçevesinde Doğu ile Batı arasında iletişim hattı sağlaması örneğinde görülmüştür. Mesela, Antalya Diplomasi Forumu'nda üstlendiği arabulucu rolü, Ukrayna'nın tahıl ihracatına ve Ukrayna ile Rusya arasında esir takasına zemin hazırlaması, Bayraktar İHA ve SİHA'larının merkezi önem taşıyan etkisi Türkiye'nin büyüyen öneminin küresel ilişkilerin kritik kesişiminde denge kuran güç unsuru, çözüm odaklı ve lider konumda barış aracısı olarak vazgeçilmez işlev üstlendiğini göstermektedir.
Müessir güç kavramını geliştirmemin temel nedenlerinden biri müessir teriminin bölgesel güvensizlikleri ve büyük güç elitlerine karşı koyan mercilere olan itimatsızlığı giderek daha fazla deneyimlerken, Türkiye gibi bir devletin meşruiyetinin, egemenlik haklarının, ulusal menfaatlerinin tanınmasını sağlamak için kat ettiği yola ve erişime dikkat çekmektir. Örneğin, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısında yaşanan son gelişmeler, Türkiye'yi ve demokratik lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı, bu soykırımı güçlü bir şekilde kınamaya yönlendirmektedir. Türkiye'nin etkili siyasi mesajları, diplomatik girişimleri ve insani diplomasisi, devletin stratejik gücünü, dayanıklılığını ve müessir güç olarak insanlık trajedisini kamuoyuna duyurma kapasitesini ortaya koymuştur.
Dünyadaki küresel güç düzeni, Soğuk Savaş'tan bu yana nasıl bir değişim geçirdi? Mevcut küresel düzeni nasıl tanımlamamız gerek sizce?
Türkiye'ye Soğuk Savaş'taki tarihsel konumu uyarınca biçilen orta güç statüsü, ülkenin büyümekte olan rolünü ve değişim halindeki jeostratejik manzara üzerindeki etkisini açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Bu örneklerin başında Türk devletinin içeride dindar bir taban ve farklı kesimlerden insanlar için özgürlükleri genişleten demokratikleşme süreci, dış politikada BMGK gibi uluslararası kurumları reform etmeye yönelik aktivizmi ve 5 milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapan insani rolü gelmektedir. Soğuk Savaş ve sonrasında oluşan ortamda Türkiye, çift kutuplu dünyadan tek kutupluya ve çok kutuplu dünya süreçlerine geçişte ekonomik büyümesiyle, askeri ilerlemesiyle ve sosyo-politik evrimiyle tutarlı bir dönüşüm göstermiştir. Türkiye'nin coğrafi çevresinde ülkenin taarruz yeteneklerini genişletmesini elzem kılan gelişmeler, düzeyi yükseltilmiş kaosun ve istikrarsızlığın yaşandığı son yirmi yıla yönelik yeni bir çözümlemeyi formüle etmeye yöneltti. Türkiye'nin verdiği mücadele, büyük güç statüsünü elinde tutan devletlerin politikaları tarafından kısıtlanmanın ve kontrol altında tutulmanın yol açtığı zorlukları yenmek için orta güç kavramını geride bırakırken bağımsız aktör konumuna gelmektir. Bu hedefte ilerleyerek, Türkiye, orta güç vasıflarına karşı çıkmak yerine uluslararası hiyerarşide daha yukarılara tırmanmak için bu yaklaşımların oluşturduğu bileşimin üstünde bir yapı inşa etmektedir.
Türkiye'nin dış politika paradigmalarındaki keskin dönüşümü sadece değişen dünya konjonktürüne bağlanabilir mi? Bunda ülkedeki liderlik etkisinin de bir rolü yok mu dersiniz? Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Dünya 5'ten büyüktür!" parolasını siz Türkiye'nin değişen dış politikaları, konum ve rol belirleme arayışları ve kitabınızdaki tezleriniz çerçevesinde nasıl değerlendiriyorsunuz?
Müslüman Realizm konsepti ve Müslüman Realist aktör tanımı tam da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye'nin iç siyasetinde, bölgede ve uluslararası arenada verdiği mücadeleye örnek teşkil eden siyasi, iktisadi, askeri ve insani diplomasinin, kritik aktivizmin müşahhas hale gelmiş örneğidir. Liderlik aktörünün benimsediği ve icra ettiği irade, sabır, sebat, strateji ve mücadelede istikrarın getirdiği başarı sürecini, müessir güç kavramını net bir biçimde şekillendirirken, öte yandan 2053, 2071 ve beraberinde 100- 200 senelik Türkiye devletinin vizyonunu inşa eden bir stratejik yol haritası olarak yorumlamak mümkündür diye düşünüyorum. Sayın Cumhurbaşkanımız'ın "Dünya beşten büyüktür" çağrısı, dünyadaki eşitsizliğe dikkat çeken adil ve eşit bir temsiliyetin, herkesin ortak norm ve değerlere dayalı uluslararası dünya düzeninin yeniden inşasında söz sahibi olması için ezber bozan bir duruştur. Müslüman Realist dünyayı komşuluğa yaraşır, barışçıl ilişkilerin kurulduğu bir yer olarak görür; aynı zamanda zayıf devletlerin güçlendirilmesi, güçlü devletlerin kuvvetlerinin ve zayıf devletler üzerindeki tahakkümünün sınırlandırılması/azaltılması ve buna ilişkin kaygılar doğrultusunda işlev gören güvenli bir küresel düzen inşa etme gayesi ile diplomaside kuvvetli bir irade göstermektedir. Buna Türkiye'nin "Müslüman-enternasyonalist" duruşunu devlet yönetiminin bir parçası olarak uluslararası sistemde nasıl yapılandırdığına ışık tutan bir teorik yorum diyebiliriz. Sizin de ifade ettiğiniz üzere burada Müslüman kültürün dünya değerler sisteminde kritik bir rol oynadığına şahit olmaktayız, zira Türkiye'nin dünya siyasetindeki aktif, etkin ve müessir gücü İslami açıdan ümmete öğretilen adalet, yardımlaşma, iyi davranış ve insani değerlerin her daim devletin
dış politika yaklaşımının merkezini oluşturmaktadır.
Kitabınızın 100. Sayfasında şöyle bir tanım yapmışsınız: "Müslüman Realistin niyeti dünya düzenini işbirliği ve barış içerisinde bir arada yaşamayı taahhüt eden kolektif bir ümmet (bölgesel asabiyetlere sahip bir insanlık) olarak yeniden yapılandırma girişimi şeklinde tanımlanabilir." Mevcut dünya düzeninde ve özellikle Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin mevcut yapısı söz konusuyken ütopik olmakla nitelendirenler çıkabilir. Böyle bir teklifin dünyada kabul görmesi için ne yapılması, neler olması gerekir dersiniz?
Pek çok akademisyen zaten bu konuyu oldukça kapsamlı ve derinlemesine tartışmıştır. Buradaki amaç, İslam'ın Kur'an vahyinin inananlara öğrettiği değerler sistemi aracılığıyla temellendirdiği ve üzerine inşa ettiği iş birliği ve barış yönüne vurgu yapmaktır. Eğer "İslam" kelimesi barış anlamına gelen "s-l-m" kökünden gelmeseydi, barış içinde bir arada yaşama fikrini hep birlikte bir kenara bırakmamız gerekirdi. Müslüman dünyasındaki akademisyenler, sosyal bilimciler, politikacılar, diplomatlar ve liderlerin Kur'an öğretileri ve Nebevi uygulamalarla ilgili son derece kritik bir hususu büyük bir özenle dikkate almaları gerekir. O da barışın nihai yöntem, amaç ve hedef olduğudur. Saldırganlığın bir sonucu olarak çatışmalara ve savaşlara karşılık vermenin, haksız güç tahakkümünün baskı, sindirme ve boyun eğdirmesine son vermek için etkili güç dengesi gerektirdiğini söylemeye gerek yoktur. Ancak barışın, çeşitlilik, bir arada yaşama ve saygı ahlakının Kur'an-ı Kerim'de örneklendirilen değerler sisteminde somutlaştığını unutmamalıyız.
BMGK'ya ilişkin sorunuza gelince, birçok kişi örgütün kendi içinde bir kusur taşıdığı konusunda hemfikirdir. Çünkü Daimi Beşli'ye verilen karar alma yetkisi dışında diğer üyelere temsil hakkı tanımamaktadır. Bu 5 üye dışındaki Müslümanlara ve uluslara temsil yetkisi veriliyor mu? Kesinlikle hayır. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "dünya beşten büyüktür" çağrısı, dünyadaki tüm ulusların dikkatini çekmeye ve son olarak bugünlerde Gazze'deki soykırımı önleme konusunda siyasi bir çıkmaz sergileyen böyle bir örgütün güvenilirlik eksikliğini gidermeye yönelik önemli bir girişimdir. Mevcut bağlamda BMGK, tüm uluslararası toplumun görüşlerini ve endişelerini göz ardı eden ve sadece daimi üye ülkelerin görüşlerini dikkate alan tek taraflı bir örgüt olduğu için işbirliği örneği olarak kabul edilemez. BMGK reforme edilmediği sürece, örgüt uluslararası toplumun barışına zarar vermeye devam edecek ve insanlık vahşetini önleme konusundaki eylemsizliği nedeniyle bölgesel istikrarsızlıkları, çatışmaları ve savaşları körükleyen bir tehlike olarak hizmet edecektir. Dünya değişim ve bölgesel hizalanmalar yaşadıkça, bölgesel asabiye sistemleri diğer bölgesel örgütlerin güvenilirlik, meşruiyet ve yükseliş kazanmaları için yeni fırsat alanları oluşturacaktır. Dünyanın dört bir yanındaki sivil toplumların ortak değerlere dayalı barışçıl bir arada yaşama, iş birliği ve saygıya yönelik büyük bir eğilime sahip olduğu düşünüldüğünde, bunun çok romantik ya da ütopik olduğu söylenemez. Bu bağlamda, Müslüman liderlerin, adil ve hakkaniyetle hareket ederek, barış, güvenlik, adalet, ve eşitlik değerlerini, sadece belirli elitist güçler için değil, tüm insanlar için teşvik ederek ve savunarak ancak bölgesel ve küresel barışa katkıda bulunabilmeleri mümkündür.