Kendi deyimiyle eski çağdan kalma biri İhsan Süreyya Sırma Hoca. Bana kalırsa yaşayan bir çınar. Siirt'in Pervari ilçesinde katır sırtında başlayan hikâyesi Ankara'ya oradan ise Paris'e kadar uzanıyor. Ardından Tunus, Viyana ve dünyanın pek çok ülkesine kadar yol gidiyor hoca. Bugüne kadar İslam Tarihi alanında ortaya koyduğu eserlerin bize kattıkları yazmakla bitmez elbet. İstedim ki ilmi, irfanı ve gün görmüş tecrübeleri ile Gıkı Çıkan Adamlar'da ona da kulak verelim.
İhsan Hocayı röportaj teklifim için aradığımda havalimanında, yurt dışına çıkmak üzere olduğunu söyledi. Ancak birkaç kelam edebildik. Bir hafta sonra tekrar aradığımda Viyana'da olduğunu belirtti. Şu gün dönüyorum, beni muhakkak arayın detayları konuşalım, dedi. O gün geldiğinde kendisini aradım. Dönmüştü ama bir başka programdaydı. 80 yaşındaki bir adamın bu tempoda ömrünü sürdürüyor oluşuna gıpta ile baktım. Gıkı Çıkan Adamlar'ın içeriğinden bahsettim. Sağ olsun, oldukça teveccüh gösterdi. Beyan Yayınları'nda hocanın ofisi varmış. Röportajı orada yapmak üzere sözleştik. İhsan Hocayı siyer kitaplarından tanıyan oğlum Emre de benimle gelmek istedi. Peki, dedim. O gün berbat bir trafiğe takıldım, ilk kez bir röportaja bir hayli gecikmiştim. Kapısını çaldığımda utancımdan ne diyeceğimi hesap etmeye çalışıyordum. Oysa hoca beni ayakta ve inanılmaz güler bir yüzle karşıladı. Karşımda 80 yaşında belki de hayatımda gördüğüm en vakur adam duruyordu. Emre'yle sohbeti, kütüphanesini tanıtışı, bir ebru teknesine fırça darbeleri vurur gibi inceden nasihatleri… Velhasıl kendisine hayran olmamak mümkün değil.
Aile ve yeni dünya
Malum bu köşenin ana teması, aile, erkeklik ve ucundan erkeklerin kadınlara ve kadınlarla ilgili mevzulara bakışı. Sırma da dertli elbet. Öyle ki, ön sohbetimizden bile anlıyorum bunu. Doğrusunu söylemek gerekirse, röportaja soru hazırlamadan sadece kısa notlar alarak gittim. Konunun kendisi zaten soru niteliğinde. Kendiliğinden açılıyor. Ondan sonra da çorap söküğü gibi arkası geliyor. İhsan Hocayla da öyle oldu. Aile deyince, geçmiş aile kavramıyla şimdiki aile algısını karşılaştırma ile başladı konuşmamız. Günümüzün aile yapısıyla hocanın çocukluk yıllarındaki aile yapısını karşılaştırmanın imkânı yok elbet. Küreselleşmeyi bela olarak nitelendiriyor. New York'ta yapılan bir şeyin ertesi gün İstanbul'da yapılabiliyor oluşu hocaya göre felaketleri doğuruyor. Bireyselleşmenin yaygınlaşması aileyi yok ediyor. Toplumlar yıkılıyor ardı sıra. Bu yeni dünya düzeni 80 yaşındaki
biri için gerçekten akıl almaz bir zemine oturmuş durumda. Bu gidişatın durdurulamaz oluşu hocayı üzüyor. Çareler arıyor kendince. Elimde olsa gençler liseden mezun oluncaya kadar ellerine bu baş belası telefonları vermem, diyor. Akıllı telefonlara, sosyal medya uygulamalarına bir hayli uzak bir mesafeden konuşuyor hep. Gençlik çağları 60'lı 70'li yaşlarda kalmış, bütün iletişimini kalem-kağıtla, posta yoluyla yapmış biri için yeni medya çağı gerçekten de zor olmalı. Öyle ki dünyanın sonunu akıllı telefonların getireceğini düşünüyor. "Bana eski kafalı diyebilirsiniz ama benim görüşüme göre telefon bir işi görmek veya hatır sormak, iletişim sağlamak içindir. Ailelerde telefonlardan kaynaklanan çok büyük problemler var." diyor. Kendisine yaşadıkları ailevi problemleri danışmak için başvuran sayısız insanın problemlerinin temelde yeni medyadan kaynaklandığına dair
anekdotlar paylaşıyor benimle. Haksız da sayılmaz. Gerçekten de ihtiyaç dışında telefonları bir kenarda tutmayı bir türlü öğrenemiyoruz. En mahrem
anlarımızın eşlikçisi dahi oluyor telefonlar. Uzmanları aileleri yok eden bu gidişata çare bulmaya davet ediyor ardından.
Sizce çare nedir? Maddenin bizi çevrelediği, Birleşik Dünya Devleti'ne doğru sürüklendiğimiz, türlü türlü lobilerin hunharca bize ve iyiliğe dair ne varsa yok etmek için çabaladığı, felakete doğru giden bu dünyada bize düşen nedir?" diye sorduğumda ise, "Biz o son peygamberin ümmetiyiz. Bir daha peygamber gelmeyecek. Öyleyse son peygamberin sîret dediğimiz hayat tarzını benimseyelim." diyor. Bir Müslümanın kendi kaynaklarının kendisi için yeterli olduğunu bilmesi gerekiyor artık gerçekten. İdrakini bu zemin üzerine oturtmuş bir ailenin ufak tefek yaralar alması dışında yok olması mümkün mü? Bence de değil…
"Dünyada tarihinde devlet diye bir şey var. Toplumları devletler idare eder veya tanzim eder. Ama yeni dünyaya baktığımızda ahlaki, hukuki manada devletlerin hiçbir fonksiyonu kalmadı. Tamamen belli çevrelerce yapılan ve ekranlarda gösterilen programlarca yönetiliyoruz. Uzmanların oturup düşünmesi lazım. Allah (c.c) Kuran-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "İçinizden Allah'ın lütfuna ve ahiret gününe umut bağlayanlar, Allah'ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki, Resulullah'ta güzel bir örneklik vardır." Ayetin devamında diyor ki, Allah'a kim gelmek istiyorsa, Allah'la kim konuşmak istiyorsa peygamberi örnek alsın… Allah (c.c) burada insana bir hürriyet veriyor. Doğrusu budur, diyor. Doğru yaparsanız, öldükten sonra bana kavuşacaksınız. Ama benim gönderdiğim peygamber aracılığıyla size gelen hükümlere uymazsanız o zaman yine kıyamette benim günahkârlar için, Allah'ın kanunlarına karşı çıkanlar için hazırladığım cehenneme gideceksiniz. Bugünkü tırnak içinde söylüyorum. "Modern toplumlar" için bu pek anlaşılmıyor. İnansak da inanmasak da bir gün öleceğiz o halde biz Müslüman olarak belki kendimizi kurtarabiliriz. Bunun yolu nedir? Allah demiş ki peygamberi kendinize kılavuz alın. Allah kulları üzerinde mutasarrıftır, tasarruf sahibidir. Öyle olduğu için de peygamberler göndermiştir."
Kadınlık, erkeklik
Buradan başka bir yere götürmek istiyorum röportajın seyrini. Daha çok kadın haklarının konuşulduğu günümüzde erkeklerin haklarını da konuşmak
gerektiğini düşünüyorum ben naçizane. Ne dersiniz "haklar" konusu aile nezdinde pozitif ayrımcılığa mı uğruyor şeklinde bir soru yönelttiğimde ise, "Biz müminler olarak inanıyoruz ki, kadını da erkeği de Allah yarattı. Yani inançsızlar inanmasa da Allah yarattı bizi. Kimse kendi kendine oluşmaz. Mademki Allah bizi yarattı ve yarattığı insanlara yüz yirmi dört bin peygamber gönderdi ve dedi ki, eğer benim gönderdiğim peygamberlerin size gösterdiği kurallarla yaşamazsanız o zaman toplumunuz ifsada gider. Bu konuda kadın erkek farkı yok. Kadın ve erkek iffetiyle yaşarsa toplum bozulmaz. Kadın hakları, erkek hakları birbirinden ayrıldığı için toplumlar bozuldu. Temelde insan haklarını korumak gerek."
İyi güzel söylüyor da hoca, kim ayıklayacak bu pirincin tanelerini dersiniz?
Hoca çocukken Siirt, Pervari'de boşanmış tek bir aile yokmuş. Peki biz ne yapacağız? Gün geçmiyor ki çevremizde bayır aşağı giden bir aile olmasın. İhsan Hoca, kadın olsun erkek olsun Kur'an-ı Kerim'i ve peygamberin hayatını tekrar tekrar okuyup kendimizi yenilememiz, 5 vakit Allah'a secde etmemiz gerektiğinin altını defaten çiziyor. Fransızların çok güzel bir lafı varmış. Öyle diyor… "Şeytan emekli olmaz, sürekli görevdedir."
Sonra genel işleyişe dair de eleştiriler getiriyor hoca. Toplumun dejenere olmasına karşı Diyanet'in ve Milli Eğitim'in elini taşın altına koyma sorumluluğundan bahsediyor. Bize Allah'ı unutturmaya çalışanlarla mücadele etme derdinde İhsan Hoca. Müslümanların seküler oluşu canını sıkıyor. Müslümanların silkelenmesi, kendilerini çek etmeleri gerektiğini düşünüyor.
Feminizm hareketi hakkında ne düşünüyor diye bir merak oluşuyor hoca konuşurken bende. Yelpazesi genişledikçe erkekliğin krize girdiği feminizm... Feminizm için ne düşünüyorsam maskülenizm için de aynı şeyi düşünüyorum, diyor. "Bakın öyle inanıyorum ki feminizm denen şey veya
maskülizm denen şey kadın veya erkekten birinin olmaması ile ilgili bir şey değil. Allah dileseydi herkesi kadın ya da erkek yaratırdı. Her ikisinden birinin savunucusu olmak doğrudan doğruya Allah'ın yasalarını kabul etmemek demektir. Bu hareketler cinsiyetleri birbirleri ile çarpıştıran hareketlerdir."
Modern hayatta evlilikler
İhsan Hocanın dertli olduğu bir husus daha var. Gizli evlilikler konusu. Aileyi sarsan meselelerden birinin de bu olduğunu söylüyor. Hocanın kanaatine göre modern hayat evliliklerde bazı sorunların ortaya çıkmasına sebep oluyor.
"İslam'a göre nikah alenidir. Herkesin bilmesi lazım. Aksi durum suizanna sebep olur. Gizli olmaz."
Evlilik ruhsatını kötü niyetle kullanan erkeklerin sayısında bir artış olduğu muhakkak. Elbette bu kötülüğe ortak olan kadınların sayısı da malum. Yine de bunlardan dolayı örfi nikahı yok saymanın da Müslüman bir kadın olarak doğru olmadığını belirtmek isterim. İhsan Hocanın da dediği gibi, işimize nasıl geliyorsa oradan alarak değil. Diğer yandan elbette insanları hem kendilerine hem topluma bu kötülüğü yapmaya iten nedenler üzerinde sosyolojik, psikolojik araştırmalar yapılmalı… Zira başımızı kuma gömerek yol yürüyemiyoruz hakikaten. Son olarak, işleyişte, hatta kavramsal olarak bile sabote edilmiş, içi boşaltılmış "babalık" kavramına bir çentik atalım diye Hocanın babasıyla ilgili aklına gelen en çarpıcı imge nedir diye soruyorum.
"Rahmetli dedem hocaymış, kitapları da vardı. Babamın adını Gazali koymuş. İmam Gazali'yi çok seviyormuş çünkü. Babam çok fedakâr bir adamdı. Ben okumak istiyordum ama Pervari'de okul yoktu. Köyde dini tedrisat da yasaktı. Babam beni 2 gün katır sırtında Siirt'e götürdü ve okumama
vesile oldu. Şimdiki nesil katır nedir bilmez. Baba deyince aklıma gelen en çarpıcı şey fedakarlıktır." Bir babayı fedakarlığı ile anımsamak ne kadar kıymetli öyle değil mi? Anneliğin "in", babalığın "out" olduğu bu zamanlarda, ne yapıp edip babalığı da yükseltmek, hatta yüceltmek gerektiğini
düşünüyorum ben. Gıkı Çıkan Adamlar'ın esas gayelerinden biri de bu zira. Aksi halde aileler başsız, babalar "olamamaya" devam edecek.