12 yıl önce tasavvuf ve İslam düşüncesi üzerine eğitim görmek için Türkiye'ye gelen Naoki Yamamoto Japon bir akademisyen. Osmanlı tasavvuf kültüründen mülhem Türk gelenekleriyle Japon gelenek bağının yakınlığını görmüş ve İslam'ı seçmiş. Akademik kariyerini Türkiye'de sürdürmeye başlamış ve İbn Haldun Üniversitesi'nde çalışıyor. Daha çocuk yaşlarından itibaren farklı inanç, değer ve kültürleri deneyimleme fırsatı bulan Yamamoto Uzak Doğu kültürleri kadar İslam kültürlerini de tanımış. Yamamoto ile Uzak Doğu, İslam, gelenekler, yoga, Kung Fu, Batı'dan gelen Doğu uygulamaları gibi pek çok konu üzerine konuştum. Onunla konuşurken önemini bir kez daha kavradığım bir şey ise İslam'da sünnetin konumu oldu. Yamamoto; "Japonya'da en etkili şey uygulamadır. İslam kültüründe de en etkili şey uygulama yani sünnettir" diyor ve çok önemli bir hususu ekliyor: "Osmanlı tasavvufu Japon kültürüne çok benziyor. Uygulamalar üzerine bir medeniyet."
Arayış hikâyeniz ve İslam'ı araştırıp seçmeniz siz hiç atıf yapmasanız da bana Toshihiko İzutsu'yu çağrıştırdı. İslam'dan Taoizm, Budizm, Vendantizm'e kadar Doğu'daki bütün üst din ve felsefeyi birleştirmeye çalışıyor İzutsu. Sizin çabanız, yolunuz nedir?
Amacım Japon kültürleri ya da Uzak Doğu tarih, düşünce ve değerlerini ayrı bir kültür olarak değil İslam medeniyetiyle ortak değerler paylaşan bir medeniyet olarak tanıtmaya çalışmak. Japonya'da böyle bir şey hiç düşünmezken on sene önce Türkçe eğitimi almak için İstanbul'a geldim. 9 ay öğrenci yurdunda kalırken Naruto, Desnot Japon manga ve animasyonlar izleyen Türk arkadaşlarımın Japon kültürüne hayran kaldıklarını gördüm. Neden bunları benden bile fazla sevdiklerini sorduğumda özellikle "Naruto ve Ninja mangaları bize hiç yabancı gelmiyor" dediler. Türk tarihindeki Divan edebiyatına, tasavvuf düşüncesine benzeyen şeyler hissediyorlardı. Bu benim için bir dönüm noktası oldu.
İzutsu oryantal yani Doğu dünyası, İslam medeniyeti, Çin, Hindistan dinlerini birleştirmeye çalıştı. Etkileyiciydi ama İzutsu metafizik üzerinden ortak nokta bulmaya çalıştı. Sufizm ve Taoizm (Sufism and Taoism: A Comparative Study of Key Philosophical Concepts) kitabı metafiziktir ve bu temellendirme Uzak Doğu'da hiç önemli olmayan bir unsurdur. Batılı insanlara Doğu kültürünü tanıtmak için bunu yaptı İzutsu. Ben de benzer şekilde Doğu kültürünü Müslümanlara tanıtmak istiyorum ama Batı'nın gözü ve metoduyla değil de Türklerin kendi metoduyla bunu yapmak istiyorum. İzutsu'nun İbnü'l-Arabi üzerine çalışmaları da metafiziktir. Japonya'da en etkili şey uygulamadır. İslam kültüründe de en etkili şey uygulama yani sünnettir. İlahiyat fakülteleri sadece okuma ve konuşma yapıyor ama uygulama üzerinde duran yok.
Türkler egzotik bulduklarından mı Japon kültürünü sevdiler?
Bunu çok uzun düşündüm. Türkler bu sebeple ya da yabancı kültüre meraktan değil yakınlık hissettiklerinden Japon kültürünü seviyorlar. Ben de Naruto okumaya başladım tekrar. Lisans ve doktora programında Osmanlı döneminde tasavvuf üzerine çalışıyordum.
Çalışmalarınızda İmam Birgivi, İbrahim Hakkı, Abdulgani Nablusi hatta İbn Teymiyye'yi dahi araştırmışsınız? Osmanlı tasavvufu bir Japon'un ilgisini neden çeker ki? Neden böyle bir akademik alan seçtiniz?
Belirli bir sebebi yoktu seçtiğimde, bizden farklı bir kültürü öğrenmek için başlamıştım. İslam kültürü ve tasavvuf öğrenecektim. Osmanlı tasavvufu üzerinde çalıştım çünkü Osmanlı tasavvufu Japon kültürüne çok benziyor. Uygulamalar üzerine bir medeniyet. Şu an Müslümanlarda uygulama eksik fakat Japon kültüründe devam ediyor. Ama Japonya'da uygulamalar altında güçlü bir inanç sistemi yok. İslam'ı Japonya'ya tanıtmak faydalı olacak diye düşünüyorum. Ağaç gibi… Yani yapraklar yok ama güçlü bir kök var. Japonya'da kart oyunu Karuta, çay seremonisi gibi uygulamalar yani yapraklar var ama ağaç yok. Osmanlı dönemindeki kültürel yapraklar, seyr ü süluk, tasavvufun manevi eğitimi benzeşiyor. İslam'ı kültürel kök olarak Japonya'ya tanıtabilirsem tekrar güzel yapraklar oluşabilir mi? Yüz sene sonra kaybolabilir bu gelenekler. İmam Birgivi'nin Tarikat-ı Muhammedîye kitabı var; peygamberi yani sünneti çok önemsiyor. Uygulama dikkatimi çekiyor. Birgivi de sadece metafiziği önemseyen âlimlere tepki vermişti. İslam'ın kökü felsefe değil sünnettir. Marifetname de de her şey var: Felsefe, matematik, kimya ve manevi eğitim var. Manevi eğitimde her bilim ve eğitimi tasvir ettikten sonra uygulama var.
Klasik Osmanlı tasavvuf kitaplarını okuyunca sanki Japonya'nın kaybettiği gerçek samuray âlimleri yazmış gibi bir hissiyata kapılıyorum. Yunus Emre'yi Japonya için önemsiyorum ve bana hiç yabancı gelmiyor, sanki Yunus Emre'yi bir Japon yazmış gibi. İslam'ı bir tehdit olarak, terör olarak gösteriyorlar ama bu benzer etkiyi saklıyorlar. Ortaklık, insaniyet yani humanity konusunda benzerlik var. İslam kültürüne buradan bakılırsa İslamiyet'in kabul edileceğini düşünüyorum.
Dinler tarihi kitaplarında dinleri coğrafi olarak tasnif ederek Batı ve Doğu diye iki kısma ayırıyorlar. Batılı dinlere "aşkınlık" ve Doğulu dinlere Budizm, Taoizm vs. "içkinlik" yükleniyor. Bu ayrımı nasıl buluyorsunuz, inanmanın haritası var mı zihninizde?
Batıda dinler metafizikle başlıyor. Tanrının varlığı, sonra epistemoloji, ardından metodoloji ve son nokta pratik. Türkiye'de şuna çok şaşırdım mesela Kant metafiziği, İslam metafiziğinin mukayesesi ya da Hegel şunu diyor vs. Epistemoloji konusunda benzerlik var. Binlerce insan bu araştırmaları yapıyor. Asyalı bir insan olarak benim ilgimi ve alakamı hiç çekmedi bu. Asya geleneğinde metafizik önemli bir rol teşkil etmez. Asya'da din demek önce pratik demek. Tanrı varlık ya da bilgi kaynağı değil de öncelik bu dünyada ne yapacağınızla alakalıdır. Dinin amacı dünyada ne yapmanız gerektiğiyle ilişkilidir. Budizm, Şintoizm dediğinizde sizin aklınıza ne geliyor mesela?
Bence bir arayış, yakarışa benzetiyorum ve iyi bir ahlak öğretisi her şeyden önce.
Doğru bir cevap ama öğrencilerin çoğu Varlık'tan düşünmeye başlıyor, Tanrı'nın varlığından. Japonya'da Budizm, Şintoizm ve İslam'a aynı anda inananlar var. Çünkü pratiğe yönelik olduğundan taharet meselesinde dahi ortak bir uygulama bulup onu yapıyorlar. Uygulamaların benzerliğinden aynı anda birçok dine inanmış oluyorlar. Uygulamalar hayata yansıtılıyor, pratik noktasıyla yaşanıyor. Batı ve buradakiler için Uzak Doğu'yu anlamak çok zor. Batı kültüründen uzak, sağlam bir metot kurmak lazım anlamak için. Ben bunu yapmaya çalışıyorum. Neden Japon mangalarını önemsiyorum? Çağdaş Japonya'da Batı gözüyle bakılınca din kültür olarak görülüyor. Batı'da din metot; Tanrı, kilise gibi kutsal mekânı var ve kurumsal. Mekanik ritüelleri var bir ya da iki gün kiliseye gitmek vs. Japonya'da böyle bir rutin olmadığından kültür olarak görülebilir. Ama öyle değil, Japonya'daki din uygulamadır. Bütün dinlerin hayata yansıması Japonya'da dindir. Bunun emsali şimdi manga şeklinde devam ediyor. Ninja tarihsel değil fantastik karakter olarak gösteriliyor ama Naruto, Manga ne anlatıyor: Sabretmeyi. Geleneksel Japon değer düşünce felsefeleri buralarda anlaşılıyor.
Popüler mangalar geleneği, kültürü yaydığı için mi siz bu yolu tercih ettiniz? Gelenekten beslenen ortak değerler taşıdığını mı düşünüyorsunuz mangaların?
İslam kültürü uygulamadır yani sünnettir. Osmanlı döneminde Mevlevi tarikatının yemek kültürü vardır, yani mutfak kültükültürü. Ateşbaz-ı Veli ve mutfakta çalışan müritleri, seyr ü sülukta kendini geliştirme eğitimi olarak mutfağı kullandılar. Uygulama var burada, metafizik değil. Osmanlı döneminde en etkileyici unsur pratik yani uygulamaydı. İbnü'l-Arabi'nin konuştuğu ahadiyet ya da Budizm rahibinin konuştuğu vücud anlayışı.
Daha etkileyici olan nedir?
Ahmet Yesevi şiiri, Yunus Emre şiirleri, Haiku gibi günlük hayata yakın dilde ifade edilen uygulamalar. Ben çay seremonisi yapıyorum. Ustası müride "sensu" (yelpaze) veriyor. Bu yelpazeye çay seremonisini anlatan şiir yazdırdım. Bu bir uygulama mesela. Çin İslam âliminin yazdığı şiiri tasarladım ben bu yelpazeye. Dini anlamak için konuşma, dinleme ya da akademik makale üzerinde dönüyorlar. Batı geleneği müzeleştiriyor, tarihleştiriyor, gelenekler günlük hayatta olmasın ve müzeleşsin isteniyor. Mesela Türkiye'deki Mevlevi yemek kültürü artık yok. Japonya'da da Şinto pratikleri çok azaldı, müzeleşti. Ben de günlük hayatta devam eden çay seremonisinde şiirleri yelpazede günlük uygulamaya koydum.
Japonya'da günlük geleneksel pratik devam ediyor mu, bunu nasıl sağlıyorlar?
Müstakil din olarak devam etmiyor. Çay seremonisi de dine bağlıydı ama kapsamlı bir Japon geleneği etkisiyle devam ediyor. Taoizm, Budizm etkisi de var; hepsi benimsenip kapsamlı bir Japon kültürü olarak devam ediyor. Çin hatırası okunarak başlanıyor çay seremonisine; o da aslında Zen Budizm. Öğrenci hocasıyla bir sohbet yapacak ve Zen Budizm'in tarihi, arka planı, sosyal arka planı nedir vs. konuşacak Yin-Yang teorisi var burada, Çin felsefesi var. Usta-öğrenci; Yin-Yang. Zıt unsurların birbirini tamamlaması; usta yoksa öğrenci olmuyor, öğrenci yoksa usta yok. Ben Taoizm, Budizm değil de Müslüman olduğumdan tasavvuf sözleri kullanıyorum çay seremonisinde.
İslam geniş bir coğrafyaya yayılıyor. Kuzey Afrika, Balkanlar, Rusya. Japon devlet adamlarının Müslüman olmasını sağlayan Abdürreşid İbrahim'in Japonya ile Türkiye arasında köprü kurduğu söyleniyor. Doğru mu bu?
Maalesef Japonya'da bilinen biri değil. İstanbul'da ilk defa Türklerden duydum. Onun vesilesiyle İslam'ı kabul edenler oldu ama Japon hükümeti sömürgeleştirmek için onu kullandı. Japon Müslümanlarının birinci nesli hep ajan, sahte Müslüman… Ancak, II. Dünya Savaşı'ndan sonra gerçek Müslümanlar var.
Siz Doğu Asya İslam tarihini öğretmek istiyorum diyorsunuz. Ortadoğu, Balkanlar kıskacında daralan bir din anlayışına karşılık daha geniş bir perspektif sunmak istiyorsunuz. Nedir Asya İslam tarihi sizin anladığınız, deneyimlediğiniz kadarıyla?
Doğu Asya İslam'ını anlamak için şimdinin ulus-devletinden bakıp görmemek lazım. Mesela Çin'de İslam tarihi. Efsane belki ama bir sahabe Çin'e kadar gidiyor, onun vesilesiyle İslam kabul ediliyor ve devam eden bir gelenek var. İslam, Çin medeniyetinin önemli bir parçasıdır diye bir söz var. Azınlık olarak kalsa da... Çin İslam âlimleri Çin geleneğini ciddi şekilde öğrenip anlatmışlar. Mesela Lui Zhi.
Lui Zhi Doğu Asya'daki en büyük âlim ve dönemin Gazali'si diye adlandırılıyor. Onun İslam ve Konfüçyanizm arasındaki bağını nasıl buluyorsunuz?
Doğu Asya Müslüman kimliğini devam ettirmek için bu yelpazeyi her gün taşıyorum. Yelpaze üzerine Lui Zhi şiirlerini bastırdım. Bir bölgeyi İslamileştirmede üç aşama var: Önce kimlik kazandırma, sonra bilgi kazanmak, son aşama ise bilgiyi tecrübe etmek. Kimliğim; Japon Müslüman. İkinci aşama; yurt dışına gidip geleneksel İslam eğitimi alıp İslam âlimi olmak. Üçüncü aşama kendine dönüp İslam'ı ifade etmek. Lui Zhi bunu başarılı şekilde yapan en etkili âlimlerden biri. Sadece Müslüman değil, sadece entelektüel değil, Haiku kullanarak İslam'ı anlatan bir kişi.
Çinliler için de çok etkileyici bir âlim olmuştur. İslam dünya bakışını yabancı bir din olarak anlatmıyor. İslam'ı Çin'de kullanılan geleneksel terminoloji, felsefe anlayışını kullanarak geleneğe en yakın öz olarak tanıtmaya çalıştı. Dışardan gelen değil de içimizde olan bir felsefe.
Karşılığı var mı Japonya'da, gençler biliyorlar mı Lui Zhi'yi mesela?
Japonlar hala klasik Çin harfleri kullanmaya devam ediyor. Şiirde kullanılan harfler. Çinliler, Komünist Parti'nin darbeden sonra Çin harflerini sadeleştirme projesinden dolayı normal Çin harflerini okuyamıyorlar. Ama Japonlar eski dili ilkokuldan beri okuyorlar okullarda. Japonya Uzak Doğu klasik kitaplarını okuyabiliyor. İslam'ın yalnızca Uzak Doğu ya da Türkiye, Endonezya'da inanılan bir din değil en değerli, geleneği olan kadim bir inanç dini olduğunu göstermek için elbette Kur'an ve hadis de anlatıp aynı zamanda bu şiirleri de gösteriyorum Japonlara. Yukarıda bahsettiğim Karuta oyununu oynuyor ve 7. yüzyıl şairlerini oyunda görüyor çocuklar. Bu gelenek, uygulama. Osmanlı şiirlerini bu oyunlarda tasarladım mesela Aziz Mahmud Hüdayi şiirleriyle çocuklar için tasarladığım Karuta oyununu meraklı yayınevlerine sunmak istiyorum. Türkiye'de din deformasyonu olduğundan çocuklarınız orijinal Osmanlı metinlerini okuyamıyor. Geleneğin kaybolması demek Türk tarihinin çoğunun kaybolması demek…
Üstelik Türkiye'de bazı kesimler geleneğe dönüş ve diriltme çabalarını küçümser ve gerici görürler. Japonya nasıl?
Türkiye'de gelenek çok dikkate alınmıyor bazı kesimler önemsiyor sadece. Japonya'da geleneğimize karşı böyle bir ayrım yok. Beyaz Japon, zenginleşen Amerikanlaşan Japonlar var ama onlar dahi kendi kültür geleneğinden uzak değiller. Hayat tarzları Amerikanlaşıyor ama geleneksel oyun ve etkinlikler sürüyor onlarda da.
Uzak Doğuluları K-Pop ve moda eğlence sektörüyle tanıyoruz da neden geleneksel kadim öğretilerle tanımıyoruz?
Kore hükümetinin tamamen siyasal projesi bu konu… Kore hükümeti dünyaya Kore kültürünü yaymak için yumuşak güç olarak sunuyor bu tarz popüler kültürü. Ama tarihsel dizilerinde geleneksel Kore kültürü bulunuyor. Kore kimliği kazandırmak var altında.
Japonya'da 90'lardan sonra "Din" kelimesinin yerini "Manevi dünya" (Seishin Sekai) alıyor. Bunun sebebi nedir, var mı gerçekliği?
Evet değişim vardı çünkü radikal bir Budist grup Tokyo'da terör eylemi yaptı ve bu olaydan sonra din kelimesi olumsuz anlam aldı. Özellikle II. Dünya Savaşı'ndan sonra post-modernizm Japonya'ya girdi ve özellikle elitler, nihilist olmaya başladı. Geleneksel değerler alt üst oldu. Budist gruplar bunda çok etkili oldu, yaşamak önemsiz ve ahirete gidelim anlayışı yayıldı. Rahiplerin ve grubun etkisi buradaki FETÖ yapılanmasına benziyor. Nirvana'da ahirete gönderelim diye öldürdüler herkesi ve halk korkarak dinden uzaklaştı.
Sanayileşmiş ülkelerde son dönemde artan bir maneviyat arayışı var. Japonya'da son durum nedir, bir inanç arayışı var mı? New Age akımlarının sizdeki durumu nedir?
Japonlara bu açıdan bakmak uygun olmaz; dinlere ilgisiz bir millet Japonlar. Bizde en önemli şey uygulamadır. Metafizik anlayış sizde var ama uygulama yok gibi. Müslümanlar Japonya'ya bakınca güçlü bir inanç yokmuş gibi görebilirler ama sizden tersi olarak uygulama var. Kültürel zenginlik var. Japonya'da iki yüz bin din var. Çok fazla New Age.
Yoga, meditasyon gibi Uzak Doğu kökenli uygulamalar burada çok yaygın. Modern toplumun yeni dini uygulamaları dini önemsemeyen kesimlerce kabul görüyor. Hiçbir yaşam tarzı onu düzenleyen ilahi yasa ya da felsefi doktrinden uzak olamaz, ne demek istersiniz?
Ben çay festivalleri yapınca keşke bizim kültürümüzde de olsa deniyor. Mevlevi mutfak kültürü, tekke kültürü, İstanbul'da zaviye, tekke milyonlarca var. Yoga, arınmak ya da huzur bulmak olarak yapılabilir. Ben çocukken spor olarak yapıyordum ama şimdi yoga yapmıyorum. Yoganın müzeleştirilme ya da kültürleşmesi Batıdaki sekülarizmin yan etkisi. Yoga bir ibadetti, spor olarak California'da başladı, bakın Hindistan'da değil. Yoga bir spor olarak başladı aynı sorun Uzak Doğu pratiklerinde de var. Kung Fu manevi eğitim demekti. Kung Fu'yu geliştirenler Çin'deki Nakşibendi tarikatları. Nakşibendi şeyhleri manevi metot olarak Kung Fu'ya başladılar ve sanat haline geldi. Türkiye'de ilahiyattaki öğrenciler Kung Fu hiç bilmiyorlar. Batı-merkezciliğinden bu geleneğe bakıldığından yoga, Kung Fu ya da çay seremonisini sadece spor ve kültür olarak görüp anlıyorlar ancak Uzak Doğu gözüyle bakmak lazım. Arka planı bu.
Türkiye'de bu kadar yaygınlaşmasına nasıl bakıyorsunuz?
Uzak Doğu kültürünü kabul etmek demek değil bu. Batılaştırılmış Asya kültürünü kabul etmek demek. Yoga yapanlar Asya'yı değil Batılıların sevdiği Asya'yı kabul ediyor. Batı'dan gelen kültürü seviyor ya da hakikaten çekik gözlü insanın kültürünü sevmiyorlar.
NAOKI YAMAMOTO KİMDİR?
1989 yılında Japonya'nın Okayama şehrinde dünyaya geldi. Daha aile ortamından başlayarak farklı kültürleri öğrenmeye başladı. Doshisha Üniversitesi'nde Hristiyanlık ve İslam üzerine eğitim gördü. Bu yıllarda özellikle İslam tasavvuf düşüncesinden etkilendi. Arapça öğrenmek üzere Mısır'da kaldığı bir aylık süreçte İslam düşüncesi derinliğini de deneyimleme fırsatı buldu. Kyoto Üniversitesi'ne kaydolarak İslam düşüncesi ve bilhassa Osmanlı dönemi tasavvufu ve Türkiye üzerinde uzmanlaşmaya karar verdi. Türkiye dışında Ürdün, Mısır, Endonezya, Malezya, Pakistan, Almanya, İngiltere ve Fransa gibi ülkelere seyahatlerde bulunarak yerel İslam kültürlerini inceledi. Üniversite sonrasında İstanbul'da İslam hakkında eğitim aldı. İslam alimlerinin metot ve öğretileri ile Asya hikmet gelenekleri arasındaki benzerlikleri gözlemledi. 2018'de doktorasını tamamladıktan sonra İbn Haldun Üniversitesi'nde araştırma öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Burada halen "İslam ile Karşılaşan Asya Medeniyetleri" ve "Tasavvuf Okumaları" derslerine devam ediyor.