Aile deyince aklıma ilk gelen tatil oluyor çünkü kendi ailem dışında, dar çevremde aile olgusuyla ciddi temasım ancak tatil yörelerinde mümkün. Genç ve orta yaşlı anababalar, bebek, küçük, ergen ve nadiren büyük çocuklar (çünkü büyük çocukların tatil yerindeki davranışları 1. Aileyi terk etmek, 2. Başka ailelere kapılanmak olarak özetlenebilir) kolektifi olarak aile olgusuyla, tatil köylerinde, otellerde, küçük tatil kasabalarının sokaklarında karşılaşabiliyorum.
Yaşlı ana-babaların aileleri ise tamamen başka bir sosyolojik olgu arz ediyor. Bir kere böyle aileler tatil deyince, yazlık eve veya devre mülke gidip, büyük kentteki yaşamlarını orada sürdürmek zorunda hissediyorlar kendilerini. Büyük kentte ne yapıyorlarsa yazlık evlerinde de aynı şeyleri yapıyorlar; aileleri zaten küçülmüş olduğu için, nadiren tatillerini kendileriyle birlikte geçirmeye karar veren oğulları ve kızlarının ailelerini ağırlıyorlar. Çiçeklerini diriltip, dirilmesi mümkün olmayanların yerine yenilerini edinip onları sulamaya başlıyorlar. Sonra pazara gitme rutini var. Arada bir hanımların zorlamasıyla, plaj şemsiyesini ve açılır-kapanır iskemleleri yüklenip, sahilin yolunu tutmak da olabiliyor ama bu sık değil. "Okullar açıldı; şimdi sahilde yer yoktur" veya "Almanya'da tatiller başladı… Şimdi sahiller dolmuştur" tarzı mazeretlerle hanımın gözünü korkutmak işe yarıyor olabilir.
Aile tanımına uygun toplulukların davranışları hakkında genel kanıyı iki ya da bilemediniz üç yaz tatilindeki gözlemlerinizle edinebilirsiniz. Bunun için de ayrıntılı sosyolojik araştırmalara, denek ve test grupları oluşturup, gözlemler yapmanıza hiç gerek yok. Kendileriyle bir otelin lokantasında üç öğün birlikte olursanız, orta hâlli bir yüksek lisans tezine yetecek malzeme toplayabilirsiniz. 20 günlük bir tatilin sonunda değişik Türk aile tipleri hakkında sıkı bir doktora tezi malzemesi çıkacaktır.
Hadiselerin iklimi
Ahmet Hamdi Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler adlı romanımsı anı kitabında, toplumsal hayatla ilgili şöyle bir gözlemde bulunur:
"Gün, hafta, ay gibi zaman bölümlerinin yanında bir de hadiselerin iklimi vardır ki, hemen öbürleri kadar, hatta daha fazla insanların hayatını içine alırlar. Bunlar eski takvimlerdeki burçlara benzerler. İçtimai hayat, ister istemez tesirleri altında kalır. Onlarla düşünür, onlarla değişir, onların şartları içinde yaşarız. Bunların ehemmiyetçe behemehâl birbirlerinin dengi olması lazım gelmez. Efkârıumumiye denen kabı dolduracak mahiyette olması yetişir."
(Behemehâl: Her hâlde, ne olursa olsun, ne yapıp edip, mutlaka. Efkârıumumiye: Kamuoyu, genelin fikir ve düşünceleri. Ne acı değil mi? Şu kitap yazılalı 69 yıl oldu; bir paragrafında iki, "ehemmiyet" ve "içtimai" de katılırsa dört, anlaşılmayacağını sandığım kelime var!)
"Hadiselerin İklimi" burada anahtar kavram olacak. Nedir hadiselerin bizim toplumsal hayatımızı etkisi altına alan iklimi?
Dergimizin bu sayısı size en bilimsel, biraz soyut ama gözlemesi kolay örneklerle ulusal aile tipimizi anlatacak ve siz bu örneklerden yola çıkarak neyin neyi nasıl etkilediğini göreceksiniz. Ama ben size çok somut bir "iklim" anlatmak istiyorum:
Telefon.
Bu öyle bildiğiniz gibi bir telefon değil. Bu, akıllı telefon… Akıllı telefon, benim yukarıda ifade ettiğim tatillerde yaptığım aile gözlemlerimde vardığım en belirgin, en katı, en elle tutulur varlıktır; hem varlıktır, hem de Ahmet Hamdi üstadın belirttiği türden bir "hadise iklimi" oluşturur ki, aile hayatımız, çocuk terbiyesi fikriyatımız, gelenek ve göreneklerimiz, ideoloji ve hatta itikatlarımızın hayatı, varlığı, tesiri, "akıllı telefondan önce" ve akıllı telefondan sonra" tarzında ikiye ayrılır.
Ahmet Hamdi üstadımız, bu anı-romanda toplumsal hayatı etkileyen hadiseler olarak mesela, Bosna-Hersek'in, Sırbistan'ın, Makedonya'nın Osmanlı İmparatorluğu'ndan kopması, Selanik'in veya Halep'in, Şam'ın artık bizim kentimiz olmaması gibi hadiseleri kaydediyor. Ben burada iddia edeceğim ki, aile hayatımıza akıllı telefonun girmesi, Osmanlı devletinin yok olmasından daha kalıcı, daha sarsıcı, daha yıkıcı veya daha yapıcı, ama her durumda daha etkili bir olaydır. Bu olayın yarattığı iklim ise öyle kolay kolay üç-beş master, bir iki doktora teziyle anlaşılacak gibi değildir.
Nedir peki?
Fırtınadır, 8.9 kuvvetinde birdepremdir.
Cep telefonuyla bebek eğitimi
Bir bebek düşünün; bir buçuk, iki yaşlarında, anne sütünden brokoliye geçeli birkaç ay olmuş. Oturttukları bebek iskemlesinde, önüne konan tabağı tutayım derken sarsak bir el hamlesiyle, lokantanın öteki ucuna yollayabilecek kadar henüz motor el becerilerinden mahrum. Henüz dertlerini, taleplerini ıgı'lar, agu'lar ve çığlığımsı ağlamalarla ifade edebiliyor. Ama veriyorsunuz eline akıllı telefonunuzu, yavru bir anda susuyor; büyülenmiş gibi ekrana bakmaya başlıyor ve daha da önemlisi susuyor!
Masanın, sandalyenin nerede bittiğini, kendi elinin kolunun nerede başladığını henüz bilemeyen bu mini-mini canlının işaret parmağı Sigmund Freud'u, Carl Jung'u, Ivan Pavlov'u ve Jean Piaget'yi masaları yumruklayarak ve haykırarak ağlatacak bir tekâmül gösterisi ile hayatiyet kazanıyor; başlıyor sağdan sola, soldan sağa minik darbelerle başka videolara, başka fotoğraflara geçmeye…
Darwin bu minik yaratıktaki bu ani gelişimi görmüş olsaydı, maymun ve evolüsyon (evrim) hakkındaki bütün tezlerini yeniden yazardı. Yazardı, çünkü bu sağ işaret parmağının kazandığı motor-beceri, dinî-ladini, laikpozitivist, hür türlü evolüsyon kuramını altüst edecek bir şeyin tezahürü olarak görünürdü kendisine. Çünkü böyle bir parmak becerisi ne atalarında ne maymunlarda ne başka yaratıklarda asla görülmemiştir. 21'inci yüzyılda insanoğlunun ani bir refleksle kazandığı bu beceri, gayet evrensel, küresel, gayet ölçülü ve ırk, renk, milliyet ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin bütün insanlığa şamildir.
Birçok insan kabiliyeti, malumdur ki, tuvalet terbiyesi ile başlar ve insan yavrularının diğer canlıların yavrularından farkı bu terbiyeyi biraz zor edinmeleridir. Örneğin, kedi yavruları ilk kazalarından sonra halıların değil koridordaki kumun hayat kurtarıcı özelliğini keşfederler. İkinci bir hataya gerek kalmaz. Ama insan yavrusu, kedilerin bile bir ayda kolayca öğrendiği bu şeyi, 36 ayda öğrenemez.
Ama ne kedi ne maymun ne de başka bir canlı türünün, sağ elinin işaret parmağını sağdan sola, soldan sağa ani darbelerle oynatarak akıllı telefonda yeni video bulma, resim değiştirme, masaldan masala geçme gibi bir beceri edinmesi mümkün mü? Yedi mahalleyi kokudan oturulamaz hâle getiren bu mini mini canlı, sadece parmağını sağdan sola veya soldan sağa maharetle ve gerekli ölçüde kaydırmayı becermekle kalmaz, aynı zamanda bu hareketi yarısında durdurup bir önceki resme veya videoya dönmeyi de becerir. Ki bu aynı yaratık, o sırada öne konmuş tabaktaki patates kızartmasını alıp ağzına sokayım derken, tabağı yere düşürüp, patatesi burnuna veya gözüne sokmaktadır.
Ailenin "akıllı" üyesi
Psikologlar derler ki, bir bebeğin en iyi eğitim saati yemek yediği saattir. Ama genç anne-baba bu saatteki eğitimi, bir cep telefonuna yaptırmayı daha uygun buluyor; çünkü bebeği susturmanın en etkin yolu, eline bir telefon verip, telefonda hangi kültürel değerleri vermek üzere geliştirildiği belli olmayan bir videoyu açıvermekten ibaret. Gerisini bebeğin bu hiç beklenmedik mahareti hallediverir. Merak etmeyin, yemek tabağını düşürür, biberonu kırar ama telefonu çok ama çok dikkatle tutar.
Şimdi bu gelişmeyi önemle kaydettikten sonra, akıllı telefonla ailenin diğer üyelerinin ilişkisine geçebiliriz. Çünkü henüz modern sosyoloji kitaplarında ayrıntılı olarak yazılmıyor olsa da akıllı telefon artık ailemizin bir üyesidir ve bireysel, ailesel ve toplumsal hayatımız onun çevresinde gelişmektedir.
Herhangi bir Hüseyin Rahmi Gürpınar romanını elinize alır oradan sızan sosyolojiyi irdelemeye başlarsanız, göreceğiniz ilk şeylerden biri ailelerin sofrada veya yemekten sonra soba başında, bir taraftan kaynayan çayın mis kokusu, diğer taraftan sobanın üstünde patlatılan mısırın, eğer denk gelmişse sokaktan geçen bozacıdan alınan bozadan yayılan tarçının kokusu eşliğinde anlatılan masallar, oynanan oyunlar, sorulan bilmecelerle dolu gece muhabbeti olacaktır.
Nedense bütün romancılarımız böyle geceler yaşamışlardır ve ne hikmetse bu geceleri asla unutamazlar.
Peki, bu muhabbet gecelerinin yerini ne almıştır dersiniz? Evet, çok iyi bildiniz: telefonlarımızla yaptığımız muhabbetlerimiz. Anne kendi telefonunda, baba kendi telefonlarından bir bunda bir ötekinde, küçük hanım tavşan kılıflı telefonunda, küçük bey Batman kılıflı telefonunda. Herkes kendi Whatsapp veya Bip grubundaki bir mizah kırıntısını kıkırdıyor; herkes kendi "dostuna" laf yetiştiriyor. Hemen bütün aile üyeleri kulaklıklarını takmış oldukları için kimse bir başkasının neye güldüğünü, neye sevindiğini, neye kızdığını, neye öfkelendiğini bilemiyor.
Aile birliği için çaba sarfetmek
Sadece aile içinde değil, genç kızla genç çocuk belli ki bir duygusal ilişkinin acemi iki tarafı olarak buluşuyorlar bir pastanede, kafede. Çekine çekine ısmarlıyorlar sütlü kahvelerini veee… "El ele tutuşuyorlar" diyeceğim sanıyorsunuz. Yanılıyorsunuz. Öyle şeyler Hüseyin Rahmi'de kaldı. Günümüzde ikisi de ceplerinden çıkartıyorlar telefonlarını ve kafalarını gömüyorlar o avuç içi kadar geniş dünyaya… Veya avuç içi kadar dar dünyaya… Ee, kızım oğlum, neden geldiniz o kafeye o zaman? İkiniz de rahat evinizde otursaydınız ve online görüşseydiniz. En azından birbirinizle görüşürdünüz. Şimdi belli ki ikiniz de başkalarıyla sohbette, muhabbettesiniz.
Hayır, bunları eleştiri olarak söylemiyorum. Sadece durum tespiti yapıyorum. Hadise budur ve bu hadisenin iklimi ortaya nasıl bir sosyoloji çıkartır göreceğiz. Kimine göre bu akıllı telefonlar, birey olarak hepimizin daha sık, daha kolay ve daha etkin haberleşmemizi sağladığı için, toplumların sorun çözme becerisi artacaktır. "Eğitim kolaylaşıyor" diyenler var. Olumsuz etkilerin başında artan akıllı telefon masrafları kaydediliyor. "Bağımlılık artıyor" diyenlere de rastlıyoruz.
Ama henüz kimse ailemizin bir üyesi olarak akıllı telefonun aile hayatımıza, bizi biz yapan değerleri öğrendiğimiz o ilk eğitim kurumunun vermesi gereken, verdiği var sayılan eğitimin yerini nasıl dolduracağımızı kimse söylemiyor. İsraf sadece sürekli telefon yenilemekten mi ibaret? Toplumun üyesi olmanın ilk antrenmanını yaptığımız aile birliğimizi yenilemek için hiçbir çaba sarf etmemek, acaba israfa girmez mi?
Zaman gösterecek elbette ama belki de o zaman görecek bir şey kalmamış olacak.