Hayır, devlet Suriyelilere maaş bağlamadı, üniversitelere sınavsız girmediler, TOKİ onlara bedava ev vermedi, devlet memuru olarak işe alınmadılar, Türk bayrağı yakmadılar, Atatürk büstüne saldırmadılar, İkitelli'de küçük çocuğa tecavüz etmediler. Ama Sakarya'da hamile bir Suriyeli önce tecavüz edilip sonra vahşice öldürüldü mesela, Gaziantep'te evlerinden atıldılar, İzmir'de sokakta dövüldüler, İstanbul'da 80 kuruş karşılığında 50 kiloluk bir çuvalı taşırken öldüler.
Shrina Begum, Londra'da 1957'den bu yana Karri Twist adlı Hint restoranını işletiyordu. İşleri iyiydi. Birtakım yenileme çalışmaları yapmak için birikim yapıyordu. 11 Mayıs 2017'de garip bir şey oldu. Restoranın telefonları susmuyordu. Arayanlar "neden insan eti satıyorsunuz?" diye bağırıyordu. Çalışanlar şaşkındı. Restoranın işleri kısa sürede neredeyse yarı yarıya düşmüştü. Begum, çalışanların saatlerini azaltmak zorunda kaldı. Bu söylentinin nereden çıktığını ve bunu nasıl engelleyeceğini bilmiyordu. Ta ki arayanlardan biri bu iddiaları Facebook'ta gördüğünü söyleyene dek… Kısa bir araştırma sonucunda channel23news.com isimli sitede restoranına dair bir haber gördü. Haberde 'restoranın sahibinin insan eti satmaktan tutuklandığı ve dondurucuda dokuz insan cesedinin bulunduğu' iddia ediliyordu. Haber sosyal medyada hızla yayılmıştı. Linke tıklayanlar, haberin olduğu sayfaya yönlendiriliyordu ve hemen yanında "Şakalandınız! Şimdi Bir Hikâye Uydurun. Arkadaşlarınızı Kandırın!" yazısı vardı. Ancak anlaşılan o ki, bu link pek işe yaramamıştı. Yalan haber sayesinde 1957'den beri iş yapan Hint restoranı kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı.
İşte yalan tam da böyledir, bir nefeste doğuverir. Kendine inanacak ikinci kişiyi bulduğunda ete kemiğe bürünür. Üçüncü kişiyi bulunduğunda emeklemeye başlar. Dördüncüsünde yürür, beşincisinde koşar, altıncı kişiye geldiğinde artık "bu bir yalan" diyecek kişinin gözüne yumruğu vuracak kadar örgütlü bir hâle gelmiş olur. Artık geçmiş olsun…
Kırk doğru koşsa peşinden, bir yalanı yakalayamaz.
Hele şimdi sosyal medya bizlere sınırları olmayan bir dünyanın kapısını açmışken, yalanların önünü tutabilene aşk olsun.
Hayatı yalan olanlar
"Benim başıma gelmez" demeyin. Her gün birimiz, bir gün hepimiz bu yalanların hedefi ya da mağduru olabiliriz. (Ben oldum, oradan biliyorum.) Dezenformasyon kampanyalarının hedef kitlesinin bilgisiz veya eğitimsiz insanlar olduğunu düşünmek en tehlikeli yanılgılardan birisi olur. Çünkü yapılan araştırmalar, insanların bir yalana inanma olasılığının eğitim, cinsiyet, gelir durumu gibi etkenlerden hiç etkilenmediğini; meselenin söylentinin kendisiyle ilgili olduğunu ortaya koyuyor. Hele ki maruz kaldığımız yalanın içeriği dünya görüşümüze uygunsa, sorunu görme konusunda çok fazla hipermetrop oluyoruz. Tam da bu yüzden yalan üzerine kurulu kampanyalar, en kırılgan yönlerimizi hedef alıyor. Bu kampanyalar, hiç öyle basit işler değil. Kampanya yöneticileri, çoğu zaman organik görünümlü eylemleri de sürece dâhil ediyor. Kitleler farkında olmadan gönüllü işbirlikçiler haline gelerek bu kampanyaların amaçlarına ulaşmalarına yardım ediyor. Yani ağır ağır ayağımızın altındaki zemini çekiyorlar, tutunacak dallarımızı kırıyorlar, algılarımızı bozuyor ve bizi öyle güzel uyuşturuyorlar ki ruhumuz bile duymadan kendimizi bir yalanın içinde buluveriyoruz.
Öyle olmasa, evinin önündeki ağaçları "manzaramı kapatıyor" diye kestirenlerin, yağmalanmış sahillerdeki villalarına tatile giderken atıverdiği birkaç tweet ile bir anda nasıl "çevreci" olabilirdik? Koskocaman ormanları talan edip, lüks siteler inşa eden birtakım müteahhit siyasetçilerin "ağaç" duyarlılıklarına nasıl kanardık? "Mesele ağaç değil, sen hâlâ anlamadın mı?" diyenlerin, ağacı mesele etmesine bir kez daha nasıl inanırdık?
Bir de öznesi Suriyeli sığınmacılar olan yalanlar var ki, evlere şenlik. "Sınırlı maddi kaynaklarımıza" atıfta bulunan ve Suriyelilerle ülkedeki diğer gruplar arasında bir rekabet varmış algısı oluşturan yalanlar en çok rağbet görenlerden. Hayır, devlet Suriyelilere maaş bağlamadı, üniversitelere sınavsız girmediler, TOKİ onlara bedava ev vermedi, devlet memuru olarak işe alınmadılar, Türk bayrağı yakmadılar, Atatürk büstüne saldırmadılar, İkitelli'de küçük çocuğa tecavüz etmediler. Ama Sakarya'da hamile bir Suriyeli önce tecavüz edilip sonra vahşice öldürüldü mesela, Gaziantep'te evlerinden atıldılar, İzmir'de sokakta dövüldüler, İstanbul'da 80 kuruş karşılığında 50 kiloluk bir çuvalı taşırken öldüler. Görmedik, bilmedik. Yalanlarla nasıl da unutturdular bize.
Umberto Eco'nun 20 yıl önce, "Artık esas meselemiz bir şeyin yanlış olduğunu ispatlamak zorunda kalacak olmamız değil. Esas meselemiz, apaçık doğrunun doğru olduğunu ispatlamaya çalışmak zorunda kalacak olmamız" dediği günleri yaşıyoruz bugünlerde. Yalanla yaşamaya öyle ya da böyle alışacağız azizim. Ama yalan satıcılarıyla yaşamak var ya, o pek zor. Hele bir de "hayatı yalan" olanlar var ki, Allah hepimizi onlardan korusun.