İki şeyi birbirinden ayırmamız lazım: Nostaljik bir ruh hâline girmekle "Déjà vu" hissine kapılmayı karıştırmayalım. Ama yine de şöyle bir durum var.
Size de olur mu bilmem ama ben kırk yılda bir "Ya! Ben bu olayı daha önce yaşamadım mı" diye bir garip hisse kapılırım.
"Déjà", zaten demek. "Vu" da görmek fiilinin geçmiş zaman kipi. "Zaten gördüm" anlamına geliyor. "Déjà rêvé" ise "Ben bu rüyayı daha önce de gördüm"; "Déjà entendu" deyimi "Ben bunu daha önce de duydum" anlamında "Déjà"lı ifadeler. Bir de "vu"lular var. Örneğin "Jamais vu", "Hiç görmedim", "Presque vu", "Sanki gördüm" anlamına geliyor.
Nostalji, doğrudan, düz kelime anlamıyla "eve dönme arzusu" demek ama bu anlam kaymış; yeniden gerçekleşmesi imkânsız bir geçmişe dönme arzusu anlamına gelmiş. "Çok nostaljik oldum; gideyim de şunu bir daha yaşayayım!" diyemezsiniz. Söz gelimi, bir yere gidersiniz, nefis bir bulgur çorbası verirler. Çok bilinmeyen bir bulgur çorbası… Belki on yıldır içmemişsinizdir. Veya "Arap Aşı" ya da Mercimekli Mantı... İlla yiyecek-içecek olmak zorunda değil. Dosyaları karıştırırken elinize Silvan'da çekilmiş bir askerlik fotoğrafı geçer. Üç, belki de bir saniye içinde, bütün bir askerlik hayatınız (ister 15 gün olsun, ister 15 ay, fark etmez, askerlik askerliktir; inanmayan Manuş Baba'ya sorabilir!)
İşte nostalji. Silvan'daki askerlik süresi boyunca ne kent ne de yakındaki Malabadi Köprüsü benim için "ev" olmuştu; ama beynimizde mi, bağırsaklarımızda mı, kalbimizde mi, bir yerimizde bir kayıt ünitesi var ki, düğmesine ya bir koku ya bir renk ya bir ses ya da bir fotoğraf basıyor ve o şey bir daha dönemeyeceğimiz bir hatıranın kapısını açıyor. Bu anı bir özlem duygusunu harekete geçiriyor. O duygu bizi, o ana, o duruma geri dönmeye teşvik ediyor. Biliyoruz bu imkânsız. Ama yine de istiyoruz.
Dramatik durumların veri tabanı
"An" dediğimiz şey ise edebiyatçıların tanımıyla, saf ve basit bir dramatik durum. "Dramatik durum" deyip geçmeyin, hayatın özü bu durumlardır. Hayat bu durumların artarda eklenmesinden oluşuyor. Hayat derken de sadece hatırladığımız kadarıyla hayat. Kullanmam ama "yaşantı" ve hatta "yaşanmışlıklar" diye de bir şeyler var şimdi dilimizde. Yaşamışız belki. Ama bizde o ana dair bir kayıt yoksa, ne yapacaksınız o yaşanmışlığı?
Prof. Yahya Tezel'in insanın bir şeyini, söz gelimi kalemini, anahtarını kaybetmesini tanımlarken kullandığı bir kavram vardır: "İnsanın o anda realite ile ilişkisi kesilmiştir de o sebeple kaleminin, anahtarının nerede olduğunu veya başına ne geldiğini hatırlamıyordur."
"Dramatik durum" durumun "dramatik" olduğu anlamına da gelmiyor. Sadece bir yaşam kesiti anlamında; illa tiyatro değil. Tiyatro (ve sinema) zaten bu reel veya olası yaşam kesitlerini, yaşanmışlıkları şöyle hızlıca seyirciye sunuyor. Hani "beynimizde mi, bağırsaklarımızda mı, kalbimizde mi, bir yerimizde bir kayıt ünitesi var" dedik ya. (Bağırsak dedim diye hemen yüzünüzü buruşturmayın! İnsanlar yüzyıllarca "zihin" denen şeyin bağırsaklarımızda olduğuna inandı!).
İşte her nerede ise oradaki o şey, hayatımızdaki bütün dramatik durumların veri tabanını tutuyor ve burada koku, renk, ses veya fotoğraf ile arama yapıyorsunuz. Google'da bir görseli arama kutusuna bırakıp arama yaptırabildiğinize inanıyorsunuz da insan zihninin kokuyla, renkle arama yapabildiğine neden inanmıyorsunuz?
36 dramatik durumdan biri
Ben şu kadar yıldır, şu kadar milyar an yaşadım; bunların hepsinin kaydı var mı? Kimileri var diyor. Kimileri "Var ama hepsini hatırlayamazsınız" diyor. Bu veri tabanını ya da yaşadığınız anları o kadar da gözünüzde büyütmeyin. Bütün ilişkileriniz, başınıza gelen her şey, gördüğünüz, duyduğunuz, dedenizin 15 yıllık, babanızın 15 aylık, sizin "paralı asker" olarak 15 günlük askerlik anılarınızın tümü, gördüğünüz bütün filmler ve tiyatrolar ve okuduğunuz romanlar, hikâyeler, hepsi, toplam, sadece ve sadece… 36 durumdan biri! Yazı ile otuz altı.
Bu durumları tek tek belirleyip kitap hâline getiren Georges Polti de kimsenin buna inanmayacağını düşünmüş olmalı ki, 1868'de yayınladığı kitabın adında 36'yı yazıyla yazmış: Les trente-six situations dramatiques: Maîtriser l'art narratif grâce à l'exploration des principes dramatiques (Otuz Altı Dramatik Durum: Dramatik İlkeleri Keşfederek Anlatı Sanatında Ustalaşmak)
Kitap şöyle başlıyor:
"Gozzi, sadece 36 trajik durum olacağını öne sürdü. Schiller, çok çabaladı ama Gozzi kadar da bulamadı. Sadece ve sadece otuz altı dramatik durum. Bu iddiada insanı boşuna umutlandıran bir şey var bence…"
Aynen öyle. Bu kitaptan ne zaman sınıfta söz etsem, öğrenciler istisnasız kâğıda kaleme sarılıp, değil 37'nci duruma 1137'nci duruma kadar bütün şairlerin, komedi yazarlarının deneyip de bulamadıkları insan-ilişkilerini bulmaya girişirler. Ama yazdıkları her şey, Gozzi'nin (1720- 1806, İtalyan komedi yazarı. Bir Çin peri masalını sahneye aktardığı Turandot'dan tanırsınız) veya Friedrich von Schiller'in (1759-1805, Alman tiyatro yazarı, şair, edebiyat teorisyeni, felsefeci. Tek başına orta boy bir kütüphane dolduran bu kişinin hangi eserini zikredeyim?) aklına gelmeyen bir şey olamıyor ne yazık ki.
Bu 36 durumu internette bir yerde mutlaka bulursunuz. Örneğin, kurtarma, öç alma, talihsizlik, kin…. Listeye bir bakın lütfen neler ekleyebileceğinizi düşünün. Ekleyemeyeceğinizi de.
Dönelim konumuza: Her hâlde zihnimizde bütün hayatımız böyle bir 36 maddelik kataloğa sığdırılıyor ve arandığı zaman bulunuyor. Veya bulunamıyor. O kadar az izi kalmış oluyor ki, hatırlanamıyor. Kimi de doğru ve uygun bir şeyle aramadığımız için bulunamadığını, yoksa insanın şeylerin adını öğrendikten sonra değil olayları, ama düşünceleri, duyguları bile kaydettiği kanısında. Mister Spock mesela bu kanıdaydı. Hangi Mister Spock mı? USS Enterprise'daki Spock. USS Enterprise'ı da bilemediniz mi? O zaman boş verin Spock'ı da duygularımızı ve hatta düşüncelerimizi bile hatırlayabileceğimizi de.
Nostalji: hikâye etme aracı
Nostalji, edebiyatın ciddi bir "hikâye etme" aracı. Homeros'un Odysseia destanında hikâyenin kahramanı Odysseus'un Truva Savaşı sebebiyle 20 yıl ayrı kaldığı ülkesine ve evine döndüğünde hatırladığı şeyler mesela hep nostalji örnekleridir. Ama heyhat! Artık o günlere dönemeyecektir. Yeni bir hayat ise onlarca kişiyi öldürmekle mümkün olacaktır.
Konumuza bir daha dönelim: Nostalji için bu zihnin böylesine kuvvetli bir dürtü hissetmesinin sebebi bilinmiyor. Her hatıra bizde nostalji uyandırmıyor. Ayrıca herkeste aynı his de uyanmıyor.
Sayıları çok az da olsa bazı kişiler yaşamadığı ama yaşadığını sandığı şeye özlem duyuyor. Bir olay oluyor; sizinle ilgili olmasa da bir şey gözlemliyorsunuz, bir şey duyuyorsunuz ve içinizden "Yahu, ben bu olayı daha önce görmedim mi" diye soruyorsunuz. "Déjà vu" hâli…
Doktorlar bu hâlin bir tür sara nöbeti gibi bir şey olduğunu söylüyor. Kafanız bir an gidip geliyor. O sırada bu olayı daha önce yaşadığınız, bu sözleri daha önce duyduğunuz kanısı geliyor ve siz o "önceki" hâli tekrar yaşamak için özlem duyuyorsunuz. Psikoloji veya psikiyatri okumadan kendisini psikolog ilan edenler, bu hâli sık sık hissedenlerin bir tür "medyum" olduğuna da inanıyorlar. Madde bağımlılarının bu hissi sık sık yaşadıkları, hatta kimi insanın bu hissi yaşayabilmek için çeşitli uyuşturucu maddeler kullandıkları ve sonunda o maddenin bağımlısı hâline geldikleri biliniyor.
Nostalji ve Déjà Vu, ikisi de bir hatırlama olayı. Nostaljide his var, özlem var ve neyi hatırladığınız, nasıl hatırladığınız gerçekle (en azından gerçeğin hatırlandığı versiyonu ile) tutarlı. Oysa Déjà Vu tutarlı bir tarzda hatırlanmıyor; hatta hatırlanan şeyin gerçekle ilgisi yok. Yani sizin böyle bir anınız zaten yok. Bir gün bu hisse kapılabilirsiniz, başka bir zaman kapılmayabilirsiniz. Bu hisse kapıldığınızda, içinizden ne mutlu ne acı bir duygu gelmez.
Kısaca nostalji olmuş bir olayın hatırlanması ve özlenmesidir; Déjà Vu, olmamış bir olayın hatırlanmasıdır.
Bilinen hiçbir yazar da Déjà Vu'yu bir anlatım aracı olarak ne romanında ne masalında kullanmıştır.
Fakat her şey bir tarafa siz bu yazıyı daha önce okumamış mıydınız?