Zeynep Temizer Atalar: Ah ayrılık yaman ayrılık

Ah ayrılık yaman ayrılık
Giriş Tarihi: 27.09.2019 16:18 Son Güncelleme: 27.09.2019 16:27
İnsan yaşamının bitişler ve başlangıçlardan ibaret olduğunu düşündüğümüzde ayrılıkları da insanı büyüten, olgunlaştıran virajlar olarak değerlendirebiliriz.

İnsan yaşamının bitişler ve başlangıçlardan ibaret olduğunu düşündüğümüzde ayrılıkları da insanı büyüten, olgunlaştıran virajlar olarak değerlendirebiliriz. Kendi kaygılarımızı çocuklarımızın kaygılarından ayırabiliyor olmamız, onları bu virajlara daha hazır hâle getirebilmemiz için ilk adım olabilir.

Eşten ayrılma, işten ayrılma, eşyadan ayrılma, şehirden ayrılma, aileden ayrılma… Ömrümüz, her an yaşabileceğimiz bir ayrılık hikâyesine gebe aslında ve ayrılık, yaşımız kaç olursa olsun zor. Çünkü yaşadığımız her ayrılık bizi, yaşamımızın ilk yıllarındaki deneyimlerimizle yeniden buluşturuyor.

Çocuğun annesiyle olan ilişkisinin, ömür boyu yaşayacağı ayrılıklarla olan ilişkisini belirleyen en temel unsurlardan biri olduğu, artık günümüzde kabul edilen bilimsel bir gerçek... Bowlby, en temel içgüdünün "Bağlanma" olduğunu söylüyor. Yani bir bebek, doğduğu andan itibaren hissettiği kaygı ile annesine bağlanmak, aşina olduğu sese daha yakın olmak istiyor. Her ne kadar göbek bağının kesimiyle beraber bedensel özerkliğe kavuşmuş olsa da, annesine daha güçlü bir bağla bağlanıyor. Fakat zamanla, bireyselliğini kazanmaya başladıkça, ayrışmaya da hazır hâle geliyor. Dolayısıyla annesiyle sıcak, samimi, sevgi ve şefkat dolu bir bağlanma süreci geçiren ve sağlıklı bir şekilde ayrışan her çocuk ayrılıklara karşı da bir o kadar tahammüllü olabiliyor.

Peki, yazıldığı kadar kolay mı oluyor bu süreç?

Bu sorunun cevabına, önce annenin ayrılıklara tahammülü üzerinde düşünerek başlayabiliriz. Çünkü annenin, kendi annesiyle olan ilişkisi, onunla yaşadığı bağlanma ve ayrışma süreci, kendi çocuğuyla olan ilişkisine de yansıyor. Bu durumda çocuğun genel gelişimsel yapısı sağlıklı bir bağlanma ve ayrışmaya müsait olsa bile, annenin tutumu bu süreci aksatabiliyor.

Annenin tutumunu etkileyen en önemli unsurlardan biri de toplumsal baskı oluyor. Çünkü konservatif yapımız içinde bir anne çocuğuna ne kadar yapışık ise, o kadar kabul görüyor. Nerdeyse ilkokula başlayacağı döneme kadar annesiyle beraber uyuyan ve çoğunlukla onunla vakit geçiren her çocuk, "iyi yetiştirilmiş" olarak görülüyor. Kadının en temel ve tek vazifesinin sadece çocuğu olduğu ve enerjisinin tamamını, çocuğunun hem bakımı, hem gelişimi hem de eğitimine vermesi gerektiği düşüncesi kabul ediliyor.

Anneden ayrılık="Yok oluş"

Hâlbuki artık bilimsel veriler sağlıklı bir anne ve çocuk ilişkisinde, bu yapışıklığın yaşamın sadece ilk aylarında gerekli olduğunu, 6 aydan sonra ise ufak ayrılıkların ama sonrasında tekrar buluşmaların, ayrışma sürecini çok daha kolaylaştıracağı ve annenin çocuğuna karşı "öğretmenlik" yapmasının, ilişkilerini yıpratan unsurlardan biri olduğunu söylüyor.

Bir bebek ilk 4-6 ay arasında her ne kadar konuşamıyor, korkularını, isteklerini ifade edemiyor olsa da, annesini sesinden, kokusundan ayırt edebilir, ihtiyaç duyduğunda yanında olmadığını hissedebiliyor. Eğer bu ayrılık, uzun süreli olursa ve annesi yerine geçecek benzer şefkatte, sevgide ve samimiyette başka bir bakım vereni de yoksa çok daha dehşetli bir biçimde yaşayabiliyor. Çünkü henüz çok küçük olan beyin yapısı ve algısal işleyişi, bu ayrılığı bir çeşit yok oluş şeklinde yorumlar. Tekrar geri gelebileceğini henüz idrak edebilecek olgunlukta olmaz. Bu nedenle yaşamın ilk aylarında anneden uzun süreli ayrılık, bebeği çok daha ciddi biçimde yaralar. Hatta Graham Greene bu süreci şöyle ifade eder: "Çocuğun acısı birikir çünkü karanlık tünelin sonunun olmadığını görür. 13 haftalık bir dönem, pekâlâ 13 yıl gibi gelebilir."

Çocuğun ayrılığa verdiği tepki yaklaşık 1,5 yaş civarında en tepeye ulaşıyor çünkü bu yaş dilimi, giderek daha da özerkleşen çocuk için tam bir yeniden doğma sancısı yaşadığı, bir yandan varlığını gösterme arzusu içinde olduğu ama bir yandan da çevreye karşı kendini yeterince güvende hissetmediği bir dönem oluyor. 3 yaş civarında ise azalmaya başlıyor. Çünkü artık bilişsel kapasitesi artıyor ve ayrılıkları bir yok oluş yahut tehdit olarak algılamıyor. Eğer annesi gitse bile yeniden geleceğine dair güveni varsa ve annesinin yokluğunda içinde bulunduğu ortam/kişiler ona kendini güvende hissettiriyorsa, bu ayrılığa karşı çok daha tahammüllü olabiliyor.

Sağlıklı bir bağlanma ilişkisi

Ayrılık sürecinin çocuk için görece olarak daha farkına vararak yaşandığı ilk dönem, yaşamın ilk yılının ikinci yarısı oluyor. 6-8 aydan sonra bebek, bedeniyle, beslenmesiyle ve dikkat süresiyle "ben artık ayrışmaya başlayabilirim" mesajı veriyor. Emeklemeye, dolayısıyla daha özgür hareket edebilmeye başlıyor, ek gıdaya geçiyor, anne sütüne bağımlılığı azalıyor, eline bazı nesneler alabiliyor ve bu nesnelerle daha uzun vakit geçirebiliyor. Böylece artık annenin kucağından inmeye ve çevresini keşfetmeye başlıyor.

Bu dönem aynı zamanda bebek için "anneyi zihninde hayal etme"ye başlama dönemi olarak da kabul ediliyor. Annesinin yokluğuna çok daha ciddi tepki vermeye başlasa da bir yandan da yokluğunda onu hayal etmeye, düşünmeye ve kendini avutmaya çalışıyor. Annesi odadan çıktığında ağlamaya başlasa da, annesinin sesini duydukça onun aslında yok olmadığını, tekrar geleceğini sadece biraz beklemesi gerektiğini ve beklerken de onu hayal edebileceğini kavramaya başlıyor.

Aslında bu dönemi, anne için de bir fırsat olarak değerlendirmek mümkün olabiliyor. Bebeğiyle yaşayacağı kısa süreli ayrılıklar, annenin, kadınlık rolünü tekrar hatırlayabilmesini, kendine ve ihtiyaçlarına zaman ayırabilmesini dolayısıyla bebeğine tekrar döndüğünde çok daha mutlu ve coşkulu olabilmesini sağlıyor.

Dolayısıyla bu tür ayrılıklar ve sonunda gelen buluşmalar sonunda bebek, bu sürecin dünyanın sonu olmadığını, biraz canı acısa da yeniden iyi hissedebileceğini deneyimleyebiliyor. Bu nedenle hem bebek hem de annesi için, eğer yaşamının ilk aylarından itibaren birbirleriyle sağlıklı bir bağlanma ilişkisi kurmuşlarsa, 6-8 aydan itibaren yaşayacakları bir iki saatlik ayrılıklar oldukça faydalı oluyor.

Ayrılma anksiyetesi bozukluğu

Fakat eğer anne bu ayrışmaya hazır değilse, çocuğunun bu mesajlarını görmediğinde ve çocuğu büyümeye devam etse de ona daha çok yapışmaya devam ettiğinde, sağlıklı bir bağlanma süreci oluşmadığı gibi ayrılıklar da çok daha baş edilemez oluyor. Çocuğuna karşı aşırı koruyucu ve mükemmeliyetçi olan, sorumluluk vermeyen, fazlaca sınırlayan yahut ihmal eden, suçlayıcı, çocuğunu sürekli uyaran ve kendini sadece annelik üzerinden tanımlayan, literatüre de "helikopter ebeveyn" olarak giren bu annelik sonucunda birçok çocukta, Ayrılma Anksiyetesi Bozukluğu ortaya çıkıyor.

Ayrılma Anksiyetesi Bozukluğu, çocukta en az 4 hafta boyunca devam eden, gelişim düzeyine göre beklenenden fazla ve tekrarlayan kaygı hâline deniyor. Böyle bir kaygı yaşayan çocuğun yeme ve uyku düzeni bozuluyor ve sosyal ilişkilerindeki aksaklıklar da kendini göstermeye başlıyor. Bu bozukluk, daha çok okula başlama, yeni kardeşin doğumuyla anneden uzaklaşma, bir yakının ölümü, anne-baba-bakım verenden uzun süreli ayrılık, kendisi olmasa da başkasının yaşadığı travmatik olaya yahut sancılı bir boşanma sürecine şahitlik etme gibi durumlarda ortaya çıkıyor. Ayrıca bugün yapılan birçok araştırma da, ayrılığa şiddetli tepki veren çocukların özellikle annelerinde de kaygı, depresyon yahut ayrılık anksiyetesi görüldüğünü ifade ediyor.

Çok daha ciddi bir ruhsal zorluk olarak yaşanması dışında aslında her ayrılık yeni bir başlangıç... İnsan yaşamının bitişler ve başlangıçlardan ibaret olduğunu düşündüğümüzde ayrılıkları da insanı büyüten, olgunlaştıran virajlar olarak değerlendirebiliriz. Kendi kaygılarımızı çocuklarımızın kaygılarından ayırabiliyor olmamız, onları bu virajlara daha hazır hâle getirebilmemiz için ilk adım olabilir. Onların kişilik özelliklerine ve gelişimsel ihtiyaçlarına göre kurduğumuz ilişki biçimi sayesinde çocuklarımız, yaşadıkları/yaşayacakları ayrılıklara karşı daha hazır olabilir, gerektiğinde bu ayrılığın ardından yaslarını tutabilir yahut yeniden buluşmanın verdiği hazzı yaşayabilirler.

Kaynaklar:
Bowlby, J. (2014). Ayrılma. (M. Günay, Çev.) İstanbul: Pinhan.
Erermiş, S., Bellibaş, E., Özbaran, B., Büküşoğlu, N. D., Altıntoprak, E., Bildik, T., & Çetin, S. K. (2009). Ayrılma anksiyetesi bozukluğu olan okul öncesi yaş grubu çocukların annelerinin mizaç özellikleri. Türk Psikiyatri Dergisi, 20(1), 14-21.

BİZE ULAŞIN