Raşit Ulaş: Sokrat'ı öldüren sistem: Demokrasi

Sokratı öldüren sistem: Demokrasi
Giriş Tarihi: 2.11.2016 14:18 Son Güncelleme: 16.11.2016 14:39
Raşit Ulaş SAYI:29Kasım 2016
Küresel kapitalizmin şuan için en kullanışlı sistemi olaan ve önümüze seçeneksiz sunulan demokrasinin, Amerika’nın Irak’a ve bütün Ortadoğu’ya getirdiği şey olduğu kimse tarafından dillendirilmiyor

Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar daha eşittir" cümlesiyle bitirir George Orwell Hayvan Çiftliği kitabını. Sanırım çağımızın sistematik problemleri bir cümle ile ancak bu kadar öz anlatabilirdi. Romanda hayvanlar, insanlardan bağımsız olarak kendi kendilerine bir sistem kurmuşlar ve yaşamaya başlamışlardır fakat olaylar öyle bir noktaya gelir ki, hayvanların kendi kendilerine yaptıkları, insanların yaptıklarını aratır olur. Nihayetinde domuzların çeşitli yollarla iktidar olmasıyla bütün hayvanların eşit olduğu ama domuzların daha eşit olduğu bir sistem ortaya çıkar. Bunu aslında ütopik yahut fantastik bir durum olarak görmemek gerekiyor. Bugüne kadar olayların hep bu şekilde ilerlediğini gördük. Eşitlik ve özgürlüğün garanti altına alınması ile varlıklarını garanti altına alan kullanışlı siyasi sistemler nihayetinde hep bu duruma doğru evirildi.

Siyasi/ekonomik düşüncenin varlığından beri üretilen bütün sistemlerin insan için olduğu söylendi. İnsanın dünyada daha özgür, daha mutlu ve refah içinde yaşaması için var olduğu iddia edildi. Bu durum gerektiğinde 'halka rağmen halk için' anlayışıyla yapılırken gerektiğinde ise halkın üstünlüğünü savunarak yapıldı. Anarşizmden faşizme, sosyalizmden liberalizme, demokrasiden monarşiye kadar istinası olmaksızın hepsinin söylemi teorik olarak birbiriyle aynı: İnsan.

Bakıldığı zaman bugünün dünyasının en vahşi ekonomik sistemi olarak hayatımızda var olan kapitalizmin dahi bunu savunduğunu görüyoruz. ABD eski başkanı George W. Bush yaptığı bir konuşmada: "Kapitalizm bugüne kadar tasarlanmış en iyi sistemdir. Sağ ve soldan bazı sesler hür teşebbüs sistemini aç gözlülük sömürü ve başarısızlıkla bir tutuyor. Kapitalizm insanlara nerede ve hangi işte çalışabilecekleri konusunda hürriyet sunuyor. İstedikleri ürünü alıp satma fırsatı sunuyor. Sosyal adalet ve insan onuru peşindeyseniz gitmeniz gereken tek yer serbest piyasa sistemidir" derken tam da bunu söylüyordu işte… Sosyal adalet, insan onuru ve kapitalizm… Para akışının hep aynı yöne olduğu bir sosyal adalet, insanın fert olarak onu insan yapan erdemleriyle değil işe yaradığı kadar hesaba katıldığı bir insan onuru ve kapitalizm… Kendisinin yaratıcısı olan devletin başkanı ağzıyla böyle anlatılıyordu... Hepsinin tek bir amacı var: Yeryüzü cennetlerini kurmak. Kendilerine ait ve sadece kendileri için bir cennet tasavvuru. Hepsi de yaşadıkları yerde kendisinden başka hiç kimseye nefes alma hakkı vermeyen, nefes alma hakkı veriyormuş gibi görünürken bile aslında yaşamaması için bütün şartları olgunlaştıran sistemler…

Bugün bize ne dayatılıyor? Milletlerin kendi kaderlerini tayin etmeleri, yine o kaderleri çizmek isteyenlerin eli ile önümüze bir seçenek olarak sunuluyor. Aslında söylenen tam olarak şu: "Öyle yahut böyle öleceksin, sana nasıl öleceğinin seçeneğini sunuyorum. İstersen yavaş ve acılı bir ölümle ölürsün, istersen bir anda hızlıca." Bu ölüm seçenekleri, dünya sanayi toplumuna geçtiğinden beri belirlenmiş coğrafya ve milletlerin önüne konuluyor. Amerika'nın Irak'ı işgal operasyonunun adı 'Irak'ı Özgürleştirme Operasyonu'ydu. Defalarca Irak'ın bir diktatör tarafından yönetildiği ve Saddam'ın kimyasal silahlarla dünyayı tehdit ettiği dikte edilmişti evvela. Sonrasında ise Amerika'nın Irak'a yapacağı operasyonunun amacı, Irak'ta ki totaliter rejimi devirmek ve oraya demokrasi götürmek şeklinde açıklanarak dünya bu işgale hazırlandı. Nihayetinde demokrasi geldi Irak'a. 2 milyonu aşkın Müslümanın ölümü, yüz binlercesinin sakat kalması, hapishanelerde işkence görmesi ve tecavüze uğramasıyla beraber geldi. Amerika'nın yaptığı şeye 'demokrasi bahanesiyle' deniyordu fakat Amerika'nın getirdiği bizatihi demokrasinin kendisiydi aslında. Nasıl ki, komünist Mao ve Stalin'in Çin ve Sovyetler 'de yaptığı zulümler komünizmin, Hitler ve Mussolini'nin Almanya ve İtalya'da yaptıkları Faşizmin ta kendisi idiyse Amerika'nın da Irak'ta yaptığı demokrasinin kendisinden başkası değildi.

Kötünün iyisi mi?

İlkokuldan itibaren demokrasi şöyle tanımlandı bize: 'Demokrasi halkın kendi kendini yönetmesidir.' Enteresan bir tanımdı, o gün de aynı kanaatteydim bugün de aynı kanaatte: Halk kendi kendini nasıl yönetir? Halkın kendi kendini yönetmesi ne demek? Antik Yunan'daki demokrasiden birebir alınarak tanımlanan bu ifadenin elbette o devirde bir karşılığı vardı. Belli bir sistemde yönetilen polislerdeki halkın ayrıcalıklı bir kısmı, bir karar alınacağı zaman bütünüyle karara dâhil oluyor ve kendi kendisine karar verebiliyordu. "Antik Yunan demokrasisini önceki rejimlerden ayıran temel özellik, toplumun (vatandaşların, kentdaşların) polisin yönetiminde doğrudan söz sahibi olmasıydı. Köle, kadın ve yabancılar bir tarafa konunca geriye kalan bütün vatandaşlar arasında siyasi eşitlik söz konusuydu; her vatandaş mecliste özgürce konuşma hakkına sahipti. Vatandaşlar her gün bir araya geldikleri toplantılarda düşüncelerini özgürce paylaşıp, fikir alışverişinde bulunuyordu. Polislerde doğrudan demokrasinin görüldüğü öncelikli alan halk meclisleri idi. Bununla birlikte, 'Beşyüzler meclisi' (Boule) ve yargı gibi kurumlar aracılığıyla da insanlar siyasete dâhil edilmişti. (İlknur Gürgen)" Bunu bugünkü seçim sistemiyle kıyasladığımız zaman şeklin dışında bir benzerlik göremiyoruz.

Küresel kapitalizmin şuan için en kullanışlı sistemi olan ve önümüze seçeneksiz sunulan demokrasinin, Amerika'nın Irak'a ve bütün Ortadoğu'ya getirdiği şey olduğu kimse tarafından dillendirilmiyor. Nasıl ki Bush'un ağzından söylenen kapitalizm övgüsüne "kapitalizm aslında iyi ama Bush'un söylediği gibi değil" demiyorsak aynı Bush'un Irak işgali öncesinde yaptığı konuşmadaki demokrasi vurgusuna da bunu söylememizin imkânı yok.

Sistemlerin şahsiyetleri

Her insanın birçok yönüyle birbirinden farklı olması gibi insanların oluşturduğu her milletin de müşterek özelliklerinin diğerlerinden farklı olması insan tabiatının gereği. Çok basitleştirerek anlatırsak; iki insanda ayrı ayrı ortaya çıkan aynı hastalığın tedavilerinin de aynı olması düşünülemez. Bağışıklık sistemleri, organlarının durumları, hastalığının evresi gibi birçok bileşen ile tedavi yönteminde farklı metotlar uygulanır. Bütün hastalar için paket bir tedaviyi düşündüğümüzde ne gibi sonuçlarla karşılaşacağımız malum. Bu durumu insandan topluma da aynı şekilde aktarabiliriz. Fert olarak insanın hastalığının tedavisi tıp ile mümkün olduğu gibi toplumsal arızaların da tedavisinin yahut arızaların önüne geçmenin en önemli yolu da sistemin varlığıdır. Var olan sistemin uygulandığı toplumun ihtiyaçları ve karakteristik özellikleri dikkate alınarak hazırlanması ve toplumun önüne sunulması, oluşan arızaların giderilmesi açısından hayati önem taşıyor. Bir parantez açarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kanunlarının hangi ülkelerden uyarlandığına bakalım. İdari Yargılama Usulü Kanunu Fransa'dan, Medeni Kanun İsviçre'den, Eski Türk Ceza Kanunu İtalya'dan, Türk Ticaret Kanunu Almanya'dan alınmış. Bugün ise kanunlar noktasında millet olarak ne denli sıkıntı çektiğimiz malum. Toptancı bir yapıyla yaşayışı, düşünüşü, oturuşu, kalkışı özetle bütün yönleri birbirinden farklı olan İsviçrelilerin uyguladıkları medeni kanunun ufak tefek değişikliklerle Türk Medeni Kanunu olarak uygulanmasının onlarca sıkıntısıyla karşı karşıyayız bugün. Yahut aynı şekilde Ceza Kanunu…

Bu şekildeki bir değerlendirmeyle nevi şahsına münhasır diyebileceğimiz, milletin hiçbir değerini göz ardı etmeden, klasik ifadeyle söyleyecek olursak 'güçlülerin haklı değil haklıların güçlü olduğu' insanların kendi topraklarında kendilerini yabancı hissetmediği, kafasının her gün yeni bir politik değişimle allak bullak olmadığı yapının yeni baştan kurulmasının gerekliliği malum. Fakat bu nasıl olacak?

Bir ütopya olarak demokrasi

Türkiye'de durumlar oldukça karıştı. 2000'li yılların ilk zamanlarına kadar demokrasinin yılmaz savunucusu olan laik seküler çevreler bugün Hitler'in de demokrasi ile işbaşına geldiğini söyler hale geldiler. 2000'li yıllara kadar şiddetle demokrasi eleştirisi yapan bazı İslamcılar ise bugün demokrasinin en keskin savunucuları arasında. Dün demokrasiden asla taviz verilemez, demokrasi tek kurtuluş yoludur, özgürlüklerin ve hakların tek güvence kaynağıdır diyenler de bugün demokrasinin belirli şartları sağladığında faşizme ve özgürlüğü kısıtlayıcı birtakım sorunlara yol açabileceğini söylemeye başladılar. Yine dün İslam ile demokrasiyi birbirinin zıttı olarak gören ve zinhar demokrasiyi kabul etmeyen İslamcı camianın bazısı bugün 'İslam'da da demokrasi vardır, demokrasi ve İslam birbiriyle çelişmez' tezini sunuyor. Bu ciddi bir karmaşa doğuruyor. Öyle bir sistem düşünün ki anın koşullarına göre savunucuları ve muhalifleri tam ters istikamette değişebiliyor. Mesela, komünizm ve faşizm gibi birbirinin tam zıttı olarak görünen iki sistemin savunucu ve muhaliflerinin birkaç 10 yıl içinde değiştiğini görmemizin imkânı var mı? Elbette yok. Yeni bir sistemin nasıl olması gerektiği sorusunun cevabı işte burada derin bir paradoksa dönüyor.

Buradaki temel problem isim olarak ister demokrasi ister otokrasi ister monarşi olsun sistemlerin genel pencerede millet şahsiyetinden, özelde de insan fıtratından ayrı düşünülerek ve dünyanın konjonktürüne göre birkaç 10 yıllık hedefler doğrultusunda kurgulanıp uygulamaya geçilmesi. Bu durumun neticesi ise elbette kaos oluyor. Tabii ki sosyal bir kaosun neticesinde insanların fikri ve zihni kimyası da değiştiğinden, konjonktür gereği insanlar dün savunduklarına bugün karşı çıkmak, dün karşı çıktığını da bugün savunmak durumunda kalıyor. Politikada bunu doğal karşılayabiliriz, politikanın tabiatında zaten bu var fakat halk nezdinde de durum böyle olunca zihni kirlilik had safhaya çıkıyor.

Bütün bunları teker teker düşündüğümüzde önümüzde ütopik bir sistem var: Mutlak eşitliğin, insan hürriyetinin ve refahın yaşanabilmesine olanak sağladığı söylenen ama aslında bir simülasyondan ibaret olan demokrasi. Bugüne kadar demokrasiyle bunun yaşanabileceğine dair, var olduğu topraklar da dâhil olmak üzere bir emare görmedik fakat önümüze sunulan seçenekler arasında demokrasiden daha iyi bir seçeneğin de olmadığı söyleniyor. Peki, bizim için bir paket olarak sunulanlardan birini seçmekten başka bir ihtimal yok mu?

Şunu unutmamak gerekir ki; milli irade denilen şey sandıktan ibaret değil. Milli irade, tankın önüne yekvücut halde durabilmek, el birliğiyle bir zulmü defedebilmek, aynı gözle olmasa bile farklı gözle aynı ufka bakabilmek... Bu ise bütün sistemlerin üstünde bir sistemin ürünü olabilir. İnsanın insan onuruna halel getirmeden, şahsiyetini sistemin çarklarına kurban etmeden yaşatan bir sistemin… Geri kalan her şey ise bir bankanın reklamlarında söylediği "Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı bankasıyız" ifadesinin içerdiği anlamdan ibaret. Hepsi aynı, bazıları daha aynı...

BİZE ULAŞIN