Gündelik yaşantımızın dilini belirleyenin zaman içinde değişime uğraması ile tanımlar ve yorumlar da değişmektedir. Bu zeminde ele alındığında mekân, içinde bulunduğumuz zaman aralığında toplumların anlaşılması, dönüştürülmesi ve tanımlanması için önemli bir saha halini almıştır. Aslında mekânın temsiliyeti ve üretilmesi yeni bir şey değil. Yeni bir şey olmamakla birlikte biçimin ve pratiğinin değiştiğini söylemek de mümkün. "Mekânsal biçimler, içinde toplumsal süreçlerin oluştuğu cansız nesneler olarak değil, toplumsal süreçleri, bu süreçlerin mekânsal olmasıyla aynı tarzda 'içeren' şeyler olarak görülmelidir." David Harvey'in de belirttiği gibi mekânlar stabil olmaktan çok hem yapı olarak hem de insan dokusu olarak sürekli bir değişim halindedir. Bu değişimi incelemeye çalışacağım yer ise Tophane semti oldu.
Ceneviz surlarının hemen dışında yer alan, Bizans yapıları ile donatılmış bu liman bölgesi Sultan Fatih'in kenti fethinden Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar; kışla, top yapımevi ve talimhane olarak kullanılmış. Tophane-Fındıklı yamaçlarında amfi tiyatro düzenindeki bu bölge; Rum, Ermeni, Musevi ve Müslümanlar gibi çeşitli etnik ve dini toplulukların yerleşim merkezi olmuş. Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde gayrimüslim azınlıkların çoğu şehirden ayrılmak zorunda bırakıldığı için buradaki gayrimeskûn evlere çoğunlukla Doğu Anadolu'dan göçenler yerleştirilmiş ve semtte yeni yapılar kurulmuş.
Biz kötü yılları bilmiyorduk, bizzat kötüyü yaşıyorduk
Göçler sebebi ile başlayan bu değişimde gelen kişilerden biri de görüşme yaptığım Mustafa Bey'in babası. Dolayısıyla kökleri Erzurum'da olsa da aidiyetini bu semtte kurmuş olan Mustafa Bey burada doğmuş ve kendi çocuklarını da bu semtte büyütmeye gayret etmiş. Konuşmamıza Tophane'nin bulunduğu konumu açıklayarak başlıyor; "Bir tencere dibi gibidir burası, yokuşu bol, çıkışı bol bir yer." Bu tanımı yaptıktan sonra 78 öncesi Tophane'nin durumunu anlatmaya devam ediyor: "Tophane kötü bir yerdi. Biz de kötüydük. Kötü yılları bilmiyor, bizzat kötüyü yaşıyorduk ama buranın kendi içinde bir saygı müessesesi vardı. Kabadayılar semti olarak bilinen Tophane'de her fert kendine ait bir adaydı. Bu açıdan hiyerarşik yapı kuvvetliydi. Çok farklı etnik kökenden gelen insan vardı burada dolayısıyla farklı dinler de vardı fakat Müslümanlığın yaşandığını söyleyemem." Mustafa Bey'in anlattığı bu dönem Tophane'nin uluslararası uyuşturucu ticaretinin yapıldığı, mafyaları ile meşhur ve kendi dışındaki dünya için tehlike arz ettiği bir dönemine tekabül ediyor. Fakat 1978 sonrasında içlerinde Mustafa Bey'in de bulunduğu bir grup mahalleli gencin muhafazakârlaşma süreçleri ile bu bölge artık bambaşka bir değişim içine girmiş: "Dönüşümü başlatan 17 kişiydik. Henüz 18 yaşlarındaydık. O yıllarda Tophane'ye dışarıdan yabancı birinin girip burada barınması mümkün değildi. Bu mahallenin bir kuralı gibiydi adeta. Ta ki tıp fakültesi öğrencisi bir abimizin buraya gelip yaşamaya başlamasına dek. Bu abi anlattıkları ile bizi, içinde bulunduğumuz kötü, dağınık hayattan çekti çıkardı. Bugün gördüğünüz mahallenin genel yapısı o günlerde atılan tohumun sonucudur." Kendisinin Müslümanlaşma olarak ifade ettiği bu değişim sürecinde mahalleli kendi içinde ciddi çatışmalara girmiş. Dönüşümü isteyen ve buna direnenler arasında yaşanan bu çatışmayı söylendiği üzere muhafazakârlaşma kazanmış. Siyasi olarak da tehlike arz eden uyuşturucu ve mafya gibi yapıların yok edildiği semtin bugün sahip olduğu ana dokuyu görmek çok da zor değil.
Cihangir'den aşağı doğru yürürken sokak aralarında, duvarlarda; konser ve sergi afişlerinin yanında ayetlerin, hadislerin ve farklı birçok derneğin program afişlerini görmek mümkün. O günlerden kalan ve hâlâ devam eden birçok dernek-vakıf-cemiyet var Tophane'de. Bugünün hafızası ile yaklaşıldığında şaşırabileceğimiz bu dokunun temellerinin eskiye dayanması ve hatta bu semtin yakın geçmişinin bunlardan oluşuyor olması altı dikkatle çizilmesi gereken bir unsur. Mustafa Bey bölgenin dokusunu anlatmaya devam ederken değişimlerin yanı sıra aynı kalan şeylere de vurgu yapıyor. Abilik müessesesinin, mahallelilik kültürünün ve birliktelik açısından homojenliğin devam ettiğini ısrarla tekrar ediyor. İçindeki harmonik yapıya rağmen hâlâ devam ettiği iddia edilen bu mahalleliliğin nedenini de bir üst kimlik olarak Tophanelilik ile açıklıyor. Mustafa Bey, semtteki bu kırılmanın zeminine muhafazakârlaşmayı oturtsa da mahiyeti değişen mahallenin biçimsel olarak değişmediğini görebiliyoruz. Bu değişim, bölgenin bahsi geçen tehlike ve kirlilikten arınmasını sağlamış fakat -kendi içlerinde- ilişki ağlarını ve kültürlerini muhafaza etmiş. Şüphesiz ki görüşme yaptığımız kişi sayısınca bu yorum da değişime uğrayacaktır fakat 'dışarı' ile muhatap oldukları ilk olayda bu kitleselliği koruyor olmaları bu yorumun çok da yabana atılamayacağını gösteriyor. 1978 sonrası dönüşümün yönünü ifade etmeye ara vermeden evvel bu dönüşümün düşünsel ve buna uygun bir yaşamsal örnekle gerçekleştiğine tekrar dikkat çekmek istiyorum.
Mutenalaştırma sanatı
Türkiye'nin, sanayileşme ile birlikte büyük kentlerinde yerleşim birimlerine uygulanan kentsel dönüşüm 1984 yılları sonrasında gündeme gelse de bunun uygulanması yakın tarihlerde gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Bu sorun, tanımları ve sınırları net olmayan bir sorundur. Gentrification/Mutenalaştırma/Soylulaştırma gibi kavramlarla karşılanır ve bu içerisinde yapı değişimiyle birlikte kültürel değişimi de barındırır. Mekânın denetim altına alınması ve düzenlenmesi modernite projesinin temel paradigmalarından olduğunu varsayarsak, mekânın bir şekilde fethedilmesinin de mekânın yeniden üretilmesi ile mümkün olabileceğini söyleyebiliriz.
Dünyanın önemli kentlerinde de örneğini görebileceğimiz soylulaştırma çabası İstanbul'da Galataport Projesi ile öne çıkıyor. 2002 yılında Karaköy'den Tophane'ye kadar olan sahil şeridinin ticari ve sanat alanlarına dönüştürülmesi kararı alındı. Bu kararla birlikte günümüze kadar birçok değişiklik yaşandı bile.
Bu projeyi bütünüyle kötülemek mümkün olmayacağı gibi uygulamadaki ihmallerin ve tartışmaların da göz ardı edilmemesi gerektiğini 2010 yılında Tophane saldırısı olarak gündeme gelen olayla anlamış bulunuyoruz. Proje ile birlikte bölgede çok sayıda galeri, kafe ve otel açıldı. Bu yenilikler ve karşı-tavır üzerine çok yönlü düşünmek gerekir. 2010 yılında bir galeri açılışında mahalleli ve açılış davetlileri arasında kavga çıktı. Bu olay üzerine elbette çok sayıda haber ve araştırma hazırlandı. Yaşanan bu olay Türkiye'de klasik 'gericilik-laikçilik' ikilemi ile ele alınmaya çalışılsa da belki de ilk defa çok refleksli bir tartışma halini aldı. "Soylulaştırma meselesi sadece hükümetin, devletin, kapitalist ekonominin, sermayenin kent mekânlarından, arazilerden rant elde etmesi değildir; aynı zamanda kültürel bir şeydir" diyen Ferhat Kentel, Tophane saldırısını ele aldığı yazısında kentin görüntüsünün değişmesi ile birlikte insanın da bu soylulaştırmanın bir parçası haline geldiğini belirtiyor.
Burada zihniyetlerin çatışması var
1978 sonrası Tophane'de yaşanan muhafazakâr dönüşümün esas dinamikleri çok başka olsa da bu süreçle birlikte dışarıya dönük bir içe kapanma yaşandığını inkâr edemeyiz. Ama bu içe dönme hali 2010'dan sonra ağırlıklı olarak yapılan 'metropolde taşra yaşantısını devam ettirme' yorumunu da onaylamaz. "Semtimiz ve mahallemiz konut bölgesi dolayısı ile konut bölgesinin otellere, kafelere, galerilere açılması arkasında bir kasıt olduğunu düşündürüyor bende. Bu ekonomik pahalılaşmayı da beraberinde getirince buradaki yoksul halk kaçmaya başladı." Mustafa Bey, bahsi geçen olayı çok aşamalı açıklıyor. Değişimin ilk ayağını ekonomik durumla izah ediyor. Artan kiralar nedeniyle yoksul halkın buradan gittiğini, mülk sahiplerinin ise buna çok da fazla dayanamayacağını söylüyor. 1980'li yıllarda New York'un Lower East Side mahallesinin de aynı yolla speküle edildiğini hatırlıyoruz. İşçi mahallesi olan bu yer yoksullaştırma stratejisi ile bir veçhe oluşturuyor. Pek fazla seçeneği olmayan düşük gelirli insanlar kontrol edemedikleri ekonomik güçlerin karşısında yenik düşüyor. Lower East Side'ın dönüşümünün spot cümlesini hatırlamakta fayda var: "İnsana, kendisi olmasına imkân tanıyacak bir seçenek."
Benzer süreç ve cümleleri Tophane örneğinde de görmek mümkün. Ekonomik baskı konunun önemli bir kısmını kaplıyor olsa da dikkat çekilmesi gereken bir diğer başlık dokunun ve dilin değiştirilmesi. Sanat mekânı haline getirileceği, gelişeceği söylenen Tophane'nin halkı bu 'gelişmeyi' şöyle okuyor: "Beni taşra çocuğu olarak, kendilerini de aydın olarak görüp sanatlarını şova dönüştürmesinler. Burada mekânların değil zihniyetlerin çatışması var. Bize diyorlar ki, 'sizi güdeceğiz!', bizi eğiteceklermiş." New York örneğiyle benzer olduğunu iddia edebileceğimiz bu dönüşüm mahalleli için değil dışarıdan gelecekler için hazırlanıyor. Burada gerçekleştirilmeye çalışılan yerinde sanat, kendi dokusu ile otantik olan semti deotantize ediyor. İnsanlar kendilerini sanatsal faaliyetler içinde gördüklerinde bu duruma dâhil olabiliyorlar fakat Mustafa Bey'in de belirttiği şey, burada yapılan sanatın yerel halkın çoğunun ilgi duymayacağı ve bununla birlikte galeriler eliyle kurulan yeni ilişki ağlarının da mahallelinin yerleşmiş kültürüne ters olduğudur. Dolayısıyla yerinde sanat denen olguda sanat yapanla sanata 'maruz kalan' arasında bir ortak dilin kurulmamış olması dikkat çekici.
Tophane'deki dönüşüm sürecinin devam etmesi yapılan ve yapılacak olan bütün yorumların sıklıkla yenilenmesini gerekli kılar hale geliyor. 1978 sonrasında bölgenin temizlenmesi potansiyel suçun başka bir yöne kaydırılması ile mümkün olmuş. Fakat bu dönüşüm etnik, kültürel ya da ekonomik bir süreç olmamış. Tophane'yi korumak, mahalleyi korumak, yereli korumak gerçeği ile karşımıza çıkıyor. 2002 yılından sonra yaşanan süreç ise çok yönlü ele alınabileceği gibi karşılıklı üretilen argümanlara da bakıldığında ağırlıklı olarak ekonomik ve kültürel çatışma ile değerlendirilebilir. Bunu "üst ölçekte kentte yaşanan dönüşümlerin mikro ölçekte yol açtığı sancılar" olarak okumalar yapılsa da esas olanın sorunun tarafları olduğu aşikârdır. Sıklıkla Sulukule örneği ile kıyaslanan bölgede tezat olan, Sulukule'de güç erklerine karşı çıkan entelektüel-muhalif çevrelerin Tophane'deki bu dönüşümde psikolojik güç uygulayan taraf olmasıdır. Korhan Gümüş'ün Tophane değerlendirmesinde sarf ettiği şu cümleler olayı daha net açıklıyor: "Sulukule'nin yıkılıp Sulukulelilerin yaşadıkları bölgeden sürülmelerini kapitalizmin doymak bilmez iştahıyla açıklayan ve karşı duranlar, kendilerini haklı olarak Sulukuleli gibi algılayan Tophanelileri zerrece anlayamıyorlar. İstiyorlar ki; onlar da kendileri gibi açılan her galeriden sevinç duysunlar, 'sanatın aydınlığı'nda yıkansınlar..."
Tophane örneği hem tarihsel arka planı çok geniş olması sebebi ile hem de içinden geçtiği süreçlerin çokluğu ve farklı yönlülüğünden ötürü her seferinde değişik açılardan tekrar ele alınması gerekir. Benim ele aldığım konu provoke edilmeye açık bir konu olduğu için hakkında çok fazla çalışma yapılmış fakat altını çizmeye çalıştığım kısım, her iki dönüşümde de aktif rol almış Mustafa Bey'in ve mevcut mahallelinin tepkilerindeki değişim oldu. Tepkilerde bu değişimi mahallenin yerelliğinin değişim yönü ile de açıklayabiliriz. Galataport Projesi ile müdahalenin dışarıdan olması, içeridekilerin kolektif birlikteliğini zorunlu kılmış, mahallelilik kimliğine sıkça vurgu yapılmıştır. Yani 1978 sonrası dönüşümde mahallelinin birbiri ile mücadelesi, 2002 sonrası 'dışarıdan gelen'e doğru dönmüş diyebiliriz.
Küreselleşme sürecinin etkilerinin yaygınlaşmasıyla birlikte, bir yandan kentin anlamı ve küresel düzlemde sahip olduğu rolü, diğer yandan kentsel yapının iç dinamikleri bir diğer ifadeyle kentlerin mekânsal, sosyal ve kültürel yapısı dönüşüme uğramıştır. Bu dönüşümün önemli yansımalarından birisi de, kentlerdeki farklı sosyo-kültürel kesimlerin mekândaki ayrımlaşmasıdır. Bu ayrışma sürekli halde dinamik olduğu için iç gerilimlerini de doğurmuştur. Tophane örneğiyle sosyo-kültürel yer değiştirmeyi örneklemeye çalıştım. Mustafa Bey'in, yer yer mahalleli adına da yaptığı konuşma bize çatışmanın temel dinamiklerini sergilese de pekâlâ birçok şeyi de simüle etmiştir. Bunu da göz ardı etmeden devam eden bu sürecin takibi yapılmaya değerdir.
Büşra Bulut kimdir?
Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi tarih bölümü mezunu.