Emre Gönen: Fransa, devrim ve bizler

Fransa, devrim ve bizler
Giriş Tarihi: 29.07.2016 15:06 Son Güncelleme: 17.10.2016 17:03
Emre Gönen SAYI:26Temmuz 2016
Fransa’da toplumun en altta kalan kesimini temsil edecek ne bir devrimci hareket, ne bir dini yapı, ne de sırtlarını dayayabilecekleri bir ‘anavatan’ var. Bu kesim, geniş ölçüde Müslüman. İslam Fransa’da Katoliklikten sonra gelen en fazla üyesi olan dini inanç... Bunun üzerine bir de sömürgecilikten ve sömürge savaşlarından kalan gelenekselleşmiş nefret de eklendiğinde, bugünkü toplumsal kopuşun açıklaması bir nebze ortaya çıkıyor.

Fransa'da devrim hareketi gene sokaklarda... Televizyonlarda, haber saatlerinde, internet üzerinden sıklıkla baktığımız sosyal medya mecralarında direnen sendikalar, gençlik örgütleri ve Fransızların sokak protestolarını görüyoruz. Gösteriler pek o kadar da demokratik çerçevede kalmıyor. Yüzleri maskeli gruplar ve kişiler, kimi zaman hastanelerin bile dış cephelerine saldırarak kırıp döküyorlar. Adlarına kısaca 'casseur' (yıkıcı) denilen bu gruplar Fransa'da on yıllardır var. Büyük kitle gösterilerinin arasına karışıp provokasyon eylemleri düzenliyorlar. Bu çok yeni bir gelişme değil. Yıllardır gerek güvenlik güçleri, gerek yürüyüşü düzenleyen kuruluşlar, bu tür eylemlere karşı önlem almakta zorlanırlar. Ancak son dönemlerde artan toplumsal gerginlikler dolayısıyla bu tür kırıp dökmeye varan vandalizm de ileri boyutlara taşınmış görünüyor.

Fransa'da neden sokak gösterileri bu denli arttı sorusuna cevap vermek çok kolay değil. Görünen temel sebep, Fransa'nın son derece kemikleşmiş istihdam piyasası regülasyonlarını bir miktar esnetmek istemesi... Sosyalist hükümetin Çalışma Bakanı Myiram el-Khomri'nin adıyla bilinen yasa tasarısı, ortaya atıldığından beri bütün işçi sendikaları, gençlik örgütleri ve sol yelpazenin tüm hareketleri kılıçlarını çekmiş biçimde, son derece sert bir muhalefet sergilemeye başladılar. Giderek güçsüzleşen ve üye sayısı azalan büyük sendika konfederasyonları, yepyeni bir enerji ile kamu sektöründe dönemli grevler ve direnişler düzenlemeye başladılar. Özellikle elektrik üreten nükleer santrallerde üretim azalması, Fransa'da hayatı felç etmekte önemli rol oynadı.

İş hayatını yeniden ele almaya yönelik bu düzenlemelerin temelinde, Fransa'da 1968 Mayıs olaylarından sonra hazırlanan ve dönemin hükümetinin kabul etmek zorunda kaldığı sistem yatıyor. İstihdam piyasasına bir kez girerek bir iş akdi çerçevesinde çalışmaya başladığınızda, bu neredeyse 'kaydı hayat şartıyla' iş güvencesi verebiliyor. Bir çalışanın işten çıkartılabilmesi için ya iş yerinin çok ciddi bir darboğaza girmiş olması ve Çalışma Bakanlığı'nın bunu tasdik etmesi gerekiyor ya da çok ciddi bir profesyonel hata yapılmış ve ispat edilmiş olması gerekiyor. Bu haller dışında, iş güvencesi son derece sağlam... Fransız toplumu da buna alışık olduğu için, istihdam alanında yapılacak herhangi bir esnek düzenlemeyi baştan reddediyor.

İş güvencesinin, çalışan yığınlar ve işçi sınıfı açısından büyük bir kazanım olduğu daima söyleniyor. Yanlış bir saptama gibi de durmuyor. Yalnız, bu mevzuatın kabul edildiği 1968 senesinin ekonomik koşulları da, sosyal yapısı da bugüne hiç benzemiyor.

Göçmenler daimi işsiz

1968 yılı, liberal kapitalizmin altın çağı olarak addedilen savaş sonrası dönemin sonlarına denk geliyordu. Tam istihdam, son derece düşük enflasyon ve ekstansif üretim dönemleriydi. Mayıs ayında bütün dünya ülkelerinde, savaş sonrası kuşağın temsilcileri sokaklara indi. Paris en bilinenidir, ancak ABD'de, Meksika'da, Prag'da, bir dizi ülkede ve kentte Mayıs 1968 çok geniş bir sosyal hareketin infilak ettiği dönemdir. Belki de ilk 'küresel' sosyal ayaklanma olarak görülebilir. Fransa'da Mayıs 1968, üniversite öğrencilerinin boykotları ve son derece yaratıcı duvar yazılarıyla bilinir. Ne var ki, dönemin güçlü sağ iktidarını ve Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle'ü gerileten, 9 milyona yakın işçinin greve gitmiş olması ve Fransa ekonomisinin durma aşamasına gelmiş olmasıydı.

Yaklaşık bir ay süren grev dalgası, Çalışma Bakanlığı'nın bulunduğu Grenelle sokağında yapılan toplantılar sonucu bir çözüm noktasına getirildi. Sendikaların üyesi işçiler, yapılan anlaşmaya karşı çıkarak grevi daha iki hafta sürdürdüler ancak nihayetinde anlaşma kabul edildi. Asgari ücret üçte bir oranında artırıldı, diğer ücretlere yüzde 10 oranında bir artış yapıldı. 1973 petrol krizine dek yaşam standardı bir hayli yükseldi.

Ne var ki, 1968 koşulları ve kazanımları, zaman içinde işçi sınıfının orta sınıfa dahil olması ve kaybedeceği zincirlerinden çok daha fazla şeyin oluşması sonucu, istihdam piyasasında başka sorunlar yarattı. Fransa ile karşılaştırılabilecek ekonomilere sahip Almanya ve İngiltere'de işsizlik oranları, Fransa'nın yarısı düzeylerinde seyretmeye başladı. İş güvencesinin çok sağlam olması, işverenleri giderek daha temkinli biçimde istihdam etmeye itti.

Bu gelişme, son derece sert kuralları olan, ancak önemli bir toplum kesimini dışlayan bir iş piyasasının oluşmasına yol açtı. Yaklaşık aktif ve iş arayan nüfusun yüzde onu, hiçbir zaman sağlam bir kontrat imzalayamıyor ve daimi biçimde iş piyasasının dışında kalıyor. Bu sistemi değiştirmek isteyen her iktidar, çok ciddi toplumsal muhalefetle karşılaştı. Sağ iktidarlar bu sisteme dokunmak istediklerinde çok ciddi sorunlar yaşadılar. Nicolas Sarkozy'den önce sağın liderliğine oynayan Başbakan Dominique de Villepin'in tüm kariyeri, 'geçici kontrat' sistemini denemek istemesi yüzünden mahvoldu.

'İşçi sınıfının kazanımı' olan bu yüksek iş güvencesi, kronik işsizlik dönemlerinde, yani kabaca 1980 yılından bu yana, toplumun en az nitelikli bölümünü kalıcı işsizliğe itti. Sosyal refah devleti çerçevesi, iş bulamayan ve bulamayacak olan insanlara asgari geçim desteği sağlıyor, ayrıca Fransa'da sağlık ve eğitim gibi birincil öncelikli alanlar devletin desteğiyle bedelsiz olarak sunuluyor. Ne var ki, vasıfsız olduğunuzun neredeyse kurumsal bir yapıya kavuşması, hiçbir insanı memnun edecek bir gelişme değil. Fransa'nın temel sorunu da, bir türlü el uzatılamayan bu toplum kesimi...

Genelde Kuzey Afrika kökenli göçmen nüfusun bu kategoriye girdiği söylenebilir. Aileler kalabalık, gelir düşük ve genellikle ebeveyn tahsilsiz. Çocukların okula gitme oranı yüksek, ancak okulda başarı düzeyi ciddi biçimde düşük. Çoğu ortaokul diplomasına tekabül eden 'Brevet'lerini aldıktan sonra kısa süreli profesyonel formasyon verilen branşlara yönlendiriliyorlar ve bu şekilde, 'daimi işsiz' kategorisine aday oluyorlar.

Artık işçi sınıfının ve toplumun gözden çıkarılmış kesimlerinin savunuculuğunu yapacak, onların siyasi umudu olabilecek sol partiler yok. Sovyetlerin yıkılmasıyla, zaten bir değişim süreci geçiren Avrupa komünist partileri ya marjinal hareketler haline geldiler ya da merkez sola kayarak daha ılımlı, konvansiyonel politik güçlere dönüştüler. İtalya Başbakanı Matteo Renzi'nin partisi, çok geniş biçimde eski İtalyan Komünist Partisi'ne dayanıyor. Ancak bu halleriyle, ilerici ve demokratik bir söylem benimsemiş olsa da, bu tür partiler toplumun bu yeni katmanlaşması karşısında ciddi bir alternatif sunmuyorlar.

Kısaca özetlersek, Fransa'da bugün toplumun en vasıfsız, en unutulmuş tabakasını göçmen kökenli genç bir kesim oluşturuyor. Bu kesimi istihdam edecek bir talep yok. Olan talebi çok çeşitli biçimlerde daha esnek hale getirmek için haftalık iş saatleri azaltıldı. 40 saat yerine 35 iş saati haftası uygulaması on yıllardır sürüyor. İşsizliği azaltıcı herhangi bir etkisi olmadı.

Bu kesim, geniş ölçüde Müslüman. İslamiyet Fransa'da Katoliklikten sonra en fazla müntesibi olan dini inanç... Bunun üzerine bir de sömürgecilikten ve sömürge savaşlarından kalan gelenekselleşmiş nefret de eklendiğinde, bugünkü toplumsal kopuşun açıklaması bir nebze ortaya çıkıyor.

İntihara götüren hayal kırıklığı

Fransa'da 'Müslüman kesim' olarak belirli bir kategoriyi adlandırmak da çok açıklayıcı değil, çünkü Kuzey Afrikalı Müslüman nüfus büyük ölçüde Cezayir, Tunus ve Faslılardan oluşuyor. Türklerden oluşan diaspora ile çok az bağlantıları var. Oysa Fransa rejimi ve devletin idari yapısı, toplumdaki temsiliyeti bir Conseil Français du Culte Musulman (İslam İnancı için Fransa Konseyi) aracılığıyla gerçekleştirmek istiyor. Bu konsey, ilginç bir yapı oluştursa ve çalışmalar yapsa da, tüm Müslümanları temsil edebilecek bir doğaya sahip değil. Zaten büyük ölçüde Cezayir kökenlileri temsil ediyor.

Toplumun 'en altta' kalan kesimini temsil edecek ne bir devrimci hareket, ne bir dini yapı, ne de sırtlarını dayayabilecekleri bir 'anavatan' var. Tunus'ta Arap ayaklanmasını başlatan olay, Fransa'da okuduktan sonra kendi ülkesine dönmüş, ancak iş bulamadığı için seyyar satıcılık yapan bir gencin kendini yakmasıyla başladı. Anavatana dönüş de bir çözüm değil, hatta Fransa'da kalamamak ve orada yaşayamamak, intihara kadar götüren bir hayal kırıklığı oluşturabiliyor.

Bu toplumun en genç kısmı, 2007 yılında birden ayaklandı. Büyük kentlerdeki arabaları yakmaya başladılar. Her gece yüzden fazla araba yakıldı ve bunu yapanlar, yaş ortalaması 15 civarında olan varoş gençleriydi. Bu ilk salvo, başladığı gibi bitti, Fransız yetkililer nasıl başladığını ve neden bittiğini anlayamadılar. Ancak ikinci salvo, çok daha caniyane ve inanılmaz sert biçimde meydana geldi. Az sayıda, hayatlarını kaybetmekten korkmayan genç insan, sadece mümkün olduğu kadar çok insan öldürmek için silahlandılar. İntihar saldırıları sonucu Charlie Hebdo ve Paris katliamları oluştu. Onlarca, yüzlerce insan öldürüldü.

Bugün istihdam piyasasının esnetilmemesi için mücadele vermek, şanlı işçi sınıfı direnişi kategorisinden çok, orta sınıfın kendi çıkarlarını koruma inadı çerçevesinde ele alınmalı. Fransız toplumunun bu bir kenara itilmiş kesiminden çıkan terör grupları, benzerlikleri itibarıyla Rote Armee Fraktion (RAF) ve Brigate Rosse (Kızıl Tugaylar) hareketlerine benziyor mu? Bu kadar nihilist bir terör örgütlenmesi hangi toplumsal ve tarihi koşulların ürünü? Bu sorulara verilecek her cevap, birlikte yaşama ve barış kültürüne katkıda bulunabilecek. Kesinlikle söylenebilecek tek şey, geçmişten gelen anlayış ve ideolojik enstrümanların bugünü anlamakta ve anlatmakta çok yetersiz kaldıkları. Fransa'da gerçekleşen bir 'devrimci direniş' değil. Sadece kendini sorgulamayı geciktiren bir toplumun derin endişesi...

BİZE ULAŞIN