Cengiz Alğan: SANAT SEPET SEKTÖRÜNÜN SEKÜLER KÖLELERİ

SANAT SEPET SEKTÖRÜNÜN SEKÜLER KÖLELERİ
Giriş Tarihi: 5.10.2023 15:22 Son Güncelleme: 5.10.2023 15:26
Artık sanatın ve sanatçının toplumdan “üstün” gibi sunulduğu anlatıya itirazların yükselmesi elzem. Bir de kime sanatçı diyeceğimize karar vermek lazım. Yoksa birkaç şarkı söylediği için kendisini toplumun kanaat önderi yerine koyanlarla uğraşmaktan ince sanat zevklerine zaman bulamayacağız.

Geçtiğimiz ay, Türkiye'de kendilerini topluca "sanat camiası" olarak adlandıran kesimler için oldukça ilginç gelişmeler yaşandı. Bilen biliyordu ama bu gelişmelerden bazıları bu camianın karakterinin geniş kesimlerce de anlaşılması açısından neredeyse turnusol kâğıdı işlevi gördü. Bunlardan biri Amerikan merkezli dijital bir yayın platformunun çekimleri tamamlanmış, yayına hazır bir Atatürk dizisini yayınlamama kararı alması üzerine açığa çıktı.

İddiaya göre dizinin yayından kaldırılmasını, ABD merkezli faaliyet yürüten Amerika Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA) sağlamıştı. Bu kuruluş 1915 olaylarının ABD'nin tüm eyaletlerinde "Ermeni soykırımı" olarak tanınması için çabalayan, Türkiye karşıtı bir lobi şirketi olarak biliniyor. Ancak işlevi bununla sınırlı değil. Örneğin ANCA'nın eski başkanlarından Murat Topalyan, 1999'da ABD'de terör suçlamasıyla hapis cezası aldı ve tutuklandı. Yöneltilen suçlamalar arasında New York'taki Türkevi önünde bombalı saldırı, dört farklı eyalette Türk yetkililere yönelik bombalı saldırılar, çalıntı patlayıcılar bulundurmak, Ermeni gençleri topladığı terör kamplarında silah eğitimi vermek, militanları Lübnan'daki kamplara yollamak gibi eylemler bulunuyordu.

ANCA'yı 2019'da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Washington ziyareti sırasında PKK'lı ve FETÖ'cü militanlarla birlikte düzenledikleri saldırgan protesto gösterisinden de hatırlıyoruz. Atatürk dizisinin yayınlanmama kararını sevinçle karşılayan ve dijital yayın platformunun yöneticilerine teşekkür eden kuruluşun yapısı kısaca böyle.

Atatürk'ü sopa gibi sallayan "ünlü mamuller"

Türkiye karşıtı bir lobinin Atatürk dizisi yayınlatmamak için uğraşması, yayın platformunun da herhangi bir sebeple bunu uygulaması anlaşılabilir tabii. Ancak ilgili ilgisiz her yerde ve durumda Atatürk aşklarıyla övünen, kollarına, sırtlarına Atatürk imzasını dövme yaptıran, bu imzayı araba camlarına yapıştıran, bir kusur işlediklerinde bile üzerini örtmek için hemen Atatürk gölgesine sığınarak çıkış yolu arayan "sanat camiası"nın bu olay karşısındaki suskunluğunu nasıl yorumlamak gerekir?

Konserlerinde kitlelerini "Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa!" diyerek coşturan, plajlarda 10. Yıl Marşı çalan, milli bayramlarda Atatürk'e minnetini dile getiren, filmlerinde, dizilerinde mutlaka Atatürk'e yer veren, alakasız gündemlerde dahi onunla ilgili sözler eden, dindarlara karşı Atatürk'ü yıllardır sopa gibi sallayan bu "ünlü mamuller" değil mi? (Arafta Sorular'ın dil sihirbazı programcısı sevgili Esra Elönü'nün kulakları çınlasın). Birkaç ünlü dışında bu camianın tamamı konuya ya sessiz kaldı ya da "görmedim, duymadım, fikrim yok" diyerek geçiştirdi.

İşin ilginç tarafı, dizinin yayında kaldırılmasına en çok bu kesimin beğenmediği, aşağıladığı, Atatürk devrimlerinden sapmakla suçladığı AK Parti çevrelerinden tepki geldi. Parti sözcüsünden bakanlara, önemli parti figürlerinden, iktidara yakın görülen TV programcılarına, gazetecilere hatta RTÜK'e kadar çok sayıda insan kınama mesajları yayınladı, platformun ücretli üyeliğinden ayrılma kampanyası yaptı.

Atatürk'ü kurşun geçirmez bir yelek gibi göğüslerinde taşıyan, her daim bu duruşun kaymağını yiyen camia ise dut yemiş bülbüle döndü.

İdeolojik körlük ve ikiyüzlülük

Demek ki bu kesimin okyanus büyüklüğünde gösterdiği Atatürk sevgileri "ilelebet" veya mezara kadar değil pazar(layan)a kadarmış. Potansiyel projelerde iş bulamama, camiadan dışlanma korkusuyla yaşayan, istenildiğinde koro halinde konuşan, istenilmediğinde koro halinde susan seküler kölelermiş bunlar. Ajansları ne kadar izin verirse o kadar ve o şekilde yaşayabilen, para ve şöhret zincirine vurulmuş zavallı insancıklar kümesi.

Bu kesimin ve onlardan ilham alan seçmen kitlelerinin çeşitli olaylarda nasıl topluca aynı fikri, neredeyse aynı cümlelerle seslendirdiklerine çok şahit olduk. Örneğin Gezi ayaklanmasında Taksim'e gitmeyen "sanatçı" kalmamıştı. Tümü de aynı sloganları atıyordu. Orman yangınlarında hep bir ağızdan "Help Turkey" etiketi açarak ülkeyi yangınla mücadelede yetersiz ve çaresiz gösterme operasyonuna topluca katıldılar. Son Mayıs seçimlerinde hep birlikte "cumhuriyetin sonu"nun geldiğini, kadınların eve kapatılacağını, çıktıkları son konser olacağını iştahla sahnelerden anlatıp durdular. Bunların hiçbiri olmadı ama bir teki bile çıkıp da "yanılmışız" deme gereği bile duymadı.,

Bu cenahın ve aynı zeminde yer alan CHP yönetiminin Atatürk'ü nasıl işlerine geldiği gibi kullandığını, CHP Grup Başkanı Özgür Özel geçen ay Bodrum'da bir toplantı sırasında net ifadelerle dile getirdi. Şöyle diyordu Özel: "En kolay alkışın Atatürk denilerek alındığı bir siyasi partinin siyaset üretme pratiğinde sorun var. Sıkışınca Millî Mücadele'den, Atatürk'ten bahsederek alkış alarak ilerlenemez. Bunda bir kolaycılık, birbirimizi kandırmak var."

Çok açık değil mi? Özel ve diğerleri de farkında ki başları sıkışınca Atatürk süveteri giyip aklanıyor, Atatürk'le ilgili sıkıntılı bir durum olduğunda ise havaya bakıp ıslık çalıyorlar. Apaçık bir ideolojik körlük, gün gibi ortada bir ikiyüzlülük söz konusu.

Sanatın yüceliği ve devlete saydırmanın konforu

Yine ağustos ayında bu kesimin uzaktan kumandayla topluca harekete geçtiklerini gösteren iki vaka daha yaşandı. Bunlardan biri oyuncu Tamer Karadağlı'nın Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne atanmasıydı. Daha haber ajanslara düşer düşmez sosyal medyada Karadağlı'ya karşı bir linç ve karalama kampanyası başlatıldı. Karadağlı'nın yetersizliği, maçoluğu, "Saray yalakası" olduğu gibi ayıp yakıştırmalarda bulunuldu. Bir tiyatro grubunun üyeleri sözde espri yaparak alaya alan videolar çekti. Binlerce hakaret ve aşağılama havada uçuştu. CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır da koroya katıldı ve sanatın ayaklar altına alındığından, "Muhsin Ertuğrul'dan Karadağlı'ya" düşüldüğünden, tiyatroya, sanata, sanatçıya dokunulmaması gerektiğinden dem vurdu. Tiyatroyu göklere çıkarıp Karadağlı'yı yerin dibine sokmaya çalıştı. Oysa ne bu oyuncu söylenen özelliklere sahip ne de tiyatro öyle göklere çıkarılacak bir sanat dalı.

Örneğin Antik Yunan'da tiyatro müzik, cinsellik ve görselliğin bir arada sergilendiği bayağı mecralar olarak görülüyordu. Kadın ve çocukların izlemesi yasaktı. Üst sınıflar asla oyuncu olmaz bu işi "aşağı tabakaya" bırakırdı. Fransız İhtilali'nde tiyatrolar kapatıldı. Hatta tiyatrolar caddesine "suç caddesi" ismi takılmıştı. Çünkü yankesicilik, hırsızlık, yaralama, cinayet gibi her türlü suç burada işleniyordu. Yani tiyatro öyle yüksek mevkilere hitap eden bir sanat değil, aksine bayağı bir eğlencelik olarak görülüyordu. (Konuya ilgi duyanlar için Dr. Taceddin Kutay'ın 14 Ağustos tarihli Akşam yazısını tavsiye ederim: https://www.aksam. com.tr/yazarlar/taceddin-kutay/ fahrettin-altun-dogru-soyledi/haber- 1390836)

Tabii burada asıl mesele Tamer Karadağlı'nın "sürüden ayrı" hareket eden bir oyuncu oluşu. Örneğin sınır ötesi askeri operasyonlar yapılacağı zaman "sanat sepet sektörü" koro halinde karşı çıkar, CHP lideri destek veren sanatçılara "yalaka" etiketi yapıştırırken o sınıra gidip askerle birlikte poz veriyordu. Yahut Türk milliyetçisi olduğunu açıkça söylüyordu ki bu zinhar kaçınılması gereken bir davranış biçimi. Açıkça Batı hayranı olduğunuzu ya da mesela açıkça LGBT hareketini desteklediğinizi söyleyebilirsiniz ama Türk milliyetçisi olduğunuzu, hatta Türk olduğunuzu açıkça söylemeniz hoş karşılanmaz.

Bir de tabii Devlet Tiyatroları'ndaki dükalık düzeninin sabit kalması isteği var. Yıllardır sürekli aynı oyunları sahneleyip dolgun maaş ve imkanlara sadece seküler cemaat sahip olmalı, bu düzene asla dokunulmamalı. Sahnede ödül alırken ilgili ilgisiz her konuda devlete veya hükümete saydırmanın konforu kimselere bırakılmamalı. Bunu yaparken de sanatın yüceliği, tanrısallığı, dokunulmazlığı gibi siperler arkasına sığınılmalı.

İdeolojik kölelerin zehirleyici etkisi

Son bir olay da şarkıcı Teoman'ın yeni çıkaracağı bir şarkıya "Kendi Vatanında Parya" ismini vereceğini ve şarkıyı Necip Fazıl Kısakürek'e adayacağını söylemesiyle ortaya çıktı. Kullanışlı koro derhal harekete geçti elbette. Nasıl olur da Teoman gibi bir rock sanatçısı "sağcı" birine şarkı adardı? Alışık olduğumuz üzere sosyal medyada linç ayinleri düzenlendi. Teoman defterden silindi. "AKP'ye yanaşmakla" suçlandı! Albümlerinin bundan böyle dinlenmeyeceği, çalınmayacağı duyuruldu.

Oysa Teoman'ın yazdığı şarkının sözlerinde ahım şahım bir şey de yoktu. Necip Fazıl'a tek atıf şarkının ismiydi. Zaten kendisi de bunun bir hiciv olduğunu, yalnızca gençlere öğüt vermek için yazdığını söyledi. Ama "düşman kampın" bir figürünün adını ağzına almıştı bir kere. Artık aforoz edilmeliydi ve öyle de oldu. Benzerini defalarca yaşadık. Sadece cumhurbaşkanının fotoğrafını çektiği için yılların üstadı Ara Güler'i harcayan, dönemin cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın'la ortak bir türkü düzenlemesi yapan usta sanatçı Erkan Oğur'u geri adım atmaya zorlayan da yine bu seküler dikta oldu. Sayısız sanatçı, yazar, oyuncu, şarkıcı bu faşizan diktanın gadrine uğradı.

Kendisini toplumdan ayrı ve "yukarıda" gören bu kitlesel linç aygıtının bizzat toplumsal yaşam için zehirleyici bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu kitle (kendisinin ideolojik köle haline geldiğinin farkına varmadan) sadece sıradan insanı aşağılamakla kalmıyor. Dikte ettiği kuralların dışına milim çıkılmasına da şiddetle itiraz ediyor. Kimin hangi projede yer alabileceğini, hangi konularda bağırıp, hangi konularda sessizliğe bürüneceğini de belirleme yetkisini sonsuza kadar elinde tutmak istiyor. Sonuçta konu dönüp dolaşıp uzun yıllardır tartıştığımız "kültürel hegemonya" meselesine dayanıyor. Bu konuda da daha cesur olmak gerekiyor. Örneğin "muhafazakâr sermaye" diyebileceğimiz iş dünyasının sanat alanına daha fazla destek vermesi, özel projelerde, daha cesur insanları istihdam etmesi basit ama etkili bir adım olabilir.

Kanaatimce artık sanatın ve sanatçının toplumdan "üstün" gibi sunulduğu anlatıya daha açık yüreklilikle itirazların yükselmesi elzem. Bir de kime sanatçı diyeceğimize karar vermek lazım. Dizi oyuncusu, pop şarkıcısı, manken- sunucu gibi sanatsal üretimle hiçbir alakası olmayan kişileri "sanat camiası" diye adlandırmanın boşa paye dağıtmak olduğunu düşünüyorum. Batıda bu işleri yapanlara "entertainer" deniyor, "artist" değil. İnsanlara anlık olarak eğlenceli zaman geçirten bu kişileri sanatçıdan ayrıştırmamız gerek. Yoksa birkaç şarkı söylediği için kendisini toplumun kanaat önderi yerine koyanlarla uğraşmaktan ince sanat zevklerine zaman bulamayacağız.

BİZE ULAŞIN