Lafa gelince siret, gerçek hayatta suret güzelliği tercih sebebi
Estetik, güzellik başta olmak üzere duyuları hissetme ve algılama ile ilgili bir kavram. Bu kavram zahiri olarak dış güzellik ve uyumu ifade etse de, insanın iç dünyasına ve yapısına bakan ciheti de var. Bu kavramın ifadesini en güzel ve zirvesinde bulduğu yer ise -dışarıya yönelmeye bile gerek kalmadan- insanın sireti, seciyesi, ahlakı. İşte bu hakikate işareten sık sık duyduğumuz bir söz vardır: "Önemli olan ruh güzelliğidir, iç güzelliğidir." Ancak bu sözü o kadar sık duyduk ki bu vecize artık içi en çok boşalmış özlü sözler listesinin başına alınsa yeridir. Hemen hemen herkes bu ağızlara sakız olan vecizenin "asıl önemli olan insanın özü, sireti, ahlakı, karakteri, seciyesidir" anlamını kabul ediyor olabilir ancak uygulamada bunun hayata yansıdığını görmekte zorlanıyorum. Gerçekte muhatap olduğumuz durum bize ısrarla şunu fısıldıyor gibi: "Önemli olan siret değil suret güzelliğidir." Bu iki kelime arasındaki tek harflik fark aslında dünya ahalisinin güzele, güzelliğe, uyuma bakış bakımından geldiği/ getirildiği durumu gösterir nitelikte. Hiç olmazsa kendimize karşı dürüst olalım; hayatta, medyada, bireysel eğilimlerde siret güzelliğinin değil suret güzelliğinin tercih edildiğini, bedensel güzellik algısının ön planda geldiğini, nefse hitap edenin güzel kabul edildiğini teslim edelim. Ruh/iç güzelliği halen söylem düzeyinde yerini korusa da, somut gerçeklikte önceliğin dış güzelliğe ait olduğu da buz gibi bir gerçek. Aksi doğru olsaydı reklamlar, filmler, diziler, markalar ya da medya bize zahiri güzelliği bu kadar pompalamaya, pazarlamaya kalkmazdı herhalde.
Nezaketsiz, letafetsiz, hürmetsiz zarafet mi olur?
Nezaket, zarafet, incelik, kibarlık, görgü, rikkat, saygı, sevgi, diğerkâmlık, efendilik, hanımefendilik, edep, terbiye gibi meziyetlerin sokaklardan, çarşı-pazardan, okullardan, kurumlardan giderek uzaklaştığı bir sosyal hayatta güzellikten, estetikten bahsetmek biraz lüks gibi görünüyor ama konuşmayı da bırakırsak bunların kendileri gibi lafızları da hayatımızdan çıkacak adeta. O halde konuşmayı bırakmamak daha evla. Aslında güzellik duygusu salt dışarıyla ilgili değil, esasen insanın iç dünyası, bakışı ve tavrıyla alakalı bir meziyet. Bunu daha antik dönemde Eflatun şu sözleriyle dile getirir: "Güzellik esas olarak ruhlara yerleşmiştir. Ölçü ve oran gibi erdem de her şeyde güzelliği oluşturur." Plotinos da şu kaydı ekler: "Bir insanda görülen bilgelik kadar güzel bir şey yoktur." Güzellik kavramını ve duyusunu sadece sanatlar, mimari, dış görünüş ve bedensellikle özdeşleştirmekte ısrar ettiğimiz sürece estetik algımız gözün, burnun, kulağın ve midenin çitleri içerisine sıkışıp kalacak ve insanın sahip olduğu diğer duyular saf dışı olacaktır. Oysa yukarıda saydığımız meziyetler hayata yansıtılmadığında beş duyunun algıladığı güzellik ve ahenk son derece güdük kalır. İnsanın sadece hissettiği güzellik değil, kendi güzelliği de bu meziyetlerledir ve bunlar onun iç dünyasına, seciyesine, ahlakına bağlıdır. Biz bunlardan mahrum kalmakta ısrar ettiğimiz sürece suretle kayıtlı güzelliklerin de tadına doğru dürüst varamayız ve varamayacağız.
Pamuk prenses sendromu - güzellikle çirkinliğin mücadelesi
Meşhur çocuk masalı Pamuk Prenses, satır aralarında iç güzellik ile dış güzelliğin karşılaşmasının da hikâyesidir ve "Pamuk Prenses Sendromu" olarak da adlandırılan bir psikolojik sendromu gözler önüne serer. Kendi iç güzelliğini hiç dert edinmeyen ama buna karşılık dış güzelliğine takıntılı kıskanç kraliçenin saplantılı hikâyesi insanın ruh sağlığına, kendine bakışına, başkalarıyla karşılaştırma saplantısına ve iç çatışmasına dair sorunlu durumu yansıtır. "Pamuk Prenses Sendromu", genellikle dayatılan sosyal normlar ve başkalarıyla sürekli karşılaştırmalarla beslenen, fiziki güzelliğe yönelik amansız bir arayışla temsil edilir. Bu arayış, görünüşe karşı takıntılı olmaya, kişinin kendi bedeniyle ilgili kronik bir memnuniyetsizliğe ve başkalarının onayına aşırı güvenmeye yol açabilir. Bu durumu temsil eden cadı kraliçenin karşısında, Pamuk Prenses ise bu güzellik takıntısının mağdurudur. Bu mağdur çoğu zaman iç güzelliktir. Savunmasız kalan Pamuk Prenses'in hikâyesi, dış güzellik takıntısının sürükleyeceği çukurları, toplumsal karşılaştırmanın tehlikelerini ve başkalarının dayattığı güzellik standartlarını içselleştirmenin zararlı sonuçlarını vurgular. Grimm kardeşlerin masalı iyiyle kötünün, kıskançla naifin, gençle yaşlının hikâyesinin yanında güzelle çirkinin ve daha ötesi fiziki güzellik saplantısının getirdiği çirkinlikle kendinin farkında dahi olmayan ama bunu yaşayan iç ve dış güzelliğin mücadelesini anlatır. Bu masalın dünya çapında bu denli karşılık bulmasının nedeni aslında çağın insanını ve toplumunu yansıtması olsa gerek.
Güzel görünme baskısı nasıl zulme dönüşüyor?
Mona Cholet'nin 10 yıl kadar önce yayımladığı Ölümcül Güzellik-Kadın Yabancılaşmasının Yeni Görünümleri adlı kitabı bir hayli tartışmaya neden olmuştu. Bunun sebebi medya ve endüstri tarafından dayatılan bir güzellik algısının artık kadınlar için tam anlamıyla bir zorbalığa dönüşmüş olduğunu haykırmasıydı. Chollet bu kitabında vahşi bir yabancılaşma biçimi olarak gördüğü kadınlara dayatılan estetik kalıpların oluşumunu inceliyor. Amerikan dizilerinin, kadın dergilerinin veya moda ve kozmetik endüstrilerinin, moda tasarımcılarının, top modellerin ve aktörlerin kadın imajını köleliğe varan aşağılayıcı araçlara dönüştürmesine dikkat çekiyor. Cholet tüm bunlar tarafından dayatılan kadın güzelliği standartlarının arkasında ultraliberal ve yenisömürgeci bir dünya görüşünün olduğunu ileri sürüyor. Şöyle tespitlerde bulunuyor: "Aslında ufukların olmadığı bir dünyadayız, anlam ve umut veren tüm büyük ideolojiler ivme kaybediyor. Kendimizi şaşırmış, kaybolmuş halde buluyoruz. Böyle bir atmosferde güzellik bir kaçış, her şeyin pozitif ve kadifemsi olduğu bir evrene sığınmanın bir yolu olarak ortaya çıkıyor. Çok baştan çıkarıcı, çekici." İnsanlara pompalanan bu kurgulanmış kadın güzelliğinin bir "moda-güzellik kompleksi" doğurduğunu söyleyen yazar bu kompleksi şöyle açıklıyor: "Bu kavram, reklam gücü çok büyük olan ve krize çok iyi direnen tüm sektörleri kapsıyor. Çok az paranız olsa bile güzellik ürünlerinden neredeyse vazgeçemiyorsunuz. Estetik cerrahi için bazı kadınlar borç almaya hazır. Hayatta daha iyi performans göstermelerine ve sosyal yarışta kalmalarına yardımcı olabilecek bir yatırım olarak görülüyor."
Dış görünüşün ve zahiri estetiğin tahakkümü
Bedensel görünüm, giyim-kuşam, vücut bakımı, saç modeli, aksesuarlar vs… Toplum giderek dış görünüşe ve onun göze güzel, orantılı, uyumlu
görünmesine daha fazla önem verir oldu. Kadınlar, erkekler, kızlar, delikanlılar hatta çocukların artık en önemli gündemi dışarıya nasıl göründükleri, dışarının da kendilerine nasıl görünmesi gerektiği üzerine dönüyor gibi. Bu idrak seviyesi adeta bize emirler veren despotik bir hale gelmiş görünüyor.
İyi ama çoğumuzu esir almış görünen bu dış güzellik ihtiyacı ve arayışı nereden ileri geliyor? Bu arayışa getirilen birçok açıklama ve hipotez mevcut ve bana kalırsa "dürtüler+kültür+zamanın ruhu" formülünün dışında bu işin içinden çıkmak pek de mümkün görünmüyor. Daha da ötesi bu genel eğilim bedeni ve bedensel görünümü salt bir ihtiyaç olmanın ötesinde psikolojik bağımlılıklar da içeren oldukça geniş bir iş kolu ve bir pazar haline
getirmiş durumda. Hal böyle olunca bedenin ve bedensel güzelliğin asıl değerini artık onun için kurulmuş olan, bakım ve makyaj ürünleri, sağlıklı yaşam, diyet ve egzersizleri, vücut geliştirme, yoga, pilates ve türevleri, estetik cerrahi, moda, aksesuarlar, vitaminler gibi birçok koldan oluşan bu sektör ve pazar belirler oldu. Bu sektörün başarısı haliyle "herkes daha güzel görünmeli, daha fit olmalı, daha şık giyinmeli, bakımlı olmalı, daha çekici hale bürünmeli" buyurganlığını da beraberinde getiriyor. Çünkü ilgi ve kabul görmek, olumlu bir intiba, tercih edilmek hatta iş bulabilmek bile bu buyurganlığın telkin ettiği kriterlere göre mümkün hale geliyor. Kısacası anlam bozukluğunun hüküm sürdüğü bir dünyada kral da haliyle bedensel görünüm ve zahiri estetik kıstaslar oluyor. Anthropologie du corps et modernité (Bedenin Antropolojisi ve Modernite) kitabının yazarı David Lebreton Batı medeniyetiyle zirveye çıkan bu anlayış ve eğilimi şöyle açıklıyor: "Batılı insan, bedeni refahın, iyi görünmenin ayrıcalıklı bir mevkii, bireyin ve onun farklılığının bir göstergesi olarak keşfetti."
Güzel olma tutkusunun kişilik bozukluğuna dönüştüğü nokta
İnsanların güzele meyletmesi ve kendi algılarınca daha güzel bir görünüme sahip olmaya heves etmeleri yeni bir şey olmadığı gibi son derece de normal. Ancak bu güzel görünme, güzel olma merakı da belli bir seviyeden sonra tutkuya, daha ilerlerse takıntıya, daha da ilerlerse kişilik bozukluğuna ve psikolojik rahatsızlığa kadar varabiliyor. Açıkçası fiziki güzellik tutkusu abartıldığında ya kendini bu bakımdan abartarak narsisizme ya da kendini çirkin ve eksik hissetme ve çirkinlik korkusuna kadar varabiliyor, insanın kendisiyle ya da bedeniyle barışık olmamasına yol açabiliyor, önce komplekse dönüşüp daha da ilerlediğinde bildiğiniz psişik bir hastalığa evrilebiliyor. Psikolog ve psikiyatrlar bu takıntının negatif yönlü olanının hastalık boyutu kazanmış hallerinden en belli başlısını "beden dismorfik bozukluğu" ya da "dismorfofobi" olarak tanımlıyor. Bedensel özelliklerinden birinin yetersiz ya da yeterince güzel ya da uygun olmadığı düşüncesini takıntı haline getirenler böyle basit bir şeyi büyüttüklerinde resmen bu psişik rahatsızlığa kapılabiliyorlar. Geçmişte ancak bir kompleks ya da kuruntu şeklinde görülen bu durumun dış görünüş ve haz odaklı bir toplumun serpildiği çağımızda bir fobi ya da hastalık olarak tanımlanması tesadüf olmasa gerek. Bu işin reçetesi şu: Bedensel estetiğinize ve görünümünüze ilgi gösterin, bakımlı olun ama bu konuda hissettiğiniz eksiklikleri bir takıntı ve kompleks haline getirip iç huzurunuzu bombardımana tutmayın çünkü işin ucunda psikolojinizden de olmak var.
Kozmetik kraliçesinin Siyonizme "bi güzellik" yapmaya adanmış hayatı
Kozmetik sektörünün en büyük girişimcilerinden biri adını dünyaya dev bir kozmetik ürünler markasına dönüştüren Helena Rubinstein'dı. 1870 yılında Polonyalı Yahudi bir tüccar ailesinin kızı olarak dünyaya gelen Rubinstein 1909 yılında biraz borçla ilk güzellik salonunu açtığında geleceğin dev bir endüstrisinin de öncülüğünü yapıyordu. Piyasaya sürdüğü makyaj ürünleriyle dünya çapında servet sahibi bir kozmetik kraliçesi haline geldi. Ancak Rubinstein'ın şekillenmesine büyük katkı sağladığı kadın makyaj ve bakım ürünleriyle ilişkisi son derece manidar ve ibretlikti. Rubinstein aynı zamanda bir sır olan bu özelliğini 94 yaşındaki vefatından bir süre önce Avustralyalı bir gazeteciyle yaptığı söyleşide ifşa etmekten geri kalmadı. Bu söyleşinin ilgili kısmı şöyle nakledilir: "-Bayan Rubinstein, kadınları güzelleştirmek için yetmiş yıldır yüzlerce kozmetik ürün üretiyorsunuz. Dünya güzellik sektörü elinizde denilebilir. Bunca krem, allık, pudra, losyon ve ürünün sahibisiniz. Peki, bu yaşınıza kadar bunların hangilerini kullandınız? - Hiçbirini kullanmadım! - Anlamadım! Hiçbirini mi dediniz? - Evet, hiçbirini kullanmadım! – Peki, ama neden? - Çünkü kozmetiğin faydasına inanmam! - İyi, ama o halde yetmiş yıldır niçin bu kozmetik ürünleri üretiyor ve dünyanın dört bir yanına satıyorsunuz? - İsrail Devleti için!" Rubinstein tam anlamıyla adanmış bir Siyonistti ve öncülüğünü yaptığı bu sektörden elde ettiği gelirin büyük kısmıyla vakıflar kurarak İsrail'i ve Siyonist kuruluşları destekledi. Bir başka deyişle tüm hayatını ve servetini Siyonizme bir güzellik yapmaya adanmıştı.
Kozmetik devi L'Oreal'in kurucusu Schuller'in faşizmi ve Nazi işbirlikçiliği
Kozmetik sektörünün bir diğer öncüsü L'Oreal'in kurucusu Eugène Schuller saç boyası üretimiyle başlayarak Rubinstein gibi büyük bir kozmetik
sanayi imparatorluğu kurdu. O sadece bir kozmetik sanayicisinden ibaret değildi; rakip firmanın patroniçesi Rubinstein kendisini nasıl Siyonizme adamışsa, o da tam tersi istikamette faşist Fransız sağının politikalarına adamıştı. Kimya öğrenimi gördükten sonra yeni bir saç boyası geliştiren ve bunu Oreal markasıyla pazarlayan Schueller paraya kavuştukça faşist eğilimli anti-semit ve anti-komünist bir Fransız hareketi olan, kıyafet ve ritüellerinde Ku Klux Klan'dan ilham alan La Cagoule için çalışmaya ve finansal destek sağlamaya başladı. Fransa'da faşist hareketin kurulması ve gelişmesinde etkili bir figür oldu. Ürün ve şirketlerinin gelirlerini bu amaçla kullandı. 1940'ta Eugène Deloncle ile birlikte Hitler yanlısı bir faşist örgüt kurmaya başladı. Nazilerin desteğiyle MRS (Sosyal Devrimci Hareket) adlı oluşumu hayata geçirdiler. Eugène Schueller, ekonominin önde gelen kişiliği haline geldi ve La Révolution de l'économie (Ekonomi Devrimi) adlı kitabı Fransız faşizminin referans başlıkları arasına girdi. 1941'de Bolşeviklere karşı Doğu cephesinde Almanlarla birlikte savaşa katılan Fransız Gönüllüler Lejyonu'na katıldılar ve Hitler'e bağlılık yemini ettiler. 1941'de, örgütün Paris'teki kongresi öncesinde yaptığı konuşmada Schueller, "mutlaka kanlı olması gereken" "hem arındırma hem de ıslahtan oluşan bir ön devrim" çağrısında bulundu. Fransa'nın işgali sırasında Nazilerle işbirliği yapan La Cagoule hareketinin toplantılarını L'Oreal'in tesislerinde yapmasına ön ayak oldu. Fransa Naziler tarafından işgal edildiğinde Nazi Almanya'sının kuklası Vichy hükümetini destekledi. Bununla beraber savaş ve işgal bittiğinde kendisini direnişçi olarak tanıtmasını da becerdi. 1957 yılında öldüğünde kızına bir sanayi devi miras bıraktı.
Türkiye tıbbi estetik turizminde dünya beşincisi
Estetik denilince güzellik, güzellik denilince fiziki güzellik, fiziki güzellik denilince yüz ve beden güzelliği, bunlar anılınca da özellikle son dönemlerde estetik cerrahi akla gelir oldu. Dünyada estetik cerrahi alanı hızla gelişiyor. Öyle ki sağlık turizminin alt kollarından biri olarak medikal estetik turizmi denilen bir sektör bile oluştu. Estetik turizmi denilince akla ilk gelen ülkelerden biri ise Türkiye. 2003 yılında 203 milyon dolar civarında seyreden genel sağlık turizmi gelirleri 20 yılda 2,2 milyar dolara yükseldi. Tıbbi estetik turizmi de bunun önemli bir parçasını teşkil ediyor. Medikal estetik turizminde son yıllarda yapılan sağlık yatırımları estetik operasyon yaptırmak için dolaşan turistleri ülkemize çekmeye başladı. Türkiye'nin 2023 yılında medikal estetik turizminden elde ettiği gelirin 453 milyon doları bulduğu ifade ediliyor. 2027 yılında dünya çapında 40 milyar dolar hacme ulaşması beklenen bu pazarda, 2023 yılında bu sektörden elde edilen gelirin 453 milyon dolara ulaştığı, kayıtsız verilerinse bu miktarın en az beş katı olduğu tahmin ediliyor. Türkiye'ye TÜİK verilerine göre 1,4 milyon sağlık turisti geliyor ve bunun yüzde 40'ı tıbbi estetik hizmetlerden yararlanıyor. Bu
sektörde ön plana çıkan Türkiye sağlık hizmetleri ihracatında ilk 10'da, medikal turizmde ise ilk 5 ülke arasında yer alıyor. Ülkemiz dünyanın en çok estetik cerrahına sahip 10 ülkesinden biri. Estetik tıp sektöründe ülkemizde adeta bir patlama yaşanıyor. 2023 sonu verilerine göre sadece bu
alanda yetkili hizmet veren kuruluşların sayısı 4 bin 800'e ulaşıyor. Merdivenaltı işletmelerin sayısı ise belli değil.