Ömer Özkan: ESTETİK ÇILGINLIĞIN ŞİDDETİ ALTINDAYIZ

ESTETİK ÇILGINLIĞIN ŞİDDETİ ALTINDAYIZ
Giriş Tarihi: 3.02.2025 15:41 Son Güncelleme: 3.02.2025 15:41
Estetik ameliyatlar son yıllarda gündemden düşmeyen konuların başında geliyor. Her gün haberlerde yeni bir estetik ameliyat mağduruna, yanlış uygulamalar sebebiyle doku veya organ kaybı yaşayanların açtığı yüklü miktardaki tazminat davalarına, yeni bulunan bir ameliyatsız müdahale yöntemine veya ülkeye yeni giren çok maharetli bir makineye rastlamak mümkün. Plastik cerrahi uzmanlarının bütün uyarılarına ve basında çıkan haberlerin korkutuculuğuna rağmen bilinçsizce estetik müdahale yaptıranların ve plastik cerrahi uzmanı olmamasına rağmen klinik açan doktorların sayısı giderek artıyor. Asıl endişe verici olansa doktor olmamasına rağmen bazı sertifikalar edinerek güzellik merkezlerinde tıbbi uygulamalar yapanlar. Plastik cerrahi deyince akla gelen ilk uzmanlardan olan, dünyadaki ilk rahim nakli ve Türkiye’deki ilk çift kol ve yüz nakli operasyonlarını gerçekleştiren Prof. Dr. Ömer Özkan’a estetik ameliyatlar ve ameliyatsız müdahaleler hakkındaki merak ettiklerimizi sorduk. Özkan, estetik operasyon geçirmenin adeta zorunluluk gibi algılanmaya başladığını ve estetik müdahale talep edenlerin beklentisinin ne kadar makul olduğunu ölçmede doktorlara çok iş düştüğünü ifade etti.

nsanların estetik ameliyatlara duyduğu merak giderek artıyor. Çok sayıda operasyona imza atmış bir hekim olarak siz bu ilginin sebeplerini nasıl yorumluyorsunuz?

Bizim plastik cerrahiye ilk başladığımız zamanlarla şu anki durum arasında büyük bir uçurum var. Burada tabii trend kavramından bahsetmemiz gerekiyor. Sosyal medyanın gelişmesi, etkileşimin artması, dünyanın her tarafıyla iletişim kurabiliyor hale gelmemiz iyiliğin ve kötülüğün hızla yayıldığı bir ortam doğurdu. Diğer taraftan her duygunun, düşüncenin, olayın şiddet tarafındayız artık. Başka bir ifadeyle her şeyi şiddetli yaşar hale geldik. Dünya tarihinde her dönem için bir isimlendirme kullanılıyor; buzul çağı, taş devri, buhar makinesi çağı gibi. İçinde bulunduğumuz dönemi de "şiddet çağı" olarak adlandırmamız mümkün çünkü büyük bir sosyal şiddet baskısı altındayız. Şiddet derken aşırılığı kastediyorum.
Estetik konusunda da böyle; bu çılgınlığın şiddeti altındayız biz artık, kendimizi bu trende dâhil olmak zorunda hissediyoruz. Bu işte büyük de bir rant var, dolayısıyla uygulayıcılar da kendilerini bunu yapmak zorunda hissediyorlar. Talep edenlerin sayısı artarken arz tarafındaki uygulayıcıların yani doktorların ve doktor olmasa bile güzellik merkezinde güzellik dağıtanların sayısı hızla artıyor. Eskiden estetik operasyon geçiren birisi bunu söylemek ve paylaşmak noktasında çekimser kalıyordu, bugün ise çekinmek bir yana göstermeyi ve bununla övünmeyi marifet gibi gören bir anlayış var. "Benim çok doğal bir güzelliğim zaten var ama estetik de yaptırıyorum, buna para harcıyorum, dolayısıyla ben artık farklı bir klasmandayım" imajı çizilmeye çalışılıyor.


Estetik işlemleri trend kavramıyla ilişkilendirdiniz. "Güzellik" kavramının da trendle sıkı bir ilişkisi var sanki. İdeal göz kapağı açıklığı, ideal elmacık kemiği, ideal dudak büyüklüğü gibi standartlar oluşuyor toplumda.

"Olması gereken" kavramını kendimiz belirliyoruz. Bundan yüzyıllar öncesine gittiğimiz zaman bugüne kıyasla çok farklı bir güzellik anlayışına rastlayacağımız gibi farklı coğrafyalarda farklı farklı güzellik kıyaslarının olduğunu da görüyoruz. Güzellik merkezi reklamlarında çok rastladığımız, doktorların veya doktor olmasa da merdiven altı uygulayıcılarının kullanmayı çok sevdiği bir kavram var; altın oran. Aslında yüzyıllar önce tertiplenmiş tıbbi bir terim bu. Altın oranı sanki elimize pergel ve iletki alarak karşımızdaki kişinin gözünün ortasındaki noktayı ölçüp burun kenarındaki noktaya temas ettirip bir yay oluşturarak kaşın üzerinden karşı tarafa geçiyormuşuz gibi bir anlatı türetiliyor. Bu da insanlarda müthiş bir algı oluşturuyor. Herkes konusunda uzmanmış ve bu altın orana uyuyormuş gibi bu orana herkesin uyması gerektiği konusunda bir algı var. Bu tür düşünceler hep güzelliğin aşırılaştırılmasından kaynaklanıyor. Leonardo Da Vinci altın oranı tariflerken genel bir teamülden bahsetmiş, yüzlerce kadavra üzerine çalışmış ve toplumun beğenisini tespit etmiş. Bugün de toplumun beğeni ortalamasına göre insanları yaklaştırmak üzere çalışmalar yapılıyor.

Çok önemli bir kavram var burada: güzellik. Güzelliğin göreceli bir kavram olduğu es geçiliyor genelde. Örneğin bizim toplumumuzda mavi gözlü ve sarışın insanlar ilgi çekiyor. Ama kuzey toplumlarına sorduğunuzda onlar da esmer insanların daha güzel olduğunu söyleyecek belki. Yüzyıllar öncesinde sarayda yaşayan insanlar çok az miktarda güneş gördüğü için beyaz kalabilmişler ve saray halkı beyaz olduğu için beyaz tenli olmak asalet göstergesi olarak kabul edilmiş. Çünkü tarlada çalışan, hayvan peşinde koşturan veya işçilik yapan halk esmer. Bugüne geldiğinizde ise iş değişiyor. İnsanlar esmerleşmenin, bronzlaşmanın güzelliği ortaya çıkardığını düşünüyor. Yazın tatil bölgelerinde herkes bronzlaşma peşinde.
Solaryumlar da var tabii. Bu durum aslında bir yandan statü göstergesi. "Ben tatilden döndüm, eğlendim, para harcadım" şeklinde çevresini imrendirme hali de var burada. Başka bir konu da sadece zayıf kadınların güzel görüneceği algısı. Bugüne ulaşan resimlerden ve heykellerden biz saray asillerinin balıketli hatta kilolu olduklarını, kadınların daha dolgun vücutlu ve dolgun memeli olduklarını görüyoruz. O tarihlerde estetik ameliyatlar yapılabilseydi belki insanlara yağ vereceklerdi veya daha tombul görünebilmelerini yollarını arayacaklardı. Dolayısıyla hem güzellik kavramı hem de insan beğenisi çağlara göre değişiyor.

Estetik operasyon talep edenlerin veya uygulayan doktorların gözetmesi gereken etik, psikolojik ve tıbbi sınırlar sizce neler? Nerede duracağız?

Çok önemli nerede duracağımız. Tıp uygulamasında önemli ilkeler vardır, bunlardan en önemlisi de "Önce yaşat" ilkesi. İnsanın bir şekilde yaşaması lazım; kolu da olmasa, ayağı da kesilse, bir organını kaybetse de, önemli bir hastalığı da olsa mutlaka yaşayacak. Bu temin edildikten sonra insanın kendi kendine yetebilen bir birey olması hedeflenir. Yemeğini yiyebilen, ihtiyaçlarını giderebilen, oturup kalkabilen, geçinebilen, alışverişini yapabilen
insan. Bu da temin edildikten sonra toplum tarafından beğenilen, iyi görünümlü, temiz ve güzel insan devreye giriyor. Biz estetik operasyonlardan, zayıflama diyetlerinden, makyaj malzemelerinden bahsediyorsak artık bu üç aşamanın sonuncusundayız demektir. "Nerede duracağız" sorusunun ilk cevabı, estetik operasyon talep eden kişinin sağlık durumunun elvermemesi. Şayet bu kimse kan sulandırıcı kullanıyorsa, şeker hastasıysa, çok
miktarda sigara ve alkol tüketiyorsa doktor burada durmalı. Sigara içen birine yüz germe yaptınız ve onda bir komplikasyon oluştu, doktor burada birinci derece sorumlu. Kimlere hangi ameliyatlar yapılabileceği tıbbi olarak belirlenmiş durumda, uygulayıcıların bunlara vakıf olması gerekiyor.


Tıbbi zorunluluklar aşamasını geçtiysek, psikolojik olarak kişinin operasyona müsait olup olmadığını anlamamız gerekiyor. Her şey yolunda gidiyor, sağlığımız gayet yerinde, belli yaşam standartlarımız oluşmuş ve bütün bunların üzerine toplum tarafından nasıl beğeni göreceğimizi, ortalama güzellik standartlarının üzerine nasıl çıkabileceğimizi hesap ediyoruz. Beğeniyi oluştururken de sınırları nasıl belirleyeceğimiz problemi ortaya çıkıyor. Biz plastik cerrahlar olarak, bir insan karşımıza geldiğinde bu insanın sağlık durumu, beklentilerinin gerçeği ne kadar yansıttığı, ne istediğini bilip bilmediği gibi konuları derinlemesine anlamaya çalışırız. Muhatabımızla mümkün olduğunca çok konuşmamız lazım ki beklentilerinin gerçekçi olup olmadığını anlayalım. Beklentisinin farkında olmayan birine en iyi operasyonu da yapsanız işin sonunu görmek mümkün değil. Örneğin kişinin burnu çok belirgin bir şekilde büyükse, çok belirgin bir kemer varsa, hayatını psikolojik olarak olumsuz etkiliyorsa ve ameliyat edip kemeri giderdiğinizde zihnindeki sorunun çözüleceğini anlamışsanız artık bu ameliyatı yapmanız gerekir. Örneğin biri size liposuction (yağ aldırma) yaptırmaya geldi. İnceleme sonucunda kişinin bazı diyetlerle bu yağlardan kurtulabileceğini fark ettiniz veya ameliyatı yaptıktan sonra kurallara uymamaya devam edeceğini ve başa saracağını fark ettiniz. Yahut yüz germe ameliyatı yaptırmaya geldi ama ameliyattan sonra da dikkat etmeyeceğini, hızlı kilo alıp vererek yüzünün tekrar deforme olacağını anladınız. Böyle durumlarda da doktorun ameliyattan kaçınması gerekiyor. Uzun vadeli psikolojik etkileri de var anladığım kadarıyla.


On dört yaşındaki bir kız çocuğunun altı kilo ağırlığındaki memelerini küçültmek durumunda kalmışsanız bu artık bir zorunluluk. Çünkü onu taşımaktan omuzları düşmüş, kamburu çıkmış. Bu durumda on dört yaşındaki bir çocuğa da estetik yapılır mı, denmez. Kişinin göz kapakları anormal düzeyde sarktıysa, göz kapaklarını kaldırmak için kendini sürekli bir çaba içinde buluyorsa, sabahları bu yüzden yorgun uyanıyorsa bu kişiye estetik operasyon yapılmalı. Hiç memesi olmayan bir kız çocuğunun kafasındaki takıntılardan dolayı kendine güveni hiç kalmamışsa ve hayatı bundan dolayı çok olumsuz etkileniyorsa bu kişinin protez istemesi gayet normal. Kişinin basenlerinde konturların ötesinde anormal bir genişlik varsa estetik talep etmesini normal karşılamak lazım. Ama bunların dışında insanlar hiç gerekmediği halde çok farklı taleplerde bulunabiliyorlar. Mesela elmacık kemiklerine işlem yaptırmaya gelmiş ama bakıyorsunuz, yaptığınız ölçümlerde her şey çok normal, elinde fotoğraflarla gelmiş ve "Böyle olmasını istiyorum" diyor. Yaptığınız konuşmalarda da ameliyat sonrasında bile bu insanın mutlu olamayacağını anladınız. Bu durumu gereksiz bir talep olarak nitelendirebilirsiniz.

Ameliyatsız işlemlerin sayısı da her geçen gün artıyor. Reklamlarda yeni yöntemlerin teşvik edildiğini görüyoruz.

Sürekli yeni yöntemler çıkıyor ve bunlar pazarlanırken "ameliyatsız, anestezisiz" oluşlarıyla ön plana çıkarılıyor. Mesela yüz germe operasyonu bir ameliyat; yeni bir alet çıktığını ve bununla ameliyatsız yüz germe yaptıklarını söyleyebiliyorlar. Birisi yüzünü gerdirmeye karar verdi diyelim; karşısında hiç eziyet çekmeyeceği, anestezi yapılmayan, hastane stresi yaşamayacağı, sinir felci riski yok denilen bir yöntemle ve sadece bir makine karşısına geçerek kolayca yaptırabileceği bir işlem var. Tabii ki ameliyat yerine bu cazip öneriyi tercih ediyor kişi. Yakın zamanda rastladığım bir olayı anlatayım. Birisi burun ameliyatı olmak için gidiyor, ameliyat yerine dolgu yaparak şekil verebileceklerini söylüyorlar. Dolgu yapıldıktan bir süre sonra vücutta yaralar oluşmaya başlıyor ve doku kaybı oluşuyor. Küçük ve ameliyatsız bir yöntem diye başladığınız yolculuk rekonstrüksiyon (yeniden şekil vermek, işlev kazandırmak) işlemiyle sonuçlanıyor. Rekonstrüksiyonla dokuları kurtarmanın ötesinde kişinin hayatını kurtarma çabası içinde bile bulabilirsiniz kendinizi, bu da az karşılaşılan bir senaryo değil.

Trend ameliyatların veya ameliyatsız işlemlerin uygulanmadan önce yeterli testlerden geçtiğini düşünüyor musunuz?

Bu sorunun cevabı çok net bir şekilde hayır. Bunlar sağlıklı bir şekilde uygulanmıyor. En kötüsü de bu trend ameliyatların çok kısa bir süre içinde
trendinin sona eriyor olması. Bir dönem, protez silikon koymadan memelerin içine kalıcı dolgular konuldu. Bu özellikle Orta Asya ülkelerinde çok yapıldı. Bizim ülkemize de geldi ve memeler, kalçalar bu yöntemle büyütüldü. Yüzlerce kadın bu dolgulardan ve akıntılardan kurtulmak için yıllarını harcadılar, bazıları da hiç kurtulamadı. Yine bir dönemin modalarından Brezilya poposu. Birçok insan bunu yaptırdıktan sonra enekte oldu ve protezini çıkartmak için kendi doktorlarına ulaşamadılar; devlet hastanelerinde çıkartmaya çalıştılar. Bu komplikasyonlarla çok karşılaşıyoruz,
bunları düzeltmek her zaman mümkün olmuyor, mümkün olsa da çok maliyetli oluyor.

Basında estetik mağdurlarıyla alakalı haberlere rastlıyoruz sık sık. Bunların sebebi, uygulayıcı hekimlerin gerekli donanımdan yoksun olmaları mı?

Örneğin çok basit zannedilen dolgu uygulamalarından sonra görme kaybı yaşanabiliyor. Bu işlemi çok ehil birisi yapsa bile "Şu bölgeye dolgu yaparsam körlük ihtimali var" diye mutlaka muhatabı uyarması gerekiyor. Ayrıca bu tür bir komplikasyon oluşsa bile doktorun paniklemeden bununla başa çıkabilecek tıbbi donanımının olması gerekiyor. Dolgu deyip geçmemek lazım; dolgudan sonra birçok kişi burnunu, dudağını, gözünü kaybedebiliyor. Bunlar çok sık karşılaştığımız şeyler. Medyada botoks mağdurlarıyla alakalı da çokça haber çıkıyor biliyorsunuz. Bu tür olumsuz sonuçların bir sebebi de plastik cerrahinin çok popüler olmasıyla birlikte mesleği plastik cerrahi olmayan KBB uzmanlarının, genel cerrahların, hatta prasityen hekimlerin ve hatta hekim olmayan insanların bu işlere girmesi. Hâlbuki bu iş çok ciddi bir uzmanlık eğitimi gerektirir. Bir kongreye katılmış olmak, bir sertifika almış olmak sizi plastik cerrah yapmaz. Mesela "genital estetik" diye bir uzmanlık alanından bahsediyorlar ve kadın doğum uzmanı bir arkadaşımız bunun uzmanı olarak lanse edebiliyor kendisini. Hâlbuki böyle bir uzmanlık yoktur, bu tür şeyler plastik cerrahinin içindedir. Bu tür sağlık risklerinin ortaya çıkmasında ehil olmayan uygulayıcılar kadar yaptıranların da sorumluluğu var tabii. Yüz liralık bir gıda maddesinin elli liraya satıldığını görünce tereddüt ederiz ve almayız ama estetik uygulamaları dörtte bir fiyatına yaptırırken sonunu pek hesap etmiyoruz. Dudağımızı kaybedince de bin katı oranında tazminat davaları açıyoruz. Demek ki dudağımız, bizim ödediğimiz işlem bedelinin bin katı değerinde bir organ.

BİZE ULAŞIN