Zeena Schreck, modern satanizm dininin kurucusu olan babası Anton LaVey tarafından satanizm adına vaftiz edilen ilk kişidir. 1963'te doğan Schreck, hayatında uzun süren istismarın eşlik ettiği itaat ve hizmet döneminden sonra 1980'lerde babasından ve satanizmden kopar ve Budizm'de karar kılar. Babasının inançtan çok menfaatleriyle ilgilenen biri olarak "her saniye bir enayi doğar" düsturu çerçevesinde takipçilerinden menfaat elde eden tam bir makyavelist ve narsist bir kişilik olduğunu ifade eden Zeena, satanizm kilisesinin aslında gerçek bir din olmayıp hedonist bir özel kulüpten ibaret olduğunu belirtir. Aslında Zeena'nın söylediğine göre babası insanların temel güdü ve arzuları üzerine kurulu bir doktrin ya da din inşa etmek suretiyle bir tür sosyal deney yapmak istemiştir.
Bu hedonist yapılanma, dönemin ünlüleri ve profesyonelleri arasında popüler olur. LaVey, Marlin Monroe ile yakınlık kurduğu gibi Jayne Mansfield gibi Hollywood oyuncuları da satanizm kulübünün müdavimleri arasında yer alır, bizzat LaVey'in kendisi bir Hollywood filminde rol alır ve danışmanlık yapar. Ancak LaVey'e dair söylenecekler bundan ibaret değil. Vahim bir şekilde, LaVey'in takipçilerinden Richard Ramirez, San Francisco'da Nisan 1984-Ağustos 1985 arasında en az 14 kişiyi çeşitli vahşi yöntemlerle katlederek ABD'nin çok sayıda seri katilinden biri olur. Zeena babasının açtığı yolda ilerleyenler arasında Ramirez'in de olduğunu J. Peterson'la olan söyleşisinde dile getirir.
Satanizmin ilham verdiği katillere bir başka örnek yine California'da kurulan Manson Family isimli kült ile kendinden söz ettiren Charles Manson ve onun liderliğini yaptığı gruptur. Ne tesadüf ki, Manson'ın da şöhretlilerle ilişkisi vardır; hatta sapkın grubuyla birlikte öldürdüğü 9 kişiden biri film yönetmeni Roman Polanski'nin eşi aktris Sharon Tate'dir. Bu tür vakaların incelenmesi dünyada kültürel hegemonyanın devamını sağlayan mekanizmalardan biri olan Hollywood'un satanizmle ilişkisini ortaya koymak bakımından önemlidir.
Bağlılarını ölüme sürüklediler
Yıkıcı Amerikan kültleri arasında sıkça adı geçen People's Temple lideri Jim Jones ise insanları etrafına topladığı dönemde Latin Amerika'daki özgürlük teolojisinden etkilenip adil bir toplum arayışını öne çıkarır; bu dönemde ırkçılık ve fakirliğe karşı mücadele etmiş bir vaizdir. Özellikle siyahilerden takipçi kazanan Jones, kendisini Mesih olarak tanımlar ve toplumdan ayrışarak kurduğu grubu Guyana'ya taşır. Ancak çocuk istismarı ve yolsuzluk suçlamalarıyla medyaya yansıyan gruba dair bilgi toplamak üzere ziyarete giden Amerikan Kongre üyesi Leo J. Ryan, dönüş yolunda kült üyeleri tarafından öldürülür. Ardından, Jonestown kasabasında mukim olan Jim Jones'un takipçileri, liderin buyruğuna boyun eğerek çoğu siyanürlü meyve suyuyla intihar eder; bir kısmı ise vurularak öldürülür. 18 Kasım 1978'de gerçekleşen bu olayda ölen 913 kişinin 304'ü 18 yaşının altındadır.
1990'larda gündemi meşgul eden bir diğer intihar kültü Heaven's Gate, kutsal kitaptaki kıyamet anlatılarını ele alan Marshall H. Applewhite ve Bonnie Nettles tarafından kurulur. Toplumdan uzak bir yaşam tasarlayan ikili, 1997'de Bopp kuyruklu yıldızını takip eden bir uzay gemisinin kendilerini cennete götüreceği konusunda takipçilerini ikna ederek 39 grup mensubunun intiharına sebep olur. Yine çok ses getiren bir başka kült vakasında ise Mesih'in dönüşünü bekleyen David Koresh liderliğindeki bir grup, illegal silah depolama ve çocuk istismarı suçlamalarıyla güvenlik güçlerinin ilgisini çeker. Branch Davidian olarak bilinen bu grupta Koresh, dünyayı yönetecek neslin kendi soyundan geleceği söylemiyle grup içindeki kadınları istismar eder; diğer illegal işlerinin de kamuoyunu tedirgin etmesi sonucunda güvenlik güçleri grubun yerleşkesine baskın düzenlediğinde çıkan olaylarda 80 kişi ölür.
Kültlerdeki artış
20. yüzyılın ikinci yarısında artış gösteren yeni dini grupların bir kısmı Amerikan toplumunda infiale sebep olan olaylarla gündeme gelir, ana akımdan ayrışan hareketler sapkın ve tehlikeli anlamını ima eden kült terimi ile isimlendirilerek toplumsal kuşkuya muhatap olur. Ancak her şeye rağmen Amerikan toplumu bir kültler cennetidir. Bunun sebepleri arasında dini hayatı kontrol eden kurumsal bir mekanizmanın bulunmaması ve ABD'de anayasal din özgürlüğü vurgusunun önemli bir yer tutması gösterilebilir. Böylece Satanizmden Moonculuğa, Yahova Şahitleri'nden Mormonluğa,
Scientology'den Hare Krishna'ya kadar Hristiyanlık tecrübesine dayanan ya da ona meydan okuyan, paganizmden etkilenen ya da Hinduizm, Budizm gibi Asya dinlerine dayanan çok sayıda inanç oluşumu Amerikan dini hayatındaki yerini çoktan almıştır. Bu durum, binlerle ifade edilen küçüklü büyüklü dini grup ve yeni dini hareketin varlık gösterdiği bir Amerikan dini pazarının varlığından söz edilmesini gerekli kılar.
II. Dünya Savaşı sonrasında yükselişe geçen dini ve mistik gruplardaki çeşitlilik, 20. yüzyılın sonunda doğan insanların önceki dönemlere göre çok daha fazla dini ve mistik alternatifle karşı karşıya olduğunu gösterir. ABD'de kültlere dair ansiklopedik bir kitap kaleme alan Gordon Melton'a göre bu durum dini hegemonyanın yıkılmış olması ve daha kozmopolit bir inanç sahasının ortaya çıkmasıyla ilgilidir.
Bununla beraber yükselen sekülerleşme trendine rağmen Batı ülkeleri arasında hâlâ en dindar topluma sahip olan ABD'de Hristiyanlığın toplumdaki tek dini yorum olmadığı söylenmelidir. Hristiyanlıktan türeyen çok sayıdaki hareketin yanı sıra, 19. yüzyıldan itibaren Asya'dan gelen göçlerle Doğulu öğretilere aşinalık kazanan Amerikan toplumunda son yüzyılda gözlenen Asya dinlerine ilgi ve bu ilgiyi karşılayan çok sayıdaki Asya kökenli dini, mistik, kült grup, Amerikan dini hayatının çeşitlenmesine yol açan etkenlerdendir. Öte yandan her zaman dini temelli olmayan birtakım pagan öğreti ve okült hareketler de bu çeşitlilikteki yerini almaktadır.
Kültlerin özellikleri
Kültler toplumun genelinden belli bir inanç ya da ideolojiye bağlanarak ayrışan ve toplumla arasına keskin bir çizgi çeken, benimsediği görüşün ve grubun tek hakikat olduğuna inanan ve grup dışındakileri sapkınlar olarak değerlendiren, farklı davranış normları ile dikkat çeken, bazıları şiddet ve yıkıcı eylemlerde bulunabilen, ana akım dini yaklaşımdan karizmatik bir lider etrafında toplanarak ayrışan, heyecanlı ve topluluğuna adanmış kişilerin
oluşturduğu grupları ifade etmek için kullanılan Batı kaynaklı bir terimdir. Dünya kötüye gitmektedir ve bir kurtarıcıya ihtiyaç vardır. Kültlerde bu kurtarıcı çoğu zaman Mesih ile özdeşleştirilen karizmatik liderdir.
Tehlikeli bir dini ya da mistik grubu tanımlamak üzere çoğu zaman küçümseyici bir tona sahip olan kült teriminin yerine sosyal bilimciler daha nesnel olduğunu düşündükleri "yeni dini hareketler" tabirini son yıllarda daha yaygın şekilde kullanırlar. Ancak her ne kadar yeni dini hareketler tabiri yaygın şekilde kullanıma girmiş olsa da söz konusu gruplar her zaman yeni olmadığı gibi geleneksel kadim dinlerden yola çıkarak zamanla karizmatik ve kurtarıcı görülen bir lider tarafından ana akımdan ayrışabilir.
Örneğin yukarıda örnek verdiğimiz Jim Jones, çocukluğundan beri kiliseye giden, "geleceği bilen" ve "hastalara şifa veren" karizmatik bir kilise adamı olarak bilinirken kurduğu Protestan Pentekostal kilisede evsizler ve ırkçılık karşıtı çalışmalarıyla sempati kazanır. Ancak zaman içinde kiliseden uzaklaşarak kendi grubunun liderliğini üstlenir. Benzer şekilde ABD'de uzun bir dönem tehlikeli bir kült olarak görülen ancak ulaştığı kitle sebebiyle son zamanlarda kült olarak değerlendirilmediğini gördüğümüz Mormonluk Protestanlıktan ayrışarak kendi yolunu çizmiştir. Bunun yanı sıra kült gruplar her zaman yerleşik din içinden çıkmazlar. Asya'dan gelen çok sayıda dini ve mistik gruplar Amerikan dini pazarında çok sayıda alıcı bulmaktadır. Bunlar arasında Kore'den gelen ve küresel bir harekete dönüşen Moonculuk ve ismi birçok olaya karışan Osho örnek verilebilir. Ayrıca kült gruplar Scientology gibi dini içeriğe sahip olmayabilecekleri gibi satanizm gibi Tanrı veya din karşıtı grupları da ihtiva edebilir.
Daha çok gençler ve orta sınıflar arasında zemin bulan kült hareketlerde "biz ve diğerleri" ayrımına dayalı net bir bakış vardır. Tüm doğruluk gruptan yana olduğu gibi grup dışındakiler ötekini, şeytani olanı ifade eder. Bu tür bir ayrım çoğu zaman kurtarıcı ya da Mesih olarak görülen liderin söylemlerine yerleşmiştir. ABD'de Jim Jones ve M. Applewhite gibi yıkıcı kült liderlerin vaaz diliyle, ana akım Hristiyan vaizlerin anlatım dilini karşılaştıran bir çalışma, ana akım vaizlerin daha çok geleneksel ve evrensel konuları ele alırken yıkıcı kültlerin liderlerinin daha çok kendi inançlarına dair kişisel ifadelerinin öne çıktığını ve kült liderlerinin ötekileştirme dilini çokça kullanarak cemaatini toplumun genelinden ayrıştırmaya özen gösterdiğini tespit etmiştir.
Payalon ve arkadaşlarına ait bu araştırmaya göre söz gelimi, karanlık bir gelecek tasvirinden yola çıkan People's Temple hareketinde üyeler nükleer bir soykırım olacağı ve buna karşılık intiharın devrimci bir eylem olacağı konusunda ikna edilmişken; Heaven's Gate grubunda ise üyeler yeryüzünün
yok olacağına ve intihar yoluyla cennete ulaşılacağına karizmatik lider aracılığıyla ikna edilmiştir.
Hedonist nihilizm ve Türkiye'de kültler
Özgürlük ve hak gibi kavramların hedonist talepkârlığın hizmetine sokulduğu bir dünyada yolunu kaybetmiş kitleler nihilizmin ve normsuzluğun sınırlarında geziniyor. Ancak bu durum insanlığı mutlu etmişe benzemiyor. Müzmin bir yolcu olarak anlam arayışındaki insan, bazen bu sese kulak vermemek için küresel kapitalist kültürün sunduğu psedo-anlamlar peşinde koşabiliyor, anlamı kendi arzu ve taleplerinde bulacağına inanabiliyor. Yeni dini hareketler de anlam arayışındaki insanlara çeşitli alternatifler sunarak kapitalist kültürle uyumlu bir alışveriş düzeni oluşturuyor. Böylece her
meşrebe uygun, kadim dinlerden çıkan ya da yeni inşa edilen türlü dini, mistik veya din karşıtı seküler yapı müşterisine uygun teklifler sunuyor.
Dini, mistik ya da anti-dini yönelim bağlamında Türkiye'de de kült hareketlerin daha görünür hale geldiği ve bu bağlamda bir artış olduğu tahmin ediliyor. Artık ebeveyn dininden ayrışan bireyler iletişim kanallarının, internet ve sosyal medyanın sunduğu ortamlar sayesinde gerek içine doğdukları dinin farklı yorumları ve bu yorumlara dayanan öğreti ve gruplarla karşılaşıyor gerekse dışardaki dini, mistik ya da din karşıtı kültlerden haberdar olabiliyor ve bunlardan etkilenebiliyor. Ebeveyn diniyle kurulan bağ güçlü bir ilişki, bilgi ve pratik üzerine kurulmadığında ise gençler dini geleneklerinden kolayca kopabiliyor ve böylece arayış içine giren kişi, kendisine hitap ettiğini düşündüğü bir lider ve öğretinin peşinden gidebilmekte
ya da hedonist nihilizmin etkisinde kalabiliyor.
Artık din sadece Batı ülkelerinde değil, Türkiye'de de artan şekilde tevarüs edilen, içine doğulan, hakikati kendiliğinden kabul edilen bir konu olmaktan çıkmış; müzakere ya da itiraz edilen, seçilen ve yeniden inşa edilen bir yapıya dönüşmek üzeredir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki toplumda din üzerindeki müzakere her zaman bilişsel veya inanç sorgulaması üzerinden olmaz. Bazen arzu edilen hedefe ulaşmak için belli bir dini mistik ya da ladini gruba dâhil olmak arzusu harekete katılıma yol açabilir. Ayrıca popülerleşen din dışı ya da din karşıtı söylemlerin bilişsel süreçlerden geçirilmeden grup kabulüne mazhar olmak ya da farklı veya "cool" görünmek için benimsendiği de gözlenmektedir. Sosyal medyanın gün geçtikçe artan hâkimiyeti buna sınırsız bir ortam sağlamaktadır. Öte yandan ülkemizdeki hareketlerin bir bölümünün dışarıdaki akımların bir yorumu hatta çoğu zaman da iyi kötü bir replikası olduğunu söylemek mümkündür.
İnanç sahasındaki kaosu düzene çevirmek ve toplumu yıkıcı kültlerin tehlikelerinden korumak ne kadar mümkün? Bu, üzerinde çokça düşünmeyi ve muhtemel politikaların neler olacağı konusunda müzakereyi gerektiren bir sorudur. Hele, toplumu samimiyetine inandırarak sosyal kabulü almayı başarmış bir kült grubun devlet içine sızarak günü geldiğinde darbe girişiminde bulunduğu bir toplumda bu ve benzer sorular çok daha fazla önem kazanıyor. Konunun çok boyutlu olduğu düşünüldüğünde sadece sosyal bilimciler ya da din bilimciler değil aynı zamanda sosyal politika yapıcıları ve sivil toplumun da müzakerenin tarafı olması gerektiği anlaşılıyor.
Bu soru şüphesiz başlı başına yeni bir yazının konusu olmalıdır ancak burada şu kadarıyla yetinelim, elimizdeki verilerden hareketle yıkıcı kültlerin sayısının artacağı öngörüsünde bulunabiliriz. Buna karşılık sadece devletin güvenlik ve denetim önlemleri alması yeterli olmayacaktır. İnanç sahasının bir gerilim noktası olageldiği ülkemizde konuyu siyasal kutuplaşmanın değil, sosyal bütünleşmenin yararına olacak şekilde analiz etmenin ve tartışmanın yollarını bulmalıyız.