Sharenting, günümüz dijital adaptasyonunda anne-babaların sosyal medya platformlarında çocuklarının günlük yaşamına yönelik (haber, görüntü vs) paylaşımlarda bulunması eylemi. Kavram, İngilizce'de paylaşmak anlamına gelen "share" kelimesi ve anne-babalık yani ebeveynlik anlamına gelen "parenting" kelimelerinin birleşiminden türetilmiş. Söz konusu kavramın ilk olarak The Wall Street Journal tarafından kullanıldığı biliniyor. Peki, sharenting yasal mıdır?
Anne-babanın çocuğunu sosyal mecrada paylaşımını ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiren yaygın görüşte anne-baba ifşada serbest kılınır, çocuk da zaman içinde unutulma hakkını kullanarak ifşanın yaratmış olduğu neticeleri bertaraf eder. Fakat bu durum çocuk nezdinde o ifşa hiç olmamışçasına temiz bir sayfa açmaya yeterli midir? Tartışmalı… Çocuğun unutulma hakkından yararlanabileceği erginliğe ulaşıncaya kadar geçen sürede gerçekleşen ifşaatın yaratacağı kayıpların göz ardı edilmemesi gerekiyor.
İfade özgürlüğünün bir başkasının özgürlüğüne zarar verdiği noktada sınırlandırılabileceğinin anayasa ile güvence altına alındığı da unutulmamalı. Dolayısıyla, bu hususta çocuğun zedelenecek haklarına binaen anne-babanın ifade özgürlüğünün sınırlandırılması gerekiyor; sharenting özelinde anne-babanın ifade özgürlüğü çocuğun menfaatiyle yarıştırılmamalı.
Anne-babaların kendilerine ait ya da çocuk adına açmış oldukları sosyal medya hesapları üzerinden çocuğa ait içeriklerle (giyim kuşamı, beslenme alışkanlıkları, okul, etkinlik, uyku, banyo gibi günlük rutini) sıklıkla paylaşım yaparak sosyal medyanın pazarlama gücünden faydalanmak
üzere anne-babalığı veya çocuğa ait veriyi meta haline getirdiğini kolaylıkla gözlemleyebiliriz. Bu durum anne-babaların internetin aralayabileceği karanlıkla henüz tanışmamış, bu konuda bilinçlenmemiş olduğu gerçeğini de gözler önüne seriyor.
Toplanan verilerin tehlikesi
İnternet ve sosyal medya ortamında her hareketin kaydedildiğini biliyoruz. Sosyal medya şirketleri tarafından toplanan verilerin tehlikesi verinin kendisi değil, bu veriler üzerinden algoritmalara ve otomatik karar vermeye dayalı çıkarımdır. Reklamcılık ve davranış tahmini gibi konulara hizmet eden bu çıkarımlar anne-baba paylaşımlarından da olabildiğince besleniyor. Erişilen bilgiler çevrimiçi servisler, veri avcıları, araştırma grupları
gibi üçüncü kişilerce çocuğun yaşamıyla ilişkilendirilerek çocuğa dair nitelikli bir veri havuzu oluşturuluyor.
Örneğin, çocuğun doğum günü kutlamasından paylaşılan bir içerikte çocuğun yüzü, ismi, yaşı, doğum tarihi, adresi, anne adı, baba adı, diğer aile
üyelerinin kimliği gibi birçok verinin analizi yapılabiliyor. Aynı şekilde ekonomik düzey, tüketim alışkanlıkları, sosyal çevre de kolaylıkla belirlenebiliyor. İçeriğe yapılmış yorumlar üzerinden yapılan veri analiziyle de çocuğa dair erişilen bilgiler geliştirilebiliyor. Bu konuda bir diğer örnek, çocuğun ailesiyle çekilen ilkokul gününün paylaşıldığı bir anı fotoğrafıyla açık bir şekilde çocuğun yüzü, ismi, yaşı, anne-babasının kim olduğu, okulun konumu, üniformadan ya da armadan okul bilgisine kadar kolayca erişilir olması. Yapılan paylaşımın içeriğine göre konum, din, anne-babanın
politik görüşü, anne-babanın mesleği gibi birçok detay bilgiye erişmek mümkün.
Bu türden içerikler çocuğun dijital ayak izinin oluşumuna sebebiyet veriyor. Belki de dijitalde var olmayı hiç tercih etmeyecek o çocuk adına, birtakım bilgiler anne-baba eliyle servis ediliyor. Üstelik dijital ortam üzerinden toplanan veriler; izleme neticesinde kaydediliyor, kontrolsüzce yayılabiliyor, değiştirilerek yeniden kullanılabiliniyor, profilleniyor ve bu veriler meta haline getirilerek menfaati olanlara temin edilebiliyor. Profillenen kimliklerin kişisel ve sosyal alışkanlıkları, tercihleri belirlenerek hedef kitle haline dönüştürülüyor.
Ücretsiz gibi görünen sosyal ağ hizmetleri izleme-gözetim neticesinde aslında tahminlerimizin çok üstünde bir kazanç sağlıyor. Üstelik bu veriler şu an için daha çok ticari amaçlarla kullanılmakta ise de ileride ne şekilde kullanılabileceğine dair bir sınır da bulunmuyor.
Risklere ve çocuğun haklarına yönelik farkındalık
Peki, bu kapsamda anne-babalar bu durumun ne kadar farkında? Burada önemli olan husus ebeveyn yönünden iki boyutlu farkındalığın yaratılması. Birincisi, dijitale farkındalık yani dijital alanda karşılaşılabilecek risklere yönelik; ikincisi, çocuğun haklarına yönelik farkındalık.
Anne ve baba velayet hükümleri kapsamında birtakım hak ve yükümlülüklere sahip. Bu hak ve yükümlülükler sharenting eylemleri nazarında özel olarak dikkate alınmalı. Çocuğa dair yapılan bir paylaşımın, (hukuka uygunluk nedeni barındırmıyorsa) çocuğun rızasıyla gerçekleşmesi gerekiyor. Fakat çocuğun kendini ifade edemeyecek, rıza konusu hususu anlamlandıramayacak kadar küçük olduğu durumda çocuğun rızasının alınması da mümkün değil.
Beş yaşındaki çocuk ile on beş yaşındaki çocuk arasında anne-babasının yapacağı sosyal medya paylaşımını yorumlama hususunda fark var. Adımlarını yeni atmış, henüz konuşamayan bir bebek bu konudaki endişenin farkında bile olamaz. Diğer yandan rızanın varlığı kadar o rızanın hukuka uygun bir şekilde alınmış olması ve gerçek bir iradeyi yansıtması durumları da birlikte sağlanmak üzere oldukça önemli.
"Sharenting" hukuki müdahaleler yönünden aile yaşantısı içerisinde çok girift yapıda bir konu statüsüne giriyor. Bu yönüyle istisnalar olsa da çoğu ihlal ekonomik, sosyal, duygusal temelli olarak göz ardı edilebiliyor. "Kol kırılır yen içinde kalır" mantığıyla ve "kültürel olarak anne-babanın çocuk adına kötü bir şey yapmayacağı kuvvetli inancıyla" çoğu ihlale karşı hukuki bir yaptırım uygulanamaz ve nitelikli tedbirler oluşturulamaz.
Bu sebeple, anne-babanın velayetten doğan hak ve yükümlülüklerini tanıması, sharenting özelinde bu konuda hassas dengeyi kurabilmesinin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Anne-babanın çocuğun haklarını kullanırken durması gereken sınırı bilmesi, menfaatlerin çatışması ihtimalinde çocuğun yararını üstün görmesi gerekiyor.
Çocuğa koruma çemberi
Çocuk için öngörülen evrensel hükümleri sadece dışarıya yönelik değil, çocukla en çok muhatap olan kendileri yönünden de gözeterek, çocuğa yönelik dijitalde de bir koruma çemberi oluşturulması gerekiyor. Aksi halde, sharenting eylemleriyle çocuğun mahremiyet hakkı, kişilik hakkı, kişisel verilerin korunması hakkı, iyi olma hali ihlal ediliyor; çocuk siber zorbalık, ekonomik- duygusal- psikolojik- cinsel istismar risklerine karşı korunmasız hale geliyor. İdeal olanın paylaşım yapmaktan olabildiğince kaçınmak olduğu düşüncesindeyim.
Çocuğun erişkinliğe ulaşıncaya kadar mahremiyetinin, kişilik haklarının, kişisel verilerinin, dijital ayak izinin korunması; dijital varlığına dair kararın kendisine bırakılması gerekiyor. Ancak günümüz teknolojisinin manipüle eden yapısında maalesef bu pratikte pek mümkün görünmüyor. Bu sebeple,
paylaşım yapılıyorsa bile aşırı paylaşımdan kaçınarak ölçülülük prensibiyle hareket edilmeli, o paylaşıma gerçekten ihtiyaç olup olmadığı ve paylaşımın gerçekleşmemesindeki çocuğun üstün yararı tartılmalıdır. Veri gözetimi ve verinin tekrar kullanımına ilişkin bilinmezlik, kontrolsüzlük gözetilerek bu bilinçle hareket edilmeli ve çocuğun savunmasızlığı sebebiyle ona ilişkin yapılan paylaşım minimize edilmelidir.
İç hukukumuzda anne-babanın çocuğun verisini sosyal ağlarda paylaşımını yasaklayan spesifik bir düzenleme bulunmuyor. Ancak, çocuğun korunmasına ilişkin yeknesak bir inanış hem iç hukuk hem de disiplinler arası uygulanmak üzere kabul görmüş nitelikli düzenlemeler de mevcut. Sharenting eylemleri neticesinde hakkı ihlal olunan çocuk mevcut düzenlemelerle de anne-babasının sebebiyet verdiği hak ihlallerini yargıya taşıyabilir durumda.
Ancak bu konuda spesifik bir düzenlemenin olması, konuya ilişkin hassasiyetin geliştirilmesi ve hak kayıplarının daha hızlı bir şekilde önlenmesi yönünden yol gösterici olacaktır. Sharenting konusunda yasalaşmaya ilişkin dünya üzerinde atılan ilk adım, ebeveynlere sosyal medyada çocuk paylaşımıyla ilgili sınırlamalar getirmeyi amaçlayan 84 Numaralı Fransa Görüntü Yasası'dır. Bu gelişme, örnek olması yönünden ülkemiz açısından da umut vaat edicidir.