Ekrem Demirli: RAMAZAN KÜLTÜRÜYLE ORUCU UNUTMAK

RAMAZAN KÜLTÜRÜYLE ORUCU UNUTMAK
Giriş Tarihi: 15.5.2024 11:00 Son Güncelleme: 15.5.2024 11:00
Oruç, gücünün ve iştahının kırılmasıyla bedenin ruh üzerindeki etkisini azaltmak amacıyla yapılan ibadettir. İştahın iki göstergesi olan mide ve kan gücünün kırılmasıyla bedenin ruh üzerindeki baskısını azaltmak orucun gayesini teşkil eder.

Ramazan'ın kaderidir, orucun dışındaki meselelerin hatta ibadetlerin konuşulması nedeniyle sıra bir türlü orucun konuşulmasına gelmez. Her Ramazan'da böyle yaparız, önceki seneyi belki daha önceki Ramazanları yad ederek anlamsız bir nostaljiyle geçmişi canlandırmak isteriz, her insan az çok tarihçi veya toplum bilimci haline gelir. Ramazan ayı içinde ortaya çıkmış kaynağı ve gayesi oruçla bağdaşmayan bir çok adeti yad ederiz, fakat orucun kendisini konuşmayız.

Orucu konuşmayız çünkü orucun konuşulacak tarafı gerçekten çok azdır, bu az kısım üzerinde odaklanmak ise genellikle zordur. Bu meyanda Ramazan ayında Müslüman toplumun oluşturduğu kültürü konuşurken ibadeti ıskalamak, ibadet üzerinde odaklanmak yerine ibadetin sonrasında ortaya çıkan "eğlence", ticaret, kültürel unsurlar, sosyal faaliyetleri vs. konuşmak, kısaca orucu değil, iftarı ve ardını konuşmak Ramazan'ın yükünü kaldıramamaktan kaynaklanan bir "itiraz" gibidir.

Ramazan'ın Müslüman topluma beklenebilecek olandan farklı bir etkinlik getirdiği aşikardır. Muhtemelen oruç ayı olan Ramazan toplumsal hayatın en hareketli aylarından biridir. En azından günümüzde yemek vb. tüketimin arttığı ayın Ramazan olması orucun garip bir tecellisidir. Bunu Ramazan'ın bereketi saymak ne ölçüde doğrudur, bunu tartışmak gerekir. Fakat orucun amacının etkinlik olmadığı aşikârdır. Oruç ibadetler arasında en kapalı, en belirsiz ve en münzevi olanıdır. Bu meyanda oruç "bilinmeyen" şahitsiz bir ibadet olarak kabul edilebilir. Bir insanın oruçlu olup olmadığını kendisi ilan etmediği sürece bilemeyiz. Buna mukabil Müslümanlar birbirlerine karşı sadece hüsnü zan besler, herkes ötekinin oruçlu olduğunu hesap eder, ona oruçlu gibi muamele eder, oruç tutmuyorsa bile mutlaka meşru mazereti vardır, diye düşünür. Bir mümin için mazeret düşünebilme kabiliyeti ahlakın
bir göstergesi kabul edilmiştir. İslam ahlakı böyle hareket etmeyi iktiza eder. Çünkü orucu öteki ibadetlerle karşılaştırdığımızda meşru mazeret en çok oruç için konuşulur.

Bedenin ruh üzerindeki baskısını azaltmak
Oruç, gücünün ve iştahının kırılmasıyla bedenin ruh üzerindeki etkisini azaltmak amacıyla yapılan ibadettir. Bu bakımdan orucun amacı olmasa bile yöntemi bedenin açlığa terk edilmesidir. Ramazan ayında mahyalardaki yazılarda dile getirilen "oruç aç kalmak değildir" cümlesinin tam tersine oruç bedenin aç bırakılmasıdır. Orucu düşünmek farklı yönleriyle açlığı ve insanın gıdayla ilişkisini düşünmekle başlar, besinin sağladığı gücün terk edilmesiyle Tanrı'ya teslimiyetin amaçlanmasıyla kemaline erer. Oruç negatif bir eylemle başlayan fakat sonuçta tefekküre evrilen metafizik bir etkinliktir. Bu meyanda iştahın iki göstergesi olan mide ve kan gücünün kırılmasıyla bedenin ruh üzerindeki baskısını azaltmak orucun gayesini teşkil eder. Gerçi tecrübe edenler bilir ki açlığın belirli bir evresinde bunun tam aksi istikamette bir gelişme ortaya çıkar, beden "aç bırakılma" korkusuyla son gücünü kullanır, gerginleşir, öfkeli bir halde sağa sola koşuşturmaya başlar. Lakin bu geçici bir durumdur. Oruç sünnete uygun bir şekilde tutulduğunda amaç – bedenin zayıflatılması- gerçekleşir ve iştah kırılır. Bu itibarla oruçla beklenen şey atalet, edilgenlik, geri çekilme hali iken buna mukabil iftardan sonra etkinlik, tüketme ihtiyacı ortaya çıkar. Şehirde Ramazan kültürünü oluşturan şeyin iftar sonrası faaliyetler olması buradan ortaya çıkar.

Mesela mazeret bahsi namazla karşılaştırıldığında daha bariz bir hale gelir ve "münzevi" ve şahitsiz ibadetin ne kadar özel bir anlam taşıdığını fark ederiz. Namaz mazeretsiz bir ibadettir. Başka bir ifadeyle namaz bilinç varlığını koruduğu sürece kılınması gereken bir ibadet olarak her yetişkine farzken oruç basit mazeretle tehir edilebilir veya kişi hiç tutulmayacak hale gelebilir (kalıcı hastalık vb.). Bu nedenle Müslüman toplumda kültürü inşa eden ibadet namazdır. Namaz gizli olan oruç ibadetinin görünür hale gelmesidir; biri gizli öteki aşikâr olarak birbirini ikmal etse bile, şehir namaz ile mamur hale gelir. İslam mimarisi namazdan hareket eder, camiler, ibadethaneler, Müslüman toplumun muaşereti namaz sayesinde gerçekleşir.

Buna mukabil orucun doğrudan "görünür" bir kurum oluşturması veya kültüre dönüşmesi söz konusu değildir. Namaz kurucu ibadetken oruç geri çekilme ve yalnızlık ayı kabul edilebilir. Başka bir anlatımla oruç gizli, namaz aşikâr hale gelen ibadettir. Bunun nedeni nedir? Oruç gerçekte bir şey yapmak değil yapmamak, amel işlemek değil negatif bir şekilde geri durmak ve çekilmekle yerine getirilir. İnsan orucu yaparak değil yapmayarak, hali hazırda süre gelen eylemlerine ara vererek ifa eder: yememek ve içmemek ile cinselliktir. Bu üç faaliyet bedenin varlığını korumak kadar bedenin arzularını temsil eden faaliyetlerdir. Hal böyle olunca oruca odaklanmak, onun ötekiibadetlerden ayrı yönlerine dikkat çekerek orucu anlamak gerekir.

Peki, oruç nedir?
Oruç gerçekte öteden beri bilinegelen perhizin bozulmasıyla ortaya çıkan kısa süreli bir beden açlığıdır. Kuran-ı Kerim "öteden beri bilinme" meselesine "Sizden önceki ümmetlere yazıldığı gibi size de yazıldı" diye atıf yapar. Bu meyanda orucun -daha doğrusu aç kalmanın ve perhizin- türleri hemen her kültürde ve dini gelenekte ortaya çıkar. Bununla birlikte oruca "perhizin bozulması" diyoruz çünkü gerçekte perhizin hem amacı hem amacına bağlı olarak ölçüsü herhangi bir insanın tahammül edemeyeceği kadar ağırdır. Bir çok kültürde perhizin amacı yemekle insanın ilişkisini olabildiğince keserek ruhun bedenin yükünden arınması ve ruhun idrak güçlerinin açılmasını sağlayarak ruhsal dünyaya yönelmesini temindir.

Başta Hindistan olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerindeki mistikler, gnostikler, metafizik konularla ilgilenenler çetin ve meşakkatli perhizlere aşinadır, değişik şekillerde bunu yerine getirirler. Fakat perhizlerin yerine getirebilmesi özel bir ruh sahibi olmayı iktiza eder. Başka bir anlatımla onlara göre perhizin yerine getirebilmesi için "kabiliyetli" seçkin bir insan olmak gerekir. Yüksek ruhaniyete ve kabiliyete sahip olmayan insanlar perhiz yapmakla açlıktan gayri herhangi bir marifet veya meziyet elde edemezler. Perhizin kendisi müstesna bir yöntem olarak bedeni etkisizleştirmek, bedeni ve ihtiyaçlarını ortadan kaldırmakla yüksek bilgilere erişmek gibi bir amaç taşır.

Bu bakımdan ortada bir ruh beden teorisi bulunduğunu, bedenin ruha zarar verecek şekilde dünyaya yöneldiğinde insanın marifetten yoksun kalacağını iddia ettiklerini düşünebiliriz. Perhizin buradaki rolü bellidir: Beden ve onun ihtiyaçlarıyla meşgul zihni ve ruhu bedenin istilasından uzaklaştırarak ruhu kendi dünyasına teksif etmek, onu ruhani âlemlerle ilişkiye hazırlamak meşakkatli perhizin amacıdır. Perhizin ölçüsü ise amacın büyüklüğüyle uyumlu bir şekilde artar veya eksilir. Demek ki perhizin amacı ruhanileşmek, bunun için hazırlanmak, arzuları azaltmak, daha öncesinde ise bedenin gücünü kırmaktır.

"Oruç perhizin bozulmasıdır"
Din ile bu tarz mistik gelenekler arasında ciddi farklar vardır: Birinci fark muhatapların seçilmesinde ortaya çıkar. Perhizlerle ruhani alemlerle ilişkili olmak isteyen insanlar genellikle özel kabiliyet sahibi ve üst sınıflardan gelen ve böyle bir yönelimle manevi bilgilere ulaşabilecek kabiliyet sahibi seçkinlerdi. Aristoteles metafizik düşüncenin Mısır'da kendilerini ibadete tahsis etmiş insanlar arasında ortaya çıktığını söylerken bu özel kabiliyete atıf yapar. Haddizatında metafizikte yöntem -teorik akıl olarak kabul edilse bile- bir tecerrüt ameliyesidir ki bu ameliyenin bir kısmı perhizlerle ilgilidir. Öyleyse burada bir seçkinciliğin bulunması kaçınılmazdır. Kabiliyetli bu insanlar amaçlarıyla irtibatlı olarak ağır ve meşakkatli perhizlerle terbiye edilir, bu sayede ruhları manevi bilgilere ulaşabilir; en azından böyle olduğu kabul edilir. Din ise sıradan insanı daha doğrusu insanlar arasında herhangi bir ayrım yapmaksızın hepsini ibadette birleştirmek amacı taşır. Bu nedenle ağır perhizler, tahammülü güç meşakkatli ibadetler lüzumlu görülmemiştir. Böyle ibadetler hem gereksizdir hem de insanda büyük bir seçilmişlik fikri oluşturur ve onu kibre yönlendirir.

Din ise mutlak fail olarak Tanrı'yı kabul etmek üzere kurulu olunca kibri ve kibre yol açabilecek abartılı eylemleri başlı başına bir tehdit olarak insana anlatır. Din böyle insanlara basit ve tahammül edilebilir bir ibadet olarak orucu yüklemiş, meşakkatli ibadetleri reddetmiştir. O zaman oruç yani bedenin aç bırakılması uzun ve meşakkatli bir süreç değil, perhizin bozulmasıyla yerine getirilecek bir ibadet olabilir. "Oruç perhizin bozulmasıdır" derken kast ettiğimiz budur.

Dinin amacı Tanrı'nın rızasına ulaşmaktır

Perhizi bozmanın birinci kademesi onun amacını bozmaktır.

Perhizin amacı ruhani bilgilere ulaşmak, ruhun yetkinleşmesi ve benzeri hususlardır. Fakat bütün bunlar insan kabiliyetiyle gerçekleştirilecek, bir tür akli faaliyet olarak görüldüğü ölçüde perhizin ölçüsü ağırlaşmıştır. Hâlbuki Müslümanlıkta hakikat Tanrı'nın bir ihsanı olarak insana gelir ve insan sadece Tanrı'nın verdiği emirler doğrultusunda "hakikate hazırlanır." Hakikate ulaşmak ile hakikate hazırlanmak esasta birbirinden farklı iki yaklaşımdır; ikisi arasındaki farkı anlamak, dinin hitap kitlesinden ibadetlerdeki kolaylığa kadar birçok unsuru anlamakla mümkün olabilir.

Dinin insanlar için belirlediği amaç herkes için geçerli olmak üzere Tanrı'nın rızasına ulaşmaktır; daha doğrusu rızanın insana gelmesi, ilahi ihsanın -tevfik- insana ulaşmasıdır. Bunun yegâne yolu ise ittiba ve teessi yani Peygamberi örnek alarak yola uymak, bunun için niyeti başka her türlü gayeden arındırmaktır. Bu durumda açlık ile gerçekleşmesi umulan şey dinde sadece niyet ve ittiba yoluyla gerçekleşecek, perhizin kendisi ise ikincilleşerek ehemmiyetini görece yitirecektir. Orucun temel rükünlerinden birisinin niyet olmasının nedeni budur. Bir insan oruca "niyet" ettiğinde sadece kendi gücü

ve kuvvetini bir yana bırakmış olmuyor, meşakkatli perhizin insana getirebileceği şeylere de itimat etmediğini beyan ediyor demektir. Niyet eden iman eder ki, insan hakikate kendi çabasıyla ulaşamaz, hakikat insana bir lütuf olarak gelir, bir ihsan olarak insanı ihata eder. O zaman oruç sadece söylendiği kadar basit bir açlık ve susuzluk eylemidir: beklemeye odaklanmaktır oruç!

"Oruç açlıktır" bu demektir

İkinci merhale ise hitap kitlesini az da olsa meşakkate hazırlamak, onlar için yegâne yaşama gayesi haline gelmiş beden ve arzularıyla araya mesafe koymakla onları yüksek fikirlere hazırlamaktır. Buradaki amaç bellidir: İnsanların genelinin zihninde dünya hayatı

hakkında yerleşen güçlü kanaat, daha doğrusu fikr-i sabitin gevşetilerek buğday ile akıl, dünyevilik ile ruh arasına mesafe yerleştirmektir. Mevlana'nın tabiriyle izah edecek olsak, oruç buğdayla sarhoş olmanın önüne geçerek ayık kalma teşebbüsüdür. Çünkü buğday varlığında bir tür, yokluğunda başka türde olmak üzere daima insanı sarhoş eder, zihnini doldurur, onu meşgul eder, zihnin buğdaydan uzaklaşarak hakikate hazırlanması mümkün olmaz. Hal böyle olunca buğdayı bir süre bırakabilmek, buğdaya itimadın ortadan kalkmasının talim edilmiş yoludur. Kısa süreli olan bir açlıkla bedenin bu temel gereksinimi arasına mesafe konularak "yemeden de olabilir" diye bir fikre varmak dindarlığın insandan talep ettiği şeydir.

Orucun bedeni aç bırakmak olması bu demektir.

Öyleyse orucu düşünürken sadece açlığı düşünmek, açlığın iki türünü hesaba katmak, buradan hareketle insanın dünya tasavvurunun yüksek amaçlar için şekillenmesi gerekir.

"Oruç açlıktır" bu demektir.

BİZE ULAŞIN