Mehmet Teber: EBEVEYNLİĞİN KALİTESİ ARTIYOR

EBEVEYNLİĞİN KALİTESİ ARTIYOR
Giriş Tarihi: 4.04.2024 11:48 Son Güncelleme: 4.04.2024 11:48
Dünya var olalı hep değişti. İnsanlar yeniyi aramak ile eskinin çekimi arasında kaldılar hep. Bu kaçınılmaz bir şey ama son 50 yıldaki iddialı değişimler cinsiyetler arasındaki gerilim ve çatışmayı bir hayli arttırdı gibi. Kadınlık-erkeklik, annelik babalık rolleri iç içe girdi ve bu düzlemde bir şeyler ters gidiyor. Üstelik herkes kendince haklı. Kadın-erkek savaşının cephe gerisinde neler oluyor tam olarak bilmiyoruz bile. Üzerimize boca edilen roller ya büyük ya küçük geliyor ya da yakışmıyor, sırıtıyor. Kadınlar ilgili meselelere dair oldukça konuşuyorlar, yazıyorlar hatta protesto ediyorlar. Kadının erkeğe karşı bitmeyen öfke ve sitemlerine dair erkeğin neredeyse hiç mi hiç sesi çıkmıyor. Diğer yandan ailenin her şeyden önce geldiği fikri artık demode kabul ediliyor. Burada yapmaya çalıştığım şey, aileye yeniden bir değer biçme çabası olarak okunabilir. Bu minvalde bir “kadın” olarak yapmaya çalıştığım şeyin doğru anlaşılmasını arzu ederim. Amacım kör bir dövüşten ziyade medeni bir düzlemde kimi yanlış anlamaları düzeltmek, başarısının mimarlarını bile şaşırttığı aile üzerindeki projelerin okumasını bu kez sıkı adamlarla yapabilmek… Yağmurlu bir İstanbul gününde, elimde kimi ciddi sorular ve notlar yazdığım defterimle Klinik Psikolog Mehmet Teber’in kapısını çalıyorum.

Sizce neler oluyor aile cephesinde?

Yeni medya hayatımıza yeni kapılar açıyor. Yüzde on iyilik giriyorsa yüzde doksan kötülük giriyor. İlişkiler zehirleniyor. Nasıl zehirleme oluyor? Birincisi; daha iyi modelleri gözümüzün içine sokarak. Önceden iyiler bu kadar göz önünde değildi. Dolayısıyla biz onlara bakıp kendi eksikliğimizi görmüyorduk. Bu gibi şeylere baktıkça kişi kendi yetersizliğini ortaya çıkarabiliyor. Bu da aile içi huzursuzluklara neden oluyor. İkincisi, negatif hikâyelerin pozitif hikâyelerden daha çok yayılma gibi bir özelliği var. Bu hikâyeler yaygınlaştıkça bizim zihnimizdeki kadın ve erkek tasavvuru değişmeye başladı. Dolayısıyla bir ön yargıyla bakmaya başlıyoruz artık karşı cinse. İki tarafın da birbirine karşı temkini arttı. Hani eski zamanlarda kadını görürsün, (erkek cephesinden bakıyorum yine) onu seversin, hoşlanırsın, gençsindir, peşine takılır gidersin, merhaba dersin, ısrarcı bir âşık olursun. Ama bunu şimdi yapmaya çalışınca, "Acaba tacizci mi olacağım?", "Bir anda bana ters tepki mi verecek?" diye düşünülüyor. Yani bir kestirilemezlik söz konusu. Bu da ilişkileri biraz karıştırmış durumda. Negatif öyküler o kadar yaygın ki adım atmaktan korkar hale geliyoruz. Bu da ilişkilerin başlangıcını zorlaştırdığını ya da birbirimize karşı kılıç kalkanla ilişkiye girdiğimizi gösteriyor. Üçüncüsü ise, başka alternatifler var. "Bak, sen benimle burada ilgilenmiyorsun ama orada benimle ilgilenen biri var." Yani başka alternatif bulabilmek, yaramızın üzerine birisini pansuman yapabilmek, o kişiye ulaşabilmek… Çeldiriciler çok daha fazla artık.

Günümüzde daha çok kadın ve anne konusu konuşuluyor. Erkeklik ve babalık hep yastık altı konular. Ne zaman aileye dair bir özeleştiri, sitem, yargı ya da problem olsa, tüm okumalar, tartışmalar hep kadın üzerinden yapılıyor. Fakat ben sizinle bu okumayı erkek cephesinden yapmak istiyorum. Değişen babalık rolleri, erkeklerin babalık karneleri ile ilgili bir değerlendirme yapmanızı istesem?

Ebeveynliğin kalitesi artıyor bence. İki nesil önceki köy ebeveynini düşünürsek, dayak vardı, örseleme vardı, tehdit vardı. Psikolojik ihtiyaçları karşılama pek yoktu, sevgiyle takdir gibi. Sonra onlar köyden şehre göç ettiler. Orada bir tık daha gelişti ama şimdiki ebeveynlik kalitesi daha da gelişti. Köy neslini düşünürsek, baba çok az çocuğun hayatında vardı. İşi gücü, tarlası, bağı bahçesi. Sokak ve mahalle kültürünü düşündüğümüzde o dönemde kahvehaneler çok meşhurdur. Babanın akşam evde olayım, çocukla vakit geçireyim, oynayayım, böyle bir şey yoktu. Kendi sosyal çevresi daha önemliydi. Genelleme yapacak olursam; şimdiki erkekler sosyal ilişkilerinden ziyade daha çok evdeler. Baba olarak yanlışları daha az. Hafta sonu bir şeyler yapıyorlar kendince. Erkekten erkeğe göre değişir ama "Babalığını kendi babasından daha ileri taşımış mıdır?" sorusu kritik soru. Bana kalırsa çoğu taşımış görünüyor. Geldiğimiz yolu görmezsek kendimize haksızlık etmiş oluruz. Tek gevşeme sınırlar anlamında. Baba otorite figürüdür. Babayla kurduğumuz ilişki devletle, otoriteyle, Allah'la kurduğumuz ilişkinin çok temel dinamiğini oluşturur.

Önceki nesilde ders çalışmayan çocuğa annesinin bir şey dediğini pek duymayız. Buralarla genelde baba ilgilenirdi. Babayla güzelce vakit geçir, oyna, eğlen… Böylelikle ponçik, şefkatli babalar ortaya çıktı ama sınırlar anneye doğru kaydı. Babanın çocuğuyla vakit geçirmesi anlamında iyi değişimler, olumsuz şeyleri yapma anlamında azalma var ama sınır oranında bir gevşeklik var. Diğer yandan yine sosyal medya faktörüne gelmek istiyorum. Orası bize ideal olanı gösteriyor. Bu ideali görünce kadınlar erkeklerden şikayetçi olabiliyor. Yok sen hiç ilgilenmiyorsun, bak o öyle, şu şöyle yapıyormuş gibi. Gelişen tarafı görmeyip gelişmeyen tarafı görmek ve buradan çok eleştiri yapmak… Aslında çabalıyor o kişi. Babalığını kendi babasından ileri taşımış ama yine de eleştirildiği bir yer var. Erkek o zaman kaçabiliyor, buna dikkat etmek lazım. Kat ettiğimiz yolu görmeyip gidemediğimiz mesafeyi görmek üzücü. Babamdan 10 lira miras kaldı. Ben bunu 12 lira yaptım. Birisi bunu 100 lira yapmış olabilir ya da 50'yi alıp 100 yapmış olabilir. Babalar çok kıyaslamaz, "bak o anne de böyle yapıyor" falan diye. Ama kadınlar yapıları gereği kıyaslayıp onu erkeğin önüne yetersizlik şeklinde sunabiliyorlar. O zaman işler karışabiliyor. Yetersizlik duygusu hissetmek bir erkek için kötü. Kadının temel motivasyonu güzellik, erkeğin ise güç.

Bir kadın olarak hemcinslerimin evliliklerinden beklentilerini, hayal kırıklıklarını gayet iyi biliyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse kimini yerinde, kimini uçuk kaçık görüyorum. Garip ama bütün kadınların ortak beklentileri ya da kırgınlıkları aynı şeye dönüşüyor gittikçe. Erkeklere dair ise gerçekten bir fikrim, hatta fikrimiz yok. Erkekler kadınlardan ne ister ne istemezler mesela… Sormak istediğim şeye gelince, Türkiye'de bir erkeğin evlilik ilişkilerine dair ortalama beklentileri ve hayal kırıklıkları nelerdir sizce?

Kadınlar geçmişin rövanşını alıyorlar. Bir yandan modern kültür ya da kadınlar farkında olmadan erkeklerin erkekliklerinin altını oyuyorlar, daha sonra da "bu erkekler neden yeteri kadar erkek değil" diye şikâyet ediyorlar. Yüzyılların bedelini şimdiki erkekler ödüyor. Babam borcunu ödememiş, bu miras bana kalmış. Bununla ilgili bir seçim yapmadım halbuki. "Kadınları el üstünde tutalım, onların haklarını gözetelim, onları memnun edelim." Hukuki olarak da böyle sosyal olarak da böyle. İş çığırından çıktı. Erkekler geride kaldı. Erkekler kadınlar gibi duygularını anlatan varlıklar da değil. Genelde köşeye çekilmeyi tercih ediyorlar. Bu sefer de bir erkeğin dünyasında ne gibi sorunlar yaşanıyor, bunu bilmiyoruz. Toplumsal analizlerde bir kadına mikrofon tutsanız, evlilikle ilgili yüz kelime söyler. Mikrofonu bir erkeğe tutsanız bir iki şeyle geçiştirir. Erkeğe göre "sorunum var" demek güç alanına temas edilmesi demek. Mesela terapiye kadınlar daha çok gelir. Çünkü terapiye çocuğunu getirmek ya da kendinin gelmesi erkek için "bu meseleyi ben çözemedim, halledemedim" gibi zayıflık emaresidir. Güç alanına bir saldırı olarak görüp, kaçabilir. Böylelikle dile getirilemeyen sorunlar büyüyor. Ezilen kadınlardan ezilen, hakkı yenen, anlaşılmayan erkeklere doğru bir dünyaya gittiğimizi düşünüyorum. Erkekten gücü aldığında erkekliğini de almış oluyorsun. Çünkü erkeklik güçle çok ilişkili.

Peki, bunun çözümü nedir sizce?

Erkekleri güçlü hissettirmek en temel dinamik. Kadınlar çok eleştiriyor bence. Halbuki iyi olanı, gücü görüp takdir etmek lazım. "Bunu sen hallet, bunu benim için yapar mısın, bunu sen çözer misin" demek, çözdüğünde geri bildirim vermek çok önemli. Çocukluk döneminde ya silahla oynuyor, ya kavga ediyor, ya mücadele ediyor ve bu erkeği erkek yapan şey, onu hemen almamak gerekiyor. Hem bir gücü olduğu için takdir etmek var hem de "sana muhtacım" hissini onda uyandırmak var. Erkek kurtarmayı, yardım etmeyi daha çok seviyor mesela. Ama kadınlar kendi annelerinin çektikleri acılar nedeniyle "sana muhtaç değilim, kendi ayaklarımın üzerinde durabilirim"i geliştirdiler. Çok dominant kadınlar var. Her şeyi o yönetiyor, erkek orada pasif kalıyor. Bu ilişkilerde erkek evlada dönüşüyor. Çok kadın kocasını da katarak "aslında 3 çocuğum var" der. Bunlar ilişki dinamiklerinim çok karıştığının dilimizdeki yansıması. Sizin anneniz bunu açıkça söyleyebilir ya da ima edebilir miydi? Ama şimdi bir çocuk daha büyütüyorum deyip erkekleri de buraya katmaları aslında pasif edilgen güç bende demek. Kadınların bu güç sevdasını incelemek lazım.

Güç sevdası mı bilmem ama kadınlar çok daha enerjik ve daha idealistler bence hocam. Günümüz erkeklerinde müthiş bir rehavet var. Nasıl desem bir her şeyden acizlik hali… Haksız mıyım?

Erkeklerin sorumluluk duyguları çok az artık. Sorumluluk verdikçe gücü de gelişir. Babalarımız "12 yaşında çalışmaya gittim, şu şu işleri yapıyordum" falan derler. 12 yaşında bir erkek çocuğu bakkala bile gidemiyor günümüz dünyasında. Üstelik erkeklerin sorumluluk alabilecekleri bir alan yok. Kadınlarda yine o alanlar var, misafir geldi, şunu yap, evi toparla, düzenle gibi. Erkek çocuklarına ev içinde dahi neredeyse hiçbir sorumluluk verilmiyor. Tabak geliyor, tabak kalkıyor, kıyafeti önüne konuyor, her şeyi yıkanıp temizleniyor. Bir kral nasıl yaşıyorsa aşağı yukarı bir erkek böyle yaşıyor artık. Böyle yaşayınca sorumluluk alanıyla beraber güç alanı da çökmüş oluyor aslında. Daha sonra konuştuğumuz o pasif erkek ortaya çıkıyor. Sorumluluk almayan, bir şey için hırs beslemeyen, bir idealin peşinden koşmayan erkekler. Bu profili üreten yine kadınlar ama. Babaların burada devreye girip çocuğu anneden çıkarması lazım. Annenin şefkati buna izin vermez çünkü. Annenin yörüngesinden, merhamet alanından çıkarıp dışarı atması lazım. Ama babaların iş güçle geçirdikleri vakit o kadar arttı ki 5 günden 6 güne, sabah sekizden akşam sekize kadar. Posası sıkılmış portakal gibi dönüyorlar eve babalar. Eve geldiğinde orada zaten bir birey bulmak çok zor. Biraz babalık yapıyor, ilgileniyor ve geri kalan kısmı anneye devretmiş oluyor. Anne burada çok sorumluluk aldığı için tabii ki yoruluyor. Erkek asla dinlenemiyor.

Hocam, erkeklerin mesaisi bir yerde bitiyor ama kadınların asla bitmiyor. Böyle de bir gerçeklik var ama…

Haklısınız, onlar da ihtiyaçlarının peşinden koşsunlar. Kadınların çalışmaya başlamasıyla birlikte ev hanımı rolleri düşmedi. Koltuklarında iki karpuz taşıyorlar. Hatta ziplenmiş şekilde kadınlar ev hanımlığı, annelik, eş olmak, iş kadını olmak zorundalar. Eskilerin bir güne sığdırdığı işi kadın dört saate sığdıracak. Orada çocuğuna iyi bir anne olacak, evini derleyip toparlayacak, eşine de güzel bir kadın olacak. Bu ziplenmiş zamanda bunların üçünü yapamadığı için hepsi eksik kalıyor. Yetersizlik duygusu o yüzden kadınlarda hiç geçmiyor. Ancak kadınların yaşadığı bu realite erkeklerin yaşadığı realiteyi görmezden gelmemize neden olmamalı. Kadınların yaşadıklarını erkeklere, erkeklerin yaşadıklarını kadınlara anlatmak gerekiyor. Erkeklerin bu dünyayı bilmesi lazım. Yani kadınlar için hayat zorlaştı. Erkekler şöyle bakıyor: "Çamaşır, bulaşık makinesi var, az çocuk var. Annem beş çocuk büyütüyordu. Her şeyi makineler yapıyor, temizlikçi de geliyor. Pazara da gitmiyorsun. Yemeği de üç gün dışarıdan söylüyoruz. Şikâyetin ne?" gibi… Erkekler görmedikleri, anlamadıkları şeyler var tamam ama kadınlar da kendi karşılanmamış ihtiyaçları nedeniyle başkalarının da bir ihtiyacı olabileceğini göremeyebiliyorlar. Anlamaya çalışmak yerine herkes kendi taleplerinin peşinde koşuyor. Temel sorun bu.

**

Röportajdan çıkıp zihnimi toparlamak için bir kafeye geçince yirmi birinci yüzyıl erkeklerinin sosyal hayatlarındaki rollerinin, cinsiyet, kocalık ya da babalık modellerinin kültürel yaklaşımlarla yeniden biçimlendirilmesi gerektiğinin aciliyeti üzerine birkaç not düşüyorum defterime. "Erkek olmak çocuk oyuncağı değildir" diyor Zimbardo, Bitik Erkekler'de. Haksız olduğunu söylemek neredeyse imkânsız…

BİZE ULAŞIN