Mahmud Erol Kılıç: RAMAZAN ALLAH’LA BULUŞMA, KAVUŞMA, GÖRÜŞME, YAKINLAŞMA AYIDIR

RAMAZAN ALLAH’LA BULUŞMA, KAVUŞMA, GÖRÜŞME, YAKINLAŞMA AYIDIR
Giriş Tarihi: 22.03.2024 16:45 Son Güncelleme: 22.03.2024 16:45
Bir Ramazan-ı şerife daha ulaştığımız şu günlerde maneviyat, din, ibadet, oruç, kulluk, hayır gibi konuları daha fazla duyacağımız, bu ayın atmosferiyle yoğunlaşan uhrevi meselelerle daha fazla içli dışlı olacağımız söylenebilir. Lacivert olarak işin sathında kalmamak ve bu mübarek ayın getireceği feyz, bereket ve ruhani atmosferden daha çok, daha bilinçli istifade edebilmek adına en ehil isimlerden birine danıştık. Tasavvuf araştırmacısı, akademisyen İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Genel Direktörü Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç Ramazan ayının ne anlama geldiği, ne gibi lütuflar ve hikmetler içerdiği, ibadet ve orucun dereceleri, hakikatleri, insanın asıl olarak ne araması gerektiği, Ramazan ve orucun getirdiği zahiri ve batıni temizlenmenin niteliği gibi birçok hususu Lacivert’e anlattı.

Vaktin önemine binaen Ramazan ayı konusunda bilgilerinizden istifade etmek isteriz. Öncelikle şunu sormak istiyorum. Ramazan gibi bir ayın ne gibi hikmetleri vardır?

Hiyerarşi/meratip kavramı çok önemlidir. Madde âleminin içinde dereceler bulunur. Yaratılışta mertebeler, dereceler bulunur. Bu dereceler zaman ve mekân açısından da mevcuttur. Bu şekilde aylar içerisinde de özel bir derece tayin edilmiş olan Ramazan bulunur. Ramazan ayı, Allah Tealâ'nın içerisinde ikramiyeyi bol kıldığı, kapıları daha fazla açtığı, tabir caizse fırsatlar sunduğu ve "bu alışverişi kaçırmayın" dediği, teşvik ettiği bir aydır. Bu ay aslında Recep-Şaban-Ramazan denilen üç aylık bir paket programın son derecesi olarak tayin edilmiştir. Ramazan'ın bir ay olmanın ötesinde metafizik açıdan bir canlı olması da söz konusudur; o ziruhtur. Aslında evrende her şey ruh sahibidir, canlıdır ve hakkın tecellisini alır ve kendinden yansıtır. Böylelikle bazı insanlar, mekânlar ve zamanlar Allah'ı ve onun tecellilerini yansıtır; bazıları güneş misali, bazıları ise puslu havadaymış gibi daha zayıf yansıtır. Zaman açısından bakıldığında bazı arifler Recep-Şaban-Ramazan üçlüsünün sırasıyla Allah'ın filleri, sıfatları ve zatının tecellisi olduğunu söylerler. Yani Recep ayının Allah'ın fiillerinin, Şaban ayının isimlerinin, Ramazan ayının da zatının tecellisi olduğunu söylerler. Allah'ın zatının tecelli ettiği Ramazan ayında Kuran da nazil olmuştur. Bu açıdan zat tecellisinin doğrudan yaşandığı bir aydır Ramazan.

Ramazan isim olarak ne ifade ediyor?
Ramazan kelimesinin etimolojik anlamları içinde "güz aylarından sonra gelen ve etraftaki tozu, çeri çöpü temizleyen bir yağmur, bir baran" anlamı en tercih edilendir. Ramazan kelimesi temizlik anlamını taşır ve bu ay bu manada bütün günahların, kirlerin döküldüğü temizlendiği bir aydır. "Temizleyen ay" diye de tercüme edebiliriz. Sözlüğe baktığımız zaman çok manaları var ama bizim konumuza en yakın ve önemli olanı "temizleyici yağmur" manasıdır.


Bu ayda ne gibi tecelliler, lütuflar olur? Bu ayda müminlerden istenen şey nedir?

Ramazan'da rahmet kapıları açılır, şeytanlar bağlanır gibi başka rivayetler de bulunur. Bu ay Allah'ın rahmetinin tecelli ettiği bir aydır. Ramazan fiiller tecellisiyle başlayıp sıfat tecellisiyle devam eden ve nihayet zat tecellisi haline gelen aslında üç aylık bir paket programın sonucudur. Bu açıdan bakıldığında Ramazan tamamen Allah'la buluşma, kavuşma, görüşme, yakınlaşma ayı olarak da görülebilir. Bizi O'ndan uzaklaştıran, çok fazla dünyaya bağlanmak, zevk ve safahata düşmek gibi halleri biraz kıstığımız zaman maneviyat güçlenmeye başlar. Maneviyatı kıstığımız zaman ise bizi O'ndan uzaklaştıran maddi yönler güçlenir. Bu ilginç bir dengedir. Dikkat edilirse Ramazan ayına mahsus oruç, teravih, gece namazları gibi ibadetlere yoğunlaşmakla bizden istenilen şey hiç olmazsa bir müddet, madde ile ilişkimizi ve bağımlılığımızı sınırlandırmamızdır. Burada aslında hiç olmazsa "Bana biraz daha yaklaş, vakit ayır, benimle biraz konuş" dercesine bir yaklaşım söz konusudur. "Sen bana yaklaş ve bana dua et ki ben de sana karşılık vereyim. Eğer sen beni çağırmazsan ben gelmem" denilmektedir adeta. Ağlamayan çocuğa emzik verilmez. İsteyeceksin ve O'ndan isteyeceksin, başka kimseden değil. Çünkü bütün veriş kaynağı O'dur. Sırların hazine sahibi O'dur ve hazinesi çok geniştir. O sadece senden O'na yaklaşmanı ve kendisine başkasını eş tutmamanı ister. "Bu mülkün sultanı yalnız ve yalnız benim" der. "Bana şerik koşma" der. "Sevdiğin ve sahip olduğun neyin varsa onları benim yanıma koyma" der. Etiketlerimiz, servetimiz, yakınlarımız, büyüklerimiz de elbette birer değerdir ve onlara da belli bir mertebede hürmet gösteririz ama O kendisinin yanına hiçbir şeyi koymamamızı ister. Sufiler bu durumu ifade etmek adına "İllallah" derler, yani "Yalnız ve yalnızca Allah."

Ramazan ayına yönelik olarak takınmamız gereken en uygun tavır ne olmalı dersiniz?

Bizim Ramazan'a metafizik açıdan, az önce anlattığım açıdan bakmamız gerekiyor. Tabii dinimiz son bir asır içerisinde aşırı materyalize edildiği için manevi (bâtıni) boyutlarından soyutlandığı için Ramazan'a bu yönüyle bakılmıyor. Bir de günlük modern hayatın harala gürelesi, koşuşturması insanın manevi yaşantısını sürdürmesine kolay izin vermiyor. Özellikle İstanbul gibi bir metropolü düşünecek olursanız; bir yere 2- 3 saatte gidiyorsunuz. Bırakınız şöyle bir tefekkür edebilmeyi doğru düzgün Allah demeye vaktiniz olmuyor. Çözümü çok zor görünen bir ortam. Bundan dolayı da ister istemez daha kırsal kesimlere, dağ başına kaçan insanlar oluyor.

Bu ayın hakkını verebilmek için inzivaya çekilmek gerekiyor galiba…

Eski zamanlarda belki böyleymiş. İnsan biraz inziva istiyor. Yalnız inziva ve halvet kavramını da çok pasif bir şekilde, topluma küsmek, âtıl hale gelmek, hiçbir şey yapmamak gibi algılamamak lazım. İnziva ve halvet bir sonraki eylemin hamile kalmasıdır. Dolayısıyla bir kişi inzivaya çekilmişse daha sonra yapacağı eylemde, fiilde kalite de gelecektir, bunu biliniz. Büyük sporcular büyük final müsabakalarına çıkmadan önce bir süre kampa alınırlar. O kampta antrenörler sporculara "şunu yemeyeceksin, bunu içmeyeceksin, tv izlemeyeceksin" der. Cep telefonlarını alır, sporcuları resmen halvete sokarlar, final maçına odaklarlar. Biraz olaya böyle bakmak gerekir. Peygamber Efendimiz de inzivaya çekilmiştir. Hira mağarasına çekilme hadisesi bir bakıma pasifizmdir. Bir pasifliktir ama ardından bir iniş söz konusudur ve bu kaliteli bir iniştir; ardından vahiy gelmiştir. Mahatma Gandhi'nin pasif direnişi adeta İngiliz emperyalizmin sonunu getirmiştir. Pasif bir direniş ama aslında içi çok dolu bir eylemdir. Geniş manasıyla meditasyonda, tefekkürde, tezekkürde duran bir insan çok yüksek gerilime sahiptir.

Orucu birçoğumuz tutuyoruz ve ne olduğu hakkında kendimizce bir fikrimiz var ama oruç sadece yemeden içmeden kesilmeden ibaret olmasa gerek sanırım.

Ramazan içerisinde yapılacak olan şeyler neler diye baktığımız zaman birinci sırada gelen oruç ibadetidir. Konuşmamızın başında her şeyde dereceler olduğunu söylemiştik. Aynı şekilde ibadetlerin de, namazın da dereceleri vardır. Hatta öyle bir namaz derecesi var ki Allah onu kabul etmiyor, "Veyl olsun o namaz kılanlara" diyor. Ayet böyle söylüyor. Neden? Namaz kılıyorsun ama kul hakkı yiyorsun, kötü işler yapıyorsun, güvenilmez bir insansın gibi nedenler dolayısıyla manen "Ben o zaman ne yapayım senin namazını" diyor. Aynı şekilde oruç sadece aç kalmaktan ibaret olduğunda belki biyolojik bedene yine faydası olabilir ama bunun ötesi de vardır. Orucun da bu manada dereceleri vardır. Tabii ki dış beden mabettir. Dış bedeni temizleyeceğiz ama en önemli olan kalbin temizlenmesidir. Bunlar birbirinin zıttı değildir. Ben önce kalbimi temizleyeceğim
ama bedenim de kirli kalmayacak. Bedenin, damarların içinden geçenlerin bile Allah'ın istediği şeyler olması gerekir. Âleme, evrene senin pozitif sinyal gönderebilmen için bedeninin aynı bir çanak anten gibi oraya dönmüş ve hazır bekler durumda olması lazım. Bu temizliği sen kendin yapacaksın. Gerek beden temizliği gerek kalp temizliği gerekse damar temizliği.

Peki, orucun daha üst seviyesi nedir?

Kalbin ve taharetin dereceleri olduğu gibi orucun da dereceleri var. Avam orucu, sadece aç kalmaktan ibaret yani sıradan, zahiren bize öğretilen oruç ancak bir de orucun bâtını var. Oruç imsak demektir, kendini tutmak demektir, bir şeylerden kendini tutmak anlamına gelir. Peki, bunu kimin için yapıyorsun? Büyük arif Muhyiddin İbnü'l-Arabî ibadetler arasında birinci sıraya orucu alır, yani namazın da önüne alır. Zira "Oruç sadece ve sadece Allah için yapılır" der. Çünkü oruçta herhangi bir riyada bulunamıyorsun. Namazda bile riya yapabilirsin, şeklen çok güzel bir namaz kılabilirsin ama
oruçla hava atamazsın. "Bu adam çok güzel oruç tutuyor" denemez. Tamamen kişinin içinde olup biten bir hadisedir. O manada oruç içine riya karışamayan bir eylemdir. Bu manada Allah "Oruçlunun mükafatı bizzat benim, çünkü o beni için kendini tutuyor, yemiyor, içmiyor" diyor. Oruçta Allah'ın "Samed" ismiyle irtibat kuruluyor. Dışarıdan hiçbir yardım almadan, bizzat kendi öz kaynaklarıyla var olan varlığa "Samed" ismi verilir. Biz yaratılmış varlıklar olarak muhakkak dışarıdan bir şeye ihtiyacımız vardır. Maneviyatta bile dışarıdan bir tavsiye alırım. Aynı şekilde "Samed" ismi Allah Teâlâ'nın isminin tecellisi olduğu için oruçlu kişi de dışarıdan bir şey almayan, gıda almayı bırakan ve iç motorlarıyla yani tamamen
kendi iç kaynaklarıyla çalışan bir yapı haline gelir. O açıdan Allah'ın Samed ismiyle oruç vasıtasıyla bir irtibat kuruluyor.

Oruç fiziki olarak yemeden içmeden kesilmedir ama başka dereceleri de vardır. Yalandan da kesilmek gerekir. Genel olarak da böyledir ama hiç olmazsa Ramazan da yalan söylememek gerekir. Yalandan da sahtekarlıktan da oruç tutmak gerekir. Oruç aynı zamanda gözü haramdan, lisanı kötü söz söylemekten korumaktır. Helalleşme meselesi çok önemlidir. Bir insanın üstünde kul hakkı kalmaması çok önemlidir. Bizzat gidip helalleşmek lazımdır. "Kardeşim hakkını helal et, 10 yıl evvel ben sana böyle bir iftirada bulunmuştum. Lütfen hakkını helal et!" diyebilmektir. Utanmadan gidip, istemek lazımdır. Kul hakkı bu manada çok önemlidir. Eğer o kişi olgun biriyse, ondan da "helal olsun kardeşim" demesi beklenilir. Toplumsal barış böyle karşılanır. Günümüzde değerler sistemimiz altüst olduğundan dolayı yalan söyleyen yalan söylediğinin farkında değil, hakiki ile sahte birbirine karışmış. Bu nedenle geleneksel hiyerarşinin, geleneksel değerler sisteminin yeniden tesisi gerekiyor. Modernite bu geleneksel anlayışı altüst etmiştir.

Ramazan denilince öne çıkan diğer ibadet ve özellikler nelerdir? Mesela zekât…

Ramazan içerisinde orucun yanında zekât, Müslümanların bir diğer farzlarından biridir. Zekât muhteşem bir ibadet ve dayanışma örneğidir; esasen 12 ay içerisinde her zaman verilebilir ama Ramazan ayında verilmesini teşvik ederler. Bu manada güzelliktir. Zekâtın farz olması, dinin esaslarından biri haline getirilmesi nedeniyle İslam bazı yazarlar tarafından "en sosyalist", "en toplumcu" din olarak da görülür. Diğer dinlerde bahşiş vermek veya sadaka vermek gibi şeyler olabiliyor. Bunlar onlarda şart değildir ancak bizde farzdır. Din, "kazancının 40'ta 1'i senin değil" diyor. Onu sen veriyorsun ama aslında sen veriyor değilsin. Zaten diğerinin hakkı sende, sen kısa süreliğine el koymuşsun, onu sahibine iade ediyorsun. O manada bu muhteşem bir sistemdir. Ülkemizde şartlarını haiz olan herkes zekâtını verse adeta fakir kalmaz. İnsanlar, özellikle iş insanlarımız şu an zekât vermiyorlar.

Oruç ibadetinin nefsi terbiye ve tezkiye etmede çok etkili olduğu söylenir. Peki, nefs dediğimiz şeyi ne kadar biliyoruz?

Arifler, erenler silsilesine tabii olduğumuzda onlar ruh ile nefs arasında, akıl ile kalp arasında ayrım yapmazlar. Onlar konuya sadece dereceler kavramıyla yaklaşırlar. Her şeyde dereceler vardır ve o derece farklılığına verilen isim dolayısıyla sanki farklı varlıklardan bahsediliyormuş zannedilir. Aslında yoktur, tek bir oluş vardır. Akıl örneğini verecek olursak; sufiler aklı değil kalbi tercih ederler; felsefeciler, kelamcılar vesaire ise "biz akıl yolundan gideriz, daha çok rasyonaliteyi esas alırız" gibi ilk duyduğunuz zaman çok cafcaflı gelen büyük laflar ederler. Ama analizi yapıldığı zaman bunun çok da doğruyu yansıtmadığı görülür. Zira Sufiler "Aklın dereceleri var, bir tane akıl yok" derler. Günlük akıl "aklı meaş" denilen bir akıl derecesi vardır ki 5 duyu organıyla çalışır. Çarşıya, pazara giderken, maaşını kazanmak, ticaretini yapmak için kullandığımız bu akıl derecesiyle metafizik yapılamayacağını söyler sufiler. Bu akılla fizik ötesine geçemezsin çünkü bu sadece görünürleri tanımlayabilir. Onu da ne kadar sağlıklı tanımlar, ayrı bir konu. Oysa kuantum fiziği ile beraber modern fizik rasyonaliteye darbe vurmuştur. Şu an modern dünyanın, rasyonalite esaslı bilgi kaynağının ne kadar yanıltıcı olduğunu, gözü yanılttığını, illüzyonlarla bir dünya kurulduğunu ispatlayan muhteşem çalışmalar var. İşte bu gözle bakıldığında suşiler diyor ki: "Aklın dereceleri var. Bu aklın en geliştirilmiş, serpilmiş, güçlendirilmiş, cilalanmış, kapasitesi arttırılmış hali en üst derece akıldır. Onun bir diğer adı da kalptir." Dolayısıyla aklın en üst derecesi olan kalp sufiler için aynı manadadır. Ve metafizik yapabilecek olan akıl, kalp olan akıldır derler. Kur'an-ı Kerim'de zaten Allah-u Teâlâ "Onların kalpleri vardır, aklederler" diyor. Ama "onların beyinleri vardır aklederler" demiyor.

Ruh ile nefs için de aynı tanımlama mı geçerli?

Benzer şekilde ruh ile nefs de aynı şeydir. Ruhun en aşağıda olanına, maddenin içine girmiş, sınırlanmış, kayıtlanmış tam manasıyla cilalanmamış, spiritüel hale gelmemiş şekline nefs denir. Aynı realitenin aşağıya bakan yönü nefs, yukarıya bakan yönü ise ruhtur. Dolayısıyla insan ruhu ve nefsi arasında çatışma yaşar. Nefs onu ayaklarında aşağıdan yukarıya çeker. Ruh ise aynı uçan balon gibi ağırlıklarını at ki yükselesin diyerek yukarı çeker.

Orucun nefsi terbiye etmek bakımından ne gibi bir hikmeti vardır?

Oruç insan nefsini kontrol edebilme araçlarının en önemlilerinden biridir. Çok kuvvetli bir uygulama olarak insanın kendi melekelerine hâkim olmasında önemli araçlardan biri olduğunu tüm dinler söyler. İslam'da şöyle bir rivayet vardır: Şeytan imtihana tabii tutulur ve tüm ibadetler ona yaptırılır. Zekât imtihanında şeytan "bu sene kâr etmedim" gibi bahanelerle bir kaçış bulur ve kaytarır. Hac ibadetine yine "imkânım yok" gibisinden bir bahane bulur. Namazdan da kaçacak yollar bulur ama sıra oruca geldiği zaman "Bittim ben" der ve teslim olur. Bu menkıbedeki hakikati arifler insandaki şeytaniyeti ancak orucun dizginlediği şeklinde yorumlarlar. Bu manada da tiryakilerin ilk oruç haftası çok zor geçer. Eğer devam edebilirlerse yavaş yavaş orucun vücuda hâkim olduğu görülür ve tiryakisi olduğu maddelerden yavaş yavaş uzaklaşmaya başlarlar. Bu yönüyle
de sigara içiminin ve birtakım kötü alışkanlıkların azaltılması açısından Ramazan'dan istifade edilebilir.


Ramazan denilince akla ilk gelenlerden biri de Kadir gecesi oluyor? Bu gecenin önemi ve hakikati nedir dersiniz?

Kadir, kudret gecesi, kudret tecellisidir aslında. Bu gece illa Ramazan ayının 27. gecesine denk gelmez. Kur'an'ın o gece inmeye başladığı ve bin geceden hayırlı olduğu ayette söylenir. Yeryüzü toprağında Kâbe'nin mahiyeti neyse geceler için de Kadir'in mahiyeti odur. Allah bütün zamanlarda
tecelli eder ama Kadir gecesinde adeta tüm gök yere iner ve tabiri maruz görün "Var mı isteyen, var mı dua eden, var mı af dileyen?" diye sorar adeta.
Göğün kapıları sonuna kadar açılır. Bu çok büyük bir fırsat ve tam tecellidir.


Tam tecelliyi anlamamız bakımından bir örnek verebilir misiniz?

Tam tecelli şöyle; Tûr-i Sîna'da Hz. Musa "Rabbim bana görün" yani "zatınla bana tecelli et" diye yalvardı. Cevap olarak ona "Ya Musa len terânî" dendi. "Sen beni göremezsin" diye tercüme ediliyor, doğrudur ama aslında mana olarak "Sen beni görmesen daha iyi olur" diye tercüme etmek
lazım. "Göremezsin çünkü benim tecellimi sen kaldıramazsın" anlamında. Israr edilince bunun üzerine Cenabı Allah deneme yapar ve "Bak şu dağa" der. Oraya anlık bir tecellide bulunur; dağ kaldıramaz hale gelir veya çalılık yanar. Onun üzerine Hz. Musa tamam der. Çünkü O sana zatıyla
tecelli ettiğinde sen yok olursun, kül olursun. O zaman filtreden geçirmesi gerekir ki hafiflete hafiflete bizim hazmedebileceğimiz bir düzeye insin. Ondan dolayı hiçbir Sufi "Rabim bana görün" diye dua etmez. Varlık dediğimiz şeyin tamamı aslında bilgidir, ilimdir. Allah'ın ilim sıfatının yayılmasından ibarettir. Bunu kuantum fiziği yeni söylemeye başladı. Şu an bilgi partikülleri olduğunu keşfettiler. Yüksek bir bilincin tezahürü planında yaşıyoruz. Bunları bizim arifler yıllar öncesinden söylediler. Kuantum fiziği adeta tasavvuf büyükleri için çalışıyor gibi. Darısı bizim ilahiyatçıların başına. İnşallah bir gün onlar da keşfederler ama astrofiziği, çağdaş bilimsel gelişmeleri iyi takip etsinler.

Bu hayatta insanın istemesi gereken, talep etmesi geren nedir ve buna nasıl ulaşabilir?

İnsanın istemesi gerekli olan tek bir şey var. O da ne olduğu, nereden geldiği ve kim olduğun sorularının cevabıdır. Size söyleyebileceğim şudur: Her ne istiyorsak Allah'tan isteyelim. Neden Allah'tan isteyelim? Allah diyor ki "Sizi ben yarattım, size kendi ruhumdan üfledim." Senin ruh dediğin şey Allah'ın ruhudur. Taşıdığımız ruh Allah'ın ruhu, o manada Allah bizim içimizde yaşıyor zaten. Sen onu görsen de, görmesen de, fark etsen de, etmesen de, sevap da işlesen, günah da işlesen Allah senden kopmuş değil. Sadece bu bir bilinç meselesi. Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu? Olay bundan ibaret. Yoksa bilmeyenlerden kopmuş, ayrılmış değil. Görmüyor, ne yapsın? Ama o orada duruyor, bir yere ayrılmış değil. "Ben sana kendi ruhumdan üfledim" dediği gibi, "bütün isimlerimi sana yükledim" diyor. Bir ayeti kerimede "Siz O'ndan geldiniz ve O'na döneceksiniz"
diyor. El-Evvel Allah, el-Âhir Allah "İlk benim, son benim" diyor. "İç benim, dış da benim" diyor. Burada selefi arkadaşlara duyuru yaparım. Allah bâtındır. Tamam, bunu herkes kabul ediyor. Affedersiniz, ama onlar adeta Allah'ı bulutların üstüne attılar tabiri caizse. Ve zahir Allah. Aynı zamanda "zahir olan da benim" diyor. Bunu nasıl açıklayacaksın o zaman.

Öyle bir seküler alan yarattılar ki Allah sanki belirli dini alanlarda var ve biz onun haricinde, hiç kutsal olmayan bir alandayız sanki. Hayır. Allah "külli şey'en muhit"- tir. Her şeyi ihata etmiştir. Onun alanının dışında bir şey yoktur. Biz O'ndayız. O'nun alanını kullanıyoruz, O'nun nefesini kullanıyoruz
ve O'ndan bir yere ayrılmış değiliz. Sadece yabancılaşmışız. Bu da bir şuur meselesidir. Kökenimiz orası. Tabii ki madde içeresine
girmiş haldeyiz ama bütün iştiyakımız, arzumuz orijinimizi, aslımızı tekrar bulmaktır. Duamızı, isteğimizi de ondan yapacağız sadece. Allah'tan başkasından istemeyin. "İyyake na'büdü ve iyyake nestain". Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü.

BİZE ULAŞIN