Babalık kavramı günümüz Türkiye'sinde geleneksel kimliğinden gittikçe uzaklaşarak, modern değişimlerle birlikte daha farklı anlamlar kazanıyor. Bu değişimin iyileştirici yanları olduğu gibi tedirgin eden, 'böyle de olmaz' dedirten tarafları da var. Çok uzun yıllardır gündelik hayattan tutun, akademiye kadar en çok konuşulan, tartışılan konulardan biri annelikken babalık sadece kadınların kendi aralarında kritiğini yaptıkları bir şey. Anneliğin bu kadar baskın ve görünür olduğu, idealize edildiği bir çağda ya babalar? Gittikçe daha silik, daha görünmez olan babalığı konunun muhatabı olan erkeklerle konuşmak gerektiğine dair taşıdığım inançla Mehmet Dinç hocamın kapısını çalıyorum. Daha kapıdan girdiğim ilk andan itibaren burnuma müthiş bir limonlu kek kokusu geliyor. Çok geçmeden Mehmet Bey elinde çay ve kek olan bir tepsiyle geliyor zaten. Doğrusunu söylemek gerekirse az sonra bu sıcacık ortamda aileyi ve babayı konuşmak daha şimdiden beni heyecanlandırıyor. Öyleyse hiç vakit kaybetmeden başlayalım…
VAZİYET ALMAMIZ GEREKİR
Birilerinin aile kurumunun köküne kibrit suyu dökmek istediği apaçık. Küresel ölçekte aileyi ve Türk toplumunda ailenin dönüşümünü nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Dünyada bir küresel tüketim toplumu oluşturma gayreti var. Otomatik hareket eden bir insan tipolojisi bu… Yalnız ve düşünmeden hareket eden, kendi zevk ve hazlarını merkeze alan insanın en büyük engeli ise ailedir. Ailede bir kültür ve değer aktarımı söz konusudur. Dolayısıyla aile şayet sağlıklı bir şekilde var olursa kişinin ait olduğu toplumun değerlerini alması, kültürünü benimsemesi, o kültür ve değerler doğrultusunda düşünerek bir hayat tarzı oluşturması, sadece kendinden ibaret olmadığını, dününün ve yarınının olduğunu bilmesi, başka insanlara karşı sorumluluklarının olduğunu fark etmesi, küresel tüketim toplumunun istediği insan tipine aykırıdır. Tam da bunun için aile çok önemli bir yapıdır. Hiç şüphesiz dünyada böyle bir kurgu var. Batı merkezli yaşama biçimini benimseyen Türk toplumu da bundan çok hızlı bir şekilde etkileniyor. Değişim her cephede yaşanıyor ve dolayısıyla aile cephesinde de yaşanıyor. Anne-baba ve çocuklar arasındaki kuşak farkı, dünyayı algılayış tarzı bir şekilde kendisini gösteriyor. Bu nedenle de bu meseleyi bütün boyutlarıyla ve kişilerden çıkartarak ciddi bir şekilde düşünmek, bu etkilenmeyi, zararı nasıl minimize ederiz bunun
üzerine çalışmak lazım. Bu dalgaya karşı insanın tek başına vaziyet alması, mücadele etmesi ve başarılı olması söz konusu olamaz. Toplum olarak vaziyet almamız gerekir. Ancak böyle olursa bir şeyleri kurtarabiliriz. Öbür türlü bu kurgu elimizde olan ne varsa bir tsunami gibi alıp gidecek.
YÂR OLMAK, BÂR OLMAMAK
Günümüz erkeğinin konumu ve ailesindeki güncel sorunları nelerdir sizce?
Günümüzde erkeğin konumu bir şekilde zarar gördü ancak bana kalırsa kadının konumu da ciddi anlamda zorda. Kadınlar evi geçindirmek ile alakalı büyük yükler yüklenmek zorunda kalıyorlar. Evin idaresine bakacaklar, çocukların yetişmesine bakacaklar, onu yapacaklar, bunu yapacaklar… İnanılmaz bir yük altındalar yani. Tüm bunları kaldırmakta doğal olarak zorlanıyorlar çünkü bu tabiatlarına aykırı. Bu zorlanma ister istemez ilişkiye yansıyor. Her ev yuva değildir, asıl olan yuva kurmaktır. "Yâr olmak, bâr olmamak." derler tasavvufta. Yani dostluk, sevgi kurmak ama yük olmamak… Bu evlilik ilişkisinde de gözetilmesi gereken bir şey. İki insanın evlenmesi, birinin öbürüne çökmesi anlamına gelmiyor. Dünyaya temelde aynı değerler çerçevesinde bakabilmek çok önemli. Hiç şüphesiz ilgi farkları, düşünce farklılıkları söz konusu olabilir ama değerler noktasında insanlar buluşamıyorsa orada büyük bir problem var demektir. Şu anda evlilikle alakalı en büyük sorunların başında geçinmekle alakalı problemler var. Geliri
nasıl arttırırız, şu tatile nasıl gideriz, şu arabaya nasıl sahip oluruz, şu evde nasıl otururuz gibi. Bu sefer karı koca birbirlerini perişan edercesine bir ilişki kuruyorlar. Gerçek olmayan beklentilerden, bitmeyen ihtiyaç ve isteklerden, bir türlü karşılanamayan beklentilerden dolayı karı koca hayatı birbirlerine zindan ediyorlar. Hanımefendiler beyefendilerden bazen ev, araba veya tatil anlamında beklentilerde bulunuyorlar. Beyefendiler de fiziksel görünüş anlamında çok ilginç beklentilerde bulunuyorlar. Bu sefer de eşler arasındaki ilişki çok ciddi hasar alıyor.
ÇOCUKLAR BABALARININ BAŞKA YÖNLERİNİ BİLMİYORLAR
Her geçen gün evden biraz daha uzaklaşan bir baba tipolojisiyle karşı karşıyayız. Anne ne olursa olsun en fazla bir kahve ya da bir arkadaş mesafesince uzaklaşabiliyor evden. Babalar için durum böyle değil. Daha istediği gibi girip çıkıyor eve. Mesela kadınlar için çalışsın, çalışmasın ortalama bir eve giriş saati varken babalar için bu oldukça esnek. Aynı evde yaşadıkları halde günlerce babalarını görmeyen çocuklar, günlerce aynı sofrada oturamayan aileler var. Bu durum kadının eş olarak, çocukların ise somut bir kimlik edinmelerini zorlaştırıyor. Siz ne düşünüyorunuz bu konuda? Doğrusu nedir?
Çocuk, anneden duyguyu, babadan davranışı alır. Şu anda her şeyi anneden alma odaklı bir durum söz konusu. Birinin sevgi, birinin disiplin insanı olması gerekiyor. Anne hem seven hem ilgi gösteren hem ödev yaptıran hem davranışları kontrol eden hem onu hem bunu yapan insan… Çocuğun babayla vakit geçirmesi, bu vakit geçirmenin paylaşımlı bir şekilde olması gerekiyor. Anne duyguyu, baba davranışları verirse çocuk farkında olmadan birçok şeyi zaten almış olur. Hususen çocuğa "şöyle otur, böyle kalk" demeye gerek yok. Ancak anne-baba yaşamadıkları, içselleştirmedikleri davranışları çocuklarından beklerlerse problem çıkar. "Çocuğumuz dürüst olsun, kitap okusun, spor yapsın" diyor fakat bunları siz yapmıyorsanız olmaz, tutmaz. Yine anne babanın karşı karşıya geldiği konulardan biri; annenin fazla kaygılı, babanın aşırı rahat olması olabilir. Annenin fazla kaygılı olmasının sebebi annenin yükünün çok olması, babanın yük almamasıdır.
Yükler paylaşıldığında annenin aşırı kaygısı da bu anlamda biraz feraha erecek rahatlayacaktır. Bir diğer mesele çocukların mümkün olduğu kadar hayatın farklı yönlerinde de anne babayı görmesi. Önceden çocuklar babalarının yanında iş yerlerine giderlerdi. Şimdi öyle bir hayat tarzı var ki baba
sadece evde görünen adam. Çocuklar babalarının başka yönlerini bilmiyorlar. Bu adam iş yerinde, arkadaşlarıyla, akrabalarıyla, komşularıyla nasıldır? Çocukların bunlarla alakalı bilgileri minimum. Niye? Çünkü o ilişkileri ya görmüyorlar ya da o ilişkiye anne babalar sahip değil. Eve gelen giden, bizim gidip geldiğimiz, sosyal ilişkiler kurmak anlamında da büyük bir fakirlik söz konusu. Alışverişi büyük marketlerden yapıyoruz. Dolayısıyla dışarıda nasıl ilişki kurulur çocuk görmüyor. Esnafla ilişki kurmuyoruz. Akrabalarla minimum, bayramdan bayrama bir ilişki var. Komşularla ilişkiler zayıf, iş yerinde ne dönüyor çocuklar bilmiyorlar. Dolayısıyla toplumun içinde nasıl ne şekilde yer almaları gerekir, nasıl konuşulur, nasıl ilişki kurulur konusunda da ister istemez zayıf kalıyorlar.
Bu nedenle bizim de kendi hayatımızı insan anlamında zenginleştirmemiz ve çocukları buna şahit kılmamız lazım ki toplumsal değerler çerçevesinde nasıl bir ilişki tarzı oluşturulabilir onu da görmüş olsunlar. Böyle olup çekirdek aile olarak yaşandığı zaman bir süre sonra eşler sosyal ihtiyaçlarını birbirinden beklemeye başlıyorlar. Eşim arkadaşım olsun, anam-babam olsun, ablam olsun, abim olsun arkadaşım, sırdaşım olsun diyorlar. Olmuyor! Eşim eşim olsun. Yani benim anam başka, babam başka, sırdaşım başka, arkadaşım, abim başka. Bu kadar vazifeyi aynı anda biri yapamaz. İşte o zaman ilişki patlıyor. Birbirinden bıkma, tükenme, tüketme, hayal kırıklığı yaşama gibi durumlar söz konusu oluyor. O yüzden çerçeveyi, aile ortamını mümkün olduğu kadar genişletmek lazım. Böyle olursa doğal olarak çocuklar bizim o insanlarla ilişkilerimiz içerisinde ya da o insanların çocuklarımızla ilişkisi içerisinde birçok rolü öğrenecekler. Bu rollerin içerisinde erkek nasıl oturur, nasıl kalkar, nasıl konuşur, nasıl ilişki kurar, kız nasıl oturur kalkar, bunlar kendiliğinden yerleşmiş olacaktır.
TÜRK BABASI AİLESİNE DÜŞKÜNDÜR
Az evvel de bahsettiğim gibi daha çok "ideal kadın" ve "ideal anne" konuşuluyor birçok yerde. Bense size "ideal erkek ve ideal baba"yı sormak istiyorum. Tanımlama yapacak olsanız, sizin ideal erkek ve baba tanımlamanız nasıl olurdu?
Bu kavramlar tüketim kültürünün bize pazarladığı birer sıfattır. Tüketim kültürü insana kendini eksik hissettirme üzerinde çalışır. İnsan o eksikliği hissettikçe tamamlamak için bir şeyler satın almak zorunda hisseder. Bu herhangi bir şey olabilir. Mesela şimdilerde ideal kocanın, bütün özel günleri hatırlaması gerekiyor. Bunun sonu yok ki… İdeal erkek bu mudur yani? Tüketim kültürü ideal anneyi de ideal babayı da kendi istediği gibi yönetebileceği şekilde formatlıyor.
Bana kalırsa ideal baba diye bir şey yok. Onun yerine, gücünün yettiğince doğru, değer odaklı yaşayan, ailesini seven, benimseyen, ailesinin başında
duran, fedakâr ve güçlü olan baba vardır. Bizim babaları düşünün, onlara "ideal baba" der miyiz? Demeyiz çünkü her birinin eksiği, kusuru vardır. Bence bunun önemi yok. Çünkü hepsi ailesine düşkün müdür, düşkündür. Türk aile babası tipi olarak söylüyorum. Türk aile babası ailesine düşkündür, ailesi için fedakarlık yapar, risk alır, elini taşın altına koyar, ailesini önemser. Vakit ayırmak anlamında olmasa bile önemser. Türk aile babasının en önemli gündemi ailesidir. Dolayısıyla "ideal" gibi kalıplara çok takılmadan doğru, değerli babalık ve annelik peşinde koşmak şeklinde ifade edebilirim.
BARBIE HAYAT TASAVVURU
Türk aile babası tam da dediğiniz gibiyse o zaman Türk kadınının derdi nedir hocam? Türk kadını Türk aile babasının sizin tanımladığınız gibi olmadığını düşünüyor sanki.
Bunun olmadığını mı, yetmediğini mi düşünüyorlar? Bu başka bir şey… Problem de bu. Yetmemesi. Neye yetmiyor? Çünkü kadına da erkeğe de çizilen tip başka. Eşi o çizilen tipe uymadığı için yetmiyor. Dolayısıyla dediğim gibi tüketim kültürü gerçekleşmesi mümkün olmayan bir portre veriyor bize. Hep eksiklerle dolu bir portre. O portreye uymadığı zaman da bu sefer mutsuz oluyor. Benim kocam niye böyle değil diyor. Mesela Instagram'da bir sürü koca profili var. Öyle bir erkek olabilmek için bir ekiple müstakil olarak bu işi yapmanız lazım. Yani müstakil olarak hanıma sürpriz yapma, hediye alma işi yapıyor olmanız lazım. O işi de tek başınıza yapamazsınız. Devamlı yeni fikirler üretmeniz lazım. Üstelik maddi bir kaybınız olmayacak. Barbie bebek biliyorsunuz böyle bir profildir. Hiç çalışmıyor, annesi babası yok ve devamlı bir şeyler alıyor. Bir de Ken diye bir adam var. O da çalışmıyor. Bunlar devamlı tatile gidiyorlar, evleri var kocaman. Böyle konuşunca komik geliyor ama hakikaten o Barbie bebeğin hayatını dayatmaya çalışıyorlar. Karı kocanın çok güzel, büyük bir evi, çok lüks arabaları olsun, tatile gitsinler, çok bakımlı olsunlar, anne-babaları, akrabaları olmasın, kendi başlarına yaşasınlar. İnsanların zihinsel altyapılarına, tepkilerine, beklentilerine bakın, böyle bir hayat kurgusu var.
TOPLUMUMUZUN FEMİNİZME İHTİYACI YOK
Tamam, ama diğer yandan bu hayat kurgusunda erkeklerin kadınları feminist teorinin kucağına bırakmalarının payı yok mu sizce? Erkekler kadının sorunlarını dinlemek ve çözmek istemeyince o sorunları masaya yatıran feminist teori anlattıkça büyüdü, konuştukça çoğaldı her şey. Sahi feminizme nasıl bakıyorsunuz?
Problem şu; feminizm Batı için fevkalade yerinde, çok haklı, çok güzel bir kavram. Niye? Çünkü kadının toplumdaki yeri, kadına verilen değer anlamında asla bir Müslümanın kabul etmeyeceği bir durum söz konusu. Kadının değersizleştirilmesi, metalaştırılması, toplumda yer bulamaması ile alakalı. Bizim toplumumuzda böyle bir durum söz konusu değil. O yüzden Batı'nın çarpık toplumsal yapısından çıkmış bir kavramı birebir alıp Türkiye'ye uyarlamaya çalışırsanız o zaman bu kalıp bir şeyleri yapmaz, bozar ve kırar. Şu an yaşadığımız şey budur. Bize uygun olmayan o kalıp bize dayatıldığı zaman bizdeki birçok iyi şeyi de kırar. Bizim toplumumuzun feminizme ihtiyacı yok. Başka bir şeye ihtiyacı var mı, var. Bunu toplumun problemlerini tespit eden insanların, hatta toplumun kendisinin de çalışıp geliştirmesi gerekir.