İsmihan Şimşek: “BENİM NİNEM DE BAŞÖRTÜLÜYDÜ, BENİM DEDEM DE HACIYDI”

BENİM NİNEM DE BAŞÖRTÜLÜYDÜ, BENİM DEDEM DE HACIYDI
Giriş Tarihi: 8.03.2024 11:37 Son Güncelleme: 8.03.2024 11:37
Din konusu Türk solunun mutlaka halletmesi gereken en temel problemlerinden biri. Dini kendi olarak değil de “kitlelerin afyonu”, egemen güçlerin halkı uyutmak için en büyük silahı olarak gören sol, ezberlerinden sıyrılarak yeni bir din- sol ilişkisi inşası başlatmak zorunda.

Son zamanlarda adını sıkça duymaya başladığımız ve benim de takipçisi olduğum stand-up'çı Deniz Göktaş'ın gösterisinden bir bölüm sosyal medyada da viral olmuştu. Editörümüz Sena, yazı için arayınca bu bölüm üzerine konuşarak Türkiye'deki solcuların din ile ilgili yaklaşımlarındaki çarpık anlayışı bu sayfalara taşıyalım dedik. Dine mesafeli duran "Kadıköy solcusu" tipolojisinin meditasyon, bioenerji, şifalı taşlar, astroloji, Şamanist- Budist ritüeller, evrene mesaj göndermek gibi ezoterik inançlarla hemhal olması ve bunları "gerici, hurafeci ve yobaz" bulduğu İslami kural ve ritüellerin yerine koyması kendi içinde nasıl çeliştiğinin en bariz örneği olarak karşımıza çıkıyor.

Deniz Göktaş'ın deyimiyle oturup ilim, bilim, siyaset, felsefe konuştuğunuz, çağdaş sandığınız Kadıköy solcusunun bir anda "İkizler burcuysa öyle yapması normal abi" dediğini duyuyorsunuz. Yani "21. yüzyılda skolastik düşüncenin merkezi Kadıköy..."

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; Türkiye'deki sol ile dünyadaki sol ideolojinin birbiri ile neredeyse alakası yok. Genel tanımıyla sol, her türlü sorunun cevabının kendi söyleminde bulunduğu inancıyla donanmış dini söyleme ve mutlakiyete karşı mücadele içinde var olmuştur. Sol, her türlü
toplumsal olgunun doğrularının insanlarda yattığını öngörür. Aydınlanma sürecinin Tanrı'nın iktidarını insana vermesiyle birlikte başlayan sekülerleşme, aynı zamanda sol düşüncenin gelişimini sağlayan zemindir. Sol, düzene karşı bir tavır alış, ona karşı çıkıştır. Buna karşılık sağ tahayyülün mayasında, düzen fikri karşısında büyüleniş vardır. Düzen hikmetinden sual olunmaz bir irade tarafından kurulmuştur ve insanların kaderlerine rıza göstermekten başka yapacak şeyleri yoktur.

Ölü doğan sol

Türkiye'de ise sol ve sağ bu tanımlarda farklı yüzleri ile karşımıza çıkar. Öyle ki Türkiye'deki sağ-sol ayrışmasının Batı'dan farklı biçimde, tarihsel olarak yüklendiği misyon göz önüne alınınca sağ fikriyatın, Batı'daki muadillerinden farklı olarak değişime, yeniliğe daha fazla açık olduğunu, solun ise düzenle daha bütünleşik bir tarzda olup muhafazakâr bir algıyı temsil ettiğini görüyoruz.

Osmanlı'dan koparak oluşan Türkiye Cumhuriyeti modernist milliyetçilik temelinde modernleşme sürecine girdi ve bu modernleşme sürecine sekte vurabilecek etnik, dini, siyasal kalkışmalara en sert biçimde karşılık verdi, tabiri caizse "boğdu." Böyle baskıcı bir ortamda gelişmeye çalışan sol hareket de yaşam alanları geliştirmek amacıyla iktidarın kimi yaptırımlarına ideolojik arka planlarına uymasa da onay vermek zorunda kaldı. Murat Belge'nin ifadesiyle "Türk solu Kemalizm'in başarısının gölgesinde ölü olarak doğdu."

Cumhuriyet elitlerinin Kemalizm'i farklı ideolojilere fazla yaşam şansı tanımadı. Sol hareket de böyle bir ortamda soluk alacak mevziler yaratmak amacıyla Kemalizm'le zoraki bir birliktelik yaşadı. Öyle ki bu zoraki birliktelik bir süre sonra unutularak gönüllü bir ilişki ağına doğru evrildi. İdeoloji üstü
bir konumda yer alan Kemalizm, var olan ideoloji tartışmalarını da etkileyerek sol ve sağ kavramlarının Kemalizm'e göre konumlanmalarına yol açtı. Kendi içerisinde bir yabancılaşma yaşayan sol, Fikret Başkaya'ya göre bağnaz resmi ideolojinin ve resmi tarihin rahle-i tedrisinden geçmiş olmaktan ötürü, kendi gerçekliğine yabancılaştı. Başkaya'ya göre Türkiye'deki sol hareketinin en temel zaafı, Kemalizm ile arasına mesafe koymamasıydı ve bu mesafesizlik devletçi bir sol karşımıza çıkardı.

Resmi ideoloji geri kalmışlık probleminin başlıca nedeni olarak İslam'ı gördüğü için bütün sorumluluğu Müslüman kimliğin üstüne yıktı. Böylece Türkiye'de ilerici, çağdaş, modern elitler ve gerici, yobaz, dindar halk (!) arasına kalın bir çizgi çekilmiş oldu.

"Din kontrol edilmesi gereken alandır"

Ancak ne hikmettir ki emperyalist devletlere karşı verilen savaş sürecinde dini referanslarla bezenmiş birçok söylem bizzat milli mücadelenin öncüleri
tarafından dile getirildi. Bir geçiş döneminin ifadeleri olarak görebileceğimiz söylemler milli mücadele sonunda yerini pozitivist-seküler-modernleşmeci bir dile bıraktı. Bu anlamda devletin yüzünü Batı'ya dönmesi geleneksel manalarda yaşanan İslam'ın dışlanmasına ve toplumun her bir hücresine kadar genişletilen yasakların uygulanmasına neden oldu.

Din, Kemalizm için kontrol edilmesi gereken bir alandı. Dinin dünyevi taleplerinin sınırlandırılarak, ritüel kısmının ön plana çıkarılması, makulmakbul Müslüman prototipi çizilerek uygulamaya konuşu, dinin denetlenmesi gereken bir alan olarak gören düşüncenin ürünleriydi. Devletin dayatıp direttiği dini algının reddini yapan Müslümanlar da "gerici", "yobaz" gibi nitelemelerle dışlandı ve Müslümanlık algılarının yanlış, sakat olduğu iddia edildi.

Dindarların güçlenmesi ve söz sahibi olmasını şeriatın ayak sesleri olarak yorumlayan hakim ideoloji yalnız Kemalistler değil, solcuları da etkisi altına aldı. 28 Şubat süreci de dahil olmak üzere bunca dışlanma, ezilme, üvey evlat muamelesinin karşısında dindarlar karşısında laiklik ilkesine sımsıkı sarılan sol, ezilenin yanında olma ilkesini unuttu. Devletçi kapitalizmi yıllarca sosyalizm diye emekçilere yutturmaya çalıştı. Solun kendine has politika üretme olanaklarının sınırlılığı ve toplumsal bazdaki tekabüliyetsizliğin resmi ideolojiyle örtüşmesine sebebiyet verdi.

Din karşısında Kemalistlerin politikalarının ilerici bir çabaya denk düştüğünün düşünülmesi, solun geniş halk kesiminin karşısında devlete sarılmasına yol açtı. Cumhuriyet'in kurulduğu tarihten bu yana dini olana karşı solun geliştirdiği tutum kendi siyasal anlayışının dışındadır. Tarihsel süreci "ezen-ezilen" olarak okuyan Marksizm'i yerele indirgeyince "ilerici-gerici" bir denkleme rast geldiğinin belirtilmesi sol siyasetlerin halkın gerici, devlet elitlerinin ise ilerici olarak addedilmesine neden oldu.

Ortanın solu: CHP

Sağ ve sol arasında CHP zihniyeti ne bir solcu ne bir sağcı olarak Kemalist ideolojinin neferi oldu. Sol bir parti olarak tanımlanan fakat sol ideolojiden apayrı bir çizgide yer aldığı için ortanın solu olarak tanımlayabileceğimiz CHP, diğer siyasi pozisyonlar karşısında aşırı sağ ve aşırı sola karşı bir barikat olarak bina edildi. CHP Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş sürecinde bir yandan dini baskılamaya çalışıp bir yandan da milli mücadelede dini referanslara sarılıyordu. Bu politikasından bugün de vazgeçmiş değil. Yani o geçiş süreci bir türlü geçemedi.

Bir yandan dindarları aşağılama ve dışlama, dini geri kalmanın nedeni olarak görme tavrı laiklik ilkesi ile süslenmeye çalışılırken bir yandan da halkın oylarını toplamaya dönük olarak "bizim ninemiz de başörtülüydü, bizim dedemiz de hacıydı" söylemi sıkıştıkları yerde kullandıkları bir klişeye dönüştü. Daha kontrol edilebilir buldukları "Anadolu Müslümanlığı" kavramı üzerinden sosyal hayata karışmayan, kalplerde yaşanması gereken bir din modeli öne sürdüler. Bu dinin ritüelleri varsa evde yapılmalıydı, cahillikleri öyle bir boyuttaydı ki "Cuma namazı neden evde kılınmıyor?" seviyesine kadar yükseldiler. Bu aslında dinsiz bir maneviyat oluşturmanın, inanma kavramını bir hegemonya, otorite olmadan karşılamanın dışa vurumuydu.

Seküler spritüalizm Kemalizm için oldukça kullanışlı bir kaçış alanı oldu. Manevi dünyayı olabildiğince İslam'la alakasız donelerle kurdular. Kimi zaman ise İslam'dan da faydalanmak zorunda oldukları durumlarda İslam sosu ile süsledikleri ezoterik inançları hem gelenekten kopmuyoruz hem de geleneğin olumsuz imajını yüklenmiyoruz duygusuyla sahiplendiler. Her burç için zikredilmesi gereken Allah'ın isimlerine göre tespih çekmek, tüm İslami ritüelleri aşağılamak ya da uzak durmak ama yıldız haritasına baktırmadan bir işe kalkışmamak, kurban kesilmesine karşı olmak ama sosyal medyadan kurban bayramı mesajı paylaşmak (özellikle sanatçılar) gibi pek çok çelişkili durum karşımıza çıktı. Çünkü doğrularla süslenmiş yalanların
inandırıcılığı her zaman daha güçlüdür.

İslami gelenekten gelen her şeyi silip atınca ancak maneviyat ve din ile baş edilebilecek ölüm, depresyon,
ruhi tatmin, metafizik ve varoluşsal sorular gibi konularla baş etmek için seküler spiritüalizme sarıldılar. Bunda tabii ki İbrahimi dinlerin günümüzle uyumlandırılamaması, hazır hikaye ve kıssaların bugünün bilgi birikimine yetersiz kalması, fıkhi meselelerin kısır bir döngüde sıkışmasının da oldukça etkisi var. İnsanlar arayışlarına tatmin edici çözümler, hayat amacı, varlığına anlam yükleme noktasında bir yere varamayınca oradan oraya bu şekilde savrulmak zorunda da kalıyorlar. Dolayısıyla din sadece kültürel öğe olmaktan öteye geçemiyor.

Sol-din ilişkisi yeniden inşa edilmeli İncelenmesi gereken bir başka mesele ise şu; ekonomik seviye arttıkça spiritüel inançlar artıyor. Alt gelir tabakası gelenekten gelen dini inançlara daha çok bağlılık gösterirken elit tabaka ilginçtir ki daha ilkel din ve inançların peşinde sürükleniyor. Şamanizm, Paganizm, Budizm ve Hinduizm inanç pratikleri gibi pek çok dinden inanç ve pratikleri hayatlarına dahil ediyorlar. Tütsü yakmalar, nar kırmalar, meditasyon, yoga, astroloji, ağaçlara çaput bağlayıp dilek dilemek, hıdrellezde gül ağacı dibine dilek gömmek "sosyetik" beyaz Türklerin vazgeçilmezleri arasında yer alıyor. Cumhuriyet dönemi geri kalmışlığın sebebi olarak İslam'ı gördüğü için laik elitler halkla arasına çektiği kalın çizgiyi böylece daha da sağlamlaştırıyor. Modern ve çağdaş olmakla övünen elit tabakanın ilkel dinlerin
inançlarıyla bu kadar içli dışlı olması da ayrıca incelenmeyi hak ediyor olsa gerek.


Velhasıl din konusu Türk solunun mutlaka halletmesi gereken en temel problemlerinden birisidir. Solun geçmişinde bu konuda yaptığı pek çok hata var. Dini kendi olarak değil de "kitlelerin afyonu" olarak görerek toplumdaki işlevine odaklanan, egemen güçlerin halkı uyutmak için en büyük silahı olarak gören sol, ezberlerinden sıyrılarak yeni bir din-sol ilişkisi inşası başlatmak zorundadır. Bu inşa etme solcu İslam yorumlamasıyla olamaz çünkü İslam sağcı ya da solcu bir din değildir. Bu sorunu çözmek sağcı bir dini solcu bir dine dönüştürmekle değil, dini sağcılık ve solculuktan ayrıştırmakla mümkün olabilir.

CHP orta solculuğunun dinle ilişkisi ise daha kangren bir sorun… Onlar körü körüne bir Batıcılık ile öz ve nitelikle ilgilenmeyen, sığ algıların şekillendirdiği bir din anlayışına sıkı sıkıya bağlı ve bu algının oluşturduğu dine düşmandır. Halka gösterdikleri yüzlerinde "dine saygılıyız" imajı çizmeye çalışsalar da saygıdan anladıkları dini kendilerinden uzak tutmaktan öte geçmez. Din, göklerden yere inmez, kalplerden dışarı çıkmaz. Bir yerlere iliştirilir, kozmetik olarak kullanılır. Duvarda süslü kılıflarla asılı Kuran-ı Kerim nasıl hayatın içine karışmazsa, din de hayatın içine karışmamalı, uzaklarda bir yerlerde saygı duyulması gereken "bir şey" olarak kalmalıdır.

Kadıköy solcusunun seküler spritüalizmi işte tam da bu amaca hizmet eden bir dinsiz maneviyatı sunduğundan CHP elit tabakası için bulunmaz bir nimet olarak işlevini yerine getirir.

BİZE ULAŞIN