Erken Cumhuriyet tarihimizin kısa süreli ama en önemli yayın hareketlerinden biri olan Kadro Dergisi, 1932 ile 1935 yılları arasında toplam 36 sayı olarak yayımlandı. Derginin İmtiyaz Sahibi Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Neşriyat Müdürü ise Vedat Nedim (Tör) idi. Bu iki isim dışında sürekli yazarları arasında Burhan Asaf (Belge), Şevket Süreyya (Aydemir), İsmail Hüsrev (Tökin) ve Mehmet Şevki (Yazman) yer almaktaydı. Dönemin
başbakanı İsmet Paşa (İnönü) da, derginin 22. sayısına "Fırkamızın Devletçilik Vasfı" başlıklı bir makaleyle katkı sunmuştu. Kadro Dergisi, 36 sayılık entelektüel bir yayın hareketinden fazlasıydı. İçerdiği yazılar incelendiğinde açıkça anlaşılabileceği gibi, döneminin iktidarını ve idare yöntemini şekillendirmeye, henüz emekleme çağındaki Kemalist düşünceyi ideolojileştirmeye çalışan, dolayısıyla ideolojik bir hareketti. Bu açıdan, kısa yayın hayatına karşın Kemalizm'in bir ideoloji olarak ortaya çıkmasına çok önemli katkıları oldu.
Kadro ve Kadrocuların önerdiği yönetim modeli ve ideoloji ise hem dönemindeki ulusal ve küresel gelişmelerden hem de yazarların kendilerinden etkilenmiş, bazı yönleriyle radikal özellikler taşıyordu. Şevket Süreyya ve İsmail Hüsrev'in Moskova'da yükseköğrenim görmeleri, yine Şevket
Süreyya ve Vedat Nedim'in Türkiye Komünist Partisi'nde görev almış hatta 1925-1927 Komünist Tevkifatı sırasında tutuklanıp yargılanmış olmaları, Kadro Akımı'nın kaçınılmaz olarak Marksizm'den etkilenmesine sebep olmuştu. Bununla birlikte, yazıda yer verilen örneklerde de görüleceği gibi, 1930'lu yılların başında İtalya ve Almanya'da ortaya çıkan otoriter faşizm hareketinden de yer yer etkilendiği açıktır.
Kadrocuların çabası, özetle, Kemalist düşünce-sosyalizm sentezli, otoriter ve özgün bir "Sol-Kemalist" devrim ideolojisi geliştirmek üzerineydi. Biraz
daha ayrıntı vermek gerekirse, bu ideoloji önerisi, mülkiyet ve özel girişim kavramlarına tümüyle karşı çıkmayan ama devletçi ağırlıklı, tek partili, 1929 Küresel Krizi'nin de etkisiyle kesinlikle anti-kapitalist ve Millî Mücadele'yi merkezde görüp önemseyen bir modeldi.
Bu modelde devletçilik, yalnızca ekonomi alanıyla sınırlı değildi. Devlet, toplumsal ve idarî alanda da kesin bir kural koyucuydu. Kadrocular, devletin bu kural koyucu ve düzen sağlayıcı görevini yerine getirmesi için sınırı belirsiz bir sertlik uygulamasını önermekten de çekinmedi. Sertlik, Kadro'daki pek çok yazıda sık sık başvurulan bir "çözüm"dü. Bu açıdan, yazarlarının Mussolini ve Hitler'i eleştiren söylemlerine karşın, özellikle devlet otoritesi talebi açısından dönemin İtalya ve Almanya'sından da etkilendikleri açıktır. Kadrocuların oluşturmaya çalıştığı Kemalist ideolojideki bu devletçilik kavramının demokrasiyle çatışması kaçınılmazdı. Kadrocuların hem dergideki makalelerinde hem de kendi eserlerinde klasik demokrasiye yönelik olumsuz görüşleri ve buna karşılık otoriter devletçilik önerileri kolaylıkla gözlemlenebilir. Özetle, Kadrocuların Kemalizm'i, demokrasiyle sorunludur.
Örneğin, Şevket Süreyya (Aydemir), ilk baskısı Kadro Dergisi ile aynı dönemde yayımlanan İnkılâp ve Kadro: İnkılâbın İdeolojisi adlı kitabında ayrıntılı bir demokrasi tanımı yapar ve 1930'lu yıllarda demokrasinin "yetersizliğini" vurgular. Aydemir'e göre, İtalya'da faşizm ya da Almanya'da Nasyonal sosyalizm gibi anti-demokratik hareketlerin ortaya çıkıp güçlenmesi, bu ülkele halklarının demokrasi ile bir sorunu olmasından değil, değişen dünyanın bir gereği olarak demokrasiden farklı bir yönelime ihtiyaç duymasından kaynaklanır. Bunun sonucu olarak, İtalyanlar ve Almanlar, onlara artık bir şey katmayan demokrasiden uzaklaşarak biçim değiştirmiş, başkalaşmıştır. Çünkü klasik demokrasi, mevcut şekliyle Avrupa ülkelerine verebileceğini vermiş, Avrupa halklarının yeni ortaya çıkan ihtiyaç ve zorunlulukları karşısında esnekliğini kaybetmiştir.
Otoriter devlet talebi
Ona göre, ulusal ve uluslararası tezatların bu kadar keskinleştiği bir dönemde (1930'lar), esnekliğini kaybetmiş, durağan bir toplumsal düzenin, özellikle kamu otoritesine ihtiyaç duyulan ülkelere hiçbir katkısı kalmamıştır. Türk İnkılâbı ise hem siyasî hem toplumsal açıdan sürekli bir hareket
içerisindedir. Bu sebeple, bu kadar hareketli bir inkılâbın kurumları, klasik demokrasinin bu esnekliğini kaybetmiş durağanlığına hapsedilemez. Türk İnkılâbı'nın hem tarihî hareket noktası hem de gelişim yönü, klasik bir siyasî demokrasi hareketinden "bambaşka bir şey"dir. Dolayısıyla, Türkiye'nin "millî kurtuluş ve yeniden doğuş" hareketinin kaderi, demokrasi gibi 19. yüzyılda kalmış maceraların, liberalizmin ve bunlar gibi bazı klasik, belirsiz, soyut kavramların kaderine bağlanamaz. Türk İnkılâbı'nın hareket noktası, bireye toplum içerisinde bir "özgürlük" vermek değil, uluslararası sistemde millete hak, bireye de o millet içerisinde vazife vermektir.
Kadro Dergisi'nin düzenli yazarlarından olmamasına karşın özellikle son sayılarında makaleleri yayımlanan, dönemin siyaset ve ekonomi alanında çalışan entelektüellerinden Ahmet Hamdi (Başar)'ın demokrasi eleştirisi ve otoriter devlet talebi Şevket Süreyya'dan bile ileridedir. Başar'a
göre, demokrasi yalnızca "yaldızlı bir politika edebiyatı"dır. Halk egemenliği, serbest girişim gibi kavramları önemseyen devletler, sonunda "zavallı" olmaya mahkûmdur. Türk İnkılâbı'nın ayakta kalabilmesi için devletçilik ve devlet otoritesi vazgeçilmez şarttır.
Her alanda devletçi ve tek partili
Derginin Ekim 1933 tarihli 22. sayısında yayımlanan "Türk Devletçiliği ve Himayeci Ferdiyetçilik" başlıklı makalenin ilgili kısmı şöyledir:
"Serbestçilerin istedikleri, inkılapçının (Türk İnkılâpçısı) istediği olsaydı, bugünkü vaziyet ne olurdu? Demokrasi, halk hâkimiyeti, serbest sa'y-u amel gibi her memlekette politika edebiyatının direklerini teşkil eden bir takım yaldızlı hapları tesbih gibi çekmekle meşgul olan ve mukadder akıbetine günden güne yaklaşan zavallı bir millet hâlinde kalırdık. Türk İnkılâbı, bu görüşlere iltihak ettiğimiz gün temelinden yıkılabilir. Böyle büyük tehlike, inkılâp heyecanlarını geride bırakmış olanların iş başına geçmeleri takdirinde her memlekette ve her inkılâpta mevcuttur. Onun için, inkılâp idaresi, inkılâbın büyük menfaatlerini anlayan ve heyecanlarını inkılâbın yüksek görüşlerine uydurabilen kimselere teslim olunur."
Aynı paragraf şöyle devam eder: "Bizim inkılâbımız, serbesti inkılâbı değildir. İnkılâbımızın ana prensiplerinden biri devletçiliktir. Türk devletçiliği, milleti devlet eli ile yeniden teşkil etmek demektir. (...) İnkılâbımız, tarihin böyle bir devrine, serbest çalışma ve serbest mübadele rejiminin bir buhranla nihayetlenmiş olduğu bir zamana isabet etmiştir. İşte onun içindir ki, biz, inkılâbımızda müdahaleci ve otoriter bir kuvvet tarafından tarih akışına müdahale ederek hamleler yapmak mecburiyetindeyiz. Bu otoriter ve inkılâpçı kuvvet, bizim nazarımızda devletten ibarettir."
Bireysel haklar ve demokrasi gibi konularda bu kadar sert görüşleri olan ve milleti şekillendiren otoriter devlet önerisinde bulunan Ahmet Hamdi Başar'ın, Atatürk döneminin son muhalif partisi Serbest Fırka'nın kapanmasından hemen sonra Atatürk'ün düzenlediği yurt seyahatine
iktisat müşaviri olarak katıldığı ve kendisinden ekonomi konusunda rapor talep edildiği, Çankaya'daki sofralara davet edildiği hatta kısa bir süre için isminin İktisat Vekilliği için bile anıldığı düşünülürse, Kadro Hareketi'nin etki alanı daha net anlaşılabilir. Başar'ın yazısında dikkat çeken diğer nokta
ise bu güçlü ve otoriter devleti yöneteceklerle ilgilidir. Başar'a göre, devlet yalnızca "İnkılâpçılar" a teslim edilebilir. Dolayısıyla, Kadro'nun Kemalizm ideolojisi, her alanda devletçi ve tek partili olduğu gibi, vesayetçidir.
İktidarı yönlendirme çabasına tepkiler
Kadrocular, önerdikleri otoriter devletçiliğin, ülkeyi yönetenler tarafından yeterince benimsenmemiş olmasından da şikâyeteder. Örneğin, Vedat Nedim'in bu şikâyetini vurgularken seçtiği örnek dikkat çekicidir: "Eğer devletçilik prensibi tam olarak devlet siyasetimize mal edilmiş olsa idi,
bugün bu münakaşaları yapmazdık. Lâiklik prensibi üzerinde herhangi bir münakaşaya cevaz verilebilir mi? Mesela, bir vatandaş çıksa da Teşkilât-ı Esasiye Kanunumuzun 75. maddesine dayanarak 'ben bir tekke açacağım, âyin yapma hakkını bana Teşkilât-ı Esasiye Kanunu bahşetmiştir' derse, akibeti ne olur?"
Kadrocuların sürekli olarak daha fazla devlet otoritesi istemesi, "özgürlüklerden" şikâyet etmesi ve iktidarı yönlendirme çabası, bir süre sonra CHP içerisinde tepkiye sebep oldu. Durumdan en çok rahatsız olanlardan biri, CHP Genel Sekreteri ve "Altı Ok" fikrinin mimarı Recep Peker'di. Ona göre, iktidarın özelde ekonomi politikasını, geneldeyse ideolojisini belirleme yetkisi yalnızca CHP'ye aitti. Kadro'ya karşı Ülkü Dergisi'ni yayımlamaya başlayan Peker, derginin 3. sayısındaki yazısında rahatsızlığını özetliyordu: "Türkiye'de, bizim bugünkü mesut memleketimizde, başka birtakım deliler (cahil veya yıkıcı değillerse delidirler) bağırıyorlar: Boğuluyoruz. Fazla, geniş hürriyet memleketimizin havasını zehirliyor. Disiplin isteriz!"
Recep Peker'in muhalefetine kısa süre sonra özel sermayenin sözcüsü durumundaki İş Bankası çevreleri ve bankanın kurucularından İktisat Vekili Celal Bayar'ın da katılması, Kadro'nun sonunu getirdi. Dergiden desteğini çeken Mustafa Kemal Paşa, Yakup Kadri'yi Tiran'a büyükelçi olarak gönderdi. 36. sayısında "neşriyatına şimdilik son verdiğini" duyuran Kadro, bir daha hiç yayımlanmadı.
Bulunduğu arşiv ve kütüphanelerde 1970'li yıllara kadar "okuyucuya verilmesi sakıncalı" yayınlar arasında kalan Kadro, CHP'de Ecevit döneminin başladığı, "Ortanın Solu" reformunun hızlandığı, dolayısıyla yeni bir "Kemalizm" inşasına ihtiyaç duyulan 70'lerde, tam olarak 1978'de Ankara İktisadî ve İdarî İlimler Akademisi tarafından aslına sadık kalınarak tekrar basıldı ve ilgililerin erişimine açıldı. Derginin yeniden ulaşılabilir olması, bugünkü Kemalizm'in gelişmesine hem akademik hem siyasî açıdan büyük katkı sağladı.